31 Ekim 2013 Perşembe

Başörtüsü, Faiz ve Samimiyet...

İsteseniz de istemeseniz de bazı gündem maddelerinin içinde bulabiliyorsunuz kendinizi...
Oldum olası bu Başörtüsü/Türban meselesine girmek istememişimdir...
Çünkü benim sorunum değil bu.

Tamamen kadınların meselesidir.
Bir kadın "ben inancım gereği saçlarımı örtmek istiyorum" diyorsa bu beni hiç mi hiç ilgilendirmez...
İnsanlar nasıl inanıyorsa öyle yaşama özgürlüğüne sahiptirler.

Konunun dini tarafını bir yana bırakıp insani açıdan baktığımız vakit mesele bu kadar nettir.
Bir kadın çarşaf giymek istiyorsa çarşaf giymeli, başörtüsü takmak istiyorsa takmalı, bikini giyip denize girmek istiyorsa girmeli...
Çağdaş devlet anlayışı da hem tesettürün, hem de dekoltenin güvencesi olmalıdır.
***
Ancak ülkemizde bu bir türlü olamadı.
Darbeci "laik" kesimin iktidarında türban kamusal alanda yasaklandı.
Genç kızlarımız başları örtülü olduğu için okullara alınmadılar...
Rencide edildiler...
Sözlü ve fiili tacizlere maruz bırakıldılar...
Tam bir zulüm dönemi yaşandı...
Şimdilerde bu dönem bitiyor gibi görünüyor.
Ancak zulüm pek bitecek gibi görünmüyor...
Bu kez intikam hırsıyla dolu dindar kesim geçmişte yaşananların öcünü alma peşinde..
Alenen tesettürlü olmayanlara karşı bir yasaklama getirme cesareti henüz hasıl olmamış olsa bile, bir bakanın bir tv spikerinin dekoltesini eleştiren sözleri sonrasında o spiker bayan hemen işten atılabiliyor.
Örtülü bir yasaklama dönemindeyiz...
Yaşananlardan edindiğimiz tecrübe bize bu yasaklamanın da zamanı geldiğinde uygulamaya konulacağını gösteriyor.
***
Bugün TBMM'de başörtüsü şovu yaşanacak...
AKP'nin başı açık 4 vekili bugün başları örtülü olarak meclise girecekler.
CHP'nin milletvekilleri de İç Tüzük'e aykırı olduğu gerekçesiyle onlara karşı çıkacak.
Ortam Gezi Eylemleri'nden sonra bir kez daha gerilecek...
Aslına bakarsanız her iki partinin de samimi bir şekilde dertlerinin başörtüsü olduğunu sanmıyorum.
AKP yaklaşan yerel seçimler öncesinde dindar seçmene mesaj verme çabası içinde.
CHP de AKP'nin bu hamlesine karşı kendi tabanına mesaj verme derdinde.
BDP "terör örgütü lideri Apo'ya bile özgürlük isterken başörtüsüne karşı çıkmamız ayıp olur" edasıyla başörtüsüne destek verecek.
MHP ise, yıllardır söylediğini söylüyor "Milletin inançlarıyla oynamayın, milletin inançlarını siyasi malzeme yapmayın!"
Sonuç olarak CHP ve AKP'nin tutumu sayesinde halk yine bir gerginliğin içinde bulacak kendini.
***
Her iki tarafta da samimiyet arıyoruz.
Engelli CHP milletvekilinin zorunluluk sebebiyle dahi olsa pantolon giymesine rıza göstermeyen AKP başörtüsü için mücadele veriyor. Kendi milletvekilinin pantolon giyebilmesi için mücadele eden CHP de türbana karşı mücadele ediyor şimdi.
CHP'lilerin bir korkusu da bunun türban ile kalmayacağı.
Yarın bir gün birisi "Ben inancım gereği çarşaf giyeceğim, en az 1 karış sakal bırakacağım, Şalvar giyeceğim, cübbe giyeceğim, sarık takacağım 

ya da şort giyeceğim, bikini giyeceğim, dekolte giyeceğim
ya da ben geleneksel inançlarım gereği yöresel kıyafetlerimle geleceğim" derse ne olacak? sorusunu ortaya atıyor CHP...
Haklılar mı bu soruları sormakta?

Evet haklılar...
Bu sebepledir ki, acilen bir anayasal düzenleme gerekmektedir.
TBMM'de şov yapmak yerine,
Yeni anayasayı beklemek yerine,
Toplumu bu denli germek yerine,
Acilen bir anayasal düzenleme yapılmalı.
Eğer başörtüsü bu ülkenin bir gerçeği ise, bu gerçekten kimse kaçmamalı.
Mevcut kılık kıyafet düzenlemesinde "Bayan milletvekilleri şu şekilde olmak kaydıyla saçlarını örtebilir ve pantolon giyebilir" anlamına gelen bir düzenleme kaçınılmazdır.
Mecliz iç tüzüğüne hem pantolon hem de başörtüsü açık ve net ifadelerle konulmalıdır ve başörtüsü siyasi rant sebebi olmaktan kurtarılmalıdır.
***
Her kesimden samimiyet bekliyoruz.
Yıllardır başörtüsünü İslam'ın en temel ilkesi haline getirenlere sormak lazım.
Hepiniz biliyorsunuz ki, başörtüsü konusu Kur'an-ı Kerim'de açık ve net olarak ifade bulmuyor. Örtünme var ancak saçların bugünkü şekliyle, yani bir tek telinin dahi görünmeyecek şekilde örtülmesiyle ilgili açık bir ayet yok.
Buna karşılık faiz ile ilgili çok net ve açık ifadeler yer almaktadır Kur'an-ı Kerim'de.
Alan da veren de lanetlenmiştir.
Ancak bu güne kadar hiç bir Allah'ın kulu bu faiz belası hakkında başörtüsü kadar hassasiyet göstermedi.
Bilakis faiz'i "kar payı" ilan ederek legal hale getirdiniz.
Başlarınız örtülü, çarşaflı, sakallı bir şekilde bankalardan otomobil kredileri, ev kredileri aldınız, kredi kartları kullandınız, faizli taksitli alışverişlere girdiniz bunları Kur'an-ı Kerim'de açıkça yasaklanmış olmasına rağmen hiç sorun etmediniz de bir TBMM'de başörtülü oturamamayı mı sorun ediyorsunuz?
***
Diğer tarafta kadın haklarından bahseden laik kesim var samimiyet sınavında.
Kadına özgürlük deniliyor ama kadının inanç özgürlüğü yok sayılıyor.
Kur'an-ı Kerim'de böyle bir emir olmasa dahi bir kadın "Ben böyle inanıyorum ve başımı örtmek istiyorum" diyorsa bu o kadının hakkı değil midir?
Siz açık giyinmeyi özgürlük sayıyorsanız, kapanmak isteyen kadınlar için de tesettüre girmek bir hak değil midir?
Yıllarca siz tesettürle kadınları "köle" olarak tanımlamadınız mı?
Darbecilerin yasaklarına siz de destek vermediniz mi?

Polis tarafından okul önlerinde darp edilen genç kızları tv ekranlarından izlerken "oh olsun" demediniz mi?
Bu nasıl bir özgürlük anlayışıdır?
***
Sonuç olarak geldiğimiz nokta şudur:
Bu ülkede halen kadınların sorunlarının çözümü erkeklerin insiyatifindedir.
Bu ülkede halen birbirimize tahammül edemiyoruz
Bu ülkede halen dindar/laik ayrımı net bir şekilde her yerde yapılıyor.
Bu ülkede halen devlet intikam hırsıyla yönetiliyor
Bu ülkede halen inançlar siyasi malzeme olarak kullanılıyor
Bu ülkede halen halkımız siyasilerin kendilerinin zeka seviyesiyle alay eden tutumunu çılgınlar gibi alkışlıyor...


27 Ekim 2013 Pazar

Leyla ile Mecnun, Kemal ile Tayyip, Devlet ile Halk...

Tam 103 bölüm...
Yani, 103 hafta...
Yani 2 sene...
Bunca zaman izledik bu diziyi...
Kimimiz müptelası olduk...
Kimimiz anlamaya çalıştık, anlayamadık...
Kimimiz de "Bu ne lan!" deyip es geçtik...
Konusu büyük bir çoğunluğa anlaşılmaz ve garip gelse de tam bir aile dizisiydi...
Ne vardı bu dizide!?
Halk vardı...
Mahalle kültürü vardı...
Dostluk vardı...
Sevda vardı...
Saygı vardı...

İnançlarımız vardı...
Arkadaşlık vardı...
Yardımlaşma vardı...
İyiler vardı...
Kötüler vardı...
Çoğu zaman güldük...
Zaman zaman düşündürdü bizi...
Zaman zaman gözyaşlarımızı gizledik izlerken...
Güler gibi yapıp için için ağladık defalarca...
Biz vardık bu dizide...
Bizim mahalle, sizin mahalle vardı...
Peki ne yoktu!?
Müstehcenlik yoktu...
Şiddet yoktu...
Kan yoktu...
Silah yoktu...
Korku yoktu...
Karmaşık aşk ilişkileri yoktu...
***
Peki ne oldu!?
Halkın televizyon kanalı TRT böylesine bir aile dizisini yayından kaldırdı...
Neden?
Oyunculardan bazıları Gezi Olaylarına destek verdikleri için...
Halkın vergileriyle ayakta duran TRT halkı en iyi şekilde yansıtan bu diziyi yayından kaldırdı...
***
TV ekranlarında Leyla ile Mecnun'a kilitlenmişken bizler,
Siyaset sahnesinde de Kemal ile Tayyip'i izliyorduk...
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu bundan 2.5 yıl önce çocukluk yıllarını anlatırken Van Gölü'nden deniz olarak bahsediyordu...
Van Gölü coğrafi olarak bir göl olarak görünse de halk "deniz" diyordu oraya...
Ve Kemal Kılıçdaroğlu da o halkın içinden biri olduğu için "deniz" diye bahsediyordu çocukluk yıllarını anlatırken...
Ak Parti lideri ve başbakan Recep Tayyip Erdoğan da meydanlara çıkıyor Kemal Kılıçdaroğlu ile dalga geçiyordu...
"Bunlar daha deniz nedir? göl nedir? bilmiyorlar!" diyerek Kemal Kılıçdaroğlu ile dalga geçiyordu...
TV ekranlarında defalarca izledik...
Büyük bir polemik yaşandı...
Kemal ile Tayyip'in bu tarz polemikleri Leyla ile Mecnun dizisinden çok daha büyük ilgi topluyordu...
Onbinlerce insan Tayyip Erdoğan'ın bu dalga geçmelerini çılgınlar gibi alkışlayarak takdir ediyorlardı...
Bu dalga geçme sendromu dalga dalga bütün ülkeye yayılıyordu...
Her sokakta, kahvede, otobüs durağında Ak Parti yandaşları;
"Ulan arkadaş göl nedir deniz nedir bilmeyen adam bu ülkeyi nasıl yönetecek!?" tarzında cümlelerle başbakanın dolmuşuna biniyor ve bir alamete doğru gidiyorlardı...
Aradan 2.5 yıl geçti...
Leyla ile Mecnun dizisi yayından kaldırıldı...
Kemal ile Tayyip dizisi ise, halen sürüyor...
Birkaç gün önce başbakan Van'da bir konuşma yaptı...
Söyledikleri ve halkından aldığı karşılıklı akıllarımızı dondurdu resmen!

Başbakan konuşmasında "Haritalar istedikleri kadar buraya Van Gölü desinler, eğer benim halkım buraya deniz diyorsa biz de deniz deriz!"
Halk yine çılgınlar gibi alkışlıyor...
Peki 2.5 buçuk yıl önce Kemal Kılıçdaroğlu ile neden dalga geçilmişti!?
***
Kemal ile Tayyip'in yukarıda bahsettiğimiz macerasındaki tutumu sergileyen halktan Leyla ile Mecnun'u anlamasını beklemek biraz haksızlık olur gibi geldi Leyla ile Mecnun'u anlayabilen zeki insanlara...
Halk ile Devlet'e geliyoruz...
Devlet halkı için vardır...
Halk da devleti için vardır...
Halk çalışacak çabalayacak para kazanacak vergi ödeyecek ve devlet de aldığı bu vergilerle halkına hizmet götürecek...
Hani derler ya siyasetçiler; "Ödediğiniz bu vergiler size, yol su elektrik olarak geri dönecektir!" diye...
Dönüyor ama o hizmetin de parasını alıyorlar bizden ne hikmetse...
Devlet TV'si TRT halkın kültürüne, inançlarına, değerlerine uygun programlar yayınlamakla yükümlüdür...
Mesela Leyla ile Mecnun...
Halkın büyük bir kısımının beğeni ile izlediği bu diziyi yayından kaldıranlar devleti değil hükümeti temsil ediyorlardı...
Halk devleti arıyor...
Tarafsız devleti...
Halkının her kesimini kucaklayan...
Halkın her kesiminden aldığı vergilerle halkın her kesimine eşit hizmet götürme yükümlülüğü olan devletini arıyor halk...
Halk ile Devlet...
Leyla ile Mecnun gibi iki sevgili...
Siyasi iradeler sayesinde birbirini çok seven ancak bir türlü vuslata eremeyen iki sevgili...

***
Ne diyorum ben yine yahu!
Ulen arkadaş bir sus, solcu Kemal Kılıçdaroğlu'nu savunmak, Gezici Leyla ile Mecnun'u savunmak sana mı kaldı...
Sen sağcı bir adamsın, otur oturduğun yerde...
Sonra diyorum ki;
"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!"




24 Ekim 2013 Perşembe

"Bu da mı ofsayt be!"

"Bu da mı ofsayt be!"
Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun;
Merhum Sadri Alışık'ın bu sözleri bu kahpe dünyada dürüstçe yaşamaya çalışanların;
"Hayatı film" olanların dilinden düşmez oldu iyice...

Kahpelerin kalesine attığınız her nizami golünüzün ofsayt sayılacağını bile bile mücadeleyi bırakmazsınız.

Çalışır çabalarsınız...
Etraftan herkes sizi uyarır!
"Yapma, etme eyleme" derler...
Aldırmazsınız...
Dürüstlükten ödün vermezsiniz...
Fukaralıktan korkmazsınız...
Korkulacak bir şey olsaydı fukaralık;
Hz. Peygamber üç-beş hurma tanesiyle iftar mı yapardı?
Çünkü Tanrı O'na "zengin ol!" dememişti...
"Dürüst ol!" demişti...
İnsanların en yücesi Hz. Muhammed bu emre uyup dürüst olmamış mıydı?
Hz. Ali fakirlikten korkmuş muşdu?
Korksaydı, Zülfikar'ı satıp düğün parası yapar mıydı?
Biz neden korkalım fukaralıktan, onlar korkmadıysa?
***
"Enayi" derler...
"İş bilmez!" derler...
"Memleketi sen mi kurtaracaksın!" derler...
Derler ha derler...
Torba değiller ki; ağızlarını büzesin...
Onlar kazandıkça daha çok isterler;
Biz ise;
Kaybettikçe şükrederiz...
Bu kahpe dünyada kaybedenlerin, aslında kazananlar olduğunu göreceğimiz vaadedilmiş günü bekleriz...
1 akçenin hesabını vermekten korkan Hz. Ali'nin korkusunu hissederiz her daim yüreğimizde...
Sıkılırız ama yıkılmayız...
Diz çöksekte, kalkmasını biliriz Allah'ın izniyle...
Tek dayanağımız Tanrımız;
Allah-ü Teala'nın bize verdiği güçle kaybetmek için savaşırız...
Attığımız her gol, ofsayt sayılsa da bir sonraki pozisyona hazırlanırız her daim...
***
Yine gol attık;
Yine ofsayt verdiler...
Biraz celallenecek olsak onlar yine çıkar piyasaya;
"İt iti ısırmaz, kimi kime şikayet edecen, otur oturduğun yerde" derler...
Oturursunuz çaresiz ama duramazsınız...
Tüm servetini Allah'ın emri üzere fukaralara dağıtan Hz. Osman'ın yüreğine düşer aklınıza...
O bu kahpe dünyada malını çoğaltmamış azaltmış, hatta bitirmişti...
Burada dağıttıkları, Allah'ın vadettiği günde misli misli geri gelecekti O'na...

***
"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" düsturuna uyarsınız;
Doğruları söylersiniz...
Yazarsınız...
Yine çıkarlar karşınıza...
"Kimsenin etlisine sütlüsüne karışma, otur oturduğun yerde" derler yine...
Kimsenin çorbasına taş atmadık ki biz...
Ne etli biliriz ne de sütlü...
Bir buğday tanesi bile verse rızkımızdan yana yüce Yaradan, mahcup olur şükrederiz...
Saray sofralarında, karınlarını şişirip sofra duası edenler gibi süslü laflar edemeyiz belki amma;
Verdiklerine, yüreğimizle ve gözyaşlarımızla hamd ederiz...
Tıpkı evindeki 5-10 zeytin tanesinin yarısını komşusuna veren Peygamberler Şahı gibi, elimizde avucumuzda olanı bölüşürüz...
"Enayi bak yine ofsayta düştün" derler...
"Gol ulan işte buz gibi gol!" diye yakalarına yapışmak isteriz de pislik bulaşır diye uzak kalırız...
***
Anlayacağınız dostlar yine ofsayta düştük biz...
Orta sahadan attığımız buz gibi gol yine ofsayt sayıldı...
Bir kere daha merhum Sadri Alışık'ı rahmetle analım dedik...
"Bu da mı ofsayt be!"
"Su da mı gol değil kahpe dünya!"

23 Ekim 2013 Çarşamba

Kasımpaşa'da AŞK'ın fotoğrafı...

Aşk'ın fotoğrafını çekebilir misiniz desek;
Çoğunuz gülüp geçersiniz...
Çoğunuz da "hadi leyynn" deyip saçmaladığımızı vurgularsınız...
Bazılarınız durup düşünürsünüz belki...
Belki az da olsa bazılarınız "evet" dersiniz heyecanla...
Aşk'ın fotoğrafı çekilir mi?
Doğrusu ben yanıtlayamam bu soruyu...
Karmaşık bir iş...
Aşk başlı başına karmaşık değil midir zaten ?
***
Öyle fotoğraflar çıkar ki karşımıza;
Bakarsınız...
Düşünürsünüz...
Dalar gidersiniz o fotoğrafın derinliklerine...
Sizi alır götürür...
Zaman ve mekan mefhumlarından ötelenirsiniz...
Bir süre sonra anlarsınız ki;
Baktığınız o fotoğraf AŞK'ın fotoğrafıdır...
İşte ben öyle bir an yaşadım...
Sizlerle paylaştığım bu fotoğrafı defalarca görmüştüm...
Sadece bakıp geçmişim uzun zamandır.
Bakmak ve görmek arasındaki farkı yaşamışım adeta...
***
Bu fotoğraf Kasımpaşa'da çekilmiş...
ARMA değişikliğini boykotunda 2. yıla giren Arma Altı Tayfa taraftar gurubunun bir etkinliği...
Arma değişikliğini boykot eden bu gurup tribünlere gitmediği için maçlarını sokakta izliyorlar...
Meydana kurdukları bir TV ekranının karşısına Pazar tahtalarından tribün yapıyorlar...
Yaklaşık 2 yıldır süren, ARMA hasretlerini, tribün hasretlerini bu şekilde gideriyorlar...
Bir Aşk hikayesidir işte bu...
Bir Aşk'ın fotoğrafıdır...
Bu fotoğrafa bakarken aklıma ilk gelen Kasımpaşa Futbol Kulübü'nün başkanı tarafından sarfedilen sözler aklıma geldi...
Ne demişlerdi; "BJK bizim için aşk, Kasımpaşa ise iş"
Peki siz sayın başkanım,
Siz aşkınızın fotoğrafını çekebildiniz mi?
Sizin iş olarak gördüğünüz 92 yıllık şanlı bir maziye sahip olan Kasımpaşa'nın AŞIKLARI aşklarının fotoğrafını böyle çekmişler...
Siz de çekebildiniz mi böyle bir fotoğraf!?.
***
İnsanın yüreği burkulmaz mı şu fotoğrafa bakarken?
Ne istedi bu insanlar sizden?
Haraç mı istediler?
Bedava bilet mi?
Bedava otobüs mü?
Yol parası mı?
Çorba parası mı istediler?
Ne istediler?
Bir tek şey istediler...
Armamızı, aşkımızın sembolünü geri verin dediler...
Sadece bunu istediler sizden...
***
Yüreği Lacivert - Beyaz sevda ile dolu olan bu insanlar size ne yaptılar?
Tribüne gelip küfür mü ettiler?
Sokaklara dökülüp, size küfür edip olay mı çıkardılar?
Arabanızı mı taşladılar?
Yeni logolu reklam afişlerinizi mi yırttılar?
Hayır, hepsine hayır...
Onlar sadece "Arma'nın olmadığı yerde biz de olmayız" deyip boykot ettiler maçları...
"Tribünler sizinse, sokaklar bizimdir" deyip;
Sokaklarda izlediler gönül verdikleri takımlarının maçlarını...
Sokakta sevindiler, sokakta üzüldüler...
Yüreklerindeki hıncı, yine yüreklerine gömdüler...
Bir umut deyip beklediler hep...
Sessizce, haykırmadan, agresifleşmeden beklediler...
***
Arma Altı Yıkılmaz dediler...
Yıkılmadılar...
Varlıklarını sürdürdüler...
Tribünlere gitmedikleri zaman içerisinde;
Yüreklerindeki sevdayı Van'da depremzedelerin acısına ortak ettiler...
Ülkemizin en ücra köşelerindeki köy okullarına ulaştılar...
İmkansızlıklar içinde eğitimlerini sürdürmeye çalışan miniklerimizin yüreklerine girdiler...
"Kardeş Okul Projesi" ile el uzattılar binlerce kilometre ötedeki minik yüreklere...
Topladıkları yardım malzemeleriyle birlikte bir not gönderdiler kendilerinden habersiz miniklere...
Minik eller o notları başlarının üzerinde gösterdi size...
"Armama Dokunma" diyordu Ağrı'nın bir köyündeki çocuk...
Ama siz göremediniz elbette...
Aşkın fotoğrafını göremeyen o notu da göremezdi...
***
Yüreğinde azıcık vicdan mefhumu taşıyan birileri bu insanların sesini duymak zorundadır...
Böylesine büyük bir sevda ile Arma'sına ve renklerine bağlı bir taraftar gurubu bu şekilde gözardı edilmemelidir...
Son derece insani bir çerçeve içerisinde eylemlerini sürdüren bu gurup ile kulüp yönetimi neden irtibata geçip bu sorunu çözmeyi düşünmez bilemiyorum...
Tribünlere zamanında büyük bir renk katan böylesi aşk ile dolu bir tribün gurubu hem Kasımpaşa hem de Türk Futbolu için büyük bir kayıptır.
Yetkililerden tek beklentimiz onları bir kere olsun dinlemeleri...

21 Ekim 2013 Pazartesi

Caner Erkin futbolcu musun sen?

Hani futbol kardeşlikti!?
Hani futbol sevgi ve barıştı?
Tribünlerde ya da tribünler dışında meydana gelen en ufak bir şiddet olayını en ağır şekilde eleştirenler nerde?
Bir futbolcu müsveddesi çıkıyor meydana...
Rakip oyuncu topun üzerine düşüyor...
Caner efendi insanlığından çıkıyor...
Vur ha vur!?

Sanki "Vurun Kahpeye" filmini çekiyor mübarek!
1 Tekme kesmiyor...
1 Tekme daha...

O da yetmiyor ardından bir tekme daha...
Milyonlar seyrediyor...
Tribünde taraftarlar seyrediyor...
Kenarda teknik heyet seyrediyor...
Hakemler mi!?

Evet onlar da izliyorlar yakın mesafeden Caner Erkin'in İsrail askeri tavrıyla attığı tekmeleri...
***
Oyun duruyor...
FB'li oyuncular savunmada...
Hakem nerdeyse tekme yiyen oyuncuya "Neden topun üstüne düştün!?" diye sarı kart gösterecek...
Caner efendi aynı tavırlarıyla sahada caka satıyor...
Ben!?
TV başındaki milyonlar!?
Hepimiz dehşet içinde izliyoruz...
Hakem Caner'i ödüllendiriyor...
Sanki o tekmeler atılmamış...
Biz milyonlar sanki hayal aleminde gece bekçiliği yapıyoruz...
Sanki karanlıkta bir gölge oyunu seyretmişiz...
Oyun devam ediyor...
Caner sahada...
Ersun Yanal belki cezalandırmak belki de korumak adına Caner'i dışarı alıyor...
***
Sporda şiddeti önlemek adına bir çok yasalar hazırlayan ve uygulayanlar bu durum karşısında nasıl bir yasa hazırlayacaklar.
Böylesine bir insanlık suçuna MHK, TFF ve elbetteki FB yönetimi nasıl bir karşılık verecek!?
Merakla bekliyoruz...
Aynı olay iki taraftar arasında yaşansa medya nasıl bir velvele yapardı?
Düşünmek lazım...
Gariban taraftara uygulanan Spor'da Şiddeti Önleme Yasaları bu tür futbolcular için de uygulanabilecek mi?
Kayseri Erciyes başkanının da belirttiği gibi bu bir insanlık suçudur.
Bu suçun karşılığında Caner Milli Takım forması ve FB forması giymeye devam edecek mi göreceğiz...
Caner Erkin adlı şahsa da söylenecek bir tek lafımız var;
Caner efendi sen futbolcu olamazsın, futbolcu olmak için önce insan olmak gerekli...

10 Ekim 2013 Perşembe

Anadilde eğitim, Anadolu kardeşliğinin temeline konulmuş bir dinamittir...

İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa demişler ya atalarımız;
Boşa dememişler bu lafı...
Atasözlerimizin her biri bir derya...
Bu atasözü de o deryadan bir damla...
İnsanlar konuşa konuşa anlaşacak...
Bu biz insanlara Allah'ın bir lütfu...
Hiçbir canlıya bahşedilmeyen büyük bir lütuf...
Ve insanı yaratan Tanrı, konuşarak anlaşabilmemizi sağlamak için de dilleri yaratmış...
Millet olgusunu ihsan etmiş ve her millete de bir dil bahşetmiş yüce Yaradan...
"Siz bu millettensiniz, bu da sizin diliniz konuşa konuşa anlaşın birbirinizle" demiş

***
İlk zamanlar her kavim, belli bir bölgede bir arada yaşamışlar...
Ve her kavim yaşadığı bölgede kendi dilini konuşup, kendi yurdunda yaşamış...
Zaman ilerledikçe, icatlar olmuş, keşifler olmuş...
İnsanoğlu yine hiçbir yaratığa bahşedilmeyen zekasıyla öncelikle yaşamını kolaylaştırmak için icatlar yapmış...
Sonra yaşam alanlarını genişletmek için keşifler yapmış...
Bu arada da ölmeyi ve öldürmeyi de ihmal etmemiş...
Türlü sebeplerden dolayı hır çıkarıp birbirleriyle savaşmışlar ve katliamlar yapmışlar...
Keşifler bitince, dünyada başka yaşam alanı kalmadığını öğrenen insanoğlu, bu kez diğer insanların topraklarına göz dikmiş...
Yani fetihler dönemi başlamış...
Birilerini kendi yaşam alanında öldürmek ve oraya sahip çıkmak tarih kitaplarına da görkemli cümlelerle süslenerek aktarılmış...
Birilerinin yurdundan vatanından kovulması, öldürülmesi birileri için büyük övünç kaynağı olmuş...
***
İktidar kavgaları başlamış...
İcatlar devam etmiş...
İnsanoğlunun en büyük icatları da insanları öldürmek üzerine yapılmış...
Anlayacağınız insanoğlu Allah'ın verdiği nimetlere şükredip mutlu ve huzurlu yaşamak yerine savaşmayı, ötekileri öldürmeyi, yok etmeyi tercih etmiş...
Azmış kudurmuşuz...
Bugünlere geldiğimiz de bu azgınlık ve kudurmuşluk daha da artmış...
Kendilerine önder denilen üstün vasıflı insanlar kendisine tabi olanlara öldürmeyi ve ölmeyi emretmiş her daim...
Bunu da mutlu ve huzurlu yaşamak için yapmak zorunda olduğumuza inandırmışlar bizi...
***
Bugün yaşadığımız ülke Anadolu topraklarında 1000 yıl önce kurulan Anadolu Selçuklu Devleti'nin son varisi...
Türkiye Cumhuriyeti...
Selçuklu ve Osmanlı'da olduğu gibi bu genç Cumhuriyet'in kurucu iradesi de Türkler...
***
Bin yıllık bir kültürel gelenekten kaynaklanan alışkanlıklar var....
Bunlardan birisi de dilimiz Türkçe'dir...
Anadolu topraklarında 1000 yıldır bir arada yaşayan bir çok milletten insanın ortak dili haline gelmiş bir Türkçe...
Uzun süre Arap alfabesi ile yazılıp okunan Türkiye Cumhuriyeti ile de latin alfabesine geçen bir dil Türkçe...
Şu an bu topraklarda yaşayan her birey Türkçe konuşabiliyor, yazabiliyor ve okuyabiliyor...
Ne büyük bir nimet...
Ermeni, Rum, Kürt, Türk, Çerkez, Abhaza, Tatar, Arnavut, Gürcü, Laz, Arap, Çingene, Acem...
Hepsi ayrı bir millet, ayrı bir boy, ayrı bir kavim...
Ama hepsi 1000 yıldır ortak bir dil olan Türkçe'yi konuşarak anlaşabiliyorlar ve bu sayede 1000 yıldır bu topraklarda Türk egemenliği korunabiliyor...
Çevremizde bulunan coğrafyada nice devletler, nice egemenlikler el değiştirdi bu zaman sürecinde...
Sadece Anadolu topraklarında 1000 yıldır bu egemenlik bozulmadı...
Çünkü biz ortak bir dil ile konuşup anlaşabiliyoruz...
***
Dilimiz bizi birbirimize yakınlaştırıyor...
Akrabalık bağları kurmamızı kolaylaştırıyor...
Dostluk bağlarımızı güçlendiriyor...
Eğer ortak bir dilimiz olmasaydı, Aydın'dan Diyarbakır'a gelin gider miydi?
Muş'tan bir kızımız Edirneli bir kızancıkla evlenip akraba olabilir miydik?
Karadeniz'den Temel, Hatay'dan Hatice ile evlenip akraba olabilir miydi Arap ile Laz?
Bu ülkenin her bölgesinde yaşayan her etnik kimlikten birileri bir diğer etnik kimlikten birileriyle akraba olmadı mı?
Hepimiz akrabalık bağları ile birbirimize bağlanmadık mı?
Bu bağlılıkta ortak dilimiz Türkçe'nin etkisi ne kadar büyüktür bilmiyor muyuz hepimiz?
Şimdi 12 Eylül cuntacılarının hazırladığı zeminde yıllardır terör belası ile bu ülkeyi bölüp parçalamak isteyenlerin en büyük emeli olan dil birliğimizin ortadan kaldırılması  "Ana dilde eğitim" zırvasıyla sağlanmaya çalışılmaktadır.
Daha bir kaç ay evvel anadilde eğitim bu ülkeyi böler diyen başbakan da ne yazık ki bu teröristlerin isteğine boyun eğmiş görünmektedir.
***
Anadilde eğitim olmalıdır.
Ama bu anaokulunda değil ana kucağında başlamalıdır.
Bu topraklarda yaşayan her milletten vatandaşımız ana dilini öğrenmeli, ana babadan alınan eğitim yetmiyorsa devletin himayesinde bu eğitime deste verilmelidir. Ancak topyekun okullarda Türkçe'nin dışında bir eğitim dilinin olması dil birliğinin bozulması demektir ve bu da 1000 yıldır süren kardeşliğin temeline konulan dinamit anlamına gelmektedir.
Evet Allah'ın bizlere lütfettiği bütün diller özgür olmalıdır.
Ancak bu coğrafyadaki 1000 yıllık kardeşliğin bozulmaması için de ortak dilimiz Türkçe resmi eğitim dili olarak muhafaza edilmelidir.
Hep "yaşayıp göreceğiz" deniliyor...
"Ne olursa olsun bu ülke bölünmez" deniliyor.
Bir kere de yaşamadan görelim.
Bu ülke adım adım bölünmeye doğru gidiyor...
Aklımızı başımıza alıp, bu ülkede 1000 yıldır huzur içinde yaşamamızın en büyük etkeni olan Türkçemize sahip çıkalım...

4 Ekim 2013 Cuma

Devletin gücü Gezi Eylemcisine mi Yetiyor!?

Özellikle sözde Barış Süreci başladığından bu yana ülkemizde garip durumlar yaşıyoruz.
Akıllara durgunluk verebilecek olaylar yaşanırken, kamuoyunun sessizliği ve duyarsızlığı ayrı bir "Akla Ziyan" vakıa olarak karşımızda durmaktadır. 
Gezi Eylemlerinde yaşananları hepimiz çok iyi biliyoruz...
Her ne  kadar büyük bir kısım medya olayları çarpıtarak yansıtmış olsa da halkımız gerçekleri bir şekilde gördü ve öğrendi...
Çevim Kuvvet'in orantısız güç kullanımı, biber gazı bombardımanları ve TOMA ile yapılan sulu püskürtmeleri hepimiz gayet iyi anımsıyoruz. Hele Taksim Meydanı'nda bir vatandaşımızın TOMA'dan sıkılan su ile havada takla attırılmasını unutmak mümkün değil.

***
Ülkemizde Gezi Eylemleri yaşanırken, başka olaylar da yaşanıyordu.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşananları malum medya örtmeye çalışsa da medya sektörünün küçük bir kesimi bu olayları bizlere yansıttı.
Terör örgütünün şehitlik açması,
Bu şehitliğe terör örgütü paçavrası asmaları,
Polis teşkilatı kurarak alenen yollarda, şehir merkezlerinde uygulama yapmaları,
Eğitim görüntülerinin yayınlanması,
Bebek katilinin posterlerinin aleni bir şekilde her yerde taşınması,
Ve daha niceleri...
Bu olayların yaşandığı yerlerde Çevik Kuvvet ya da diğer güvenlik güçlerinin Gezi Eylemcileri'ne karşı takındığı tavrın dörtte birini bile takınmadığını net bir şekilde gördük...
Bahane hazırdı:
"Barış Süreci zarar görmesin"
Hatta bir kanunsuz eylemde polis şefinin terör örgütü yandaşlarına eylemi bırakmaları için yalvardıklarını gördük...
Bir başka seferinde de terör örgütü yandaşlarının ellerindeki megafonla polisi çekilmesi konusunda tehdit ettiğini de gördük...
***

Geçtiğimiz günlerde Gülsuyu'nda garip olaylar olmaya başladı...
Mahalle halkı ve uyuşturucu çeteleri sokak çatışmalarına girdi...

Her iki tarafta da uzun namlulu silahlar var...
Uyuşturucu çeteleri ile yapılan bu çatışmalarda bir genç vatandaşımız hayatını kaybetti.
Polis uyuşturucu çeteleri ile mücadele edememiş olmalı ki, bu boşluğu başka birileri doldurmaya çalışıyor.

Bu çok açık ve net görülebiliyor.
Vatandaş olarak böylesine vahim bir noktaya gelen olayları sınırlı sayıda TV ve gazeteden takip edebiliyoruz.
Hükümet yandaşı medya gurupları bu olaylar ülkemizde yaşanmıyormuş gibi davranıyor...
Hayatını kaybeden genç vatandaşımızın cenazesi 3 gün bekletiliyor...
Çete-Halk çatışmasında ortadan kaybolan polis cenaze merasiminde ortaya çıkıyor ve cenaze töreninin yapılmasına izin vermiyor

Mahalle halkı direniyor...
Ölen gencin cenaze merasimini yapabilmek için 3 gün bekliyorlar...
Tam bu noktada mezardaki ölülerini çıkarıp büyük törenlerle yeniden gömen terör örgütü sempatizanları ve polisin onlara karşı gösterdiği şefkatli tutumu aklıma geliyor.
***
Teröristlerin leşleri mezardan çıkarılıp yeniden gömülüyor...
Maksat gövde gösterisi yapmak ve polis buna durun diyemiyor...
Neymiş efendim barış süreci zarar görürmüş!!!
Üçüncü günün sonunda polis cenaze merasimine izin veriyor...
Ölen gencin cenazesi binlerce insanın katılımıyla mahalleye getiriliyor...
İşte tam bu noktada yine dehşet verici görüntüler ortaya çıkıyor...
Ellerinde uzun namlulu silahlar bulunan insanlar cenazeyi karşılıyor ve bir nevi güvenlik önlemi alıyorlar...
Kimdir bu insanlar?
Devlet halkını koruyamıyor mu?
Bu insanlar bu silahları nerden buluyor ve böyle aleni bir şekilde kullanmaya nerden cesaret buluyorlar?
Akıllara durgunluk verecek bir durum!
Bu manzarayı izlerken Gezi eylemleri geliyor gözümün önüne...
Bayrak satan adama yapılanlar...
Kırmızı elbiseli kadına yapılanlar...
TOMA'lardan sıkılan sularla havalarda takla attırılan insanlar...
Onların elinde bırakın silahı, bir tırnak çakısı bile yoktu!
***

Bütün bu yaşananları insan çıplak gözle görüp yaşayınca ister istemez devletimizin gücü sadece Gezi eylemcilerine mi yetiyor diye sormadan edemiyor.
Sadece bunlar değil bizi bu düşünceye sevkeden olaylar...
Uyuşturucu satıcıları, alenen tezgah kuruyorlar,
Semt pazarlarında kapkaççılar, gaspçılar milletin canını yakıyor,
Sokaklar, caddeler çetelerin kontrolüne geçiyor...
İçki yasağı getirerek belki seçmene hoş görünmek mümkün olabilir ama biz tüm bu yaşananların da bizzat içindeyiz...
Görüyoruz,

Biliyoruz
Ve dehşete düşüyoruz...