31 Mayıs 2013 Cuma

Akil İnsanlar Heyeti (2. Heyet-i Nasiha) oltaya takılan yem mi!?

Özellikle son 10 yılda,
Yani Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarda bulunduğu bu dönemde,
Her ne kadar düşünme yetisini süratle kaybeden bir toplumun ferdi olsam da;
Önce kendimi sonra da aziz milletimi düşünmeye davet ediyorum.
Bu Akil İnsanlar Heyeti ne işe yarar?
Amaçları nedir?
Amaçları doğrultusunda bugüne kadar neyi başardılar?
Hükümet neden böyle bir yapılanmaya ihtiyaç duydu?
Düşündükçe sorular artıyor.
Aziz milletimizi de fazla düşünmeye zorlamamak gerekir.
Aksi etki gösterebilir düşünmek.
Bünye alışık değil.
***
Akil İnsanlar Heyeti şu ana kadar ne işe yaradı sorusunun cevabını arıyorum.
Bir tek cevap bulabiliyorum.
Gittikleri her yerde yoğun tepkilerle karşılaşıp gündemi meşgul ettiler.
Halkın tepkisel dinamiklerini tamamen kendi üzerlerinde topladılar.
Halka çözüm sürecini hiçbir zaman anlatmadılar.
Sürekli din istismarı yaptılar,
Sürekli toplumu ajite eden açıklamalarda bulundular.
Türk bayrağından kaçıp, terör örgütü paçavralarına büründüler...
Bunların dışında herhangi bir işe yaradıkları hususunda düşünceleri olan,
Bilgi ya da belgeleri olan varsa buyursun anlatsın, biz de öğrenelim...
***
Amaçları nedir, onu da anlayabilmiş değiliz.
Bir terane tutturdular gidiyorlar...
"Analar ağlamasın"
Analar ağlasın diyen mi var?
Yok elbette.
Herkes "Analar ağlamasın" diyor zaten.
Sizin bunu söylemekteki farkınız nedir ey akil insanlar?
Diye soruyoruz, fakat cevap alamıyoruz.
Amaçları ülkemize barış getirmek.
Savaş mı vardı ki, barış getireceksiniz diyorsunuz;
Hemen kuyruğuna basılmış kedi gibi vıyaklıyorlar ;
"Seni gidi barış düşmanı seni!!!"
Başka bir söyledikleri mi var?
Yok!
"Tamam arkadaş barış olsun biz de bunu istiyoruz zaten" dediniz mi yandınız...
Hemen başlıyorlar yırtınmaya;
"Bunlar barış düşmanı, bunlar savaş istiyorlar, bunlar kanla besleniyorlar!?"
Hemen bir gürültü patırtı...
Bir hengame ortalığı karıştırıp susturuyorlar karşılarındaki muhalif sesi...
Amaçları "evet barış ama nasıl!?" sorusunu soranları susturmakmış demekki...
Ve bu amaçları doğrultusunda da şu ana kadar oldukça başarılı oldular...
***
Hükümet bu oluşumu ortaya atarken amaçlarının bu barış sürecini halka anlatmak, halkı bu konuda ikna etmek olduğunu söylemişti.
Sorarım sizlere ikna olan var mı!?
Ya da bunların anlattıklarından barış sürecinin nasıl olacağı konusunda bir bilgi edinen var mı?
Akil İnsanlar Heyeti'ne AKP'li yandaş oldukları için destek verenler dahi bu sorularımıza cevap veremezler....
Çünkü onlar da bir şey bilmiyorlar...
Bu süreçte yaşananları bakıyoruz.
Birisi çıktı "Türk Bayrağı" değişsin dedi.
Türkiye Bayrağı olsunmuş...
Birisi çıktı Türk Bayrağı tahrik unsuru olur dedi.
Salona Türk Bayraığı asmaktan imtina edenler, Pkk terör örgütünün paçavrası altında toplanmaktan gocunmadılar, utanmadılar...
Bu süreçte;
Terör örgütü lideri bebek katili Öcalan resmen "Halk Önderi" olarak kabul edildi.
Öcalan'a "sayın" demek suç olmaktan çıkartıldı.
Öcalan'a "özgürlük istemek" demokratik bir hak haline getirildi.
Bebek katili devletin muhatabı olarak tescil edildi.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi artık her yerde Kürdistan olarak anılıyor, yazılıyor, çiziliyor...
Binlerce insanımızın,
Korucumuzun,
Askerimizin,
Polisimizin,
Bebeğimizin,
Çocuklarımızın,
Gençlerimizin,
Kadınlarımızın,
Kızlarımızın,
Doğmamış bebelerimizin katilleri bu süreçte ellerini kollarını sallaya sallaya sınırdan geçip gittiler...
Bazı iddialara göre, asker ve MİT bu kaçışa gözcülük de etmiş...
2. Heyet-i Nasiha orda burda halkımızı meşgul ederken ülkemizde olanlar bunlar...
Sadece bunlar mı?
Hepsini yazsak sayfalar yetmez.
Hoş okuyacak adam da yok da, biz yine de yazıyoruz işte...
***
Sonuç olarak şunu anladık ki;
Akil İnsanlar Heyeti, oltaya takılan bir yemden öte bir şey değilmiş.
Sayıları oldukça azalan "düşünebilen ve tepkisini ortaya koyabilen" vatansever insanları bu oltanın peyine takıp, diğer tarafta asıl yapılması gerekenleri rahatça yapmak için atılmış bir oltanın ucundaki yem!
Asıl tepki verilmesi gereken noktalarda kimsecikler yok!
Hatta bir çok olaydan haberimiz bile yok...
Düştük bir 63'lüklerin peşine gidiyoruz kıyamete...



30 Mayıs 2013 Perşembe

Sürün canavarlarınızı ağaçların üstüne...

Fukara bu!
Sizin gibi botanik bahçeli villalarda oturmuyor...
Bir kör boğaz derdine düşüp gelmiş İstanbul'a...
Kendi kendini beton duvarlara hapsetmiş bir boğaz derdine...
Sizin derdiniz İstanbul Boğazı;
Fukaranın derdi İstanbul'daki kendi boğazı...
İstanbul'un bütün güzelliklerini zaptetmiş zengin zümre,
Fukaraya da bakıp bakıp iç çekmek kalmış...
Çalışmaktan zaman bulabilirse,
Kıyıda köşede kalmış,
Üç - beş ağacın gölgesine koşuyor...
Bir çayıra uzanıyor...
Onlarca yılda yetişmiş üç - beş ağacın saldığı oksijeni paylaşmaya çalışıyor onbinlerce fukara...
Onu bile çok gördünüz...
Nerde bir çayırlık, bir kaç dal ağaç görseniz;
Leş bulmuş çakallar gibi saldırdınız...
***
Şimdi sıra Taksim'de...
İş aramaktan yorulan fukara orada soluklanırdı...
İşsiz güçsüz kalmışların tek barınağıydı...
Evsizlerin Hilton'uydu..
Sevgilisini boğaz sefalarına götüremeyen delikanlıların en uğrak yeriydi...
Çoluk çocuk bir mesire alanına gidemeyen fukara işçinin, memurun hafta sonu keyfiydi Gezi Parkı...
Onu bile çok gördünüz...
İnsanlarımızın beton yığınlardan kaçıp bir - iki saat soluklandığı Gezi Parkı'nı bile çok gördünüz...
Hemen zengin zümreye peşkeş çekmeye başladınız...
Sürdünüz makinalarınızı ağaçların üzerine...
Akbabalar gibi üşüştünüz, fukaranın savunmasız ciğerlerine...
Haydi efendiler haydi!..
Biraz daha gayret edin...
Canavar makinalarınızı;
Daha hızlı sürün ağaçların üzerine!..
***
İşinize gelince "Fatih'in nesli" nutukları atın...
Ama bir yeliş alanı zenginlere peşkeş çekmeye gelince
Oradaki körpe ağaçları,
Canavarlaştırdığınız makinalarınızla kökünden sökerken;
Fatih Sultan Mehmed Han'ın;
"Yaş kesenin başını keserim" sözünü görmezden gelin...
Sadece işinize gelen sözlerini duyun...
Sadece siyasi rant elde edebileceğiniz vasiyetlerini uygulayın siz o kutlu insanların...
Onların mirasını peşkeş çekerken;
Müslüman - Gayrimüslüm ayrımı dahi yapmayın...
Parayı bastırana satın hemen;
Fatih'in, Ulubatlı'nın, Eyyüb-el Ensari'nin, ve milyonlarca şehidin kanıyla sulanmış bu kutsal toprakları...
Haraç mezat verin...
Sonra da oturun keyifle yiyin efendiler yiyin!
Umurunuzda mı sizin Fatih'in mirası!
***
Acı bir değil ki, birine yanalım...
Fatih'in neslini arıyor gözlerimiz...
"Yaş kesenin başını keserim" diye kükreyen Fatih'in neslini arıyoruz...
Hani nerdeler!?
Fatih'in yüzlerce yıl önceden sahiplendiği,
Korumaya aldığı ağaçlar, "Fatih'in nesliyiz" naraları atanlar tarafından bir bir kesilirken,
Onun mirasını "bölücü" dediklerimiz koruyorlar...
Ne garip değil mi!?
Biz sadece işimize geldiği vakitlerde mi;
"Biz biz biz; Fatihlerin nesliyiz!" diye haykırıyoruz?
Fatihlerin nesli olmak sadece sloganlarda mı kaldı?
Stadyumlarda türküler söyleyip eğlenmek mi acaba Fatihlerin nesli olmak!?
Mehter takımının ardına takılıp 15-20 dakika yol yürümekle Fatihlerin Nesli mi olunuyor ki!?
Fatih'in sözüne sahip çıkmak nerede!?
Fatih'in nesli olmak nerede!?
***
En çok yarayı "Fatih'in nesliyiz" diyerek söze girenler açtı.
Ağaçlar yerlerinden canavar makinalarla sökülüyor;
Yerlerine koca binalar, AVM'ler dikiliyor...
O ağacın gölgesinde oturup serinlemek yerine, fukaraya düşen de o binalarda en pis işlerde asgari ücretin bile altında çalışmak, zenginlere hizmet etmek düşüyor...
"Sen o ağacın altında sere serpe uzanamazsın arkadaş!,
Sen ancak senin uzanmaya yeltendiğin o arazide bizim yapacağımız koca binalarda tuvalet temizlikçisi olarak çalışabilirsin" deniliyor bizlere...
Fatih'in nesli buna müsaade eder mi!?
Fatih'in nesli Sultan Mehmed Han'ın "yaş kesenin başını keserim" diyerek sahiplendiği o ağaçları korumak için bedenini siper etmez mi o canavar makinalara!?

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Karanlıkta vurdular GÜN'ü...

Gün çoktan batmıştı o gün...
Sinsi bir karanlık çökmüştü 27 Mayıs'ın üzerine...
Karanlık pusudaydı...
Pusu karanlığın içinde...

Kör kurşunlar karanlığı bekledi yarasalar misali...
Önce birisi,
Sonra ötekisi,
Yağmur gibi yağıyordu kahpelik,
Bir bir saplanıyordu kör kurşunlar Gün Sazak'ın bedenine...
Sazak Köyü'nün Ağası,
Eskişehir'in Yusuf yürekli yiğidi,
Vücuduna saplanan kahpe kurşunlarla yığılıyordu yere...
Yer inliyordu,
Bir çınar devriliyordu üzerine,
Yer titriyordu...
***
Karanlığı deliyordu kahpe kurşunların feryatları,
Karanlıktı, puslu etraf...
Ne bahar bitmişti,
Ne de yaz gelmişti...
Çiçeklerin meyveye döndüğü bir gün de,
Hercailer saplanmıştı o yiğit bedene...
Gün Sazak vurulmuştu...
Bakanlığı süresince ümüklerine çöktüğü,
Kaçakçıların, rüşvetçilerin, hortumcuların, emek hırsızlarının taşeron askerleri,
Hain bir pusuyla devirmişlerdi koca çınarı...
Kahpelerin tepesine inen balyoz yere düşmüştü o karanlık gecede...
***
Sağ-sol meselesi değildi bu cinayetin sebebi.
Hz. Ömer adaletiyle icra ettiği Gümrük ve Tekel Bakanlığı sırasında kimseye aman vermemesi,
Kaçakçıların,
Rüşvetçilerin,
Hırsızların,
Sahtekarların,
Karaborsacıların,
Emek hırsızı patronların can havliyle işledikleri bir cinayetti Gün SAZAK'ın şehadeti...
Tetiğe basan eller taşerondu...
Davalarını emperyalist güçlere satan taşeronlar,
İşçinin, memurun, köylünün, çiftçinin yani halkın yılmaz savunucusu Gün SAZAK'ı kurban etmişlerdi efendilerine...
***
Şehitler ancak unutulunca ölürler.
O kahpe kurşunlar Gün SAZAK'ı öldüremediler,
Gün SAZAK yüreğinde yaşattığı ÜLKÜ ile,
Verdiği amansız mücadele ile,
Milletinin hizmetine adadığı ömrü ile sonsuza kadar yaşayacak.
Biz Ülkücüler;
Ne zaman ki Gün SAZAK'ı ve O'nun davasını unutursak;
İşte o zaman Gün SAZAK'ı biz kendi ellerimizle öldürmüş oluruz...
Bu dava kutlu bir davadır,
Bu dava uğruna şehit olanlar, bu davanın bayrağını ilelebet taşıyanlarca asla unutulmayacaklar...
Dualarımızda hep onlar olacak...
Zaman zaman düştüğümüz karanlık dehlizlerde onların şehadeti yolumuzu aydınlatacak,
Gücümüze güç katacak onların mücadele azmi...
GÜN asla batmayacak,
Onları battı zannettiği her GÜN bizim için yeni bir GÜN olacak...
***

Mekanın cennet olsun Gün SAZAK!
Hz. Ömer yoldaşın olsun koca çınar...




26 Mayıs 2013 Pazar

Katliam bölgesi Reyhanlı'ya 15 gün sonra giden bir başbakan!

Ülke halkı Reyhanlı katliamının acısını yaşarken ABD'ye gitmeyi tercih eden Başbakan gündemi değiştirmekteki maharetini bir kere daha gösterdi.
Alel acele gündeme oturtulan alkol meselesi Reyhanlı'yı hemen unutturdu halkımıza...
Reyhanlı katliamı ile ilgili ilk icraat olarak yayın yasağı (sansür) koyan hükümet bütün istihbarat bilgilerine rağmen önleyemediği bu saldırının faillerini 2 gün içinde eliyle koymuştu gibi tek tek bulup çıkardı.
Saldırının yapılacağına dair istihbarat bilgileri öylesine ayyuka çıkmış ki;
Reyhanlı halkı aylardır bunu konuşuyormuş.
Tabii bizim özgür (!) medya sayesinde bütün bu olup bitenlerden haberimiz olmuyor.
Saldırı hakkında bunca zaman geçmesine rağmen halen net bilgiler alamadı milletimiz.
Dış basın ölü sayısını 177 olarak verirken, hükümet 51 olarak açıkladı.
Hiç bir hükümet üyesi Reyhanlı'ya gidip, halkın derdine ortak olamadı.
Aradan 15 gün geçtikten sonra başbakan binlerce koruma ile gittiği Reyhanlı'da çevre kasaba ve kentlerden getirilen "Reyhanlı Halkına(!)" hitap etti...
***
Başbakan'ın Reyhanlı'ya gelmesinden önce geniş güvenlik önlemleri alındı.
Cami avlularında "Türk Bayraklı" broşürler dağıtıldı...
Çevre kasabalara, illere minibüs ve otobüs seferleri konuldu.
Araçların kalkış yerleriyle ilgili broşürler dağıtıldı...
Binlerce asker, polis ve koruma ordusuyla birlikte başbakan Reyhanlı'ya gelebildi.
Tepkiler çığ gibiydi...
Bu tepkileri dindirmek için 15 gün boyunca çalışmalar yapıldı.
Reyhanlı'da yaşayan MHP'lilerin büyük bölümü de zaten Adana'daki Mitingi takip ediyorlardı...
Nihayetinde başbakan Reyhanlı'ya gelebildi ve 15 dakika halka hitap etti...
Tek cümle ile Reyhanlı halkının acısını paylaştı...
Geri kalan zamanının tamamını "Suriyeli kardeşleri" için harcadı başbakan...
Belki de aba altından sopa gösteriyordu Reyhanlı halkına...
"Suriyeli kardeşlerimize sahip çıkın, onlara iyi davranın" dedi.
***
"Suriyeliler bayrağımızı indirseler de,
Polisimize kurşun sıksalar da,
Askerimize taşlarla sopalarla saldırsalar da,
Reyhanlı'da haraç çeteleri kursalar da,
Sizlere büyük rahatsızlıklar verseler de,
Reyhanlı'yı yaşanamaz bir ye haline getirseler de,
Sizin eliniz mahkum onlara iyi davranacaksınız...
Çünkü biz BÜYÜK GÜÇ olarak onları destekliyoruz...
Çünkü bizim sözümüz Peygamber Sözü" gibidir,
Biz ne dersek siz onu yapmak zorundasınız" der gibiydi...
Başbakan konuşmasında öyle bir tablo çizdi ki;
Sanki Reyhanlı'da katliama uğrayanlar Suriyelilerdi...
***
Reyhanlı katliamı başbakanın bu ziyaretiyle tamamen karanlığa gömülmüştür.
Başbakan son noktayı koymuş ve "sesinizi kesin" talimatı vermiştir.
Bunun yansımalarını korumalarından gördük.
Olayda bir yakınını şehit veren vatandaş acısını haykırmak istiyor.
Tabii bir İleri Demokrasi (!) ülkesi olan Özgür (!) Türkiye'de bunu yapmanız mümkün değil...
Anında tepenize binerler...
Öyle de oldu...
Bir şehit yakını güvenlik güçleri tarafından herkesin gözleri önünde darp edildi.
Güvenlik güçleri tarafından bölgeden uzaklaştırılan vatandaşımız, son anda başbakanın bir korumasının hışmına uğradı.
Şehit yakınının yanına gelen koruma "Seni parçalarım ulan" diye çıkıştı kendisine...
Vatandaş yiğit mi yiğit çıktı...
Bu sözleri sarfeden Büyük Güç'in askerine direndi...
Vatandaşı akıbeti ne oldu bilmiyoruz ama iyi şeyler olmayacağı hepimizin malumu...
Tıpkı yıllar önce başbakanın bir vatandaşa "Ananı da al git ulan!" dediği gibi koruması da bir şehit yakını parçalamaya kalkıştı. İşte AKP'nin özgür Türkiye'si budur...



25 Mayıs 2013 Cumartesi

Hüseyin Kala; O artık Kasımpaşalı...

Kasımpaşalı olmak öyle basit bir iş değil...
Kasımpaşa'da bulunmakla,
Kasımpaşa'da oturmakla,
Kasımpaşa'da doymakla,

Kasımpaşa'da büyümekle,
Kasımpaşalı olunmuyor...
Kasımpaşalı olmak yürek meselesidir...
Yüreğinizde Kasımpaşalılık ruhu varsa, nerede doğarsanız, doğun, nerede olursanız olun o ruh bir gün canlanır...
Kırk yıllık Kasımpaşalı gibi olursunuz bir anda...
İşte Kasımpaşa'nın birbirinden kıymetli futbolcularından biri olan Hüseyin Kala da o ruhu taşıyanlardan biri...
Futbol hayatını Kasımpaşa'da sürdürmeye başladığı günden bu yana Kasımpaşalılık ruhuyla semt halkının sevgilisi oldu...
***
Yıllardır ekmeğini yediği semtin kibirli efendisi değil;
O semtin çocuğu olmayı tercih etti Hüseyin Kala...
Bizim mahalleye geldi...
Bizim sokakta tur attı...
Bizim çay ocağında çayını yudumladı...
Bizim çorbacıda çorbasını içti...
Bizim fırından ekmeğini aldı...
Bizim kaldırımlarımızda yürüdü,
Bizim yağmurumuzda ıslandı...
Bizim çamurumuzda kirletti ayakkabısını,
Bizim kederimizle kederlendi...
Bizim sevincimizle mutlu oldu...

Yani Hüseyin Kala, bizden biri oldu...
***
Bir tarafta;
Futbol oynamak için çıktıkları sahada,
Birbirlerini gırtlaklayan,
Cümle aleme edep yerini avuçlayıp sallayan futbolcular varken,
Hüseyin Kala gibi genç beyefendi futbolcuların da bulunduğunu görmek bizleri yeniden umutlandırıyor, yeniden futbol sahalarına bağlıyor....
Süper Lig'de önemli bir çıkış yakalayan Kasımpaşa'nın yönetici ve teknik heyetini de böylesine beyefendi bir futbolcuyu bu takımda bulundurdukları için ayrıca kutlamak gerekli. Kasımpaşa'nın böyle sembol isimlere çok ihtiyacı var. 
Kasımpaşa takımının ve camianın "Kasımpaşalı" olabilmiş,
Kasımpaşa taraftarlarının sevgilisi haline gelebilmiş futbolculara ihtiyacı var...
Hüseyin Kala'nın "Kasımpaşalı Hüseyin Kala" olarak futbol hayatını sürdürmesi ve bu şekilde tamamlaması hem  taraftarı hem de semt halkını son derece mutlu edecektir.
Kasımpaşa yönetimi bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de Hüseyin Kala'yı semtin bir evladı gibi sahiplenmeye devam etmelidir...
***

Hüseyin Kala ile bir hasta ziyaretinde tanıştık...
Amansız bir hastalığın pençesine düşmüş genç bir kardeşimiz Sinan Çakmakçı...
Kasımpaşalı...
Yakasını bir türlü bırakmayan hastalıkla amansız bir mücadele içinde...

Direndikçe direniyor...
Her geçen gün direnci daha da artıyor...
Hastalık yakasından daha sıkı tutmaya çalıştıkça Sinan kardeşimiz yüzündeki gülücüklerle gücüne güç katıyor ve bu zalim hastalığa karşı her geçen gün biraz daha güçlü bir şekilde karşı çıkıyor...
Ona bu gücü verenler var tabiiki...
Başta eşi, annesi, babası...
Bütün akrabaları, yakınları, arkadaşları...
Doktorlarımız, hemşirelerimiz, hasta bakıcılarımız...

Hatta birlikte aynı mücadeleyi verdikleri hastalarımız...
Hepsi zalim hastalığa karşı Sinan kardeşimizle birlikte mücadele veriyorlar...
Biz çoğaldıkça Sinan güçleniyor ve zalim hastalık biraz daha güç kaybediyor...
***
Semtimizin çocuğu Hüseyin Kala da Sinan'ın bu mücadelesinde güç verenlerden biri olmak istemiş...
Sosyal sorumluluk projeleriyle hepimizin takdirini toplayan Arma Altı gurubunun da katkısıyla Hüseyin Kala, Sinan Çakmakçı kardeşimizle kucaklaşmak, Ona daha çok güç vermek için hastanenin yolunu tutmuş...
Hastanedeki odasında giriştiği mücadelenin yorgunluğunu atan Sinan kardeşimiz karşısında Hüseyin Kala'yı görünce nasıl mutlu oldu anlatmak, bu mutluluğu tarif etmek mümkün değil...
Hani solmak üzere olan,
Ağustos sıcağında susuzluktan kavrulmak üzereyken

Yağan yağmurla birden canlanıveren kır çiçekleri gibi...
Yüzünde güller açtı Sinan kardeşimizin...
Annesi, babası...
Belki uzun zamandır yüzlerinde böylesi gülücükler vardı...
Hüseyin Kala'nın getirdiği güç, Sinan kardeşimizin direncini en üst seviyelere çıkarmış ve hastalığına büyük bir darbe vurmuştu o an...
Sinan'ı en çok mutlu eden de Hüseyin'in hediyesi oldu...
Futbolcunun hediyesi ne olabilir ki?

Tabii ki, sırtında alın teriyle ıslattığı forması...
Bir futbolcunun en kutsal mesleki varlığı...
31 Numaralı formasını Sinan kardeşimize hediye etmişti Hüseyin kala...
İnanıyorum ki, o forma Sinan kardeşimize her zaman güç verecek...
Hüseyin Kala, Sinan kardeşimizden bir de söz aldı...
Sezonun ilk maçına kadar yüksek moralle hastalıkla mücadele edecek ve ilk maçta Kasımpaşa Stadı'nda Hüseyin Kala'nın misafiri olacak...
Sunan Çakmakçı'ya talimatı verdi Hüseyin Kala:

- Şu andan itibaren seni kampa alıyorum. Bu kamp döneminde iyi çalışacaksın ve sezon başlayana kadar maça hazır hale geleceksin. Sezonun açılış maçında da birlikte Kasımpaşa R. Tayyip Erdoğan Stadı'nda olacağız...
Sinan söz verdi. Kamp dönemini iyi değerlendirecek ve sezonun ilk maçına kadar sahaya çıkmaya hazır olacak...

***
Hüseyin Kala kendine yakışır bir güzelliğe daha imzasını atmıştı...
Bu güzelliği yaşamamıza vesile olan Arma Altı Tayfa gurubunu da unutmamak gerekli...
Yıllardır yaptıkları sosyal sorumluluk projeleri ile örnek davranışlar sergileyen gençleri liderleri Selim Güvey nezdinde tebrik ediyor ve hepsine tek tek teşekkür ediyorum...
Günlerdir ülke gündemini meşgul eden futbol cinayetinin verdiği yılgınlık ve kırgınlık duygularımızı, böylesine bilinçli futbol taraftarlarının varlığını görmek bir anda silip attı...
Ülkemizin bir çok yerinde bu tür sosyal sorumluluk etkinlikleriyle varlıklarını sürdüren futbol taraftarlarının bulunduğunu biliyoruz. Bunu bizzat yaşamak içimizdeki olumsuz düşünceleri bir an da olsa silip attı...
Kasımpaşa Kulübü böylesine bir taraftar gurubuna sahip olduğu için çok şanslı...
Bu insanlara sahip çıkılmalı, desteklenmeli...
Badece kulüp olarak değil, bütün semt, bütün Beyoğlu ve bütün futbol camiası bu gençlere sahip çıkmalı...
Türkiye'nin her yerinde var bu insanlardan...
Onlara sahip çıkılmalı...
Futboldaki şiddet alınan polisiye önlemlerle değil, bu tür güzelliklere imza atanların çoğalmasıyla sona erer bunu yetkililerimiz ve medyamız çok iyi anlamalıdır...
***
Sinan Çakmakçı kardeşime bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletirken, hasta ziyaretlerinin ne kadar önemli olduğunu da vurgulamak isterim...
Hasta ziyaretine giderken "Ayıp olmasın, bak bak gelmediler demesinler" düşüncesiyle yola çıkmayınız...
Yola çıkarken "Gideyim de ben de hastamızın hastalığını yenebilmesi için ona biraz güç vereyim, moral vereyim" düşüncesiyle gidin...
İnancınız hangi yönde ise, mutlaka inancınızın gerektirdiği dualarla gidin...
Hasta ziyarete o zaman gerçekten işe yarayacaktır...

24 Mayıs 2013 Cuma

Helal Olsun Halil Ünal!

Halil Ünal Eskişehirspor'da yöneticilik yapmaya başladığından bu yana ilk defa böyle bir başlık altında, kendisinin yaptığı bir icraata beğeni ve takdirimi dile getireceğim. Tabii bu satırları yazarken de bir çok ESES sevdalısı gönüldaşımın da "Halil Ünalcı!", "Halil Ünal'dan maaş alıyor!", "Halil Ünal'ın yalakası!" tarzındaki eleştirilerini de göze almış bulunmaktayım. Fakat ben her zaman şuna inanırım: Birilerinin ne dediği önemli değildir. Önemli olan benim kendime olan inancım ve saygımdır. Halil Ünal'ı bugüne kadar sürekli eleştirmiş biri olarak bir kere de olsun takdir etmek benim de hakkımdır.
---------

Efendim Eskişehirspor camiası çok iyi bilir.
Eskişehirspor kurulduğu yıldan bu yana malum üç takımın Bizans oyunlarına maruz kalmış bir camiadır.
Kurulduğu yıl büyük bir başarı göstererek "Kurulduğu yıl 1. Lig'e çıkan 2. takım" ünvanıyla dünya futbol tarihine adını yazdıran Eskişehirspor, bu başarının ardından hem ülkemiz futbol tarihine, hem de dünya futbol tarihine çok kısa bir zaman içersinde adını başarılarla yazdıran bir kulüptür.
Kısa bir zaman içinde Eskişehirspor'u kendileri için büyük bir tehlike olarak gören üç İstanbul takımının başkanları bir araya gelerek üç takımın taraftarının da Eskişehirspor'a karşı birleşmesi gerektiği yönünde açıklamalar yaptılar.
Taraftarları birleştiremediler belki ama kendileri birleşti.
Eskişehirspor'a karşı akla hayale gelmedik oyunlar oynadılar.
Oyunlarla başa çıkamadıkları zamanlarda da silahlı çeteler ile tehditler savurdular.
Bunları tarih hep yazıyor.
***
Oynadıkları oyunlar sonucunda Eskişehirspor'u ligden düşürdüler.
Önce zayıflattılar, direncimizi kırdılar...
Sonra da kaçınılmaz son geldi...
Eskişehirspor düştüğü alt liglerin en altındaki lige kadar gitti...
Yani dibi gördük...
Dibi görsek de orada bile taraftarımızla adımızı dünya futbol tarihine bir kez daha yazdırdık.
Bütün futbol camiası anladı ki;
1965'de yeşeren Kara&Kızıl sevda sonsuza kadar dinmeyecek.
Futbol'da sevginin ötesindeki duygu ilk kez Eskişehirspor ile yaşandı...
Eskişehirspor taraftarları takımlarına hissettiklerini AŞK olarak dillendiriyorlardı...
Biz taraftar değiliz;
Eskişehirspor'un aşıklarıyız, dediler ve bu aşkı sonsuza kadar yaşatmak için yeminler ettiler...
***
Aradan yıllar geçti.
O sönmeyen ateş yeniden alevlendi.
Üç İstanbul takımının korkulu rüyası yeniden layık olduğu yere geldi.
Bu lige yeniden döndüğümüzde korkularımız yine aynı tazeliğini koruyordu.
Üç takımın Bizans oyunları yine başlayacaktı.
Ve beklediğimiz oldu tabiiki.
Resmi verilere göre Süper Lig'e çıktığımız ilk sezon yine bir rekor kırmıştık.
Bu rekor hem TFF'nin hem de MHK'nın yüz karası bir rekordu.
Eskişehirspor o sezon hakem hatalarından dolayı tam 14 puan kaybetmişti.
Lig'de kalmayı başarmıştık tüm bunlara rağmen.
Şanlı direniş yeniden başlamıştı.

***
Bugüne kadar üç takım egemenliğindeki futbol düzeninde her türlü haksızlığa maruz kaldık.
Her türlü Bizans oyunu bizim için oynandı.
Ve bugün bir transfer olayı yaşadı tüm Türkiye...
Eskişehirspor'un genç yıldızı Alper Potuk, hem GS hem de FB'nin transfer listesinde idi.
Alper'in gideceği kesin.
Ama hangisine gidecek o belli değil.
Eskişehirspor başkanı tasvip etmediğim bir davranış biçimi de olsa iki kulübü birbiriyle kapıştırdı.
En iyi teklifi yapan Alper'i aldı.
İstanbul'un Kırmızı-Sarı'lı ekibi GS, ezeli rakibi olan Lacivert - Sarı'lı FB'den büyük bir çalım yedi.

Tabii Kırmızı - Sarı'lı ekip yöneticileri küplere bindi.
Hem FB'ye, hem de Halil Ünal'a veryansın ettiler.
Halil Ünal'ı etik davranmamakla itham ettiler...
Eskişehirspor başkanı Halil Ünal ise, kendini haklı gösteren açıklamalar yaptı...
***
Söz konusu İstanbul'un üç malum takımı ise; ne kadar sevmesem de ben kendi kulübümün başkanının sözlerine inanırım.
Öyle olmasa bile;

Farzedelim ki, etik davranmadı...
Ortalığı kızıştırdı...
GS ile el sıkıştı ama FB'ye verdi Alper'i...

Argo tabirle GS'ye madik attı diyelim...
Ne olmuş yani kıyamet mi koptu...
Onlar 40 yıldır bize Bizans oyunları oynadılar;

Eskişehirspor başkanı Halil Ünal da onlara bir Ali Cengiz oyunu oynamış çok mu!?

23 Mayıs 2013 Perşembe

Güle güle Alper Potuk...

Eskişehirspor yıllar sonra bir büyük transfer macerası daha yaşadı...
Eskişehirspor'da yetişen genç bir yıldız...
Oynadığı her maçta giydiği formanın hakkını vermek için çabalamış;
Üzerinde taşıdığı renklerin ağırlığını her zaman omuzlarında hissetmiş bir genç adam...
Alper Potuk...
Galatasaray ve Fenerbahçe'nin kıyasıya verdiği bir mücadele sonucunda FB'ye transfer olan genç yıldız sayesinde biz Eskişehirspor tarartarları da yıllar sonra böylesine büyük bir transfer heyecanı yaşadık...
Elbette gönlümüz Eskişehirspor'da kalması ve uzun yıllar bu takımın formasını giyerek, "Eskişehirsporlu Alper" olarak futbol hayatını noktalaması idi...
Ama olmadı...
Alper Potuk'a bir "İsmail Arca olmak" nasip olmadı...
Ne o dönemdeki dirayetli yöneticiler kaldı;
Ne de o dönemlerdeki 1965 Ruhu...
Olsun biz yine de memnunduk Alper'imizden...
Bizi bırakıp gitse de, hep güzellikleriyle anacağız Onu...
***
Zaman zaman kızdık...
Zaman zaman sövdük...
Tribünden salladık,
Klavye başında salladık...
Ama her daim sevdik Alper kardeşimizi...
Bu camia yaptığı hizmetleri,
Yaşattığı mutlulukları asla unutmayacak!
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur kabilinden;
Alper Potuk ismini hep güzelliklerle anacağız
Eskişehir'e ve Eskişehirspor'a olan sevgisini her zaman yüreğinde yaşatmasını diliyoruz...
***
Alper Potuk'u yeni takımına yüreğimiz buruk uğurluyoruz...
Belki yıllardır ilk defa bir futbolcuyu bu kadar sevmişti bu camia...
Her haliyle Eskişehirspor'un;
Şanli mazisine,
Renklerine
Armasına
Dik duruşuna yakışır bir yıldız oldu Alper Potuk...
Biz Onun yeni takımında da aynı duruşunu sergilemesini bekleriz...
Giydiği formanın hakkını vermeli,
Lacivert - Sarı renklere gönül vermiş insanların beklentilerini boşa çıkarmamalı...
Eskişehirspor formasıyla ulaştığı Milli Forma'yı asla sırtından çıkarmamalı...
Sadece Eskişehirspor ya da FB taraftarlarının değil bütün ülkenin gurur duyacağı bir yıldız olarak futbol yaşamını sürdürmeli...
***
Gönlümüz kırık da olsa,
Dedik ya "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur"
Güzelliklerinin hatırını asla unutmayacağız...
Gün olur devran döner bu camiya yeniden geri gelirsen
Gönlümüzdeki yerin hep aynı olacak...
Formasını giyeceğin camia zor bir camiadır...
Bir nevi kurtlar sofrası...
Bu sofrada kendine yer açabilmen hepimizin gururu olacak...
Bu zorlu yolda Allah yar ve yardımcın olsun Sevgili Alper Potuk...

21 Mayıs 2013 Salı

Tövbe edeni Allah'a Havale Etmek!

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekili sayın Halil Ürün ülkemizden kaçmalarına göz yumdukları Pkk'lı teröristler için "Tövbe eden teröristleri Allah'a havale edelim. Bırakalım gitsinler.." şeklinde bir ifadeyle teröristlerin ülkemiz topraklarından kaçırılmaları konusunda halkın tepkisini yumuşatmaya çalışıyor.
Malum bunların en büyük silahı zaten din sömürüsü...
Sıkıştıkları anda hepsi bir din uleması oluveriyor...
Halkımızın zayıf noktasını çok iyi biliyorlar ve sürekli bu zayıf noktadan vuruyorlar...
Bu din sömürüsünü öyle bir noktaya getirdiler ki;
Bazı yandaşlar AKP'yi desteklemeyenlerin cehennemlik olduğu yönünde fetvaları bile bulunmaktadır.
***
Şimdi gelelim AKP milletvekilinin sözlerine...
Tövbe edeni Allah'a havale edelim diyor...
Elbette Allah'a havale edeceğiz, başka kime havale edebiliriz ki!?
Ancak, bu insanların tövbe ettiklerini görmek gerekmiyor mu?
Bu tövbeyi ne zaman nerede yaptılar?
Hele bir gelsinler;
Şehit analarıyla, babalarıyla;
Şehitlerin çocuklarıyla, yavuklularıyla, nişanlılarıyla;
Arkadaşlarıyla, kardeşleriyle, amcalarıyla, dayılarıyla;
Halalarıyla, teyzeleriyle, enişteleriyle, ağabeyleriyle;
Dostlarıyla, can yoldaşlarıyla...
Hasılı kelam bu teröristler canlarına kıydıkları Mehmetçiklerin yakınlarıyla oturup bir helalleşsinler;
Sonra Allah'ın huzuruna geçip bir tövbe istiğfar çeksinler bakalım...
***
İslam hukukunda bizim bildiğimiz kadarıyla kul hakkı diye bir durum var...
Ulu Tanrı Allah-ü Teala bizim bildiğimiz kadarıyla insanlar arasındaki "hak" meselesinde önce insanların kendi aralarında helalleşmelerini emrediyor...
Yani ulu yaratan "önce siz bir helalleşin, sonra benim kapıma gelip tövbe edin" buyurmaktadır...
İki insan arasındaki hukuk üçüncü bir kişi tarafından giderilemez...
Hele ki devleti yönetenler bu hukuk hakkında hiçbir hüküm veremez...
Madem sizin dediğiniz kadar basittir bu konu;
Bir "Tövbe İstiğfar Kurumu" oluşturun her suç işleyeni oraya götürüp tövbe ettirin ve Allah'a havale ettik deyip salıverin...
Bu ülke ne yazık ki; 14 yaşında bir çocuğa tecavüz eden deyyuslara "iyi hal indirimi" yapan bir hukuk sistemine sahiptir. Böylesi bir hukuk sisteminde teröristlere tövbe ettirip, Allah'a havale etmek de çok normaldir aslında...
***
Otuz yılı aşkın zamandır, çoluk - çocuk, genç - yaşlı, asker - sivil, Türk - Kürt demeden binlerce insanımızı katledenlerin kurtuluşu AKP iktidarı ile işte bu kadar kolay olmuştur.
AKP iktidara geldiği günlerde devlete "kulunuz köleniz olayım, ne isterseniz yaparım, her türlü ispiyonu en iyi yaparım, sakın beni asmayın" diye yalvaranlar bugün AKP iktidarının "ustalık" döneminde devletin muhatabı olmuşlardır.
Devlet teröristbaşını bir devlet başkanı gibi muhatap almış,
Yol haritaları hazırlattırmış ve bu yol haritası üzerinde emin adımlarla ilerlemektedir.
Şimdi kalkıyorlar tövbe kapısını açıyorlar...
Haydi açtığınız o kapıdan bir tane terörist getirin de tövbe ettirin bakalım...
Bir helalleşme merasimi hazırlayın...
Kameralar canlı olarak yayınlasınlar bir şehit ailesiyle bir teröristin helaleşmesini...
Sonra da biz o teröristi Allah'a havale edelim...

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Üç takımın ve İstanbul medyasının "Muz Meselesi"

19 yaşında bir genci öldüler...
Bir ocağa öylesine bir ateş düştü ki; tarifi mümkün değil...
Sebep?
Bir büyütülmüş, bir diğer büyütülmüşü yenememiş...
Bir kaç damla timsah gözyaşının ardından aynı tas aynı hamam devam ediyorlar...
Tahrikler...
Çocukça göndermeler...
Futbol terörünün 19 yaşında bir can aldığı unutulmuş, tv ekranlarında şaklabanlık yapmaya devam ediyorlar...
Şimdi bir ırkçılık meselesi çıkardılar...
Yani sizin anlayacağınız "Muz Meselesi"
Biri birine muz sallamış...
Karın ağrısı varmış...
Ya da kabızlık sorunu...
Maksadı sahadakilere "maymun" göndermesi yapmak değilmiş...
Bu tür trajikomik mevzulardan nemalanan İstanbul medyasının kalemşörleri de sarıldılar bu mevzuya...
TV ekranlarında tiyatro yapıyorlar...
Muzu tutan
Muzu çeken
Muzu muhatap olarak kabul eden...
Hepsi bir bir ekranlara çıkıyor...
Günlerdir bu muz meselesi aldı başını gidiyor...
***
Bir diğer tarafta bir insanlık müsveddesi var...
Herkesin gözünün içine baka baka kendi muzunu tutup ahaliye sallıyor...
Bu da bir muz meselesi...
Acaba sayın Toroğlu ve Özdenak bunun için de bir tiyatro yapacaklar mı?
Doğrusu çok merak ediyorum...
Böyle bir tiyatro yaparlarsa muzu kim sallayacak?
Durum vaziyetine bakıyoruz...
Ağaçta yetişen muz ırkçılık aracı oluyor...
Peki insan müsveddesi bir yaratığın kendi muzunu tutup sallaması ne anlama geliyor?
Bunu konuşan var mı?
Yok...
Tartışan var mı?
Yok...
Tiyatro yapan var mı?
Yok...
Galiba (tam anımsamıyorum) bu insanlık müsveddesine 4 maç gibi tarihin en ağır (!) cezasını verdiler ve mevzuyu kapattılar...
Ağaçta yetişen muzu sallamak ırkçılık oluyor...
Günlerce mevzu ediliyor...
Ama kendi bedenindeki muzu sallamak!?
4 maç ceza oldu da bitti maşallah!
***
Bir kere daha anımsatayım...
Sahada birbirlerinin gırtlaklarına sarılarak, tribündeki insanları tahrik edenlere,
Halen çeşitli platformlarda bu tür tahriklere devam edenlere,
Bir cinayetin bile savunmasını yapmaya yeltenenlere,
Bir kere daha anımsatayım...
Bu tahrikleriniz sonrasında 19 yaşında bir genç öldürüldü....
Bu sizi yavaşlatmasın...
Durdurmasın...
Bütün hızınızla devam edin...
Hep birlikte muzlarınızı sallamaya devam edin...
Umurunuzda olmasın 19 yaşındaki gencin anasının babasının yüreğindeki yangın...
Utanmayın!
Devam edin!
***
Irkçılıktan bahsediyorlar...
Irkçılık nedir?
Bir ırkı diğer bir ırktan üstün görmek...
Muz göstermek ile ırkçılık arasındaki bağlantı nedir!?
Muz insanlardan ziyade maymunların baştacıdır...
Maymunların en önemli gıda maddesidir...
Bu da böyle bir algı...
Maymunlar da en çok Afrika'da olur...
Siyahi insanlarımıza muz gösterilmesi onlara maymunsun demek anlamına geliyormuş...
Bunu da üç takım taraftarından öğrendik sağolsunlar...
Yani siyah ırkı küçümsemek...
Hayvanla bir tutmak...
Bir nevi ayrımcılık yapmak, bölücülük yapmak...
Peki bu üç takım futbolcularının, yöneticilerinin ve bir kısım taraftarlarının yaptıkları ayrımcılık bölücülük sadece bununla mı sınırlı?
Bu üç takımın medya mensuplarının yaptıkları ayrımcılık, bölücülük sadece siyahi futbolculara muz sallamakla mı sınırlı?
Elbette değil!...
***
İstanbul medyası, üç takım dışındaki bütün takımlara ayrımcılık yapmıyor mu?
İstanbul medyası üç takım dışındaki takımları konu mankeni gibi mi görmüyorlar mı?
İstanbul medyası üç takım dışındaki takımların armasını, renklerini dahi doğru bir şekilde yayınlamaktan aciz değiller mi?
İstanbul medyası, yıllardır bu ayrımcılığı ve bölücülüğü yapmıyor mu?
Elbette yapıyor...
Gözümüzün içine baka baka yapıyor...
Üç takım mensuplarından, taraftarlarından herhangi birileri bir el sıkışsa, bu İstanbul medyası İsrail ile Filistin barışmış gibi bir havaya sokmuyorlar mı ülkemizi?
Türkiye'de başta Eskişehirspor ve Kasımpaşa camiaları olmak üzere bir çok futbol camiasının başlattığı dostluk ve kardeşlik akımını görmezden gelmiyorlar mı bu üç takımın kalemşörleri?
Eskişehirspor taraftarı belki de dünyada bir ilki gerçekleştirmişler...
Bugün İskoçya'da bir futbol takımının bütün taraftarları ESES sevdalısı olmuş...
Bu takımın yönetimi Eskişehirspor'a olan sevgileri sonucunda deplasman maçlarında Siyah- Kırmızi forma giyme kararı almış. Bunu hangi İstanbul medyası yazdı ya da ekranlarına taşıdı?
Elbette hiçbirisi!!
Üç satırlık bir baştan savma haberle geçiştirdiler...
Günlerdir ellerinde bir muz...
Sağa sola sallayıp duruyorlar...
Bu yaptıkları, bölücülük değil midir?
Bu yaptıkları ayrımcılık değil midir?
***
Bu üç takımın taraftarlarına da bir çift sözüm var...
Sevdanıza saygımız sonsuz...
Büyük bir çoğunluğunuzun o renklere ve armalara sevdalı olduğunuzu biliyoruz...
Sizin sevdanızı en iyi biz biliriz...
Fakat bu İstanbul medyası ve yöneticilerinizin dolmuşuna binmekten vazgeçin artık...
Yıllardır yaptıkları bölücülük ve ayrımcılığa siz de karşı çıkın...
Bu ligin sadece üç takım arasında geçmesinden memnunsanız kandırılmaya bunların dolmuşuna binmeye devam edin...
Biz sizin sevdanıza saygı duyuyoruz,
Siz de bizim sevdamıza saygı duyun ve tuttuğunuz takımların yöneticilerinin, futbolcularının yaptıkları insanlık dışı davranışları desteklemekten vazgeçin...
Göreceksiniz futbol böyle daha güzel olacak...



18 Mayıs 2013 Cumartesi

"Haber"siz Türkiye!...

Hiçbir şeyden haberimiz yok...
Türkiye'de yer yerinden oynasa haberi olmayan vatandaşlarımızın olabileceği aklımızın ucundan geçmezdi...
Reyhanlı'da yer yerinden oynamadı mı?
Resmi rakamlara göre 51 vatandaşımızın katledildiği,
Yüzlerce vatandaşımızın yaralandığı,
Onlarca binanın yakılıp, yıkıldığı,
Onlarca aracın kullanılamaz hale geldiği,
Bombalı bir saldırıya maruz kalmışız ve bundan haberi olmayan insanlarımız var aramızda...
"Haber"siz kaldık resmen!
Reyhanlı katliamının ardından, bir tv kanalı akıl etmiş "vatandaşa bir sorayım" demiş...
Bir kameraman, bir sunucu elinde mikrofon vatandaşa soruyor:
- Reyhanlı deyince aklınıza ne geliyor?
- .......................
- Adananın bir ilçesi değil mi?
- Adana'nın güzel bir ilçesi... Yoksa Hatay mıydı?
- Valla benim aklıma hiçbir şey gelmiyor....
- Ben anlamam öyle şeylerden, vatandaşlarımız iyi, her şey çok güzel işte...
- Bir kaç tane Türk Askeri ölmüştü galiba...
- Suriye ile sınır kapısı değil miydi? Öyleydi herhalde...
Daha niceleri...
Anlaşılan o ki hükümetin sansürü işe yaramış...
Millet habersiz kalmış...
Söz konusu röportajda en son ekrana gelen bir bayan var. Biraz telaşlı, sanki "Hay Allah nerden çıktı bunlar" der gibi. Muhabir ona da soruyor aynı soruyu:
- Efendim Reyhanlı deyince aklınıza ne geliyor?
Cevap çok hızlı ve net:
- Bu hükümetin koyduğu yasak kalktı mı?
Bu sözlerin yorumunu da varın siz yapın...
***
Hükümet örtülü örtüsüz milleti habersiz bırakmak için büyük çaba sarfediyor...
Elegeçirdikleri tv kanallarında öylesine bir dizi furyası başlattılar ki, halkımız tam bir dizikolik oldu...
Bu malum tv kanallarında zaten milleti rahatsız edecek haberler yer almıyor.
Şehit cenazelerine sansür koymakla başladılar...
Teröristlerin sözde barış süreci çerçevesinde ülkeden kaçmalarının sağlanmasında da malum tv kanalları üç maymunu oynadı...
Reyhanlı katliamında yaşananlarda hükümet ilk anda müdahale edemedi.
Bazı görüntüler basına yansıdı.
Hükümet olayla ilgili açıklama yapmak yerine alel acele yayın yasağı (sansür) getirdi.
Zaten gerçekleri milletimizden gizlemekle yükümlü medyaya sansür uygulandı.
Yabancı basın 200'e yakın ölüden ve muhalif teröristlerden bahsederken, biz günlerce olayda kaç kaybımızın olduğunu bile bilemedik.
Yabancı medya organlarının tamamı olayı Suriyeli Muhaliflerin gerçekleştirdiğini yazıp, söylerken bizim yetkililerimizin tek yaptıkları bu iddiaları çürütme çabası idi...
***
Yine habersiz kalmıştık...
Aslında kaç gündür Doğu Türkistan'da gerçekleştirilen katliamı yazmayı düşünüyordum.
Müslüman Türk milletinin bu katliamdan neden haberdar olmadığını kendi kendime soruyor ve bunu sizlerle de paylaşmak istiyordum?
Reyhanlı katliamı bizlere öylesine büyük bir acı yaşattı ki, Doğu Türkistan Türkleri'nin maruz kaldığı bu katliamı unuttuk biz de...
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutladığımız gün...
Yani 23 Nisan 2013 tarihinde,
Doğu Türkistan  emperyalist Çin yönetimi bir katliama imza attı...
Kaşgar ilinde meydana gelen olayda silahsız savunmasız Müslüman Uygur Türkleri'ne saldıran Çinliler 21 soydaşımızı şehit ettiler.
Bu katliamdan Türkiye'deki Türkler habersizdi...
BM olayla ilgili kınama mesajı yayınladı.
Çin yönetimini uyardı.
Bir çok uluslararası Sivil Toplum Kuruluşu bu katliamı kınadı.
Bir çok ülke katliamla ilgili kınama mesajı yayınladı...
Ne yazık ki, Suriye'deki iç savaşın bir tarafı olmak meşgul olan TC Hükümeti bu katliamla ilgili en ufak bir açıklama dahi yapmadı.
Belki onlar da habersizdi!..
***
Suriye'deki Müslümanlar kardeşiniz ise;
Doğu Türkistan'daki Müslüman Türkler neyiniz oluyor?
Dünyanın her yerinde başka ırklara mensup Müslümanlara yönelik saldırılarda hemen ortaya atlıyorsunuz...
Çok da iyi yapıyorsunuz...
Yardım kampanyaları düzenliyorsunuz...
Onu da çok iyi yapıyorsunuz...
Peki katliama maruz kalanlar TÜRK olunca neden kılınız kıpırdamıyor...
Onlar Müslüman değiller mi?
Onlar din kardeşiniz değiller mi?
Nedir sizin bu TÜRK nefretiniz?
- Efendim biz de oraya bi kere gittik...
Gittiniz de ne yaptınız?
Çin'e de "Van Minut" dediniz de biz mi duymadık?...
"Çin Türklerden özür dileyecek" dediniz de biz mi habersiz kaldık?
"Doğu Türkistan'daki katliamlar devam ederse Çin ile ilişkilerimizi gözden geçireceğiz" dediniz de biz mi "Durun yapmayın biz Çin malı ürünleri çok seviyoruz" dedik?
Kendi içimizdeki hainlerin "soykırım", "asimilasyon" gibi zırvaları için yeri göğü inletirken, bugün yıldönümünü kutladığımız Kırım Sürgünü ile alakalı kaç kelime ettiniz?
***
Neye üzüleceğimi şaşırdım artık...
Reyhanlı'daki katliama mı üzüleyim,
Yoksa bu katliamdan haberi bile olmayan ve bu topraklarda yaşayan milletimin haline mi...
Dünyanın bilmem neresindeki bir Müslüman için gözyaşı döküp de Türk Müslüman katliama uğradığı vakit haberi bile olmayan hükümetimin haline, milletimin haline mi üzüleyim...
Neye üzüleyim ki ben?
Hangi bir acıya göğsümü siper edeyim?
Suriye'deki iç savaş nedeniyle yakınlarını kaybeden bir adama sarılıp ağlayan bir bakan ve Müslüman Türklere uygulanan katliamdan haberi bile olmayan bir bakan...
Hangi taşlara başımı vurayım ki ben?
Reyhanlı'da Türkler katledildi...
Bırakın hükümetten birinin gözyaşı dökmesini, aradan kaç gün geçti daha bir tane bakan oraya gidemedi!
Doğu Türkistan'da Türkler katledildi...
BM başta olmak üzere bir çok ülke ve STK kınama mesajı yayınladı TC Hükümetinin gıkı çıkmadı!
Milletimin ise, burnunun dibinde Reyhanlı'daki katliamdan haberi yok ki; Doğu Türkistan'daki katliamdan haberi olsun...
***
Uyan artık ey milletim uyan!
10 yılı aşkın bir süredir Türk düşmanı ırkçı bir yönetim bir milleti yok etmeye çalışıyor...
Sen ise; halen oyundasın, oynaştasın!





16 Mayıs 2013 Perşembe

"Önce Güven" ve Susan Yönetim...

Eskişehirspor camiası ilk kez bir seçim atmosferinde buldu kendini.
Bazı çevreler seçimde oy kullanacak olan delegelerin şaibeli olduğunu iddia ediyor.
Bu iddiaların doğru olması durumunda bu seçim atmosferinin camiaya bir fayda sağlamayacağı açık...
Kendilerini alternatif iktidar olarak lanse eden Mesut Hoşcan ve ekibinin çabaları boş...
Kendileri çalıp kendileri söyleyip, kendileri dinlemiş olacak...
Şaibe derken de ortada öyle usulsüz bir durum yok gibi.
İddialara göre Halil Ünal başkanlığı döneminde kendi akrabalarını ve yandaşlarını üye yapmış...
Aidatları ödenmiş mi? Ödenmiş...
Kulübe üye olmalarında bir sakınca var mı? Yok...
Tek problem Halil Ünal'ın yakını ya da adamı olmaları...
Bu da bir nevi şaibe anlamına gelebilir tabii ki...
***
Seçim atmosferine iyice girdiğimiz şu günlerde her iki tarafı da tahlil ediyorum.
Kulübe üye olma imkanımız olmadığı için genel kurulda söz hakkımız da yok.
Ancak 43 yıllık bir Eskişehirspor sevdalısı olarak en azından yazılarımızla, yorumlarımızla biz de bir şeyler söyleme hakkına sahibiz diye düşünüyor ve herhangi bir adayın destekçisi değil de birileri tarafından putperest olarak tanımlanabilecek bir şekilde ESES sevdalısı olarak kendimde bu hakkı görüyorum.
Genel kurulda söz sahibi olan değerli dostlarımız, ağabeylerimiz, kardeşlerimiz var...
Belki düşüncelerimiz, eleştirilerimiz ve yorumlarımız onlara da bir görüş açısı sağlayabilir...
***
Mustafa Akgören var bir tarafta...
Taraftarın tanıdığı, bildiği, sevdiği, saydığı bir adam...
Tribünlerden yetişmiş,
Deplasman lezzetini iliklerine kadar hissetmiş,
Tribün kültürünü beynine kalbine nakşetmiş biri...
Önce Güven sloganı ile ortaya çıkan bu gurubun kuşkusuz en dikkat çeken adamı Mustafa Akgören...
Taraftar elbette önce ona güvenmek isteyecektir...
Bir diğer önemli isim de Mesut Hoşcan...
Mesut Hoşcan'ı hiç tanımam...
Yönetimde bulunduğu dönemlerden bilirim...
Kris Boyd'un görkemli bir şekilde getirilmesini sağlamıştı...
En aklımda kalan yönü bu...
Bugün seçim ofisinin açılışındaki fotoğraflarını gördüm...
Yüz ifadesi ve giyim tarzı ile bir güven veriyor...
Yıllar nöce Halil Ünal'a yönelik ilk eleştirimi anımsıyorum bu noktada...

Kendisine yönelik ilk eleştirim bir fotoğrafından dolayı olmuştu...
Bu fotoğraf Eskişehirspor'un kutsal başkanlık makamına yakışacak bir fotoğraf değil diyerek günlerce eleştirmiştim...
Aradan yıllar geçti, şimdi yine bir başkan adayına ilk olumlu eleştirimi yine bir fotoğraf üzerinden yapıyorum...
***
Mesut Hoşcan ekibinin çalışmalarına baktığımız vakit;
"Önce Güven" sloganlarının boş olmadığını anlayabiliyoruz...
Son derece ciddi bir çalışma yürütüyorlar...
Seçim ofisi açılmış...
Seçim kampanyası bir sloganla netleştirilmiş...
Sosyal medya ağı çok iyi kullanılıyor...
Basın ile ilişkileri en üst düzeyde devam ediyor...
Mevcut yönetimin tüm başarısızlıklarını Eskişehirspor camiasına çok hızlı ve net bir şekilde ulaştırıyorlar...
Kendi adıma şu ana kadar bu ekibe inanma noktasına gelmedim...
Fakat şu da bir gerçek ki;
Eskişehirspor'a yakışır bir anlayışla çalışıyorlar...
Göreve gelir ve seçim sürecinde kendileri için çalıştıkları kadar Eskişehirspor için çalışırlarsa bir şeyler değişebilir düşüncesi ister istemez oluşuyor kafamızda...

Mesut Hoşcan ve ekibinin artıları var...
Karşılarında yıpranmış bir yönetim var...
Yıllarca da birlikte çalıştıkları bu yönetimin elbette zaafiyetlerini de çok iyi biliyorlar...
Bu noktada şaibeli üyelik iddiaları geliyor aklımıza...
Yıllardır bu yönetim içinde olan kişiler,
Böyle bir şaibenin gerçekten var olduğunu bilselerdi herhalde bunca emeği boşa sarfetmezlerdi...
***
Mesut Hoşcan ve ekibi hakkında bunca güzel laf ettikten sonra neden halen onlara inanmadığımı sorgulayanlar çıkabilir tabii ki...
Öncelikle şunu belirtmek isterim;
Halil Ünal'ın bugüne kadar yaptıkları ortada...
Pek çok noksanları olmasına rağmen, bugün Eskişehirspor'u iki adaylı bir seçim atmosferine sokacak kadar güçlü bir hale getirmiştir.
Hepimiz çok iyi biliyoruz...
Bu takım zamanı geldi sahipsiz kaldı...
Kayyuma devredilme dedikoduları ortada dolaştı...
Kişiler zoraki olarak aday yapıldı...
Bugünleri hepimiz gördük...
Ancak Halil Ünal yönetiminde ilk kez 2 adaylı bir seçim yaşayacağız...
İlk kez muhalif bir ekip çıktı ve "Bu görevi ben mevcut yönetimden daha iyi yaparım" dedi...
Halil Ünal döneminde Eskişehirspor tarihinin en kötü günlerini yaşamadı...
O günleri yaşadığımız zamanlarda yönetici bulamadık..
Bugün ise, 2 adaylı bir seçim süreci yaşıyoruz...
Mesut Hoşcan ve ekibinin yürüttüğü bu güzel seçim çalışmalarını ilk görüyoruz ve bu da Halil Ünal döneminde oluyor...
***
Eskişehirspor, yıllar sonra çıktığı süper ligde asansör takım olmadı...
Geldiği gibi giden onca takım oldu ama Eskişehirspor geldi ve kaldı...
Kalmakla da yetinmedi...
Üst sıralarda iddialı oldu...
Avrupa Kupaları'na katıldı...
İskoçya'da bir kente Eskişehirspor sevgisini aşıladı...
Türkiye Kupası'nda iki kez finalden döndü...
Taraflı tarafsız herkesin kabul ettiği bir gerçek daha var;
Halil Ünal döneminde Türkiye'nin en iyi kadrolarından biri oluşturuldu...
Eskişehirspor Kulübü başkanı ilk kez Kulüpler Birliği Başkanı oldu..
Halil Ünal başkanlığındaki yönetimin sayılabilecek artıları daha da vardır mutlaka...
Benim bir çırpıda aklıma gelenler bunlar...
Eksileri yok mu!?
Elbette var...
Benim de sürekli eleştirdiğim bir çok yanlış uygulamaları oldu...
Bir çok hatalar yapıldı...
Eskişehirspor'u belki çok daha iyi yerlere getirebilecekken yapamadı...
Yüksek Eskişehirsporluluk Bilinci'ne ters düşen bir çok uygulaması oldu...
En önemlisi de, Eskişehirspor sevdalılarının Eskişehirspor üyeliklerine kota koyması oldu...
Sevdaya kota koyan yönetim olarak tarihe geçti bu yönetim...
Ancak tüm bu yanlışlıklar yapılırken Halil Ünal yönetiminin içinde Mesut Hoşcan da vardı...
***
Mesut Hoşcan ve ekibi, insana güven veren bir çalışma temposunun içindeyken,
Aynı süreci yaşayan Halil Ünal ve ekibi ne yapıyor peki?
Bu sorunun cevabı koca bir hiç...
Özellikle son dönemde futbolcuların ve personelin alacakları ile ilgili söylentiler ayyuka çıkmışken Halil Ünal ve yönetimi susuyor...
Hiçbir suçlamaya adam akıllı bir cevap verilmiyor...
Hiçbir şekilde camiaya yönelik bir seçim çalışması yapılmıyor...
Sosyal medya kullanılmıyor...
Seçim ofisi açılmıyor...
Seçimlerle ilgili hiçbir takvim belirlenmemiş...
Yönetim hep susuyor...
Transfer dedikoduları ayyuka çıkmış,
Yönetim susuyor...
Eskişehirspor, oynadığı son kupa maçında ve ondan önceki maçlarda tam bir hakem faciası ile karşı karşıya kalmış,
Yönetim yine susuyor...
Ses seda yok...
Halil Ünal belki de bunları yapmak için sezonun bitmesini bekliyor...
Belki genel kurulda yarışacak olan ekibini alıp kameralar karşısına geçerek tüm suçlamalara yanıt verecek...
Bunu da zamanla göreceğiz...
***
Mesut Hoşcan ve ekibi "Önce Güven" sloganı ile camiadan önemli ölçüde destek sağlamış durumda...
Bu destek genel kurul üyelerine de yansırsa işi kolay olacak demektir...
Mesut Hoşcan'dan beklentim,
Vaatlerini bir seçim bildirgesi halinde camiaya sunmasıdır...
Şu ana kadar tıpkı Halil Ünal'ın önceki dönemlerde yaptığı gibi sadece beyanatlarını görüyoruz...
Halil Ünal yönetiminde yapılan son mali kongredeki gelirler hanesinde yöneticilerin kulübe ne kadar katkı yaptığına dair bir gelir kalemi göremedim ben...
Mesut Hoşcan ve ekibi bu gelir hanesini dolduracak mı?
Mesut Hoşcan ve ekibi yönetime gelmeleri durumunda bu kulübe ne kadar maddi katkı sağlayacaklar?
Yapılacak ilk mali kongrede "yöneticiler kulübe şu kadar para bağışlamışlardır" şeklinde bir gelir kaynağı görebilecek miyiz?
Mesut Hoşcan ve ekibi seçimleri kazanmaları durumunda hangi transferleri yapmayı planlıyor?
Mevcut yönetimin Alper'i satmasını varsayarak Mesut Hoşcan bir plan geliştirmiş midir?
Mevcut yönetim borçlarını ödemek için sadece Alper değil; Veysel, Kamara, Erkan ve Necati Ateş'i de satacak gibi görünüyor. Mesut Hoşcan bu ihtimali düşünerek bir plan yapmış mıdır?
Mesut Hoşcan seçimleri kazanması durumunda yeni bir teknik direktör getirecek midir?
Üyelikler üzerindeki kota kaldırılacak ve Eskişehirspor sevdalılarının kulüplerine daha kolay üye olabilmeleri sağlanacak mıdır!?
Kurumsallaşma adına neler yapılacaktır?
Mesut Hoşcan'ın bu tür sorulara cevap veren bir seçim bildirgesi ile yoluna devam etmesi eminim aradığı güven ortamını çok daha hızlı bir şekilde sağlamasına yardımcı olacaktır.
***
Eskişehirspor'u seven her gönüldaşım bu soruları sormalıdır...
Sonuçta biz ne Halil Ünal sevdalısıyız, ne de Mesut Hoşcan...
Biz Eskişehirspor sevdalısıyız...
Halil Ünal'ı destekleyenlerimiz Halil Ünal'a sorulması gereken soruları sormalı...
Mesut Hoşcan&ı destekleyenlerimiz de Mesut Hoşcan'a sorulması gerekenleri sormalıdır...
Bunu başarabilirsek,
Halil Ünalcı ya da Mesut Hoşcancı olmak yerine Eskişehirspor sevdalısı kalmayı başarabilirsek bu süreçte, işte o zaman kazanan isimler değil, Eskişehirspor olacaktır...
Her iki isim de saygıdeğerdir...
Her iki isim de bu kulübe hizmet etmişlerdir...
Her iki isim de hatalarıyla doğrularıyla bu camiaya yıllarını vermişlerdir...
Bu insanlar da sonuçta peygamber, evliya, ermiş değiller, hatasız olmalarını bekleyemeyiz...
Mesut Hoşcan bu hizmet kervanında bir adım öne geçmiş ve camiamızı ilk kez iki listeli bir seçim sürecine sokmuştur...
Bu bile önemli bir hizmettir...
Muhalefetin olmadığı yerde iktidar daha çok yanlış yapar...
Seçimi kazanamasa bile Mesut Hoşcan ve ekibi böylesine tarihi bir hizmete imza atmış olacaktır...
Bu göreve talip olan herkese gereken saygının gösterilmesi ve Eskişehirspor'a yakışır bir genel kurul yaşanması dileklerimle her iki ekibe de başarılar diliyorum...
YAŞASIN ESKİŞEHİRSPOR!