Birden rüzgar ters döndü.
Vakti zamanında demiştim.
Rüzgara kapılmayın, gün gelir ters döner fırtına olur, siz de o fırtınada savrulur durursunuz.
Şimdi rüzgar ters döndü.
Şaibeli hakimin vermiş olduğu karar 2 mahkeme heyetince reddedildi.
2 Mahkeme 1 şaibeli mahkemenin kararına karşı çıktı ve "yürütmeyi" durdurdu.
Öyle "yamuk" işlerle Ülkücü İrade'nin hakkını "yürütemezsiniz"
***
Paradigma değişimi ile iktidar nimetlerinden nemalanma hevesine kapılanlar, şimdi bir fırtınaya kapılabilirler.
Ya bir an önce "dönüşüme" uğrayacaklar ya da savrulup duracaklar hoyrat fırtınalarda.
Her an için "değişimciler" adlarını "dönüşümcüler" olarak değiştirebilirler.
Lidere sadakat davaya sadakattir kalıbına girebilirler.
Onları anlamak mümkün.
Hayatlarında MHP'den başka bir şeyleri yok.
Meslekleri "MHP'li olmak" olanlar ve bu meslek sayesinde ailesini idame ettirenler bunlar.
Mecburlar dönüşecekler.
***
Dönüşüme yüzü tutmayanlar olacak.
Ya da Ülkücü İrade'nin önüne set çekeceği isimler.
Devlet Bahçeli'ye galiz küfürler, hakaretler edenler...
Bunlar dönüşüme girerse girdikleri dönüşüm kentsel dönüşüm olmayacak.
Kesinlikle "katı atık dönüşümü" muamelesine tabi tutulacaklardır.
Zaten zamanında birbirlerine öyle diyorlardı.
Mesela hayatı boyunca Devlet Bahçeli düşmanlığından başka bir MHP geçmişi olmayan İsrafil Kumbasar ve gazetesi bir zamanlar Meral Akşener ve diğerlerini kastederek "MHP'yi DYP, ANAP ve AKP'nin çöplüğü ve hurdalığı haline getirdi" sözleriyle Devlet Bahçeli düşmanlığı konusunda şaheserler yaratıyorlardı.
Şimdi vakti gelmiştir sanırım.
Çöp ve hurdalar katı atık dönüşüm merkezinde işleme tabi tutulabilir...
***
Şimdi ne olacak?
Ters dönen rüzgar, bir fırtınaya dönüşüp ortalıktaki çöp ve hurdaları silip süpürecek mi?
Ülkücü İrade'nin şu an tek temennisi budur.
Çöp ve hurda her zaman için tehlikedir.
Bunlardan "arınmak" lazımdır.
Yine eskisi gibi "denge siyaseti" yapılmaya kalkılırsa MHP bu kısır döngüden kurtulamaz.
Devlet Bahçeli'ye inanmayan, güvenmeyen, sadakat göstermeyen her parti yöneticisi derhal istifa etmeli etmeyenler ise, mutlaka görevden alınmalı.
İktidar nimetlerinden faydalanmak isteyenlerin bu kadar çaba sarfetmesine gerek yoktur.
He pahasına olursa olsun iktidar diyenler mevcut iktidarın kanatları altına girebilirler.
MHP paradigma değişimi yapmadan yani ÜLKÜCÜ DEĞERLERİYLE iktidar olabilmenin çabası içindedir. Bunun ne kadar zor olduğunu bizler biliyoruz ama imkansız olmadığını da biliyoruz. Mevcut değerlerimiz ile bu zorlu iktidar yürüyüşünde "Bizimle Yürümek" isteyenlere bu camia her zaman kucak açar.
***
MHP'nin paradigmalarından kurtulma ümidiyle bir anda büyük bir hevese kapılanlar da var tabii.
Cemaat
Eski sol
Eski Sağ
Eskimiş ne varsa...
Kendi evinin önünü temizlemekten aciz kim varsa dört elle sarıldılar "MHP'de paradigma değişimi" yapacağız diyen hanımefendinin eteklerine.
Olmadı!
Hevesleri kursaklarında kaldı.
Sol ile hesabını sokaklarda gören, Türk Milleti'ne "Muhammed'in P..leri" deme cüretini gösterenlere derslerini verdik sokaklarda.
Türk Milleti'nin İslam'ın en korkusuz neferleri olduğunu onlar anladılar acı bir şekilde...
Şimdi sağ ile hesaplaşmamız var.
Paradigma değişikliği ile MHP'yi "Merkez Sağ" parti haline getirerek Başbuğ Alparslan Türkeş'in Ülkücülere işaret ettiği sağ ile hesaplaşma hedefimizden bizi döndürmeye çalışanlar bir kez daha dumura uğradılar.
***
Hiç bir Ülkücü bunu unutmamalı.
"Biz ne sağcıyız, ne de solcu. Biz TÜRK MİLLİYETÇİSİYİZ!"
Bizim yegane paradigmamız budur!
"MHP'de Paradigmayı değiştireceğiz" diyenlerin de tek hedefi budur!
Yıllarca Hak, Hukuk, Adalet dedik ve bugün bir kez daha adalet TECELLİ ETTİ.
Bilge Lider bir kez daha haklı çıktı.
Şimdi yüreklerimize işlediğimiz paradigmamız ile sokaklara çıkma vakti.
Liderimizi ve değerlerimizi milletimize anlatmaktan aciz olanlara inat, artık daha çok anlatacağız...
Artık daha çok savaşacağız cehaletle...
Artık bu davanın temeli olan Ülkü Ocaklarımıza daha çok sahip çıkacağız.
“Daha fazla hararet yapmadan, Sayın Bahçeli’nin emekliye ayrılmasını temenni ediyoruz”
“MHP’li kardeşlerim, böyle bir genel Başkan’dan rahatsız”
” ... Ne Bahçeli’nin ne de muavini Kılıçdaroğlu’nun onları sorgulayacak kalibresi yoktur. Tam tersine 63 kişide olan yürek ne Bahçeli’de ne de Kılıçdaroğlu’nda mevcut değildir”
“Bahçeli ve Kılıçdaroğlu koltuğunu koruyacak diye akan kana müsaade etmeyiz. Terör bittiğinde bu ülke huzura kavuştuğunda tarih bu iki genel başkanı kara bir leke olarak kaydedecek."
"Sen benim evladımla ilgili iktidar bağlantısını nasıl kurarsın, nasıl böyle bir hakareti, saygısızlığı yaparsın? Ama evladı olmayanların böyle bir saygısızlığı yapmasından daha başka bir şey de olmaz. Bunlar aile, evlat nedir bilmez"
"Terör örgütünün başıyla aynı sofraya oturup oturmamaktan bahsediyor. Ey Bahçeli, bunları ispat edemezsen sen alçaksın, adisin."
***
Okumuş olduğunuz bu sözler AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan' ait.
Bunun gibi daha niceleri var.
Bir sonraki paragrafta paylaşacağım sözleri ise, daha manidar ve daha anlamlı.
Bugün, Bir kısım SOL, Cemaat, Eski Merkez Sağcılar, Eski Ülkücüler (!), Doğan Medya, BBP'liler, DYP'liler, ANAP'lılar ve bir çok kesimce desteklenen Meral Akşener'in taraftarları orda burda yazıp duruyorlar.
Efendim neymiş AKP medyası Devlet Bahçeli'yi destekliyormuş.
Bu sözleri sarfeden Türkiye'nin gelmiş geçmiş en kindar lideri olan Recep Tayyip Erdoğan'ın tetikçi medya silahşörleri şimdi neden Devlet Bahçeli'yi destekler bir görünüm sergiliyorlar?
Çünkü AKP'nin toplum mühendisleri şunu çok iyi biliyorlar ki, "AKP'yi yenmek için HDP/PKK ile işbirliği yapar CHP'nin adayını seçtirirdim" deme gafletini gösteren Meral Akşener "HDP'yi flu görüyorum" diyerek net bir tavır ortaya koyan Bahçeli'den çok daha kolay bir lokma olacaktır.
***
Şimdi Recep Tayyip Erdoğan'ın şu sözlerini dikkatlice okuyalım:
"... Ve tamamıyla bir müfteri edasıyla yaptığı konuşma. İftiralarla dolu bir konuşma. 16 – 17 yıldır partinin başındasın geldiğin yer ortada. Ben MHP’li kardeşlerime hep sesleniyorum. MHP’yi küçülten bu adamla bir yere varamazsınız. Bu adam siyasette çırak bile olamadı, olamayacak da. Bunun varlığı MHP teşkilatı için bir tehlikedir. Bu denli bir tehlikedir."
Devlet Bahçeli'yi büyük bir tehlike olarak görüyor.
Sanki MHP'nin çok büyümesini istiyor, sanki MHP'nin tek başına iktidar olmasını istiyor gibi eleştiriyor Devlet Bahçeli'yi.
Ve tabii ki bazı sazanlar da bu zokayı yutuyorlardı zamanında.
Devlet Bahçeli'ye böylesine düşman olan,
Ülkücülere
"Fatiha bile bilmezler"
"Kan emici vampirler"
"Morg bekçileri"
"Kandan beslenen faşistler"
tarzında pek çok kin ve nefret dolu sözler sarfeden adam sanki bunları söylememiş de MHP'nin büyümesini istiyor gibi Bahçeli'yi MHP için tehlike olarak gördüğünü söylüyor.
***
Bu sözlerin büyüsüne kapılanlar oldu mu zamanında.
Elbette oldu!
2014'de bu cümledeki gizli mesaj 7 Haziran sonrasında zoka yutma ustaları tarafından "Bahçeli varsa MHP'ye oy vermem" noktasına kadar geldi.
Cumhuriyet tarihinin en usta algı yönetimi uygulayıcıları şine ustaca bir projeyi uygulamaya soktular.
Devlet Bahçeli'ye böylesine ağır kin ve nefret dolu sözler sarfeden bir lider tetikçilerine talimatı verdi ve AKP medyasındaki tetikçiler işbaşı yaptılar.
Amaç belli.
Ülkücüler arasında "Bakın görüyorsunuz AKP medyası Bahçeli'yi destekliyor biz size demiştik bu adam AKP'nin adamıdır!" düşüncesini yaymak ve Meral Akşener'e taraftar toplamak. Bütün mesele budur.
***
Bunu başaramadılar.
Bu zokayı yutacak olanlar, daha evvelki zokayı yutanlardı. Onlar da zaten taraflarını çoktan seçmişlerdi.
Asıl sorulması gereken sorular var tabii.
Mesela bazı solcular Meral Akşener'i neden destekliyor?
Doğan Medya gurubu Meral Akşener'i neden destekliyor?
Cemaat Meral Akşener'i neden destekliyor?
HDP/PKK destekçileri Meral Akşener'i neden destekliyor?
Bu soruları da cevaplandırmak lazım.
***
Aslında her iki tarafın da desteklediği ne Meral Akşener'dir ne de Devlet Bahçeli.
Onlar sadece ve sadece MHP içindeki fitne ve fesat ateşini destekliyorlar.
Bu iç çekişmelerde taraf olarak MHP'yi zayıflatmak onların en büyük amacıdır.
Bu sürecin sonunda bir ismin kazanması ya da kaybetmesi onlar için hiç bir önem arzetmemektedir.
Onların tek derdi bu sürecin sonuna gelindiğinde MHP'yi daha da zayıf bir hale getirebilmektir.
Onların alayı MHP düşmanıdır.
Daha da vahim olanı TÜRK düşmanıdır.
Ülkücü İrade bu fitne çukurunda batağa saplanmadan uyanmalı ve bu oyunu görerek 2018'de iradesini tecelli ettirmelidir.
Bunun aksi her durumda kaybeden MHP olacaktır, kazan ise TÜRK düşmanları olacaktır....
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)'nin bir özelliği vardır.
Genetik bir özellik.
Bugün ne söylemişse yarın da onu söyler.
İzmir'de ne söylemişse, Tunceli'de de onu söyler.
Zaman ve mekana göre siyaset yapmaz.
9 Işık doktrini vardır ve bunun ışığında Türkiye'ye hizmet esaslarını belirler.
Tarih hem Başbuğ Alparslan Türkeş'i hem de Bilge Lider Devlet Bahçeli'yi her dönemde haklı çıkarmıştır.
Bunun tek sebebi de partimizin bu genetik özelliğidir.
***
Bugün merkez sağdan merkez sola uzanan bir destek çerçevesinde belirli bir medyatik güce ulaşan ve MHP Genel Başkanlığı'n aday olan Meral Akşener'e baktığımız vakti henüz aday iken bile söyledikleriyle çelişmeye başladı, çark etmeye başladı.
MHP böyle bir siyasetin temsilcisi olamaz.
Daha dün "MHP'de paradigma değişikliği yapacağız" diyen Meral Akşener bu kez "MHP'de yapı değişikliği olmayacak" diyor.
"Paradigma" kelimesini sarfettiğinde Ülkücüler bu kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Bu kelimenin temel esasların değişmesi anlamına geleceğini Ülkücülere anlattık.
Muhtemeldir ki, bu durumu gören Meral Akşener bu kez bir tv konuşmasında "yapı değişikliği olmayacak" dedi.
Hangisine inanalım paradigma değişikliğine mi, yapı değişikliğine mi?
***
Meral Akşener kendisine sunulan medya desteğini kullanmaya devam ediyor.
Son tv gösterisinde öyle bir açıklama yaptı ki; adeta tüm Ülkücü camianın akıl sağlığıyla alay etti.
Meral Akşener 7 Haziran sonrasında oluşturulan siyasi kaos ortamında yapılan TBMM Başkanlık seçimi ile ilgili görüşlerini açıklarken "Ben olsaydım Baykal ile görüşür ve kendisini TBMM başkanı seçtirirdim" deme gafletine düştü.
Bakalım bu gafletin içinden nasıl çıkacak?
Meral Akşener'in işini zorlaştıracağız ama gelin hep birlikte o sürece bir göz atalım.
***
Biliyorsunuz MHP ülkenin AKP hastalığından kurtulması adına Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük bir fedakarlık göstermiş ve CHP aday gösterdiği Ekmeleddin İhsanoğlu'na destek vermişti. Bu MHP için büyük bir risk ve fedakarlıktı.
Bu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP de kendi adayı Demirtaş'ı destekledi.
Aradan zaman geçti mesele geldi TBMM Başkanlık seçimlerine.
Bu kez roller değişmişti.
CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı gösterdiği İhsanoğlu bu kez MHP Milletvekili olarak TBMM başkanlığına aday olmuştu.
Bu ülkenin kurucu unsuru olan CHP bu ülkenin selameti için MHP'nin yapmış olduğu fedakarlığı YAPMADI. Üstelik de aynı isim üzerinde uzlaşmaya yanaşmadı, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sergilenen Ulusal İttifak'a ihanet etti.
***
CHP öyle bir aday çıkardı ki, sokaktaki çocuklar bile "Ulan bunlar manyak mı?" diye sorabilirdi.
Çıkardıkları aday Deniz Baykal.
Hani şu seks kaseti dolayısıyla parti genel başkanlığından indirilen Deniz Baykal.
Sen kendi partinin genel başkanlığına bile layık görmediğin birini Türkiye'nin en şerefli kurumlarından biri olan TBMM başkanlığına mı layık gördün ey CHP!?
Şu ayrıntıyı da unutmamak lazım.
Baykal, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı ve içeriği açıklanmaya gizli görüşme sonrasında aday oldu.
Yine bir ayrıntı daha Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP'nin adayını desteklemeyen HDP de Baykal'ı destekleyebileceğini açıkladı.
Bu nasıl bir tiyatrodur, bu nasıl bir tezattır?
***
Çağrılar yapıldı MHP'ye.
Gelin hep birlikte Baykal'ı destekleyelim ve TBMM Başkanlığı'nı AKP'ye vermeyelim denildi.
Kim yaptı bu çağrıyı?
HDP, CHP, Cemaat ve medya!
Böylesi bir ortamda böylesine şaibeli bir adaya destek verilmesi MHP'yi 1 Kasım seçimlerinde tepe taklak baraj altına sokmaz mıydı?
CHP'nin ihaneti nedendi?
HDP'nin birden bire ortaya çıkan Baykal aşkı nedendi?
RTE'nin bu Baykal sevdası nedendi?
Tek neden vardı, Bahçeli ve MHP'yi bu kirli oyunun içine çekmek.
Medya baskısı ile MHP'yi Baykal'a destek vermeye zorlamak ve ilk seçimde yani 1 Kasım'da baraj altı bırakmak.
RTE'nin seçim meydanlarında o meşhur ses tonuyla "Eyyyyyy Ülkücü kardeşlerim!!! Bu Bahçeli var ya bu Bahçeli! Gitti seks kaseti ile genel başkanlıktan indirilen adamı TBMM başkanı yaptı. Siz bu adama mı oy vereceksiniz!?" diye zevk içinde haykırışını duyar gibiyim.
Ve bunu göremeyen Meral Akşener "Ben olsaydım CHP ile görüşürdüm ve Baykal'ı seçtirirdim" diyebiliyor. Direkt olarak MHP'yi baraj altında bırakma projesi olan bu durumu şimdi bile farkedemeyen biri kalkıp MHP'yi şampyion yapacağım diyor.
Ülkücüler bu zokayı yutmadı, yutmaz!
***
7 Haziran - 1 Kasım arasında geçen süreç MHP'yi bitirme operasyonlarının en üst seviyeleri çıktığı dönemlerden biridir. HDP + CHP + AKP + Cemat işbirliği içinde, tarihin en büyük kumpasını açarak MHP'yi önce HDP ve Baykal'ın içinde olduğu TBMM Başkanlık seçimlerinde, hem de HDP'li hükümet projesinde baraj altına sokacak hamleleri yaptılar ama Bilge Lider Devlet Bahçeli bu hamlelerin hepsini boşa çıkartarak en zor döneminde bile yüzde 12 oy almasını bildi.
Şimdi düşünüyorum da MHP'nin başında Meral Akşener olsaymış MHP 1 Kasım'da çoktan baraj altında kalacakmış bile.
Meral Akşener bu sözleri sarfettikten sonra gönlüm iyice rahatladı.
Bilge Lider Devlet Bahçeli'nin arkasında durduğumuz için bir kez daha huzurluyuz.
İçlerindeki bitmek tükenmek bilmez Devlet Bahçeli düşmanlığı neler söyletiyor kıratın gölgesine sığınanlara.
Mit ajanı dediler.
Türkeş hiç sevmezdi dediler
AKP'nin payandası dediler
Baş paralelci dediler
Ve şimdi de muhalif diyorlar.
19 Yaşından bu yana içinde bulunduğu Milliyetçi Hareket'in lideri Başbuğ Alparslan Türkeş'e evlatlarından bile daha sadık olan Devlet Bahçeli için "Genel merkez Muhalifi" tanımlaması yaparak Ülkücü camianın aklını bulandırma çabalarına girdiler.
***
Efendim yaşı yeten Ülkücüler iyi anımsar 1997 kurultayını.
Başbuğ sonrası ortaya çıkan tabloda parti yönetimi TÜRKEŞ adına saygı gereği oğul Tuğrul Türkeş'i Genel Başkan vekili olarak onurlandırmıştı.
Yıldırım Tuğrul Türkeş, babasının adı sayesinde MHP'de yaklaşık 3 ay kadar Genel Başkan olmuştu.
Hemen akabinde yapılan olağanüstü Kurultay'da da Genel Başkanlığa aday olmuştu.
Karşısında en güçlü rakip ise, 19 yaşından bu yana Başbuğ Alparslan Türkeş'in emrinde partiye hizmet eden ve en zor zamanlarında bile kendisini yalnız bırakmayan Devlet Bahçeli vardı.
Başta Devlet Bahçeli olmak üzere dava büyüklerin pek çoğu "Evet Başbuğumuzun oğludur ancak Ülkücülük adına yeterli alt yapısı yoktur ve Türk Milliyetçilerinin güçlü sesi olan MHP'yi yönetmeye yetecek kapasitede değildir" diyerek Devlet Bahçeli'nin etrafında birleştiler.
****
Devlet bahçeli burada muhalif değildi.
Ülkücü İrade'nin üzerinde ittifak ettiği ve hiçbir zaman Genel Merkez ya da Genel Başkan'a muhalif olmamış bir lider adayıydı.
Bugün taraflı tarafsız her kesimin söylediği ortak bir söylem vardır.
"Tarih Bahçeli'yi hep haklı çıkardı"
Evet tarih Bahçeli'yi bir kez daha haklı çıkardı ve Türk Milliyetçileri'nin Başbuğ'u Alparslan Türkeş'in 2 oğlu da "Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına alıyorum" diyen adamın partisinde milletvekili oldular.
Bahçeli bu gerçeği o zamanlar görmüş ve Başbuğ'un emaneti olan MHP'yi O'nun gerçek vlatları olan Ülkücüler'e teslim etmişti.
***
1997 Kurultayı'nda Bahçeli'nin muhalif olduğu iddiasını ortaya atanlar, bugünkü "Pradigma Değişimi" isteğiyle Bahçeli'nin muhalif (!) duruşu arasında bağ kurabiliyorlar, benzetmeler yapabiliyorlar.
O zamanlar da Bahçeli'ye destek veren Ramiz Ongun hakkında "Eski DYP'li" eleştirisi yapılıyormuş.
Ve bu durum da bugün Meral Akşener'e yapılan eleştiriyle aynıymış.
Dağlar kadar fark var.
Bugün Ramiz Ongun yok.
Genel Başkan adayı olan Devlet Bahçeli'ye yönelik bu tarz da en küçük bir eleştiri yok.
Bugün ise 3 parti dolaşmış bir isim var Genel Başkan adaylığı peşinde koşan.
Ve bu isim, yani Meral Akşener, MHP'ye geldiği vakit Devlet Bahçeli'yi eleştirenler tarafından DYP'nin çöpü ve hurdası olarak tanımlanmış ve aynı kişiler tarafından bugün MHP'ye lider adayı olarak desteklenen bir isimdir.
Büyük bir tezatın içindesiniz.
***
Dün çöp ve hurda olarak tanımladığınız bir ismi, yine dün Tuırul Türkeş'e karşı Bilge Lider olarak desteklediğiniz bir isme alternatif olarak bugün MHP'ye Genel Başkan yapmaya çalışıyorsunuz.
Devletin tepesindeki adam gibi "kandırıldınız" mı?
Yoksa siz hep böyle geçmişinizdeki tezatlarla mı MHP'yi yönetmeye adaysınız.
Gelecekte tezatlarınızın olmayacağının, "kandırılmayacağınızın" garantisini nasıl vereceksiniz.
Biz düz mantık düşünüyoruz.
Siyasi çizgisi dümdüz olan Devlet Bahçeli'nin hatalarına rağmen partinin başında kalmasını ve siyasi yaşamı zikzaklarla "renklenen" MHP paradigması düşmanı olduğunu açıklayan bir siyasetçinin Türk Milliyetçilirine lider olamayacağını söylüyoruz.
***
Dün destek verdiklerinize bugün muhalif oluyorsunuz.
Dün Bilge Lider dediklerinize bugün fosil diyorsunuz.
Dün çöp ve hurda dediklerinize bugün kurtarıcı diyorsunuz.
Yarın ne diyeceksiniz?
Bugün muazzam destek verdiğiniz Meral Akşener Genel Başkan olursa yarın yeniden çöp ve hurda diyecek misiniz?
Türk Milliyetçiliği düşüncesi Türkiye'de iktidar olabilir mi?
Bu sorunun sorulması bile abesle iştigal aslında.
Türk yurdunda, Türk Devleti'nde Türk Milliyetçiliği neden iktidar olamasın?
İyi de nasıl iktidar olacağız?
Ne Başbuğ Alparslan Türkeş döneminde ne de Devlet Bahçeli döneminde iktidar olamadık.
Bunun sebepleri nedir?
"İktidar olalım" demekle iktidar olunmuyor.
İktidar olmak için ne yapmak gerekli, Ülkücüler iktidar yürüyüşünde nerede yanlış yapıyorlar!?
***
Türk siyasi sisteminde iktidara yürümenin temel kuralı lidere itaattir.
Türk siyasi sistemi lider esaslı bir siyasi sistem olduğundan dolayı birinci kural budur.
Lidere itaat etmeyen siyasi oluşumlar iktidarı rüyasında bile göremezler.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Hareket'i düşünelim.
MHP ve Ülkü Ocakları kuruluşundan 1980 darbesine kadar bildiğimiz anlamda pek siyaset yapma derdine düşmedi.
Sokaklarda süren mücadele öylesine çetin ve zorluydu ki TBMM çatısı altında yapılan iktidar mücadelesine pek giremedik.
***
1980 darbesinden sonra Başbuğ Alparslan Türkeş'in hapishanede olması sebebiyle Onunla talimatları ışığında kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi ile bugün anladığımız anlamda siyasi mücadelemiz başlamış ve Türk Milliyetçiliği düşüncesinin TBMM çatısı altında politik çoğunluğu yakalama zorunluluğu ortaya çıkmıştı.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in özgürlüğüne kavuşması ile birlikte MÇP yeniden MHP oldu ve siyasi iktidar mücadelemiz yeni bir ivme kazandı.
İşte bu noktada Türk Milliyetçiliği'nin iktidar mücadelesinin temelleri atılıyordu.
Sağlam bir temelle çıkılacak yoldaki yürüyüş daha hızlı ve daha sağlam olacaktı.
Olmadı.
Yapamadık.
Beceremedik!
***
Ülkücü Gençler Derneği Genel Başkanlığı yapmış, bu davanın sembol isimlerinden, Başbuğ Türkeş'in en güvendiği isimlerden biri olan Muhsin Yazıcıoğlu "Lidere itaatsizlik" hastalığının ilk ürünü olarak ortaya çıkıyordu. Yapılan ittifak ile MHP ilk kez TBMM'de gurup kurma aşamasına gelmişken Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'e ağır eleştiriler yönelterek partiden ayrıldılar.
Tehlike büyüktü.
MHP oylarını her seçimde ikiye katlıyordu.
Türk Milliyetçileri'nin iktidar yürüyüşünün ayak sesleriydi bunlar.
Türk Milleti'nin Anadolu topraklarındaki egemenliğini sona erdirmek için mücadele eden küresel güçler bunu durdurmak zorundaydılar.
Ve ilk darbeyi de Muhsin Yazıcıoğlu'nu kullanarak yaptılar.
***
MHP'nin katlanarak devam eden büyümesi Yazıcıoğlu olayına rağmen durdurulamadı.
İlk seçimde MHP yine oyunu ikiye katlamıştı.
Türk Milliyetçilerinin son başbuğu Alparslan Türkeş'in vefatı sonrasında MHP'nin başına geçen Devlet Bahçeli ile girilen ilk seçimde MHP yüzde 18 oy alarak Türk düşmanlarını şoka sokmuştu.
Her şey mükemmel gidiyordu.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in önderliğinde başlatılan siyasi iktidar yürüyüşünde artık önlenemez bir yükselişe geçmişti MHP.
Küresel güçlerin en gelişmiş silahları olan BÖL - PARÇALA - YUT taktiği devreye girmişti.
MHP'nin tarihinde en yüksek oyu alan Lider konumundaki Devlet Bahçeli'ye karşı muazzam bir muhalif hareket başlatılmıştı.
***
Arif Şirin, Ahmet Yılmaz, Tuğrul Türkeş gibi isimlerin önderliğinde "Bahçeli Düşmanlığı" tohumları ekiliyordu Ülkücü Hareket'in gönüllerine...
Partisinin oylarını yüzde 8'den yüzde 18'e kadar yükseltmesine rağmen bu kadar ağır bir eleştiri yağmuruna tutulan belki de tek liderdir Devlet Bahçeli Türkiye'de.
Herkes Devlet Bahçeli'nin hatasını arama yarışına girmiş, adeta Peygamber olmasını istiyorlardı Bahçeli'den.
Olmadı.
Peygamber olamadı Devlet Bahçeli ve elbette bir beşer olarak hatalar yaptı.
Her hatasını ortaya döken muhalifler Milliyetçi Düşünce mensuplarının bölünüp parçalanması için gerekli zemini hazırladılar.
Yeni partiler kuruldu, yeni ocaklar kuruldu, yeni akımlar oluştu.
Hepsinin ortak paydası ise Devlet Bahçeli düşmanlığı idi.
***
TÜRK'süz ve dolayısıyla MHP'siz bir YENİ TÜRKİYE hedefleyen küresel güçlerin ekonomiye yaptıkları darbeler, hükümet ortaklarıyla yaşanan sorunlar ve iç muhaliflerin çabalarıyla MHP 12 Eylül sonrasında ilk kez oylarını düşürdü ve yüzde 8'e geri döndü.
Devlet Bahçeli dışında herkes mutluydu.
İstedikleri olmuştu.
Devlet Bahçeli'yi partiden uzaklaştırmak için ellerine çok iyi fırsat geçmişti ama beceremediler.
ÜLKÜCÜ İRADE liderine sahip çıktı ve Devlet Bahçeli BİLGE LİDER olarak yeniden partinin genel başkanlığına seçildi.
Bahçeli düşmanları dolayısıyla MHP düşmanları dumura uğramışlardı.
Ancak durmak bilmiyorlardı.
MHP daha sonraki tüm seçimlerde Bahçeli düşmanı kesimin "MHP baraj altında kalacak" propagandalarına rağmen hiç baraj altında kalmadı. Başbuğ Alparslan Türkeş'in başlattığı süreci Devlet Bahçeli devam ettirdi ve MHP baraj sorunu yaşamadan TBMM çatısında kalabilen 3 partiden biri olarak Türk siyasi yaşamında yerini aldı.
***
Bilge Lider Devlet Bahçeli bu iktidar yürüyüşünde hep yalnız kaldı.
En yakınındakilerden Brütüs hançerleri yedi.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in oğulları bile Devlet Bahçeli'yi ve Ülkücüleri hançerledi.
Biz Ülkücüler ülkemizin en temiz, en dürüst, en şerefli liderlerinden biri olan Bahçeli'ye itaat etmemek için sudan sebepler yaratırken, hakkında 100'ün üzerinde yolsuzluk dosyası bulunan, devasa yolsuzluk iddiaları ile operasyonlara maruz kalan bir lidere kayıtsız şartsız itaat eden bir kesim ise, tek başına iktidar olarak kalmaya devam ediyor ülkemizde.
Şimdi kendimize şu soruları soralım ve düşünelim:
1. Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'e karşı ilk isyan ateşini yakan Muhsin Yazıcıoğlu LİDERE İTAAT EDİP partide kalsaydı ne olurdu?
2. Başbuğ ile girdiğimiz son seçimde Yazıcıoğlu partide kalsaydı yüzde 8 yerine yüzde 12 oy alır mıydık?
3. Başbuğ'a yapılan bu isyanın sebebi neydi? Başbuğ hain miydi? Başbuğ beceriksiz miydi? Başbuğ, Türk Milliyetçilerinin iktidar olmasını istemiyor muydu?
4. Devlet Bahçeli liderliğinde yüzde 18 oy almamıza rağmen başlatılan isyan ile Başbuğ'a karşı yapılan isyan arasında ne fark var?
5. Yüzde 18 oy almış bir partide, partinin sembol isimleri Devlet Bahçeli düşmanlığı yapacaklarına partiye destek olsaydılar bugün durum ne olurdu?
6. Partiyi yüzde 18'e taşımak hainlik mi? Partiyi baraj sorunu yaşamayan bir parti haline getirmek beceriksizlik mi?
7. Partinin başına hiç hata yapmayan, yani peygamber seviyesinde birini mi getireceksiniz?
Aslında yok böyle bir değer!
Hepimizin dilinde ama hiçbirimizin yüreğinde değil Ülkücülük Hukuku!
12 Eylül Darbesi öncesinde var olan bu kutlu değer ne yazık ki, Başbuğ Alparslan Türkeş'e karşı isyan bayrağının açılmasıyla başlayan süreçte tükenmiştir.
Tek hukuk kalmıştır koltuk hukuku!
MHP çatısı altında görev yapan Ülkücülerin büyük bir kesimi sürekli olarak ilçe yönetimi olsun, il yönetimi olsun, delegelik olsun...
Hep bir hesap kitap içinde olmuşlardır.
***
Yıllardır söylerim.
Bizim en büyük hastalığımız kongre hastalığıdır.
Hemen her ilçede, her ilde durum aynıdır.
Bir kongre yapılır biter, 1 saat sonra bir sonraki kongrenin kulisleri başlar.
2 sene sonra yapılacak kongrenin kulisleri yapılan kongrenin salonundan çıkmadan başar ve bir sonraki kongreye kadar sürer gider.
Kim kimin ayağını kaydıracak?
Kimin gözü kimin koltuğunda?
Kim kime çizik atacak?
Hangi Ülkücü hangi Ülkücüye küsecek?
Hangi Ülkücü hangi Ülkücü ile barışacak?
Bu sorular ve alternatif cevaplar sürer gider...
Sonra da lafa gelince bunun adı Ülkücü Hukuku olur!
***
Bu Ülkücü Hukuku'nu halen yüreğinde taşıyabilen çok az insan kaldı.
Kendimden örnek vermek istiyorum.
Beyoğlu'nda Ülkücü Camia'da herkes bilir beni.
Bu güne kadar hiçbir şekilde bir görev talebim olmamıştır.
Hatta zamanın CHP Genel Başkanı sayın Deniz Baykal tarafından bizzat yapılan bir teklifi dava arkadaşlarımla istişare ettikten sonra "Kabul et elbette, daha sonra istifa eder partimize geçersin, bizim de bir meclis üyemiz olur" kararı sonrasında bir görev telakki ederek kabul etmişliğim de vardır.
Hatta bir kongrenin aday listesini kendi bilgisayarımda hazırlayıp, seçimlerde kullanılacak olan oy pusulalarını kendi matbaamda basıp da kendi adımın listeye konulmadığını farkedemeyecek kadar makam ve mevki düşmanı bir adamım. Bu konuyu bilenler anımsayacaktır. Oy pusulalarını salona getirdiğimde bir dostumuzun "Yahu bu listede Hoca'nın adı yok" uyarısı üzerine kalemle ismim yazılmıştı.
***
Ben davamın her görevine gönülden talibim.
Ne görev verilirse onu layıkıyla yapmaya çalışırım.
Makam teklif edilirse kabul etmem ama "Sen şu işi yapacaksın" denilirse boynum kıldan ince kalır.
En azından Beyoğlu'nda bunun aksini söyleyebilecek tek bir kişi çıkamaz Allahıma şükürler olsun.
Bugüne kadar bu dava için yaptıklarımı hiçbir zaman bir övünç vesilesi olarak dile getirmedim.
Bunu her zaman riya, ikiyüzlülük sayarım.
Davaya hizmet borcum vardır, bu borcumu ödemeye çalıştım ve çalışıyorum.
Ancak bazen anımsamak ve anımsatmak gerekiyor bazı şeyleri.
***
Selahattin Erdoğan bu dava için ne yapmıştır ve kaç kongrede "Beni şuraya yazın, beni buraya yazın" demiştir.
Ülkü Ocakları bünyesinde yıllarca genç kardeşlerimi bilgisayar kullanmaya teşvik ettim. Çok şükür bugün o teşvik ettim kardeşlerimin bir çoğu bilgisayar sektöründe hayatlarını kazanıyorlar. kitap okumayı teşvik ettim. "Sen zaman gelecek bu partide çok üst seviyelerde yönetici olacaksın" dediğim kardeşlerim çok şükür bugün o noktalara geldiler. Kaç kardeşime Kur'an okumayı öğrettim. Kaç kardeşime meslek öğrettim meslek sahibi yaptım, iş buldum.
Derdi olanın derdini paylaştım, sevinci olanın sevincine ortak oldum.
Ben Ülkücü Hukuku'na biat etmişim.
İş kurana destek oldum, alacağım olana sıkılmasın diye yolumu değiştirdim.
***
Peki o kardeşlerim ne yaptılar?
Kongrede bana çizik attılar.
Devlet Bahçeli'yi destekliyorum diye sosyal medyada arkadaşlıktan sildiler.
Bir zamanlar DYP'den gelme, devşirme dedikleri Meral Akşener'i desteklemedim diye beni ve yıllardır süren ÜLKÜCÜ HUKUKU'nu yok sayıp, kendilerine faydadan başka bir şey vermediğim kardeşlerim beni silip attılar!
Bu mudur Ülkücü Hukuku!?
Siz beni sosyal medyadan silip atabilirsiniz ama ben sizi YÜREĞİMDEN SİLİP ATAMAM değerli kardeşlerim.
Her şeyi yapın ama elinizi vicdanınızdan çekmeyin benim değerli Ülkücü kardeşlerim....
Şehit...
Hem bir melek hem de bir şehit...
Kaç insan evladına nasip olabilir ki; böylesine kutsal vasıflar...
Düşünün bir kere.
Bir insan hem günahsız bir melek kadar tertemiz, hem de bir şehit olacak!
Bizim kutlu davamızın bir neferinden başka kimseye nasip olmaz elbette...
TÜRK'ün Türk-İslam Davası'nın en güzel fertlerinden biridir Selim Bozkurt Fendoğlu.
Çoğumuz bilmedik onu.
Çoğumuz adını bile duymadık.
Çoğumuz bir Fatiha bile okuyamadık...
***
Henüz 2 buçuk yaşındaydı.
Adını BOZKURT koydu babası.
Bozkurt olsun dedi.
Yüreği Bozkurt olsun,
Bakışları Bozkurt olsun,
Duruşu Bozkurt olsun,
Hayatı Bozkurt olsun istemişti babası ve dedesi Hamido...
Bozkurtça yaşayamadı Selim Bozkurt Fendoğlu ama Bozkurtça bir şehadeti nasip etti ulu Tanrımız Allah-u Teala...
***
Bozkurt bebek babasını bilemedi.
Anasının kokusuna doyamadı.
Dedesi Hamido'nun elinden tutup sokaklarda gezemedi.
Bir Nisan ayında,
Çiçeklerin yeniden doğduğu, Hercailerin kahpelik ettiği, Kardelenlerin inadına yaşadığı bir mevsimde yiğitler diyarı Malatya'da kahpe yüreklerin, kahpe kurşunlarına hedef oldu Bozkurt bebek...
O kokusuna doyamadığı anacığının kucağında, anasıyla birlikte şehit düştü.
Dedesi Hamido'nun "Ya Allah, Bismillah, Allahuekber" nidaları arasında her kula nasip olmayan şehadet şerbetini içiyordu Selim Bozkurt Fendoğlu...
***
Malatya kan ağlıyordu!
Hercailer kahpeliklerinden utandı, Nisan gözyaşlarından boğuldu....
Ağlıyordu Malatya...
Kan ağlıyordu Ülkücüler!
Hamido'nun heybetinden bile korkan kahpeler, hain pusularda vurmuştu Hamido'yu, gelinini ve torunlarını...
Yüreğini dinsiz şeytanlara satanlar ancak böyle kahpece vurabilirdi bir Ülkücü'yü...
Ve bir Ülkücü 2 buçuk yaşında da olsa işte böyle yiğitçe şehit olabilirdi ancak Bozkurt bebek gibi....
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala'nın günahsız bir melek olarak kabullendiği Bozkurt bebek bir de "Şehit" ünvanını takıyordu o cennet kokan bedenine...
***
Ülkücü unutur mu sandınız şehit Bozkurt bebeğini!
Unutmak bize ölümün en alçakcası olsun!
Unutursak Bozkurt bebekleri,
Unutursak Hamido gibi yiğitleri aldığımız nefes bize haram olsun!
Attığımız her adımda Bozkurt bebek gelmeli gözümüzün önüne.
Koltuk, makam, mevki hırslarımız bizi içinden çıkılmaz bir cendereye aldığı vakit Bozkurt bebek ve nice şehidimizin anısı sarsın kalplerimizi.
Selim Bozkurt Fendoğlu gibi adımız BOZKURT olmasa da;
Yüreğimiz BOZKURT olsun!
Bakışlarımız BOZKURT olsun!
Duruşumuz BOZKURT olsun!
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı...
Hepimize kutlu olsun.
Anadolu'daki son TÜRK Devleti'nin bekasına, çocuklarımızın huzurlu bir geleceğe kavuşmasına vesile olsun...
Bu bayramı aziz Türk Milleti'ne ve Dünya Çocuklarına armağan eden atamız Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile bu vatanın vatan olması için toprağa düşen şehitlerimizin de aziz ruhlarına rahmet olsun.
Şanlı Türk Bayrağı bu vatanın semalarından hiç inmesin...
***
23 Nisan Türk Milleti için tarihi bir dönüm noktasıdır.
Bin yıla yakın bir zamandır Anadolu topraklarında egemenliğini sürdüren Türk Milleti'nin bu egemenliğinin sonsuza kadar süreceğini yedi düvele bir kez daha haykırdığımız kutlu bir savaşın zafer sembolüdür 23 Nisan.
23 Nisan Türk Milleti'nin Egemenliğini yeniden ilan ettiği gündür.
23 Nisan Türk Milleti'nin yok edilemeyeceğinin bir kez daha Türk düşmanlarına gösterildiği gündür.
23 Nisan Kınalı Kuzular'ın zaferidir.
23 Nisan evlatlarını kınalayarak vatana kurban olmak üzere cepheye süren analarımızın zaferidir.
23 Nisan 15 yaşındaki evladıyla omuz omuza vatan için, bayrak için, ezan için son Haçlı Ordusu'na karşı çarpışarak kucak kucağa şehadet şerbetini içen babaların zaferidir.
***
23 Nisan bir Zafer türküsüdür.
23 Nisan bir kahramanlık öyküsüdür.
23 Nisan bir kurtuluş destanıdır.
23 Nisan bir özgürlük efsanesidir.
23 Nisan bir yiğitlik manzumesidir.
23 Nisan Tanrı Dağı'ndan Hıra Dağı'na uzanan Türk'ün kutlu davasının son zafer muştusudur....
***
23 Nisan'ı iyi anlamak lazımdır.
23 Nisan'ı çocuklarımıza güzel kıyafetler giydirip, tören alanlarında şarkılar türküler söyleteceğimiz basit bir çocuk bayramı olarak görürsek, başındaki ULUSAL EGEMENLİK kısmını unutursak o bayram çocuk bayramı da olmaz.
Yeryüzünde çocuklar için bir bayram günü belirleyen tek lider olan Mustafa Kemal Atatürk bunu neden yapmıştır?
Bunu da iyi anlamak lazımdır.
***
Biliyorsunuz bizim KINALI KUZULARIMIZ vardır.
14-15 yaşında anacıkları tarafından kınalanarak vatan için şehadet şerbetini içsinler diye cepheye gönderilen çocuklarımız.
Bugün bizlerin bakkala göndermeye bile kıyamadığımız yaştaydı o KINALI KUZULAR!
Sokakta bilye oynamalıydılar.
Mahallede arkadaşlarıyla çelik çomak oynamalıydılar.
Belki bir kıza sevdalanmalıydılar.
Belki de okullarında olmalıydılar.
Ama onlar cephedeydiler.
TÜRK'ün bin yıldır süren EGEMENLİĞİNİ sona erdirmeyen çalışan son Haçlı Ordusu'na karşı vatanı savunmak için, bayrağı savunmak için, ezanı savunmak için cephedeydi o KINALI KUZULAR!
***
Şimdi "Çocuk Bayramı" deyip geçiyoruz.
Yok efendiler yok!
Öyle çocuk bayramı değil!
Bu bayram ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI'dır!
Türk Milleti'nin egemenliği için şehit olmaktan korkmayan, vatan için canını seve seve veren çocuklarımızın anısına Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilan edilen ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI'dır bu bayram!
TÜRK Milleti'nin Egemenlik Bayramıdır bu bayram.
Mustafa Kemal Atatürk, egemenlik ve çocuk kelimelerini bir arada kullanarak bizlere "Türk Mileti'nin asırlar süren egemenliğinin sürmesindeki en büyük pay çocuklarımıza aittir ve bu neden bu bayram EGEMENLİK ve ÇOCUK bayramıdır" mesajını vermiştir.
***
TÜRK Milleti'nin egemenliği daim olsun!
TÜRK Milleti'nin KINALI KUZULARI varolsun!
VARLIĞIMIZ TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN!
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
Ülkücü Camia tam bir cadı kazanının içine atıldı.
Öyle bir cadı kazanı ki; Ülkücü Hukuku dediğimiz "paradigma" bile hak getire.
Bu cadı kazanına baktığımız vakit ilk gördüğümüz genel manzara "Değişimciler" manzarası...
Herkesin dilinde bir sihirli kelime: DEĞİŞİM.
Evet herkes değişim istiyor bu cadı kazanının içinde.
Samimi Ülkücüler var.
Yeni Türkiye düzeninin milletimize dayatmış oldu siyaset biçimi üzerinden hareket eden ve siyaseti sadece "Yenmek ve Yenilmek" olarak görmeye başlayan bu samimi Ülkücü kesim bu mantaliteye göre haklı olarak "Yenemeyen bırakıp gitsin" diyor.
Tıpkı bir futbol takımı gibi.
"Vur, kır, parçala bu maçı kazan" diyor partisinin başındaki adama.
"Maçı kazanamıyorsan da istifa edeceksin arkadaş!" cümlesi de her maç sonrasında olduğu gibi taraftarların büyük çoğunluğunca dillendiriliyor.
***
Taraftar haklı!
Ülkemizde 12 Eylül sonrasında başlatılan YENİ TÜRKİYE akımı artık böyle.
Kazanamıyorsan HİÇsin!
Dürüstlük, ilke, Ülkü, edep...
Bunların hepsi fasa fiso!
Alttan gireceksin, üstten çıkacaksın maçı pardon seçimi kazanacaksın arkadaş.
Benim derdim bu kesim ile değil.
Sonuçta bu kesim samimi Ülkücü'dür.
Bütün Türkiye gibi onlar da artık siyasetin sadece kazanmak ve kaybetmek ikilemi sınırları içinde kaldığına inandırılmışlardır.
Şimdilik buna eyvallah diyorum.
***
Taraftar MHP'nin tüm PARADİGMA (Yazılı olan ya da yazılı olmayan tüm kurallar, ilkeler bütünü yani ÜLKÜ) 'larına rağmen bir şekilde kazanmasını istiyor.
Kazanamayınca da "teknik direktör değişsin aga" demekte haklılar.
Bir de bu cadı kazanının başında elinde kepçeyle kazanı karıştıranlar var.
Bunlar da DEĞİŞİM istiyorlar.
Takımın, pardon partinin maç kazanamayışından kaynaklanan teknik direktör değişimi rüzgarını yönetenler var.
Bunların başında da sayın Meral Akşener geliyor.
7 Haziran'dan sonra milletvekili adayı olamayan ve bu tarihten itibaren özellikle cemaat medyası tarafından cilalanıp parlatılan Meral Akşener'in eline kepçe verilmiş durumda.
Meral hanım da aldı eline kepçeyi dibi tutmasın diye sürekli karıştırıyor.
***
Cumhuriyet tarihinin en muhteşem algı operatörleri olan AKP ve Cemaat Anadolu'daki son TÜRK devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni çökertmek için son algı yönetimi operasyonunu MHP üzerinde oynuyor.
Yıllardır sahnelenen tiyatro ile Ülkücü camia "yenilmekten bıkmış bir taraftar kitlesi" haline getirildi.
Ve bunun sonucunda da artık taraftar "Devlet Bahçeli İstifa" demeye, daha da öteye giderek Milliyetçi Hareket'in liderliğinden indirmek için çalışmalara başladı.
Tam bu nokta kırılma noktasıydı ve Meral Akşener sahneye itildi.
Bilirsiniz bu algıcılar hedefledikleri amacı laf arasında birine söyletirler.
Söyletirler ama halkın anlamayacağı bir şekilde, tatlı, yumuşak, incitmeden....
Ne dedi sayın Meral Akşener bir TV konuşmasında?
"MHP bu değişikliği yaparsa ben başbakan olacağım"
Bu cümle büyülü cümle.
Direkt olarak tribüne oynuyor.
Tribünler bunu duymak istiyor: KAZANMAK!
Peki sayın Meral abla bunu nasıl yapacaksınız?
Az evvel sizlere aktardığım büyümü cümlenin arkasından asıl sihirli cümle geliyor.
"Kongreyi kazanırsak çok çalışacağız! PARADİGMA değişikliği yapacağız!"
İşte zurnanın zırt dediği yer burası.
***
Nedir bu PARADİGMA DEĞİŞİMİ.
Başta bahsettiğimiz Değişimcilerle bağlantısı nedir?
MHP'ye oy veren 5.5 milyon insana sorsanız "Paradigma nedir?" diye belki bin kişi bunun anlamını bilir ya da bilmez.
"MHP'de paradigma değişimi yapacağız" demek MHP'yi değiştireceğiz demektir.
MHP'nin yazılı olan, yazılı olmayan tüm kurallarını, ilkelerini kısacası MHP'nin ÜLKÜ'sünü değiştireceğiz demektir.
Hani Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'in bir sözü vardı:
"Biz ne sağcıyız, ne solcuyuz! Biz Türk Milliyetçisiyiz ve sağ ile olan hesaplaşmamızı da şimdilik ileri bir tarihe erteliyoruz"
İşte Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'in bu sözlerine rağmen MHP'nin merkez sağ parti çizgisine çekileceğini işaret ediyorlar bize.
***
Paradigma kelimesinin ne anlama geldiğini bilmeyen büyük bir kitle de "DEĞİŞİM" kelimesinin büyüsüne kapılarak, Paradigma Değişimcilerinin peşine takılmış bulunmaktadırlar ne yazık ki.
Peki bu paradigma değişimi olursa ne olacak?
"Sandıktan bize 1 oy bile çoksa ilkelerimizden vazgeçmeyiz" dediğimiz ilkelerimiz; paradigma kelimesiyle örtülen ilkelerimiz değişince ne yapacağız!?
O zaman anlayacağız teknik direktör değişimi ile paradigma değişiminin çok farklı olduğunu ama iş işten geçmiş olacak.
Ruhunda ÜLKÜCÜLÜK'ten başka bir fikriyat, ÜLKÜCÜLÜK'ten başka bir sevda olmayanlar o zaman anlayacaklar MHP'nin hiç bir seçim kazanamama pahasına bile olsa Paradigmalarından vazgeçmemesi gerektiğini.
Ve yeni kırılmalar, yeni muhalif hareketler, yeni nifak tohumlarıyla cebelleşirken Türk Milliyetçileri, TÜRK DÜŞMANLARI bizi dağıtmak için bir süre ara verdikleri ittifaklarını yeniden kuracaklar.
Çözüm süreci buzdolabından çıkartılacak!
Anayasa'dan TÜRK çıkartılacak.
Üniter devlet yapısı federatif devlet yapısına dönüştürülecek.
Önce eyaletlere sonra kukla devletlere bölünecek bu güzel ülkemiz.
Bu aralar bir kesim var Ülkücü Camia'nın içinde.
Ellerinde kazma kürek.
Zihinlerinde Devlet Bahçeli düşmanlığı...
Didik didik ediyorlar MHP'nin geçmişini.
Tek maksatları var Devlet Bahçeli'nin bir eksiğini, bir hatasını bulabilmek.
Konuşurken öksürmesinden tutun da, elinin öpülmesine kadar eleştiri konusu yaptılar.
Bir de onların sıkça dile getirdikleri Ülkü Ocakları konusu var.
"Devlet Bahçeli Ülkü Ocakları'nı kapattı"
Kapattı mı?
Evet kapattı.
Sebep ve sonuçları nedir?
Orası önemli değil, mesele kapatmış olması!
***
Bazı Ülkü Ocakları neden kapatıldı?
Bu sorunun onlar için hiçbir değeri yok.
Neler yaşandı o dönemlerde?
Bu sorunun da onlar için hiç bir önemi yok.
Ben bunları burada tek tek yazmak istemiyorum.
Örneğin 1 ilçede 3-4 tane Ocak teşkilatı vardı.
Bugün 1 tanesinin bile masraflarını karşılayamadığımız bu teşkilatlar masraflarını karşılayabilmek için sürekli olarak esnafın kapısını aşındırıyor, bu kapı aşındırmalar istenmeyen olaylara yol açıyordu. Bunları hepiniz çok iyi biliyorsunuz.
Şimdi Allah'a şükürler olsun her ilçede 1 tane Ülkü Ocağı teşkilatı bulunmaktadır.
***
Bugün Ülkü Ocakları ne durumdadır?
Bahçeli düşmanlarının sihir dolu cümlelerinden biri olan "Bahçeli Ülkü Ocakları'nı kapattı" yaftasını elden ele dolaştıranlar mevcut Ülkü Ocakları'nın yaşaması için neler yapıyorlar?
Ülkücülük yaşamına 19 yaşında öğrenim gördüğü üniversitede Ülkü Ocakları teşkilatını kurarak başlayan Bilge Lider Devlet Bahçeli'ye Ülkü Ocakları karşıtı gibi ağır ve maksatlı bir suçlama yöneltmek ihanetten öte bir durum değildir.
Sırf Bahçeli düşmanlığı yapmak için, zamanında alınması gereken bir önlemin alınmasını bir suç olarak halka aktarmak Ülkü Ocakları'na karşı yapılmış en büyük ihanetlerden birisidir.
***
Ben bugün 51 yaşındayım.
14 Yaşında Ülkü Ocakları ailesine katıldım.
40 Yaşıma kadar Ülkücü olabilmek için Ülkü Ocakları'nın kutlu çatısı altında kaldım.
Bir süre MHP teşkilatında hizmet verdikten sonra yakın zamanda görevimi bırakıp yeniden Ülkü Ocakları çatısı altında yaşamaya başladım.
Genç Bozkurt kardeşlerimizle büyük çabalar sarfediyoruz.
Çeşitli etkinlikler yapmaya, vatanımıza, milletimize ve davamıza hizmet etmeye çalışıyoruz.
Örneğin her Perşembe günü aziz Ülkü Şehitlerimizin ruhlarına hediye etmek üzere Kur'an-ı Kerim okuyoruz.
Ve aylardır, Devlet bahçeli'ye "Ülkü Ocakları'nı kapattı" diyenlerin hiçbirisini göremedim bu Kur'an-ı Kerim ziyafetinde.
***
Türkiye genelinde tüm Ülkü Ocakları'nda her Perşembe günü Kur'an-ı Kerim ziyafeti var.
Bugün Perşembe...
Ülkenin neresinde olursanız olun.
Mutlaka bulunduğunuz yerde bir Ülkü Ocağı vardır.
Akşam namazından sonra kapısını çalın.
Salavat-ı Şerife getirerek girin o kutlu kapıdan.
Şehitlerimizin aziz anılarını yadedin.
Ülkü Ocakları kapanmadı.
Ülkü Ocakları dimdik ayaktadır.
Ama sizlerin gönül gözleriniz kapandığı için siz Ülkü Ocakları'nı kapandı zannediyorsunuz.
Kapalı olan Ülkü Ocakları değil; sizin gönül gözlerinizdir!...
***
"Bahçeli Ülkü Ocakları'nı kapattı" diyenler acaba kaç kere açtılar Ülkü Ocakları'nın kapısını!
Ben kendi çevremde bunu diyenleri hiç görmedim o kapıdan girerken.
Bizim çalışmalarımızı yürüttüğümüz Ülkü Ocakları teşkilatında, seminerler yapılıyor, Göktürkçe dersleri veriliyor, İlkokul, Ortokul ve Lise öğrencileri için takviye kursları yapılıyor.
Bir Allah'ın kulu gelip de çorbada bizim de tuzumuz bulunsun demiyor.
Okunan Kur'an-ı Kerim'e kulak verip, gönül verip, şehitlerimiz için kurulan maneviyat sofrasından nasiplenmiyor.
Bir tane seminerimize katılım sağlamıyor...
Sonra da kalkıp, "Bahçeli Ülkü Ocakları'nı kapattı" sihirli cümlesiyle Bahçeli düşmanlığı yapıyor.
Ülkü Ocakları'nı sizler kapattınız!
Gönüllerinizde kapattınız!
Varlığından haberdar değilsiniz Ülkü Ocakları'nın...
***
Ülkü Ocakları üzerinden kimse siyasi hesap yapmasın.
Ülkü Ocakları almış olduğu Ülkücü Edep çerçevesinde "LİDERE SADAKAT, DAVAYA SADAKATTİR" demiş ve davanın liderine gereken desteğini açıklamıştır.
Ülkü Ocakları üzerinden Bahçeli düşmanlığı yapmasın hiç kimse!
Her santimetkaresinde Ülkücü Şehitlerimizin izi bulunan o tertemiz Ülkü Ocakları dimdik ayaktadır ve kirli siyasi hesaplara alet edilemeyecek kadar da tertemizdir.
Ellerinizi Ülkü Ocaklarının üzerinden çekin!
Varsa bir muhabbetiniz gönüllerinizde Ülkü Ocakları'n yer açın ve önce gelin Ülkü Ocaklarına!
Gelin ki, Ülkü Ocakları'nın dimdik ayakta olduğunu görün!
MHP'nin neden iktidar olmadığını sorgularken, MHP tarihinde yaşananları iyi analiz etmek gerekir.
12 Eylül Darbesi sonrasında Başbuğ Alparslan Türkeş'in önderliğinde iktidara yürüyen MHP'nin bu süreçte yaşadığı 2 önemli olay ve bu süreci yürüten 2 önemli isim var.
Bu 2 olayı ve 2 ismi yok sayarak MHP'nin iktidar olamayışını MHP Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ'nin üzerine yıkarak "Bahçeli gitsin!" söyleminin arkasına gizlenmek muhtemelen bir operasyonun varlığını gizlemeye çalışmak gibidir.
***
Başbuğ Alparslan Türkeş önderliğinde 12 Eylül Darbe yönetimlerinin sona erdirilmesi ve Türk Milliyetçileri'nin Yeni Türkiye projesi karşısında TBMM çatısı altında mücadelesini sürdürebilmesi için başlatılan siyasi mücadele MÇP çatısı altında devam ediyordu. Cezaevinde çıkan ve yeniden siyasete dönen Başbuğ Alparslan Türkeş, oynanan oyunların farkındaydı ve bu yeni dönemde Ülkücülerin yol haritasını belirlemişti.
Artık Ülkücüler sokaklarda değil, siyaset sahnesinde rollerini üstlenecekler ve TÜRK'ü silahla yenemeyenlerin yeni oyunu olan siyaset oyununda TÜRK varlığını en güçlü şekilde hissettireceklerdi Türk düşmanlarına. Siyaset ya da politika enteresan bir oyundu.
Bazen öyle hamleler yapılması gerekir ki, size biat edenlerin bile dudağı uçuklar.
Ama bu hamleyi de yapmak zorundasınızdır.
Hani bir atasözü vardır:
"Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek gerekir"
İşte bu kabilden bir durum yaşandı.
***
1991 Yılında Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile ittifak yaparak seçimlere katılan Alparslan Türkeş Liderliğindeki MÇP bu ittifaktan 18 milletvekili almış ve iktidara yürüyüşün başlangıç noktasını oluşturmuştu.
Alparslan Türkeş siyasi yaşamında en çok milletvekili ile TBMM'de bulunuyordu.
MÇP'nin kazandığı bu milletvekili sayısı kurulacak olan hükümet için oldukça önemliydi.
Turgut Özal tarafından hükümet kurmakla görevlendirilen DYP lideri Sülayman Demirel'in SHP ile kuracağı koalisyon hükümetinin yaşayabilmesi için MÇP'nin güvenoyuna ihtiyacı vardı.
Ancak aynı seçimlerde SHP ile ittifak yapan HEP milletvekilleri de bu hükümetin içinde yer alacaklardı.
Başbuğ Alparslan Türkeş parti içindeki ve tabandaki tüm eleştirilere rağmen güvenoyu verdi.
"Bölücülere destek verildi" iddiası ile Türkeş'in en yakınındaki isimlerden biri olan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları isyan bayrağını açtı ve partiden ayrıldılar.
***
Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının ayrılmasıyla Türk Milliyetçilerinin iktidar yürüyüşü büyük yara almıştı.
Buna rağmen Başbuğ Alparslan Türkeş önderliğinde ittifak yapmadan 1995 seçimlerine giren MHP yüzde 8,2 oy oranına ulaştı.
Bu oy oranı MHP tarihinde alınmış en yüksek oy oranı idi.
Yüzde 10 olan seçim barajı altında kalınmış olsa dahi, Türk Milliyetçileri'nin ağır ama emin adımlarla iktidara yürüyüşünün devam ettiğini göstermişti bu yüzde 8,2'lik oy oranı.
Üstelik de partinin Türkeş'ten sonraki en güçlü isimlerinden biri olan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşmarının partiden ayrılmasına rağmen bu oy oranına ulaşılmıştı.
Muhtemeldir ki; merhum Yazıcıoğlu "Lidere itaat, davaya itaattir" düsturu ile hareket edip, MHP'de kalsa ve partinin başarısı için çalışmış olsa MHP bu seçimlerde yüzde 11 oy alacak ve tarihinde ilk kez barajı aşarak tek başına TBMM'ye girecekti.
Olmadı.
Başbuğ Türkeş en yakınındaki dava arkadaşından bir hançer yemiş ve "Türk Milliyetçileri'nin sağ ile olan hesaplaşması" ertelenmişti
***
Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatından sonra MHP'nin Genel Başkanı olan Türk Milliyetçileri'nin Bilge Lideri Devlet Bahçeli döneminde de aynı Bürütüs hançeri pusuda bekliyordu.
Başbuğ ile başlayan iktidar yürüyüşü Devlet Bahçeli döneminde alınan yüzde 18'lik oy oranı ile zirveye çıkmıştı.
Türk Milliyetçileri politik mücadele sürecinde ilk defa bu kadar yüksek bir oy oranı alıyor ve etkin bir konumda iktidar ortağı olma fırsatı yakalıyordu.
Başbuğ Alparslan Türkeş döneminde yaşanan kırılma noktasına benzer bir noktadaydı Türk Milliyetçileri.
MHP, yıllarca ideolojik mücadele verdiği sol görüşlü bir parti ile koalisyon hükümeti kuracaktı.
1970'li yıllarda sol ideolojinin en güçlü politik unsuru olan CHP'nin genel başkanı Bülent Ecevit şimdi kendi kurduğu DSP'nin genel başkanı idi ve MHP, Ecevit ile koalisyon hüktümeti kuracaktı.
Hükümet kuruldu.
***
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli elbette parti içinden tepkilerin geleceğini biliyordu.
Tıpkı Başbuğ Alparslan Türkeş'in yaşadığı durum gibiydi.
Hatta Başbuğ'un yaşadığı hal daha vahim bir haldi.
Güvenoyu verdiği hükümetin içinde bölücü terör örgütünün siyasi uzantıları vardı.
Bu duruma benzer bir durum yaşıyordu Devlet Bahçeli.
Köprüyü geçene kadar ayıya dayı deme durumundaydık bir kez daha.
Bürütüs'ün hançeri bu kez davanın sembol isimlerinden Ozan Arif (Şirin)'in elindeydi.
Devlet Bahçeli'nin Ecevit ile koalisyon hükümeti kurması karşısında Arif Şirin ağır eleştiriler getiriyordu.
Arif Şirin bu koalisyon döneminde MHP'de "iç muhalefet" ateşini yakmış ve ağır hakaretler, galiz küfürler içeren şiirleriyle peşine büyük bir "Bahçeli Düşmanı" ordusunu katmıştı.
***
Başbuğ Alparslan Türkeş'in en büyük şansı kendisine muhalefet edenlerin partiden ayrılması olmuştu.
Devlet Bahçeli'nin en büyük şanssızlığı ise bu muhalefet ateşinin sürekli parti içinde kalması oldu.
Belki de Devlet Bahçeli'nin siyasi yaşamındaki en büyük hatalardan birisi de bu muhalif isimleri partide tutması, milletvekili seçimlerinde 1. sıralara koyması ve hatta Genel Başkan Yardımcılığı bile vermesi oldu.
Arif Şirin durmak bilmiyordu.
Bahçeli düşmanlığı öyle bir hal almıştı ki, MHP'nin en büyük siyasi rakibi AKP, Arif Şirin'in söylemlerini kullanarak seçim meydanlarında MHP karşıtı propagandalar yapıyordu.
Bu propagandaların odak noktası Arif Şirin'in başlattığı "Bahçeli Düşmanlığı"dır.
7 Haziran seçimlerine kadar MHP tarihinde hayal bile edemeyeceği seçim başarılarını yakalamış, baraj sorunu yaşamadan TBMM'ye girmiş, 3 Büyükşehir Belediyesi ve yüzlerce belediyelik kazanmıştı.
Ancak yine de Bahçeli düşmanlığı sürüyordu.
***
"Bahçeli'yi MHP'liler bile istemiyor" söylemi AKP'nin en çok faydalandığı söylemdi.
Hem seçim meydanlarında hem sosyal medyada sürekli Arif Şirin'in Bahçeli'ye karşı hakaretleri ortaya dökülüyor ve MHP tabanına "Bahçeli'yi MHP'liler bile istemiyor" algısı işlenerek Milliyetçi oyların AKP'ye kayması sağlanıyor, ya da AKP'nin oylarının MHP'ye kaymasına mani olunuyordu.
7 Haziran'dan sonra "Bahçeli varsa MHP'ye oy yok!" söylemi ortaya atıldı.
Bunun en büyük destekçisi de Arif Şirin gibi bu ihanet ateşini yakanlar oldu.
Kendisini "Eskimiş Ülkücü" olarak tanımlayan Sedat Peker'in villasına kadar giden Arif Şirin bu şahsın AKP için mitingler yaptığını biliyordu.
Bu şahsın Ülkücülerin oylarını MHP'den AKP'ye devşirmek için görevlendirildiğini biliyordu.
Onunla birlikte poz vererek, onun bu görevine katkı sağlıyordu.
***
Bugün geldiğimiz noktada MHP'nin iktidara yürüyüşünü yavaşlatan iki isim olarak karşımızda duruyor Muhsin Yazıcıoğlu ve Arif Şirin...
Başbuğ Alparslan Türkeş'in yüzde 2 ile çıktığı yolda tam yüzde 8'i yakalamışken Yazıcıoğlu'nun hançeri saplaması,
Devlet Bahçeli yönetiminde de yüzde 18'i yakaladığımız noktada Arif Şirin'in haçeri saplaması hiçbir Ülkücü'nün göz ardı etmemesi gereken bir hakikattir.
Türk Milliyetçileri tarihi bir süreçten geçiyor.
Türk Milliyetçileri tarihin en zorlu sınavlarından birini yaşıyor.
Bu zorlu süreç, bu zorlu sınav ya bizlere iktidarın kapısını açacak, ya da tarihin derinliklerine gömecek.
Belki kutlu bir doğum sancısı, belki de trajik bir ölümün sancıları.
Bu süreçte yaşananlar, söylenenler çok önemlidir.
Ülkücü'nün her hareketi,
Ülkücü'nün her sözü,
Ülkücü'nün her davranışı...
MHP'nin ilk seçimlerdeki oylarına etki edecektir.
Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
***
Şu an bütün Türkiye bizi izliyor.
Türk Siyaset tarihi bu açıdan da bir ilki yaşıyor belki de.
Hiç bir dönemde bir siyasi partinin içsel sorunları bu kadar genelleşmemişti.
Özellikle birbirleriyle kanlı bıçaklı olan Cemaat ve AKP tarafı.
Sokaktaki vatandaşından en üst kademesindeki yöneticisine kadar hepsinin gözü MHP'nin içine düşürüldüğü hengamede.
Sadece bunlar mı!?
Eski DYP'liler...
Eski ANAP'lılar...
Eski CHP'liler...
Eski "Ülkücüler"...
BBP'liler...
Solcular...
Sağcılar...
Hepsi bir taraf olmuş MHP'nin iç hesaplaşmasında...
***
Aslanlar birbirleriyle kavgaya tutuştuğu vakit etraflarını leş kargaları, çakallar, sırtlanlar ve akbabalar tarafından kuşatılır.
Kavganın neticesinde bir kaç parça leş kapabilmek için bekleşirler...
İşte durum aynen böyle.
Ki bunlar o hayvanattan daha akıllılar ve strateji geliştiriyorlar akıllarınca.
Onlar için önemli olan kimin "yendiği" ya da kimin "yenildiği" değil MHP'nin neler kaybettiği, ne kadar zayıflatıldığıdır.
İşte böylesi zorlu bir süreçte Türk milliyetçileri.
Ve ne yazık ki, bu süreçte her iki tarafın da kullandığı dil bizi yaralamaktadır.
ÜLKÜCÜ EDEP sınırları çoktan aşılmıştır.
Özellikle Meral Akşener taraftarlarının sosyal medyada kullandığı argo kelimeler ve galiz küfürler dillerinden düşürmedikleri "iktidar" masalının ne kadar boş olduğunun açık bir göstergesidir.
MHP'nin olası bir seçimde oy alma ihtimali yüksek olan kesim bu yazılanları bu söylenenleri bir köşeden takip ediyor.
***
Asli vazifesi "Devlet Bahçeli düşmanlığı" olan, Devlet Bahçeli'nin devrilmesi için hiç tasvip etmedikleri Meral Akşener'in peşine takılan bir kitle var. Bu kitlenin sosyal medya üzerinden Devlet Bahçeli ve "Lidere sadakat, davaya sadakattir" düsturu ile Devlet Bahçeli'yi destekleyen Ülkücülere ettiği galiz küfürleri ve kullanılan argo kelimeleri burada aktarmaya benim Ülkücü Edebim izin vermez.
Hele ki, bir ozan müsveddesi var ki, bu adamı ben oldum olası hiç sevmedim.
Bir ozan her haliyle halka örnek teşkil edecek tavırlar içinde olmalıdır.
Ozan dediğin, Yunus Emre'nin, Karacaoğlan'ın, Aşık Veysel'in ve daha nicelerinin dilini kullanmalıdır.
Her şiirinde, her küfür, her türküsünde argo kelimeler bulunan birisi nasıl olur da yıllardır Ülkücü Camia'da kabul görür bunu anlamak mümkün değil.
***
Elbette bunun karşılığında Lider Devlet Bahçeli tarafında yer alanların kullandıkları dil de halkımız tarafından mercek altında tutulmaktadır.
Bu tarafta da kullanılan sözler Ülkücü Edep sınırlarını zorlamaktadır.
Belki bir çok Ülküdaşım kızacak bana ama en başta sayın Celal Adan'ın kullanmış olduğu tanımlama hedefi ve amacı her kim olursa olsun Türk-İslam Ülküsü davasının çatısı olan MHP'nin Genel Başkan Yardımcısı'nın diline yakışmamıştır.
O açıklamada bu tanımlamayı kullanmak Türk - İslam Ülküsü'ne, Türk Milliyetçileri'nin iktidar yürüyüşüne zerre katkısı olmaz ama az ya da çok zararı olur.
Benim Devlet Bahçeli'ye olan desteğimin ilk sebebi 19 yaşından bu yana iliklerine kadar işlemiş olan ÜLKÜCÜ EDEBİ'dir.
Devlet Bahçeli'nin çalışma arkadaşlığını yapanlar da bu edepten nasiplenmelidirler...
***
Sonuç olarak hepimiz aklımızı başımıza alalım.
"Ey TÜRK titre ve kendine dön!" sözünü hepimiz vicdanlarımıza yüksek sesle haykıralım ve bu süreçte kullandığımız dile lütfen çok dikkat edelim.
Unutmayalım ki, sosyal medyada kullandığımız bu dil sadece rakiplere, sadece MHP üzerinde operasyon yapanlara değil, aziz Türk Milleti'ne de ulaşmaktadır.
Birbimize karşı kullandığımız bu dili gören Türk milleti "Bunlar birbirine bile ne küfürler ediyor, ne hakaretler yapıyorlar. Yarın biz bunları iktidar yaparsak Allah bilir neler olur neler" demezler mi!?
Hep söylüyoruz.
İnsanların değerlerine söverseniz, hakaret ederseniz onları daha da güçlendirirsiniz.
Onları daha çok kutuplaştırırsınız.
Nitekim AKP seçmeninin bu denli partiye ve lidere bağımlı olmasının en büyük etkenlerinden birisi de budur.
Ülkücü siyasi tarihinin acı bir gerçeğidir bu.
Lidere itaat etmeyen bir camia asla ve kat'a iktidar olamaz!
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) kurulduğu günden itibaren "Siyasi İktidar" peşinde koşan bir hareket olmamıştır.
O günlerin şartları gereği, vatanın selameti için, TÜRK ırkının bekaası ve İslam düşmanlarının bertaraf edilmesi için farklı bir mücadele içine girilmiş ve bu durum 12 Eylül 1980 darbesine tadar devam etmiştir.
12 Eylül Cunta yönetimi ile Türkiye'de yeni bir dönem başlamıştı.
Sokaklardaki mücadele sona ermiş, Ülkücü Hareket, MHP'nin kuruluş fesefesi olan TÜRK - İSLAM ülküsü için sokaklarda verdiği mücadelede 5 binin üzerinde şehit vermiş ve darbe sonrasında da bu mücadelenin karşılığı olarak devlet tarafından tabutluklarda işkencelere maruz bırakılmış, darağaçlarında sallandırılmıştı...
***
O dönemleri yaşayanlarımız çekilen acıları, verilen mücadelenin kutsiyetini çok iyi bilirler.
Yaş itibariyle o günlerdeki mücadeleye tanık olamayan kardeşlerimizde okuduklarından, dinlediklerinden az çok bilgi sahibi olmuşlardır.
Sokaklarda, Türk ve İslam düşmanı komünistlere karşı vermiş olduğumuz mücadelede büyük başarı kazanmıştık.
Çok şehitler vermiş, çok acılar çekmiştik ancak Türk adının Anadolu topraklarından silinmesine, İslam inancının milletimiz tarafından huzur içinde yaşanmasına da büyük bir katkı sağlamamıştık.
Belki sayımız azdı ama sağladımız BİRLİK VE BERABERLİK sayesinde, Liderimiz Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'e kayıtsız şartsız İTAAT göstermemiz sayesinde tarihi bir başarı göstermiştik.
***
Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ; "Biz ne sağcıyız, ne de solcu! Biz Türk Milliyetçisiyiz! Sol ile mücadelemiz sürüyor, sağ ile olan mücadelemizi de daha sonra yapacağız!" sözleriyle 12 Eylül sonrasındaki "Oya dayalı siyasi" yaşama dikkat çekiyordu aslında.
12 Eylül sonrasında sağ ile olan hesabı görme vakti gelmişti.
Türk Milliyetçileri "Lidere Sadakat, Davaya Sadakattir" esası çerçevesinde "Bir olmuş, İri olmuş, Diri olmuş" ve Türk'ün Anadolu topraklarındaki varlık tarihine şanlı bir direnişin mimarları olarak adlarını altın harflerle yazdırmışlardı.
Sol ile olan hesabımızı büyük ölçüde görmüş ve sıra sağ ile olan hesabın görülmesine gelmişti.
***
Sağ ile olan hesaplaşma demokrasi kuralları içinde, siyaset yaparak görülecekti.
Başbuğ Alparslan Türkeş, 24 Ocak 1993 tarihinde yapılan Kurultay'da Nazım Hikmet'in Kurtuluş Savaşı Destanı'ndan dizeler okurken bize yeni mücadele alanımızı işaret ediyordu.
Başbuğ Türkeş, SOL yapıyı artık ikiye ayırıyordu.
Milli Sol ve Millet Düşmanı Sol...
Yeni mücadele alanı olan siyasi alanda Milli Sol'a yakınlaşmak için, onlara bir zeytin dalı uztmak için bu dizeleri okuduğunu açıklayan Başbuğ Alparslan Türkeş artık Türk Milliyetçileri'nin siyasi iktidar yolunda kutlu bir yürüyüşe çıktığını ve kısa zamanda son bağımsız TÜRK Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde Bozkurt Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra yeniden iktidarı ele geçireceklerini müjdeliyordu bizlere...
***
Başbuğ Alparslan Türkeş en büyük darbeyi en yakınındakilerden yiyordu bu kutlu yürüyüşte...
O günlerde 12 Eylül Cuntasının ürünü olan Anavatan Partisi'nin iktidarını yıkmak için içlerinde bölücü milletvekillerinin de bulunduğu SHP'nin DYP ile kurduğu hükümete destek veren Başbuğ'un bu tutumuna isyan eden Muhsin Yazıcıoğlu ve çok sayıda Ülkücü partiden ayrılmış, ilk defa TBMM'de grup kurma noktasına gelen MHP'yi zayıflatarak mücadeleye büyük bir darbe vurmuşlardı.
İşte bugün Türk Milliyetçileri'nin iktidar olamayışının altında yatan asıl sebep budur!
Biz 12 Eylül sonrasında LİDERE İTAAT ETMEYİ ÖĞRENEMEDİK, BECEREMEDİK.
***
1991 yılında başlayan "iç muhalif" hareketler, daha doğrusu lidere itaatsizlik rüzgarı bugünlere kadar güçlenerek devam etti.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in önderliğindeki MHP tüm bu itaatsizlik ve isyan girişimlerine rağmen hızla güçleniyor, hızla büyüyor ve milletin umudu olma yolunda hızla ilerliyordu.
Başbuğ'un vefatından önce oylarımız tarihimizde ilk defa yüzde 8 düzeyine gelmiş, camiamız ve aziz Türk milleti artık iktidar heyecanını hissetmeye başlamıştı...
Başbuğ'un ebedi hayata göç etmesinin ardından göreve gelen Devlet Bahçeli yönetimindeki partimiz siyasi mücadelede Türk Milliyetçileri'nin önlenemez yükselişine şahitlik ediyordu.
MHP aldığı yüzde 18'lik oy oranı ile tarihindeki en yüksek oy oranına ulaşmış ve TÜRK yurdunda TÜRK'ün iktidarının ne kadar yakın olduğunu müjdelemişti...
***
Fakat yine olmadı...
Lidere itaatsizlik ve Müzmin Muhaliflik bir kanser mikrobu gibi girmişti bünyemize...
Durmadılar!
Didik didik hata aradılar...
"Rahşan'ın karşısında ceketini düğmeledi" dediler...
Bilmiyorlardı ki; MHP'nin Genel Başkanı MHP'ye oy versin ya da vermesin sokaktaki vatandaşının bile karşısında ceketini düğmeleyecek kadar kutlu bir ÜLKÜCÜ EDEP ile yetişmişti!
19 Yaşında üniversite teşkilatını kurarak girdiği Ülkü Ocakları'nda her şeyden önce EDEP dersi verildiğini unutmuşlardı sanki o dönemin "Ülkü Devleri"...
***
Devlet Bahçeli döneminde MHP tarihinin en yüksek oy oranlarına ulaşmasına rağmen, tarihinde ilk kez hiçbir ittifak yapmadan tam 5 dönem TBMM çatısı altında TÜRK adını gururla temsil etmesine rağmen, muhalefet virüsü tarafından beyinleri ve gönülleri işgal edilenler bir türlü susmuyorlardı.
"Konuşurken, öksürüyor"
"Kağıttan okuyor"
"Mitinglerde gülmüyor"
Tarzında basit eleştirilerle bile Hareket'in Lideri'ni eleştiri yağmuruna tutuyorlar...
Bazı "Ülkü Devi" olanların Bahçeli karşıtı sözleri AKP tarafından seçim malzemesi olarak kullanılıyor ve büyük bir algı oluşturuluyor...
***
Bugüne geldik...
Olağanüstü kurultay istiyorlar...
Bahçeli'nin karşısında anımsayabildiğim kadarıyla 4-5 genel başkan adayı var...
Öylesine bölünüp parçalanmışız ki, genel başkan adaylarının tam sayısını bile anımsayamıyoruz...
Hiç kimse bu bölünme parçalanma Bahçeli sayesinde oldu mavalı okumasın!
Bizim beyinlerimize, yüreklerimize bu virüs 1991 yılında Başbuğ Alparslan Türkeş'e karşı başlatılan isyan ile girmiştir...
O tarihten bugüne kadar bu itaatsizlik ve isyankarlık devam etti ve büyüdü...
Şimdi bir gecede her şeyin değişeceği ve MHP'nin tek başına iktidar olacağı masalıyla milleti uyutmaya çalışanlara soruyorum:
Etrafınıza topladığınız bu müzmin muhaliflerin ilk fırsatta size isyan etmeyeceklerine, Başbuğ Alparslan Türkeş ve Bilge Lider Devlet Bahçeli'ye karşı yaptıklarını size karşı yapmayacaklarının bir garantisi var mı?
Siz kendinizi Başbuğ Türkeş ve Devlet Bahçeli'den daha ÜLKÜCÜ mü görüyorsunuz?
Hele ki sayın Akşener!
Ola ki siz bu partinin başına geçtiniz diyelim.
Andolsun ki, 1 yıl bile geçmeden etrafınıza topladığınız, ya da sizin etrafınıza toplanan bu müzmin muhalif ve isyankar tayfa sizi yerin dibine sokacaktır bundan haberiniz olsun!
***
Ve şunu da çok iyi bilsin ki herkes LİDERE İTAAT DAVAYA İTAATİR...
Lidere itaat etmeyenlerin oluşturduğu bir siyasi parti asla iktidar olamaz
(Yazılarımızdaki hedef kitle asla ve asla muhalif kanatta yer alan samimi Ülkücü kesim değildir. Bir takım vaatler ve bir takım olumsuzluklar sonucunda muhalif kesimde bulunan samimi Ülkücüler bir an evvel gerçeklerle yüzleşmelidirler)
Kimi Faşist der,
Kimi Kafatasçı,
Kimi mafya bozuntusu,
Kimi anarşit,
Kimi de serseri der bize...
Ülkü Ocakları'nı anlayabilmek öyle dışarıdan bakmakla olmaz.
Yaşamak lazım Ülkü Ocakları'nı...
İliklerine kadar yaşamak...
Elbette geçmişte kötü örnekler olmuş olabilir.
Bunları inkar etmiyoruz, ancak her sepette mutlak surette bir kaç çürük domates çıkar...
***
Ülkü Ocakları bir vakıftır...
Eğitim ve Kültür Vakfı...
Bir eğitim yuvasıdır Ülkü Ocakları...
Bir kültürel buluşma noktasıdır Ülkü Ocakları...
Bir kardeşimiz hafızlık eğitimi alırken, bir diğer kardeşimiz Üniversitede radyo Televizyon eğitimi alıyor.
Bazı kardeşlerimiz Göktürk Alfabesi'ni öğrenmeye çalışırken Ülkü Ocakları'nda bir çok kardeşimiz Kur'an-ı Kerim'i doğru okuyup, doğru anlamanın derdine düşmüştür.
Hani birileri miting meydanlarında "Bu Ülkücüler Fatiha'yı bile bilmezler" diye ahlaksızca ve alçakça iftira ediyorlardı ya, işte o iftiraya maruz kalan bu genç Bozkurtlar Ülkü Ocakları'nda hafızlar ve DİNDAR ve Milleti'ni seven gençler olarak topluma katılmanın telaşı içindeler...
***
Ülkü Ocakları, Baba Ocağı gibidir.
Yeri gelir Abi-Kardeş oluruz,
Yeri gelir baba-oğul oluruz,
Yeri gelir dost-arkadaş oluruz...
Kutlu ve büyük bir aile gibi kenetleniriz birbirimize...
Davamızın bize verdiği aşk ile severiz birbirimizi.
Bir kere kenetlendik mi yedi düvel gelse ayıramaz bizi evelallah!
***
Gönül dergahıdır Ülkü Ocakları...
Kapısında Alemlere Rahmet olan Hz. Muhammed'e salavat-ı şerif vardır.
Allah'ın habibine selam ve salat edilmeden bu kapıdan girilmez...
Her köşesinde Hoca Ahmed Yesevi vardır...
Her köşesinde Yunus Emre vardır....
Her köşesinde Hacı Bektaş-ı Veli vardır...
Her köşesinde Pir Sultan Abdal vardır...
Her köşesinde Celaleddin-i Rumi vardır...
Horasan Erenleri bir yanda Anadolu Erenleri bir yanda...
Bir kutlu kuşatma vardır gönül dergahı Ülkü Ocakları'nda...
***
Bir yiğitler otağıdır Ülkü Ocakları...
Bir yana bakarsınız Hz. Hamza'yı görürsünüz,
Bir yana bakarsınız Kürşat, yağmurlu bir gecede sefere çıkmıştır 40 Çeri'siyle...
Bir yana bakarsınız Alparslan'ı görürsünüz, bir yana bakarsınız Mustafa Kemal yedi düvelin kıçına tekmeyi basmaktadır...
Bir yana bakarsınız, Allan'ın Arslanı Ali'yi görürsünüz, bir yana bakarsınız Fatih Sultan Mehmed Han bir çağ açıp bir çağ kapatmaktadır henüz 20 yaşında...
Türk'ün yigitleri, İslam'ın yiğitleriyle kolkola Türk'ün İslam Ülküsü için mücadele vermektedir Ülkü Ocakları'nda....
***
Şehitler kervanıdır Ülkü Ocakları...
Ruhi Kılıçkıran'ın sesi yankılanır halen duvarlarında:
"Ya Allah Bismillah Allahu Ekber!!!"
Darağaçlarına sarmaşık gibi dolanmıştır gaziler...
Ve yağlı urganlarda kırmızı güldür TÜRK'e sevdalı gönüller...
Ne yana baksanız,
O tertemiz gülen yüzüyle sizi çağırır son şehidimiz Fırat Çakıroğlu Reisimiz...
***
Ülkü Ocakları'na uzaktan bakmamak gerek.
Ülkü Ocakları'nı yaşamak gerek.
Bir demli çayın yanında 5 simidin 10 kişiye bölünmesindeki manevi hazzı tatmak gerek...
Bütün yokluklara rağmen dava için mücadele edebilmenin,
9 IŞIK ile aydınlanabilmenin ve yarınları aydınlatabilmenin verdiği huzur ve mutluluğu bu çatı altında yaşamak gerek...
Şunu da kimse unutmasın!
Vatan hainlerine en azılı faşist de oluruz.
Bayrak düşmanlarına en azılı kafataşçı da oluruz.
Ezan düşmanlarına en hoyrat anarşist de oluruz.
Zalime korku, mazluma dost oluruz...
"Adamın adamı olmayın, davanın adamı olun!"
MHP içindeki muhalif kesimin özellikle de Meral Akşener taraftarlarının sihirli cümlesi de budur.
İlk okuduğumuz vakti,
İlk duyduğumuz vakit elbette hoş geliyor insana.
Kimsenin adamı olmayalım davanın adamı olalım.
Peki dava nedir?
Kimdir bu dava?
Adam olmadan dava tek başına nedir?
Lideri olmayan dava var mıdır?
Davaya sadakat göstermek için Lidere sadakat göstermek gerekmez mi?
Lidere sadakat, davaya sadakat değil mi?
***
Böyle sihirli cümleler kuruyorlar ve maalesef bir çok Ülküdaşımız bu sihirli cümlenin büyüsüne kapılıyor.
Lider olmadan dava yürümez.
Lider olmadan dava büyümez.
Lider olmadan dava gelişmez.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) buyurmaktadır ki; "3 kişi olduğunuz vakit kendinize bir lider seçin"
3 kişinin bile kendilerine bir lider seçmesi gerektiğini vurgulayan bir dinin mensubu iken, bugün Lider'i tanımamak, Lidere sadakat göstermemek nedir?
Lider hangi davanın lideridir?
***
"Türkeşçiyiz"
"Türkeş'in askerleriyiz"
Gibi sihir yüklü cümlelerle de MHP'nin ve Ülkücü Hareket'in Başbuğ Alparslan Türkeş'ten sonraki lideri Devlet Bahçeli'yi tanımadıklarını üsturuplu bir şekilde ilan ediyorlar.
Öyle bir hava estiriyorlar ki; bugün Devlet Bahçeli'nin liderliğine biat edenler sanki Başbuğ Alparslan Türkeş düşmanı!
Ve yine ne kadar yazıktır ki; bir çok Ülkücü gönüldaşımız bu sihirli yüklü söylemlerin cazibesine kapılıp, Ülkücü Hareket'in lideri Devlet Bahçeli'yi tanımadıklarını açıkça vurguluyorlar.
Göz önünde bulunan hakikatler onlar için hiç önemli değil.
***
Devlet Bahçeli...
19 yaşında öğrenim gördüğü üniversitede ÜLKÜ OCAKLARI TEŞKİLATI'nı kurmuş.
Ömrü boyunca bu çizgiden hiç şaşmamış.
Siyasi yaşam çizgisinde tek zikzak yok.
En zor anlarında bile Başbuğ Alparslan Türkeş'i yalnız bırakmamış.
Nihayetinde de Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatıyla MHP'nin Genel Başkanı olmuş...
Pekala, bize yani "Lidere Sadakat Davaya Sadakattir" diyerek MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin tarafında olanlara "Türkeş düşmanı" muamelesi yapanlar ardına düştükleri hanımefendinin geçmişini hiç mi görmüyorlar?
***
Başbuğ Alparslan Türkeş ile bir tek fotoğrafı bile bulunmayan Meral Akşener'in peşine takılarak kendilerine "Türkeş'in askerleriyiz" yakıştırmasını yapan, bu sihir söylemin arkasına sığınan değerli Ülküdaşlarımız Meral hanımın tek marifetinin Alparslan Türkeş'e siyasi rakip olmaktan öte gitmediğini görmüyorlar mı?
19 Yaşında Ülkü Ocakları teşkilatı kuran ve vefatına kadar kayıtsız şartsız davanın lideri olan Alparslan Türkeş'e sadakat gösteren Devlet Bahçeli'yi "hain", "mit ajanı", "ülkücü düşmanı" gibi suçlamalarla pervasızca eleştirip, Alparslan Türkeş'e sağlığında rakip olan Meral Akşener'i "Türkeş'in askeri" ilan etmek hangi kla, hangi mantığa ve hangi vicdana sığar?
***
Birileri Ülkücü İrade'nin aklıyla, zekasıyla, mantığıyla dalga geçiyor!
Bize adamın adamı diyorlar!
Neden?
19 Yaşından bu yana Ülkücü olduğu için ve Başbuğ Alparslan Türkeş yaşadığı sürece Onu hiç yalnız bırakmadığı için kendisine güvendiğimiz, itaat ettiğimiz, desteklediğimiz Hareketin Lideri Devlet Bahçeli'nin tarafında olduğumuz için bize "Adamın adamı" diyorlar...
Evet biz "ADAM"ın adamıyız!
Biz ÜLKÜCÜ DEVLET BAHÇELİ'nin adamıyız!
Siz de Meral Akşener'i desteklediğinize göre siz de DYP'li, ANAP'lı, AKP'li Meral Akşener'in mi adamısınız?
***
Kimse laf salatası yapmasın!
Net cevap verin!
Ülkücü Hareket'i sihirli söylemlerle algı operasyonlarına maruz bırakmayın!
Biz ömrü Alparslan Türkeş ile dava arkadaşlığı yaparak geçmiş ÜLKÜCÜ DEVLET BAHÇELİ'nin adamıyız!
Bir diğer Ülküdaşımız mazisinde ÜLKÜCÜ sıfatını şerefle taşımış Koray AYDIN'ın adamı!
Bir diğer Ülküdaşımız mzisinde ÜLKÜCÜ Hareket'e hizmetler vermiş Ümit ÖZDAĞ'ın adamı!
Peki Meral Akşener'in ardına takılıp, Devlet Bahçeli'ye HAREKETİN LİDERİ OLDUĞU İÇİN itaat eden bizlere "adamın adamı olmayın" diyen arkadaşlar siz kimin adamısınız!?
Yol 2008...
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli yerel seçimlerdeki adayları açıkladı.
Bu adaylardan biri de MHP'ye AKP'den katılan Aytaç Durak.
MHP Genel Başkanı muhtemelen Aytaç Durak'ı vitrin olarak kullanıp, Adana'da MHP hakimiyetini sağlamayı hesaplıyor.
Bugünkü duruma baktığımız vakit de bu plan başarılı olmuş.
O günlerde bu durumdan, yani AKP'li Aytaç Durak'ın MHP'den aday gösterilmesinden rahatsızlık duyanlar var. Kendi adıma ben de bu rahatsızlık duyanlardandım. Ancak "Lidere sadakat davaya sadakattir" ilkesiyle kabullendik bu durumu.
***
Elbette kabullenmeyenler de vardı.
Camia içinde "müzmin muhalif" lerin sesi olma vazifesini yürüten Yeniçağ Gazetesi'nin tetikçi yazarlarından biri olan İsrafil Kumbasar başta olmak üzere tüm Bahçeli karşıtları bu durum karşısında Bahçeli'ye ağır eleştiriler getiriyorlardı.
Şimdi buyrun hep birlikte bay İsrafil Kumbasar'ın 30 Aralık 2008 tarihindeki köşesinden bir bölüm okuyalım:"Dr. Devlet Bahçeli, 10 Aralık 2008 tarihinde, MHP İstanbul İl Teşkilatı’nda düzenlenen bayramlaşma töreninde şöyle diyordu:- “MHP, yerel seçimlerde öyle adaylar çıkaracak ki sabah kalktığınızda dudaklarınız uçuklayacak. Günü geldiğinde her şeyi göreceksiniz.” Beklenen gün nihayet geldi.MHP, öyle adaylar çıkarmaya başladı ki, bugüne kadar MHP’ye oy verenlerin ‘gerçekten’ dudakları uçuklamaya başladı. Dudak uçuklatan adaylardan biri de, hakkındaki ‘yolsuzluk dosyaları’ nedeniyle, adı ‘yolsuzluklar’ ile anılan Tayyip Erdoğan’ın bile yeniden aday yapmaya cesaret edemediği Aytaç Durak olacak. Hani şu Dr. Devlet Bahçeli’nin daha birkaç ay önce “Daha önce bize saldıran bir kişi ile aynı bardakta nasıl su içebiliriz? O adam MHP’nin önünden bile geçemez.” diye buyurduğu zat. Kim bilir belki önümüzdeki ilk kurultayda, ANAP’tan gelen Mehmet Şandır gibi genel başkan yardımcısı, DYP’den gelen Cihan Paçacı gibi genel sekreter olur.Ve hatta Dr. Devlet Bahçeli’nin yerine genel başkan bile olur. Olur mu, olur."
***
Evet böylesine ağır bir eleştiri getiriyordu İsrafil Kumbasar Devlet Bahçeli'ye.
AKP'den gelen,
ANAP'tan gelen,
DYP'den gelen birisi nasıl olur da MHP'de belediye başkan adayı, yönetici ve milletvekili olabilir?
Şimdi ben sana soruyorum ey İsrafil Kumbasar ve ey Yeniçağ Gazetesi;
"ANAP'tan istifa edip, MHP'ye geçen birinin belediye başkanlığına bile tahammül edemezken ne oldu d şimdi DYP, ANAP ve AKP'de siyaset yaptıktan sonra MHP'ye gelen sayın Meral Akşener'i genel başkan yapma derdine düştünüz?"
***
Evet değerli dostlar işte böyle.
Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere bunların derdi Ahmet, Mehmet, Hasan Hüseyin değil....
Ya da partinin başarılı olması falan da değil.
Ya da Ülkücülere vefasızlık yapılması falan da değil.
Bunların tek derdi, Başbuğ Alparslan Türkeş'ten sonra partiyi teslim alamamış olmanın sıkıntısıdır.
Başbuğ Türkeş'e karşı başlatılan isyan girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının kuyruk acısıdır.
Bakın İsrafil Kumbasar 2008'de yazdığı aynı yazının sonunda neler söylüyor:
"Ömürleri boyunca ‘MHP’nin başarısı’ için çalışan ülkücüler, birer birer dışlanıyor.
Onların yerine, bugüne kadar ‘başka partilerin’ içerisinde yer alıp MHP’nin ‘aleyhinde’ kampanya yürütenler, başarısız olması için habire ‘kumpas’ kuranlar aday gösteriliyor.
Peki, ‘hangi vicdana’ sığıyor bu?
Neler oluyor?
Yoksa MHP yeni bir operasyona mı getiriliyor?
Hani ‘ilkeler’ vardı, kapılar ‘transferler’ için sonuna kadar kapalıydı?
Peki ne oldu da o kapılar, gitmediği parti kalmayan Aytaç Durak için birdenbire açılıverdi?
MHP, AKP’nin çöplüğü müdür?
ANAP’ın, DYP’nin hurdalığı mıdır?"
***
İsrafil Kumbasar'ın bu son paragrafını iyi okumak lazım."Ömürleri boyunca ‘MHP’nin başarısı’ için çalışan ülkücüler, birer birer dışlanıyor.
Onların yerine, bugüne kadar ‘başka partilerin’ içerisinde yer alıp MHP’nin ‘aleyhinde’ kampanya yürütenler, başarısız olması için habire ‘kumpas’ kuranlar aday gösteriliyor."
Bu cümle çok önemli.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in sağlığında bu tarife uyan kim var?
Elbette o günlerde DYP'nin başarısı için mücadele eden Meral Akşener var!
MHP'nin başarısız olması için "kumpas" kuran kim var?
Elbette Meral Akşener var!
MHP yeni bir operasyona mı getiriliyor? diye soran İsrafil Kumbasar ve Yeniçağ Gazetesi'ne şimdi biz soruyoruz:
"Neler oluyor? 2008'de dile getirdiğiniz kumpasın bugün bir parçası mı oldunuz!?
***
Ve Yeniçağ'ın tetikçisi İsrafil Kumbasar yazısının sonunda altın vuruşu yapıyor!"MHP, AKP’nin çöplüğü müdür?
ANAP’ın, DYP’nin hurdalığı mıdır?"
Ey bugün Meral Akşener'i MHP'nin genel başkanı yapmak için can siperane çalışan Yeniçağ ve İsrafil Kumbasar dün çöp ve hurda olarak tanımladığınız, partiden belediye başkanı, milletvekili bile seçilmesine tahammül edemediğiniz, parti yönetimde bulunmasına bile tahammül edemediğiniz, ÇÖP ve HURDA olarak tanımladığınız DYP - ANAP - AKP'li birini şimdi MHP'ye Genel Başkan mı yapacaksınız?
2002 yılında ülkemizde yepyeni bir dönem başladı.
Hakkında bir çok yolsuzluk dosyası bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan o güne kadar yaşanan en büyük algı operasyonlarından birinin sonucunda kahraman yapıldı ve ardından Recep Tayyip Erdoğan ve kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)'nin önlemez yükselişi başladı.
Bakanlığı yayınlamış olduğu ders kitaplarında bile yer alan bir şiiri okuduğu için hapse atıldı, medya vasıtasıyla bu durum bir mağduriyet efsanesine dönüştürüldü, hapiste kaldığı süre içinde RTE bir anda tüm ülke sathında bir kahraman oluverdi.
İşte Türkiye'nin yeni dönemi böyle başladı.
Bugün 75 milyon insanı egemenliği altına alan ALGI İMPARATORLUĞU'nun kuruluşu bu şiir okuma tiyatrosu ile başlamış oldu.
***
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP ile başlayan bu algı yönetimi döneminin baş aktörlerinden biri de Gülen Cemaati oldu. Ardından binlerce askerimizi, polisimizi, korucumuzu şehit eden, kadın, çocuk, yaşlı genç demeden binlerce vatandaşımızı da kahpece pusularda ve baskınlarda öldüren Pkk ve siyasi uzantısı durumundaki siyasi partiler eklendi bu algı imparatorluğunun unsurları arasına.
Algı imparatorluğunun elindeki en büyük malzeme "İslam" idi.
Hem Gülen Cemaati hem AKP dini söylemler ve eylemler ile halkımızı tam bir cendereye alıyor ve yapılan her şeyde dini referans olarak kullanıyorlardı.
***
Bu dönemde bizler neler yaşamadık ki!?
Güneydoğu'da teröristlere karşı savaşan askerlerimiz komutanlarımız hain ilan edildi.
Genel Kurmay Başkanlarımız bile sudan sebeplerle hapse atıldı.
MHP'nin hükümet ortağı olduğu dönemde verilen amansız mücadele ile terör bitirilmiş, analar ağlamıyor, şehit haberi gelmiyordu.
Yapılan algı operasyonları ile özellikle bu dönemde verilen mücadele itibarsızlaştırıldı, hainlik noktasına getirildi.
Ordumuz zayıflatıldı.
Komutanlarımız Ergenekon ve Balyoz gibi davalar ile sindirildi.
Ordu'nun elindeki yetkiler alındı, valilere verildi.
Millet olarak bütün bu olanları sükunet içinde izledik!
Çünkü bizi yönetenlerin etkili bir silahı vardı: "İslam"
***
Bu algı imparatorluğunun ülkemizdeki algı operasyonlarını burada tek tek saymakla bitiremeyiz.
Biraz hafızalarımızı tazeleyecek olursak, neler yaşandığını, nelere "alıştırıldığımızı" çok net bir şekilde görebiliriz.
Benim burada bahsetmek istediğim Ülkücüler üzerinde yapılan algı operasyonlarıdır.
Hükümet ortaklığından sonra baraj altında kalan MHP ilk etapta tehlike olarak görülmüyordu.
Ülkemizdeki 1000 yıllık Türk varlığını sonlandırma projesi olan BOP'un eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP, baraj altında kalan MHP'yi tehlike olarak görmüyor, en büyük tehlikenin Türk Ordusu olacağını öngörüyor ve operasyonları bu yönde yoğunlaştırıyordu.
MHP, yeniden barajı aşınca biraz olsun tehlike arzetmeye başlamıştı.
Başbuğ Alparslan Türkeş döneminde başlayan muhalefet rüzgarını güçlendirmek, Ülkücüleri birbirleriyle didiştirmek en akıllıca algı operasyonu olacaktı ve öyle de yapıldı.
***
Dikkat ederseniz "Eski Ülkücüler" tanımlaması bu dönemde ortaya çıkmıştır.
AKP, geçmişinde Ülkücü bağlantısı bulunan bazı kişileri kendi saflarına katmaya başladı.
Bir yandan Milliyetçilik ayaklar altına alınıyor, bir yandan da zayıf halka olarak gördükleri "eski ülkücüler" ile yakın temasa geçiyorlar ve "Bahçeli karşıtlığı" üzerinden MHP'de önemli kırılma noktaları oluşturuyorlardı.
İş öyle bir noktaya getirildi ki, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir mafya hükümlüsü ile hükümet olan bir siyasi parti adeta koalisyon kurdu.
Kendisini "Eski Ülkücü" olarak tanımlayan Sedat Peker ne hikmetse birden hapisten çıkarılıyor ve bu kişi AKP ve Recep Tayyip Erdoğan lehine mitingler yapıyor, MHP lideri Devlet Bahçeli ve MHP'liler hakkında olumsuz propagandalar yapıyor...
***
Türk Milliyetçileri bu Algı İmparatorluğu dönemindeki kadar hiç bir zaman bölünüp, parçalanmadılar.
Dönemin Algı İmparatoru Turgut Özal'ın fitnesi ile Başbuğ Alparslan Türkeş'e karşı başlayan ayrılık rüzgarları Devlet Bahçeli döneminde daha da arttı.
Devlet Bahçeli karşıtlığı temelinde Türk Milliyetçileri'nin bölünüp parçalanması sürekli olarak teşvik edildi.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun BBP'si,
Tuğrul Türkeş'in ATP'si,
Osman Pamukoğlu'nun HEPAR'ı,
Ahmet Yılmaz'ın MTP'si...
Bu partilerin Türk Milliyetçiliği söylemi ile Türk Milliyetçileri'ni bölmekten başka bir işe yaramadığını hepimiz gördük.
Bunun yanı sıra, Atsızcılar, Turancılar, Turan Ocakları, Osmanlı Ocakları, Osmanlı Diriliş Ocakları, Nizam-ı Alem Ocakları, Alperen Ocakları ve resmi olmayan irili ufaklı bir çok oluşum...
Hepsi Türk Milliyetçisi ve hepsinin ortak paydası Devlet Bahçeli, dolaylı olarak da MHP karşıtlığı...
***
Bugüne geldiğimiz de yaşanan algı operasyonu ise, gerçekten akıllara durgunluk verecek derecede.
MHP, 1 Kasım seçimleri sonrasında 2 milyon oy kaybına uğradı ve iç muhalefet isyan bayrağını çekti.
İç muhalifler 4 koldan "Bahçeli gitsin MHP iktidar olsun" kampanyası başlattı.
Muhalefetin bu kampanyasını AKP karşıtı medya unsurlarının tamamı ve Gülen Cemaati destekliyor.
AKP ile uyum sağlayamayan kim varsa, sağcı, solcu, cemaatçi...
Hepsi "Bahçeli Gitsin" ortak paydasında buluşup, "MHP'yi teslim alma" mücadelesi veriyor.
Bu mücadelede AKP de taraf olmak zorunda.
Çünkü AKP'nin temel felsefesi "kazanmak" üzerine kurulmuştur.
Ergenekon'da, Balyoz'da, Çözüm Süreci'nde, Gezi Olayları'nda, 17/25 Aralık vakasında yenilmediği güruhu bir kere daha yenmek için kendisine bir zemin olarak görüyor MHP'nin içinde bulunduğu durumu.
Yoksa, daha dün seçim meydanlarında Bhçeli'ye "Bu adamın çocuğu bile yok, çocuk sevgisini nereden bilecek" diyecek kadar alçaklaşan bir zihniyetin umurunda bile değildir Devlet Bahçeli...
***
Türk Milliyetçileri'nin son kalesi MHP büyük bir kuşatma altındadır.
Muhalif kesim, cemaat, doğan medyası, AKP karşıtı sağ ve solcular tarafından kuşatılmış, buna karşılık vermeye çalışan AKP cephesi de kontra yapmak amacıyla şimdilerde Devlet Bahçeli yanlısı görüntüsü çizmektedir.
Devlet Bahçeli'nin yıllardır söylediği gibi "Ülkücüler bu sinsi kuşatmayı yarmalıdır, hep birlikte yaracağız!"
Ülkücüler bu kuşatmalardan, bu algı yönetimlerinden sıkılmışlardır...
MHP Genel Başkanlığı'na aday olanlar öncelikle kendileri üzerinde bulunan gölgelerden kurtulmalıdırlar.
Bu gölgeler ile MHP Genel Başkanlığı makamına yürümek isteyenler, bu gölgelerden kurtulmadıkları sürece Bu davaya ihanet yolunda ilerlemiş sayılacaklardır Ülkücülerin nazarında...
Ülkücüler, CHP gibi kolay kolay teslim etmeyecektir Milliyetçi Hareket Partisi'ni...
Ülkücüler MHP'yi ve Ülkü Ocakları'nı BABA OCAĞI olarak bilirler...
Baba Ocağı'nın üzerine kara bulutlar çökertilmesine de asla ve asla izin vermeyeceğiz!...
Nihal Atsız ve Ziya Gökalp gibi isimlerle başlayan, Mustafa Kemal Atatürk ile büyük bir başarı kazanan TÜRK'ün Anadolu'da Varolma mücadelesi yıllar sonra Başbuğ Alparslan Türkeş önderliğinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve Ülkü Ocakları çatısı altında yeniden büyük bir mücadeleye dönüşmüştü. Bu mücadele öylesine kutlu bir mücadeleydi ki; nice yiğidimiz ömrünün henüz baharında bu kutlu mücadele için şehadet şerbetini içmekten bir an bile geri durmayacaktı...
***
Sizlere TÜRK'ün Anadolu topraklarında var olma mücadelesini daha etkili anlatabilmek için çok uç noktadan bir örnek vereceğim.
Nazım Hikmet'i hepimiz biliriz.
Hatta bir Ülkücü olarak adını duyduğumuzda irkilenlerimiz bile vardır.
Solcu...
Belki Ateist...
Olumsuz her türlü düşünceye sahip olduğumuz bir yazar Nazım Hikmet...
Bakınız Nazım Hikmet sürgünde bulunduğu yıllarda Budapeşte Radyosu'ndaki konuşmasında neler söylüyor.
"Bu gün Türkiye vatanında yapılanlar Türk Milleti'ni Anadolu topraklarından silme çalışmalarıdır. Türk Milleti'ni yok etmek istiyorlar. Şunu biliniz ki, Türkiye'de Türk Milleti'ni yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecek"
***
Solcu olarak bildiğimiz Nazım Hikmet'in bile üstüne basarak vurguladığı Türk Milleti'ni Anadolu topraklarından silme projesi din kisvesi altında iktidar olan Menderes ile yeniden ivme kazanmış ve hızla devam ediyordu. İslam kalkan yapılarak Türk Milleti'ni Araplaştırma projesine Türklük bilincine sahip olanlar karşı mücadele başlatsa da siyasi varlık olmadan mücadele başarıya ulaşamıyordu.
Başbuğ Alparslan Türkeş ve dava arkadaşları bu mücadeleye siyasi bir kimlik kazandırmak için önce CKMP'yi kurdular daha sonra da partinin adını MHP olarak değiştirdiler.
MHP'nin yanısıra hareketin dinamik gücünü oluşturan Ülkü Ocakları da bu tarihlerde kurulmuş ve kutlu birliktelik başlamıştı.
Bu yıllarda henüz 19 yaşında üniversite öğrencisi bir genç olan Devlet Bahçeli de öğrenimini sürdürdüğü üniversitede Ülkü Ocakları teşkilatını kurarak bu kutlu yürüyüşün bir neferi olmuştu...
***
MHP ve Ülkü Ocakları çatısı altında verilen kutlu mücadeleyi hepimiz biliyoruz.
5 bin şehit verdik.
Nice yiğidimiz gazilik mertebesine ulaştı.
Çok çileler çekildi.
Bütün zorluklara karşı mücadele sürdü ve başarıya ulaştı.
Bu başarının en önemli etkeni Ülkücülerin BİR olabilmesiydi.
Davanın lideri Başbuğ Alparslan Türkeş'e koşulsuz bağlılık ve Türk'ün var olma mücadelesinde önemli bir başarı...
***
12 Eylül darbesi ile başlayan dönem ise, Ülkücüler için tam bir çile dönemi oldu.
Devlet'in bekası için binlerce şehit veren Ülkücüler, bu kez devletin güvenlik güçleri tarafından hapislere atılıyor, işkencele maruz kalıyor ve darağaçlarında idam ediliyordu...
Ülkücüler bu zor günleri de aştılar.
Ancak mücadele bitmemişti.
Yeniden toparlanma süreci sancılı da olsa başarılmış, MÇP'nin ardında MHP yeniden siyasi yaşama başlamış ve Ülkü Ocakları da davaya dinamizm kazandırmak için yeniden genç Bozkurtlar ile davaya hizmet kervanına katılmıştı...
***
Artık koşullar değişmiş, yeni bir dönem başlamıştı.
Yıllarca sokaklarda Türk ve İslam düşmanlarına karşı silahlı mücadele veren Ülkücüler artık bu mücadeleyi siyasi alanda sürdürecek ve Milliyetçi Hareket Partisi'ni iktidar yaparak, Türk Milleyetçiliği fikriyatını, Başbuğ Alparslan Türkeş'in 9 IŞIK doktrinini iktidar yapma mücadelesine girişecekti.
İşte bugün içinde bulunduğumuz kaos dönemi o yıllarda başlamıştı.
Sokaklarda verdiğimiz silahlı mücadele ile dolu yıllarda gösterdiğimiz birlik ve beraberlik ruhu ne yazık ki, siyasi alanda oluşmadı.
"Lidere İtaat" "Dava arkadaşına bağlılık" ilkeleri başarının anahtarı iken MHP saflarında mücadele veren Ülkü Devi abiler ayrı ayrı lider konumunda gördüler kendilerini.
***
Herkes en iyisini kendisinin bildiğini söylüyor, bu davayı buralara birlik ve beraberlik içinde taşıyanlar artık kendi içlerinde bir liderlik mücadelesi içinde bulunuyorlardı.
Bir kısım Ülkü Devi abi de 12 Eylül Cunta'sının ürünü olan Anavatan Partisi (ANAP)'nde siyaset yapmaya başlamış, MHP'nin Türk Milleti'nin umudu olacağı bir dönemde hepsi bir bir Başbuğ Alparslan Türkeş'i yalnız bırakarak kendi yolunu çizmişti.
19 Yaşında Ülkü Ocakları teşkilatını kurarak bu davaya hizmet etmeye başlayan Devlet Bahçeli ise ne 70'li yıllardaki mücadelede ne de bu siyasi alandaki mücadelede "Lidere Sadakat" ilkesinden ödün vermemiş ve Başbuğ'un yanında olmuştur...
***
MHP'de yaşanan ayrılık rüzgarları bur türlü dinmedi.
MHP'nin gelişip büyümesinden, Türk Milleti'nin umudu olmasından çekinen güçlü iktidarlar her zaman MHP içindeki liderlik mücadelelerini körüklemiş, desteklemiştir.
Türk düşmanı medya unsurları da MHP içindeki fitne tohumlarının yeşerip gürbüzleşmesi adına ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki; Ülkücülerin siyaset sınavında bizler ve ebedi liderimiz Başbuğ Alparslan Türkeş ülke siyaseti yapmaktan çok iç siyaset ile mücadele ettik.
Başbuğ, MÇP sonrasında MHP'nin başında ömrünün sonuna kadar muhaliflerle mücadele etmedi mi?
Başbuğ'un en güvendiği isimlerden biri olan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları tam da MHP'nin oylarının yükselmeye başladığı, yüzde 2-3'lerden yüzde 8'lere doğru hızlı bir tırmanışa geçtiği dönemlerde prtiden ayrılmalarını nasıl yorumlamak gerekir?
***
Ebedi liderimiz Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatından sonra Ülkücü İrade tarafından davanın lideri olarak seçilen Devlet Bahçeli de aynı kaderi paylaşmadı mı?
Genel Başkan olduğu andan itibaren, bugüne kadar her daim parti içi muhalefet ile mücadele etmedi mi?
MHP öyle bir hale geldi ki; Genel Merkez'den tutun da ilçe teşkilatlarına kadar sürekli kurultay hesapları yapılan, birbirlerine bağlılıkları hep kurultay ve kongre hesapları üzerinden belirlenen bir teşkilat durumuna düştük.
Bir ilçe teşkilatını düşünün.
Bir kongre yapılıyor, kongrenin bittiği anda bir sonraki kongrenin kulisleri, dedikoduları, hesapları başlıyor.
Herkes birbirinin ayağını kaydırma mücadelesinde, herkes bir iç siyaset hesapları içinde...
***
Bugün geldiğimiz noktada şunu görüyoruz:
1970'li yıllarda "Ülkücü ülkücünün öz kardeşidir" ilkesiyle tek vücut olan Ülkücüler artık "Düşmana gerek yok bizim düşmanlığımız bize yeter" noktasına gelmiştir.
Sokak mücadelesinden çıkıp, siyaset mücadelesine girdiğimiz zamandan bu yana yapamadığım tek şey, "BİR" olabilmektir.
Buna rağmen aziz milletimiz MHP'ye azımsanmayacak oranda oy vermektedir.
Millete kızmayın.
Şöyle düşünün: Bir tarafta milletin özü olan ancak kendi iç çekişmelerinden kurtulamayan, sürekli olarak birbirleriyle didişen, davanın kurucusu Başbuğ'a bile isyan eden, sürekli olarak liderlik tartışması olan, liderine itaati yalakalık olarak gören bir MHP teşkilatı var.
Bir yanda da, liderine kayıtsız şartsız itaat eden, birbirleriyle didişmeyen, derli toplu, (doğru ya da yanlış) ülke meseleleri ile milletin huzuruna çıkan bir AKP var...
Millet MHP'yi umut olarak görmek istiyor.
Millet MHP'nin ilkelerine inanıyor.
Ancak Milletimiz görmek istediği birlik ve beraberliği bir türlü göremiyor MHP teşkilatlarında.
Millet MHP'yi mecliste tutuyor ama iktidar yapmaya da cesaret edemiyor.
Biz AKP'nin tek başına iktidar olduğu şu dönemde BİRLİK olabilseydik AKP iktidarı 5 yıl önce biterdi...