17 Eylül 2019 Salı

ESKİŞEHİRSPOR KURULDU! YAŞAYACAK MI!?

İyi niyet çok önemlidir.
Ancak bu iyi niyetin sonuçlarının da iyi olması çok daha önemlidir.
Osman TAŞ başkanlığındaki son yönetim kurulunun iyi niyetinden hiç şüphem yoktur.
Yönetim içinde yakınen tanıdığım isimlerin başında gelen, Osman TAŞ, Mehmet ŞİMŞEK, Selim DEMİRCİOĞLU, Tamer YAVUZ ve Özgür MARANKOZ gibi isimlerin Eskişehirspor sevdası ve samimiyetlerinden zerre şüphem yoktur.
Ancak geldiğimiz nokta göstermektedir ki, geçmiş dönemler ile kıyaslanamayacak kadar az da olsa camia mevcut yönetimin ya da başkan Osman TAŞ'ın bazı icraatlarının yanlış olduğunu düşünmekte ya da özellikle başkan Osman TAŞ'ın vaatlerini yerine getirmediğini dile getirmektedir.

***
Osman TAŞ bütün iyi niyeti ile büyük bir çaba sarfetmiş ancak kulübün içinde bulunduğu ve geçmiş yıllardan gelen kaos ortamı Osman TAŞ'ı da bir takım hataların içine sürüklemiştir. Alt Kurul Yedek Üye olarak bu yönetim içinde bulunmaktan hiçbir zaman pişman olmadım, bilakis gurur duydum. Buna rağmen Genel Kurul kararı alınması için de sürekli olarak çağrıda bulundum ve buna devam edeceğim.
***
Osman TAŞ sın basın toplantısında bir gazetecinin ''Camia size güvenmiyor'' şeklindeki sorusu üzerine; ''Camia bize neden güvenmiyor!? Osman TAŞ ya da yönetimi 3,5 ay gibi kısa bir sürede bu kulübü büyük bir borç yükünün altına mı soktu? Kulübün parasını mı yedi?Yanlış transfer yaparak kulübü zarara mı uğrattı?'' tarzında son derece haklı sorularla karşılık verdi. Ancak şu da bir hakikattir ki, camia hiçbir dönemde olmadığı kadar yalnızlaştırdı, sahipsiz bıraktı bu yönetimi. Olması gerekenler bile olmaz hale geldi. Bunun sebebi nedir? Camia içindeki bezginlik mi? Yıllardır yöneticilerin yaptığı yanlışlar mı? Mevcut yönetimin başarısız olması için gayret sarfedenler mi var? Bu soruların cevabını bulmak da yönetimin görevidir.
***
Bir şeyin farkına varmak lazım.
Eskşehirspor yok olmasın diye cansiperane mücadele edenlerin sayısı çok ama çok azaldı. Osman TAŞ'ın göreve geldiğinde yaptığı son derece iddialı açıklamalar ile camianın beklentileri çok üst seviyelere çıktı ve icraat döneminde bu iddialı söylemlerin bazılarının gerçekleşmemesi camiada hayal kırıklığı yarattı bunun da ötesinde büyük bir toplumsal bıkkınlık hali oluştu. Bu 3-4 aylık süreçte şahsım adına hiçbir zaman büyük beklentiler içine girmedim ve Osman TAŞ başkanın her açıklamasında ''Eyvah'' dedim.
***
Osman TAŞ başkan ile yaptığımız görüşmelerde kendisine de ilettim.
''Bu camianın Osman TAŞ'a ihtiyacı var, lütfen Osman TAŞ'a yazık etmeyin'' dedim.
Osman TAŞ'ın bir başkan olarak çok faydalı olacağına gerçekten inandım. Ancak büyük bir kaos ortamının dibine kadar çöken bir camiada çok iddialı sözler ederseniz ne yazık ki sonu hüsran olur. Tanıyabildiğim kadarıyla cebindeki son kuruşu dahi Eskişehirspor için harcayabilecek bir adam Osman TAŞ. Ben cebindeki paradan çok zihnindeki fikirler ve kalbindeki ESES sevdası ile ilgilendim. Aklı selim bir yol izlenirse, Osman TAŞ kafasındaki projeleri Mehmet ŞİMŞEK, Selim DEMİRCİOĞLU, Tamer YAVUZ ve Özgür MARANKOZ (Burada sadece yakınen tanıdığım isimleri zikrediyorum, yönetimde bulunup da yakınen tanımadığım arkadaşlardan özür dilerim.) gibi dürüstlüğünden, samimiyetinden ve yüreklerindeki ESES sevdasından zerre şüphemiz olmayan bir ekiple yavaş yavaş hayata geçirmeye çalışırsa çok güzel işler çıkartılırdı.
***
Sonuç olarak yolun başında beklentiler çok yüksek olunca camianın bıkkınlığı ve bezginliği dolayısıyla da yönetim karşıtı bir tavır takınması kaçınılmaz oldu. Şu an camiada azımsanmayacak bir kesim Olağanüstü Kongre istiyor. Kongre olursa ne olacak!? Değişen hiç bir şey olmayacak. Kulisler yapılacak, bazı isimler ortalıkta dolaşacak. Birileri kongre salonunda esip gürleyecek ama sonuçta çeşitli bahaneler ortaya atılarak kimse liste falan çıkartmayacak. Osman TAŞ bu durum karşısında yenilediği listesi ile bir gürültü patırtı çıkmadan tek liste ile işine devam edecek. Yani güven tazeleyecek.
***
Benim Genel Kurul istemekteki tek amacım mevcut yönetim kadrosunun yapılacak yeniliklerle güven tazelemiş bir şekilde görevine devam etmesidir.
Bu durumun alternatifi sadece ve sadece bir ''Milli Mutabakat Yönetimi''dir.
Nasıl olacak!?
Hatta neden böyle bir yönetim oluşturulmalı sorusuna cevap vermek gerek öncelikle.
Hepimiz kentimizin ileri gelenlerinin, sanayici ve tüccarlarının yöneticilere güvenmediğini dillendiriyoruz. Doğrudur. Bir güven ortamı olsaydı kentin en büyük marka değeri Eskişehirspor bu kadar sahipsiz kalmazdı. Hem Türkiye genelinde hem de dünya genelinde söz sahibi olan sanayici ve tüccarları olan bir kent bu duruma düşmezdi...
***
O halde ben Genel Kurul tarafından göreve getirilen hiçbir yöneticiye güvenmeyenleri Eskişehirspor'u yönetmeye davet ediyorum. Buyrun hodri meydan diyelim. Siz bize güvenmiyorsanız biz size güvenelim. Şirketlerinizi, kurum ve kuruluşlarınızı nasıl başarıyla yönetiyorsanız buyrun gelin Eskişehirspor'u da aynı başarıyla yönetin. Yazımın sonunda temsili bir YÖNETİM KURULU LİSTESİ yayınlıyorum. Valiliğimiz başta olmak üzere tüm belediyelerimiz, sanayi, ticaret, esnaf ve meslek odalarımız, sivil toplum kuruluşlarımız...
Gelin hepiniz bir araya gelin ve Eskişehir kentinin en büyük marka değerine sahip olan Eskişehirspor'u YENİDEN BÜYÜK ESKİŞEHİRSPOR haline getirin.
***
Son zamanlarda taraftarlarımızın sosyal medya üzerinden ısrarla göreve davet ettiği Büyükşehir Belediye Başkanımız sayın Yılmaz BÜYÜKERŞEN yine aynı uyarıyla karşılık verdi bu ısrarlı davetlere: ''Bu iş böyle olmaz. Şirketleşin!'' 
Evet son derece doğru. Bu yönetim sistemi ile bazı şeylerin yanlış gittiği ortada. Şirketleşelim ama gelin birlikte yapalım. Siz bu şehrin abisi olarak bir önderlik edin. ''Eskişehirspor nasıl kurtulur'' konu başlığı altında bir seri toplantılar yapın ve kurtarın şu takımı. Cebinizden ya da belediye kasasından 5 kuruş harcamadan sayın valimizle de işbirliği yaparak yıllardır dile getirdiğiniz ve camia tarafından da kabul gören o yönetim tarzını getirin lütfen!
***
Bizim yörükler ''Lafın fazlası aptala söylenir'' derler.
Sözü fazla uzatmadan Cumhuriyetimizin kurucusu Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Eskişehirliler için söylediği şu sözleri hepimiz bir kez daha anımsayalım:
''Eskişehir halkı, seçkin özelliklerle bezenmiş bir halktır!''
15 Ocak 1923
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk

***
Aşağıda paylaştığım Yönetim Kurulu Listesi tamamen hayal Ürünüdür. Eskişehirspor'un kurtuluş reçetesi olarak gördüğüm bu MİLLİ MUTABAKAT YÖNETİMİ'nin gerçekleşmesine dönük zerre umudum olmasa da umut dünyası deyip sizlerle paylaşıyorum...

BAŞKAN: Prof. Dr. Fethi HEPER

BAŞKAN VEKİLİ: Valilik
BAŞKAN VEKİLİ: Büyükşehir Belediyesi
BAŞKAN VEKİLİ: Tepebaşı Belediyesi
BAŞKAN VEKİLİ: Odunpazarı Belediyesi

GENEL SEKRETER: Osman TAŞ
GENEL SEKRETER YARDIMCISI: Selim DEMİRCİOĞLU

MALİ ASBAŞKAN: Mehmet ŞİMŞEK

BAŞKAN YARDIMCISI: Umut CUMALI
STADYUMDAN SORUMLU

TEKNİK ASBAŞKAN: Deniz YILMAZ
TARAFTARDAN SORUMLU
TEKNİK ASBAŞKAN: İlhan KISMET
TARAFTARDAN SORUMLU

ASBAŞKAN: Engin ÖZTÜRK
HALKLA İLİŞKİLERDEN SORUMLU

ASBAŞKAN: ESKİŞEHİR BAROSU
HUKUK VE TFF İŞLERİNDEN SORUMLU

ASBAŞKAN: SANAYİ ODASI
DIŞ İLİŞKİLERDEN (UEFA FİFA Vb) SORUMLU

ASBAŞKAN: ESKİŞEHİRSPORLU PROFESYONEL FUTBOLCULAR DERNEĞİ
ALTYAPIDAN SORUMLU

ASBAŞKAN: TİCARET ODASI
İDARİ İŞLER VE TESİSLERDEN SORUMLU

ASBAŞKAN: Özgür MARANKOZ - Tamer YAVUZ
AR-GE & SOSYAL İŞLERDEN SORUMLU

ASBAŞKAN: ESKİŞEHİR ESNAF ODASI
EĞİTİM VAKFI VE İKTİSADİ İŞLETMEDEN SORUMLU

ASBAŞKAN: ESKİŞEHİR TABİPLER ODASI
FUTBOLCU SAĞLIĞINDAN SORUMLU

11 Eylül 2019 Çarşamba

YALÇIN KILIÇOĞLU VE ESKİŞEHİRSPOR...

Yalçın Kılıçoğlu...
Eskişehirspor ve Eskişehir kenti için son derece önemli bir isim.
Her ne kadar o dönemlerde kendi reklamını çok fazla yapmasa da, anlatılanlar, yaşananlardan anladığımız kadarıyla Dr. Aziz Bolel önderliğinde kurulan ve bugün bizlere dünyada eşi benzeri görülmeyen bir sevdayı yaşatan Eskişehirspor'un yaşayan bir efsane haline gelmesindeki en etkili isim Yalçın Kılıçoğlu...
***
10 yıl gibi kısa bir sürede Eskişehirspor'u dünya futboluna tanıtan, Eskişehir'in en önemli markası haline getiren ekibin en büyük maddi kaynağı Yalçın Kılıçoğlu...
1973 yılında genç yaşta elim bir trafik kazası sonucunda hayatını kaybeden Yalçın Kılıçoğlu son derece başarılı ve mütevazi bir iş insanı...
Aynı zamanda kentine ve kentinin takımına da sevdalı bir vatan evladı...
Yalçın Kılıçoğlu'nun vefatı sonrasında Dr. Aziz Bolel'in de başkanlık vazifesinden ayrılmasıyla birlikte bugün içine düştüğümüz kaçınılmaz son başlıyordu aslında...
***
Bugün Yalçın Kılıçoğlu ve Kılıçoğlu Kiremit'i, araştırdım okudum...
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Eskişehir'de kurduğu kiremit fabrikası bugün 92. yılını kutlayan ve dünya devi olmuş büyük bir işletme haline gelmiş.
Kurulduğu ilk yıllarda zor günler yaşayan ve İş Bankası'na olan borçları dolayısıyla kapanma noktasına gelen fabrika bugün 7 kıtaya kiremit ve tuğla ihraç eden dünyaca tanınmış bir dev işletme olmuş.
Kuruluş günlerinde Cumhuriyetimizin kurucusu Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatlarıyla kapanmaktan kurtulan fabrikanın öyküsü de çok etkileyici.
Eskişehir'de bir fabrika kurulmuştur ancak, memleketin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar fabrikayı juran Sabri Bey'ide kara kara düşündürmektedir. İş Bankası'ndan alınan krediler geri ödenememiş ve İş Bankası fabrikaya el koymak üzere. Tam bu sırada Atatürk'ün Eskişehir'e geldiğini duyan Sabri bey, bir kağıda 2 adet kiremit sararak Atatürk ile görüşmeye gider. Vilayet makamında Atatürk ile görüşme talebini ileten Sabri bey olumsuz yanıt alır, ancak ısrar eder. Kapıdaki görevliler Sabri beyi içeri almamakta ısrar edince; 'Biz silah arkadaşıyız, beraber İstiklal Savaşı'nı kazandık'' diye bağırır. Bu bağırışma üzerine dışarıya çıkan Mustafa Kemal Atatürk duruma müdahale eder.
- Neden bağırıyorsun be adam!
Sabri bey de;
- Ben bir fabrika kurdum. İş Bankası'na borçlandım ve banka şimdi fabrikamı elimden almaya çalışıyor!
Der ve kağıda sardığı 2 tane kiremiti Atatürk'ün önüne koyar.
Atatürk kiremitlerin üzerine çıkar ve kiremitler kırılır. Mustafa Kemal Atatürk Sabri beye;
- Kiremitlerin kırıldı, sağlam yapamıyorsun sen bu kiremitleri satamazsın
Der.
Bunun üzerine Sabri bey tarihi bir cevap verir:
- Paşam o çizmelere yedi düvelin orduları dayanamadı, Sabri'nin kiremitleri mi dayanacak!?
Bunun üzerine Atatürk talimat verir ve fabrika haczedilmekten kurtulur.
90 Yıl önce söylenen bir cümle bugün dünya devi bir işletmenin temeli oluyor...
***
Kılıçoğlu ailesi kendi sektörlerinde dünya devi olmuşlar.
Belki merhum Yalçın Kılıçoğlu'nun ömrü yetseydi Eskişehirspor da dünya devi bir takım olacaktı.
Olmaz olmaz diyor aklım da gönlüm ısrar ediyor...
Sabri beyin bir cümlesiyle bugün dünya çapında bir marka haline gelen Kılıçoğlu Kiremit'in bugünkü varisleri Yalçın Kılıçoğlu'nun yarım kalan Büyük Eskişehirspor hayalini gerçekleştiremez mi!?
Bırakalım dünya devi bir takım oluşturmayı, Yalçın Kılıçoğlu'nun tamamlayamadığı hayallerine bari sahip çıksalar...
***
Biliyorum olmaz...
Belki umurlarında bile değildir ama hani dedim belki bir ihtimal, bir vefalı ADAM çıkar...
Sabri beyin söylediği o sihirli cümlenin bir benzerini belki bizler söyleyemeyiz ama biz de çok seviyoruz kentimizi ve Eskişehirspor'umuzu...
Bugün merhum Yalçın Kılıçoğlu'na dualar gönderen onbinlerce sevdalı yürek mahzun...
Unutmamak gerek sevdalı yürekleri...

17 Ağustos 2019 Cumartesi

Ardabaran'ın Gözyaşıdır Eskişehirspor'u Yaşatan Güç...

Türk futbol tarihinde yaşayan bir efsanenin destanı yazıldı 1965'ten bu yana...
Kalemi AŞK, kağıdı yürek, mürekkebi gözyaşı olan bir destandır bu...
Merhum Aziz Bolel ve arkadaşlarının Eskişehir halkının muazzam desteği ile başlattığı ''Futbol'da Anadolu Devrimi'' hareketi kısa zamanda tüm Anadolu halkının desteğini aldı ve Eskişehirspor ANADOLU YILDIZI madalyasını göğsüne takarak yaşayan bir efsane olarak tarihe geçti.

***
Kolay yazılmadı bu desten.
Kolaylıkla efsane olmadı bu takım.
Öyle parayla pulla da olmadı hiçbir şey.
AŞK ile,
Sevda ile,
Zorlu şartlarda yılmadan yıkılmadan verilen büyük bir mücadele ile tüm Anadolu halkının gönlünde taht kurdu Eskişehirspor.
Ve bugün, Eskişehirspor'un yaşadığı zorlu süreçten çok daha küçük engeller karşısında bir çok Anadolu takımı yok olup giderken, Eskişehirspor yaşamaya devam ediyor.
Yaşıyor, savaşıyor Eskişehirspor!
Bozuk düzene karşı verilen mücadele tüm hatlarıyla devam ediyor.
Endüstriyel futbol anlayışının tüm acımasızlığına rağmen, yüreklerde beslenen AŞK ile Eskişehirspor yaşamaya devam ediyor.
***
Anadolu'nun bir çok başarıya imza atmış nice kent takımı bir bir yok olurken, ya da adını şirketlere satarken Eskişehirspor kurulduğu gün ortaya konulan ''Kültürü'' ile yaşamaya devam ediyorsa, bunda en büyük katkı yıllardır dökülen kutlu gözyaşlarınındır.
Nice sevdalı yürek, 1965'ten bu yana sevdası Eskişehirspor için ''Bazen sevinç, bazen keder'' diyerek gözyaşı döküyor. Bir mağlubiyetin verdiği acıyla dökülen gözyaşları değil Eskişehirspor'u yaşatan, kutlu bir sevdanın özlemiyle dökülen gözyaşlarıdır.
Beceriksiz ve art niyetli yöneticiler sayesinde çekilen acıların meyvesidir bu kutlu gözyaşları.
***
Eskişehirspor taraftarı anılarını anlatırken ''ESES için döktüğü ilk gözyaşı''ndan başlar söze...
Ben de henüz 15 yaşındayken dökmüştüm Eskişehirspor için ilk gözyaşlarımı.
Yıllarca 1. Lig'de şampiyonluk mücadelesi verirken birden bir Vefa Stadı'nın toprak sahasında toz içinde kalmasına şahitlik ettiğim için ağlamıştım...
Yıllar geçti...
Dinmedi o kutlu gözyaşları...
Bugün Ardabaran ağlıyor...
14 yaşındaki Ardabaran...
Ve daha niceleri...
Nice minik yürek...
Nice sevda ateşiyle yanan yürek ağlıyor bugün...
***
Eskişehirspor'u ayakta tutan manevi güç bu gözyaşlarıdır.
Bu kutlu gözyaşlarının sahibi Arbaran Çubuk kardeşimin sevgili babası oğluyla ilgili duygularını kaleme dökmüş.
Okuyup da duygulanmamak, ağlamamak ve Yeniden Büyük Eskişehirspor mücadelemize daha güçlü bir şekilde devam etmemek mümkün değil.
Aşağıda sizlerle paylaştığım satırları okurken ağlayalım hepimiz.
Ama yıkılmayalım...
Yılmayalım...
Daha güçlü bir şekilde YENİDEN BÜYÜK ESKİŞEHİRSPOR mücadelemize kaldığımız yerden devam edelim...
***
Noktasına virgülüne dokunmadan sizleri Ardabaran kardeşimizin babası sevgili kardeşim Muharrem Çubuk'un duygularıyla başbaşa bırakıyorum:

Oğlum Ardabaran Yürümeyi, konuşmayı, koşmayı yeni öğrendiğinde attım onu bu sevdanın kucağına. Senelerdir derdini, sevincini, kahrını çektiğim sevdama onuda dahil ettim. 6 yaşındaydı. Ne sevdadan haberi vardı ne futboldan. Ben kolundan tuttum. Eskişehirsporumuzun tesislerine götürdüm. Dedim ki " Oğlum, bundan sonra ki hayatını bu armaya, bu toprağa, bu şehire adayacaksın. Bu şehir için ter dökeceksin. " Atalarımız gibi küçük yaştan aşıladım ona şehir sevdasını, memleket sevdasını. 

7 sene oldu oğlumu bu kulübün alt yapısına teslim edeli. Tam 7 sene. Oğlum tribünde abilerini, sahada kendi armasını destekliyor. Bu armayı en az ben babası kadar seviyor artık. Sevmese bu gözyaşını dökebilir miydi ? Söyleyin. Bir çocuk dahi olsa küser mi sevdiğine, darılır mı ? Sevdiği için ağlar, sevdiği için güler..

Bu fotoğraf Göztepe finali sonrası. Oğlumla beraber gözyaşı döktüğümüz maç. Hüzünle gurur karışmış. Anlatılmaz sevda. O gün daha güçlendi, daha hırslandı oğlum. Bu arma için ter dökmeye, bu şehir için yorulmaya.
Ama şimdi... 
Hergün onun tek bir sorusuyla karşı karşıya kalıyorum. 
Bu üzüntüyü bilebilir misiniz ? Bu duyguyu tadabilir misiniz ? 

Ardabaran kendine başka kulüp bulur ama başka ESKİŞEHİRSPOR bulamaz.

Sayın büyüklerimiz, ESKİŞEHİR uyanın, silkelenin. Çocuklarımızın hayallerini kurtaralım. Onların hayallerini çalmayalım...

23 Haziran 2019 Pazar

Silkelen Eskişehir, Uyan Anadolu; 1965 Ruhu Geri Geldi!

Bilmeyene anlattığımız vakit bir masal dinler gibi dinliyorlar...
Bilenler ise, o şanlı armayı görür görmez heyecanla haykırıyorlar:
- Es Es Es Ki Ki Kİ Eski Eski Es!
Ömer Hayyam Yokuşu'nu tırmanıyorum yine bir gün.
Gönlümün avuntusu, ilk aşkım Eskişehirspor forması üzerimde.
Yorgun ve gururla tırmanıyorum Ömer Hayyam Yokuşu'nu.
Birden yüreğimizi yerinden fırlayacak vaziyete getiren o ses geldi arkamdan:
- Es Es Es Ki Ki Kİ Eski Eski Es!
***
Hemen geri döndüm.
65 - 70 yaşlarında, saçları dökülmemiş ama ak pak olmuş, bıyıkları cıgaradan sararmış, sesi katrandan iyice kartlaşmış bir Roman bey amca.
Es Es tezahüratı bittikten sonra benim kendisine baktığımı görünce;
- Hey gidi ESES be! Ne günlerdi...
- Fethi, Nihat, Ender filelere gönder!
Hayranlıkla dinliyordum bey amcayı.
Kendisine gülümseyerek karşılık verebildim sadece. Bey amca durmuyordu.
Bir çırpıda 15-16 civarında isim saydı.
Hepsi efsane kadromuzun oyuncuları.

Bana say deseler o kadar hızlı sayamazdım muhtemelen.
***
Benden belki 15 yaş büyük olmasına rağmen;
- Ah be abiciğim, bakma biz Beşiktaşlıyız ama Eskişehirspor bir başkaydı be!
Ben halen tek kelime konuşamamıştım.
Bey amca öyle heyecanlı ve öyle özlem dolu konuşuyordu ki, ne diyeceğimi bilemedim. Bilsem de Bey amca fırsat vermezdi zaten...
Neyse ki, biraz sohbet edebilme imkanı bulduk.
Öyle sanıyorum ki, ilk defa tanışıp, Eskişehirli olmadığım halde neden Eskişehirsporlu olduğumu sormayan tek adamdı kendisi.
Çünkü o biliyordu.
Eskişehirspor, ANADOLU YILDIZI'ydı!
Eskişehirsporlu olmak için, Eskişehirspor'a sevdalanmak için Eskişehirli olmaya gerek yoktu.
***
Belki Türkiye'de en çok taraftar sıralamasında 3 takım önde görünebilir fakat ''en çok sevilen takım'' sıralamasında kesinlikle Eskişheirspor açık ara birinci sıradadır.
Rakip taraftarlar tarafından bile bu kadar sevilen Eskişehirspor kurulduğu 1965 yılından sonraki 10 yılda kazandığı başarılar ile tüm ülkemizin gönlünde taht kurmuştu.
Eskişehirspor takımı çeşitli sebepler sonucunda bugün yok olmakla yüzyüze gelmiş olsa da Eskişehirspor sevdalıları sayesinde yaşayan bir efsane olarak varlığını sürdürdü ve Eskişehir kentinin en büyük değerlerinden biri oldu.
Bugün Türkiye'nin neresinde ''Eskişehir denilince ilk aklınıza gelen nedir?'' sorusunu sorarsanız sorun alacağınız cevap;
- ESES
- Eskişehirspor
- Kırmızı Şimşekler
ya da
- Anadolu Yıldızı olacaktır.
Yani Eskişehirspor, Eskişehir kentinin sembolü olmuş, en büyük markasıdır, en büyük değeridir.
***
Takımın sportif başarı olarak en kötü dönemlerinde olsa bile marka değeri hiç düşmemiş, büyük bir camianın ''en değerlisi'' olmaya devam etmiştir.
Eskişehirspor'un bu duruma gelmesinde şüphesiz tek sorumlu beceriksiz ve art niyetli yöneticilerdir.
Eskişehirspor'u anlamayan,
Eskişehirspor'u tanımayan,
Eskişehirspor'u yaşamayan,
Eskişehirspor'a sevdalanamayan beceriksiz ve art niyetli yöneticilerin dönemi artık bitti.
Artık yönetimde Eskişehirspor sevdalıları var.
Artık yönetimde laf üretmeyip, gece gündüz çalışanlar var.
Artık yönetimde verdiği sözü namus bilen Kara&Kızıl sevdalılar var.
Artık yönetimde Eskişehirspor'u sevdiği kadar sahip çıkmayı da bilenler var!
***
Türkiye'nin dört bir yanında, nice sevdalı yüreğin sevgilisi olan Eskişehirspor'un yeni başkanı Osman Taş, Eskişehirspor'un içinde bulunduğu durumdan kurtulması için ''26 saat yeterlidir!'' dedi.
Haksız mı!?
Haklı!
Hem de çok haklı.
Yaptığı her icraatla güven telkin eden bu yönetime bu şehrin sanayicileri ve tüccarları destek olursa, yapacakları maddi katkılarla Eskişehirspor'un mevcut borçları bir çırpıda ödeniverir. Daha evvelce gündeme getirdiğimiz Eskişehirspor'a 100 biner lira verecek 1000 işinsanı, sanayici, tüccar çıkmaz mı bu kentten.
Çıkar hem de 26 saatte biter iş.
Osman Taş başkanlığındaki yönetim kimseden karşılıksız para istemiyor.
VIP kombine alsınlar, Loca alsınlar olmadı forma alsınlar.
Sanayi odası, Ticaret odası, Esnaf odası mensubu değerli işinsanlarımız, sanayicimiz, esnafımız, tüccarımız için çok büyük bir miktar değildir 100 bin lira.
Artık bu kulübe 5 TL veren de 100 bin tl veren de verdiği paranın hesabını istediği zaman sorabilir.
Lafta güven değil icraatta güven veren bir yönetim var artık.
Bilançoları A4 kağıtta geçiştiren değil, her kongre üyesine dağıtılan kitaplarda hesap veren bir yönetim anlayışı var artık.
***
Eskişehir silkinip kendine dönmeli artık!
1965 Ruhu bu yeni yönetim anlayışı ile yeniden hayat bulmuştur.
Şimdi yeniden hayata dönen bu ruha sahip çıkma zamanıdır.
Aziz Bolel ve arkadaşlarının başlattığı Anadolu Futbol Devrimi'ni tamamlama vaktidir şimdi.
Ve bunu biz başaracağız.
Biz Eskişehiriz!
Biz Eskişehir'in sevdalılarıyız!
Biz Anadoluyuz!
Biz bunu da başarırız!

2 Haziran 2019 Pazar

Murat Diri ve ANADOLU TARAFTARLAR BİRLİĞİ

Eskişehirspor'un kurulduğu günden bu yana Türk futboluna nice ilkler ve nice güzellikler kazandıran Eskişehirspor taraftarları bugün de aynı yolda devam ediyor ve Türk futbolunun seyir zevki yüksek bir hale gelmesi için elinden geleni yapıyor.
Eskişehispor taraftarı son yıllardaki Milli maçlarda gösterdiği performans ile de ''Milli Taraftar'' ünvanıyla Türk milletinin gönlüne girmeyi başardı.
***

1965 yılından itibaren ''Milli Amigo'' Orhan Erpek ile başlayan süreçte tribünlerde yapılan gösteri ve tezahüratlar ile sahadaki 11 oyuncuya +1 katkıda bulunarak Türk futboluna ''12. adam'' kavramını kazandıran Eskişehirspor sevdalıları yaptıkları her güzellik ile diğer takım taraftarlarına da örnek oldu.
Tribün dışında da pek sosyal sorumluluk projesine imza atan Eskişehirspor sevdalıları, İngiltere kraliçesine mektup yazan ve kraliçeden mektup alan dünyanın ilk ve tek taraftar topluluğu ünvanının yanısıra, bir deplasmana en kalabalık giden dünyanın 1. taraftarı olma özelliğiyle de dünya futbol tarihine geçmiş bir taraftar topluluğudur.

***
Eskişehirspor sevdalılarının Türk futbolunda yaptıkları görsel şovlar ve sosyal sorumluluk projeleri saymakla bitmez. Son olarak geçtiğimiz aylarda bir deplasman dönüşü genç yaşta hayatlarını kaybeden 2 Ankaragüçlü taraftarın ardından ''Sokakta dostluk, tribünde kardeşlik'' sloganıyla başlatılan dostluk buluşmalarının en dikkat çekicisi Eskişehir'de oynanan bir milli maç öncesinde onlarca tribün liderinin, ülkemizin çeşitli illerinden gelip, Eskişehir'de toplanması oldu.
Nefer tribün lideri ve Eskişehir Taraftarlar Birliği başkanı Murat Diri ile eski Kızılcıklı tribün liderlerinden ve Eskişehirspor yöneticilerinden Mustafa Akgören'in önderliğinde gerçekleşen buluşma tüm yurdumuzdaki futbol taraftarlarınca büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır.
***
Eskişehirspor tribünlerinin bir çok olumsuz hallerden uzaklaşması noktasında büyük bir başarı gösteren, Eskişehirspor kulübünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir dönemde tüm kenti harekete geçirerek büyük bir direniş hareketine önderlik eden ETB başkanı ve Nefer Lideri Murat Diri'yi şimdi çok daha önemli ve tarihi bir görev beklemektedir.
Onbinlerce insanın gönül verdiği kent takımlarının birer birer yok olduğu, bir çoğunun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı günümüzde kentlilerin kendi takımlarına sahip çıkma duyguları Eskişehirspor taraftarları sayesinde daha ileri boyutlara ulaştı. Bunda en büyük pay sahibi elbette ki, Eskişehir'deki diriliş hareketine önderlik eden Murat Diri'nindir.
Murat Diri şimdi de ANADOLU TARAFTARLAR BİRLİĞİ'nin kurulmasına önderlik ederek Türk futbolunda bir çığır açacak, Anadolu futbol taraftarları arasında devrim etkisi yapacak yeni bir dönemin de mimarı olabilir.
***
Yıllardır hayalini kurduğum Anadolu Taraftarlar Birliği'nin kurulması için Murat Diri'ye bir görev addetmek elbette hakkımız olmayabilir. Eskişehirspor ile ilgili çalışmaları nedeniyle evinin sıcaklığını bile özlediğini hepimiz çok çok iyi biliyoruz. Geride bıraktığımız süreçte Eskişehirspor'un tribün liderliğini, yöneticiliğini, divan kurulu başkanlığını yapan Murat Diri'ye tüm Anadolu taraftarlarının sorumluluğunu yüklemekte belki bir haksızlık olabilir. Ancak şu da bir gerçektir ki, benim yıllardır hayallerini kurduğum, hatta bir federasyona dönüşmesini istediğim bu oluşumun meşalesini yakabilecek tek isim de Murat Diri'dir.
***
Biz kendi adımıza bu düşüncemizi ve önerimizi buradan sevgili Murat Diri'ye iletelim. Eminim gün gelecek Murat Diri benim bu hayalimi gerçekleştirecektir.
Çünkü o bu vatana sevdalı bir vatan evladıdır.
Çünkü o Amigo Orhan'ın bıraktığı mirasın son bayraktarıdır.
Çünkü o bir Eskişehispor sevdalısıdır...

26 Mayıs 2019 Pazar

Yörükoğlu Deli Hikmet

Deli Hikmet!
Toros Kaplanı Deli Hikmet!
Hikmet Tuğsuz!
Çok kısa bir süre öncesine kadar yakın çevresi dışında hiç  kimsenin tanımadığı, adını bile duymadığı bu ADAM, bugün Türkiye'nin gündemine girdi.
Hikmet Tuğsuz ile aynı köydeniz.
Uzaktan yakından akrabalığımız, komşuluğumuz var.
Buna rağmen benim bile çok iyi tanımadığım bir ADAM.
***
Survivor 2019 yarışmasına müracaat ettiğini ve bu müracaatın kabul edilmesi için sosyal medyadan destek vermemiz gerektiğini duyduk köylülerimizden ve elimizden gelen desteği verdik.
Hikmet Tuğruz'un müracaatı kabul edilmiş ve Hikmet yarışmaya katılmıştı.
''Survivor'a katılacak da ne olacak sanki, bizim ''köylü''yü şampiyon mu yaparlar sanki'' diye eş dost akaraba arasında konuşurken, yarışma programı başladı ve Hikmet Tuğsuz hem bizlere hem de yarışma programını hazırlayanlara cevabı çok net bir şekilde verdi:
''Ben buraya şampiyon olmaya gelmedim. Efsane olmaya geldim''
Fesuphanallah çektik hepimiz!
''Bu adam nesine güveniyor da bu kadar iddialı konuşuyor!?'' demekten kendimizi alamadık.
***
Yarışma programı başladı.
Daha önceleri ev hali sebebiyle ilgisiz de olsa takip ettiğimiz bu yarışma programını bu kez daha bir ilgili ve heyecanlı takip etmeye başladık.
Yarışmaları izledikçe resmen bağımlı olmaya başladık.
Toros Kaplanı Deli Hikmet lakabıyla yarışmalara katılan Hikmet Tuğsuz o devasa cüssesi ve diğer yarışmacılara göre ilerlemiş yaşına inat parkurları bile ezip geçerek bütün rakiplerini tek tek yeniyordu.
Aralarında 8-10 yaş fark olan rakipleri, Hikmet'e yenilmekten adeta psikolojik travma geçiriyorlardı.
***
Hikmet'in ''Efsane olma'' iddiasının ne kadar yerinde olduğunu çok net bir şekilde gördük.
Sadece sportif başarı özelliği değildi tabii beni Hikmet Tuğsuz'a bağımlı yapan.
Bir yarışmaya çıkıyor ADAM!
Yarışma parkurunun başlangıç noktasına giderken deniz sularının üzerinde Fatih Sultan Mehmet'in atını denize sürdüğü anı yaşar gibiydi ve dilinde bir mehter marşı yükseliyordu:
- Tuna nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Şanı büyük Osman Paşa / Plevne'den çıkmam diyor!
Şaşkınlık ve gururla izledik Hikmet'in Yunanlı rakibiyle oynadığı oyun öncesindeki bu tavrını!
Bu yarışma tarihinde ilk defa ''TÜRK'' olduğunu bu kadar belli eden bir yarışmacı vardı artık karşımızda.
Kısa bir zaman sonra bu mehter marşını Yunanlı oyuncular bile öğrenmiş ve Hikmet'in kazandığı her oyundan sonra onlar da bu marşı söylüyordu.
***
Oyunlarda kazandığı muhteşem başarılarla Survivor tarihinin en başarılı oyuncusu olma ünvanını oyunların henüz yarısında elde eden Hikmet Tuğsuz bununla yetinmiyor Türk kültürünü de bu yarışma da yaşatmaya çalışıyordu. Milyonlarca insanın bağımlılık derecesinde izlediği bu programda ilk defa bir mehter marşı okuyan Hikmet yine ilk defa hepimizin çok iyi bildiği ve dillendirdiği ''Gaydırı gubbak Cemilem'' türküsünü de kazandığı oyunlar sonrasında söyleyerek Türk ve Yunan arkadaşlarıyla oynuyordu.
Yarışmaya bu güne kadar katılan yarışmacıların hemen hemen tamamı TÜRK kültürüne dair zerre bir iz bırakamazken Hikmet her tavrıyla buram buram Türklük kokuyordu.
***
Bir ara yarışmacılar arasında aşk dedikoduları dönmeye başladı.
Esprili bir şekilde de olsa arkadaşları Hikmet'e bir Yunanlı kadın yarışmacının kendisini beğendiğini söylediler.
Hikmet bu sözlere de öyle bir cevap verdi ki, hepimize ders verdi adeta:
'' Yok be! Ben kendi memleketimden, Toroslardan bir kızla evlenirim, hani adı Ayşe, Fatma, Hacer, Zeynep olan kendi kızlarımızdan biriyle evlenirim ben''
İşte bu adamdı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Efendiler Toroslar'a gidip bakın. Halen bir Yörük ocağı tütüyorsa Anadolu Topraklarında Türklük asla tükenmemiş, tükenmeyecek demektir'' derken işaret ettiği ADAM!
***
Ve Hikmet Tuğsuz öyle bir veda etti ki, Survivor'a Yunanlı oyuncular bile gözyaşlarına hakim olamadı.
Hikmet kendisinin ödül kazanamayacağı bir yarışmada Survivor tarihinin en ağır sakatlığıyla yüzleşti.

''Ben nasılsa ödül kazanamayacağım kendimi zorlamayayım'' diyerek oyunu kazanmak için büyük bir çaba sarfetmeseydi bugün Hikmet Tuüsuz yarışmaya devam edebilecekti.
Yunanlı oyunculardan Kyriakos gözyaşları içinde durumu şöyle özetliyordu: ''Bu adam insan üstü biri! Kendisi ödül kazanamayacakken arkadaşları için Survivor hayatını bitirdi!'' Daha fazla konuşamadı.
O yarışmaya katılanların hepsi Hikmet'in bu dürüstlük abidesi olacak davranışı karşısında bir kez daha psikolojik travma yaşıyorlardı. Eminim hayatlarında bu kadar ahlaklı ve dürüst birini görmemişlerdir ve bundan böyle de görmeyeceklerdir.
***
Hikmet Tuğsuz en başta dediği gibi şampiyon olamamıştı ama tam bir EFSANE olmuştu gerçekten.
Sakatlığı nedeniyle oyunlarda çekilen Hikmet Tuğsuz'un hayatı spor ile bütünleşmiş.
Adnan Menderes Ünizesitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'nu bitiren Hikmet Tuğsuz milli atlet ve milli antrenör.
Decatlon branşında yıllarca geçilemeyen sporcu olarak spor tarihimize geçti. Kazandığı sayısız şampiyonluklarla bir efsane oldu. Hikmet Tuğsuz şu anda; Ali Gürbüz, Okan Acar, Ertuğrul Dağdeviren ve Bayram Arslantaş gibi nice değerli milli sporcumuzun antrenörlüğünü yapıyor.
***

Hikmet Tuğsuz hakkında yazılacak çok şey var.
Belki zaman içinde fırsat bulabilirsem yazmaya devam edeceğim. Ancak Hikmet sakatlığı sebebiyle oyunlardan çıktıktan 1 gün sonra öyle bir olaya tanıklık ettim ki, tam bir şok vakası oldu benim için.
Hikmet'in Yunanlı takım arkadaşlarından Nikos oldukça başarısız bir yarışmacı olmasına rağmen bir oyun kazandı ve sağ eliyle yarım yamalak da olsa Türklüğün sembolü BOZKURT işareti yaparak ''Senin için Hikmet Abi!'' diye bağırdı!
O an tüylerimiz diken diken oldu!
ADAM, adada Yunanlı'ya bile Türklüğü öğretmişsin!
İşte Hikmet Tuğsuz böyle bir deli!
Memleket delisi!
Türklük delisi!
Vatan delisi!
Ve dürüstlük delisi bir ADAM geldi geçti hayatımızdan...

20 Mart 2019 Çarşamba

SİZ UYUDUNUZ, BİZ UYANDIK...

Ankaragücü sevdalısı Eren Açıkgöz ve Mert Turgut Çakır'ın Antalyaspor deplasmanı dönüşü meydana gelen trafik kazasında genç yaşta hayatlarını kaybetmesiyle birlikte ülke genelindeki tüm futbol taraftarlarında bir uyanış başladı.
Bu uyanış ''SİZ UYUDUNUZ, BİZ UYANDIK'' sloganıyla tribünlere taşındı.
Evet bu genç kardeşlerimizin elim bir trafik kazası sonucunda hayatlarını kaybetmeleri ülkemiz futbol taraftarları arasında yaşanan tüm husumetleri bitirdi ve ''Futbol dostluk ve kardeşliktir'' ilkesini hayata geçirdi.
***
Memleketimizin dört bir yanında oynanan maçlarda bu kardeşlerimiz için saygı duruşu yapıldı. Pankartlar açıldı, besteler söylendi...
Eskişehirspor Taraftar Birliği başkanı Murat Diri'nin basın toplantısında ''Bu kardeşlerimizin acısıyla birlikte bizim hiçbir takım taraftarıyla husumetimiz kalmamıştır'' açıklamasının sonrasında benzer açıklamalar ardı sıra geldi.
Futbolu dünyanın en büyük kumar aracı haline getiren emperyalist güçlerin milletimizin arasına ektiği nifak tohumları bu genç kardeşlerimizin toprağa düşmesiyle birlikte çürüdü, yok olup gitti.
Şimdi dostluk ve kardeşlik zamanı.
Ülkemizin en büyük dinamik gücü olan futbol taraftarı artık uyandı!
***
Biz şimdi;
TRİBÜNDE REKABET, DIŞARDA KARDEŞLİK diyoruz...
Milyonlarca insanı arkasından sürükleyen futbol oyununun en vazgeçilmez unsuru olan futbol taraftarı artık kendisini müşteri olarak gören zihniyete karşı uyandı ve gerekeni yapmak için harekete geçti.
Yıllardır savunduğumuz gibi futbol taraftarı futboldan elde edilen ve belli bir zümre tarafından paylaşılan devasa sermayenin hesabını sorma noktasına gelmiştir.
Futbol taraftarına dayatılan tüm dayatmaların hesabını sorma vakti gelmiştir.
Passolig soygunundan tutun da stad önlerinde terörist muamelesi yapılmasına kadar tüm haksızlıklara dur deme vakti gelmiştir.
***
Futbol oyununda ballı pastayı yiyenler belli.
Ve bu ballı pastayı yiyenleri koruyan kollayan, onların rantiyesini her türlü garanti altına alan yasal düzenlemelere rağmen bu ballı pastanın tüm maliyetini sırtına yüklenen futbol taraftarının haklarını savunacak bir tek yasal düzenlemenin olmadığını hepimiz biliyoruz.
Futbol taraftarına yönelik tüm yasal düzenlemeler 'CEZA' odaklıdır.
Passolig parası,
Maç bileti parası,
İdda ve bahis kupon parası,
Lisanslı ürün parası
Kulübüne yardım parası adı altında sürekli olarak para veren karşılığında sadece sportif başarı umut eden futbol taraftarı ne yazık ki, futbolu yönetenler tarafından (tabirimi hoş görün) şamar oğlanı olarak görülmektedir.
***
Sürekli yasaklar!
Sürekli cezalar!
Sürekli yeni yaptırımlar!
Futbol taraftarının faydasına bir tek yasal düzenleme yok!
Mesela hepimizin büyük bir tutkuyla sevdalandığı kulüplerimizi borç batağına saplayan, kulüplerimizin üzerinden büyük kazançlar sağlayan ama kulüplerimizi kapanma noktasına getiren yöneticilerin cezalandırılması yönünde tek bir yasal düzenleme yok!
Bu noktada bile futbol taraftarı cezalandırılıyor ve aşkla bağlandığımız kulüplerin kapanmasını gözyaşları içinde izlemekten başka bir şey yapamıyoruz.
***
Geçtiğimiz günlerde başkanlığını yaptığım Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği'ni temsilen İstanbul'da bir etkinliğe katıldım. Trafik kazasında kaybettiğimiz Ankaragüçlü kardeşlerimizin anısına düzenlenen halı saha maçına birçok takımın taraftar temsilcisi katıldı. Yakın geçmişte yaşanan husumetlerden dolayı oraya gelseler bile birbirine mesafeli duran kardeşlerimiz vardı ve ben ilk olarak yakın zamanda tatsızlıklar yaşadığımız takımın temsilcilerini kucakladım.
''Geçmişi unuttuk'' dedik...
Artık bu kardeşlerimizin acısı bizleri bir araya getirdi ve onlar sonsuzluk uykusuna dalarken bizi uyandırdılar.
Allah mekanlarını cennet etsin.
***
Genç kardeşlerimizin vefatı ile başlayan bu uyanışı canlı tutmak ve futbol taraftarının rantiye sofrasını zenginleştirecek müşteri olarak görülmesine dur demek için ülkemizin tüm tribün emekçilerine, arma sevdalılarına buradan bir kez daha çağrıda bulunuyorum.
En kısa zamanda bir toplantı tertip edelim ve futbolu yönetenlere ''Biz salt müşteri değil, armalarımızın aşıklarıyız'' diye haykıralım.

Allah birlik ve beraberliğimizi bozmasın...

18 Mart 2019 Pazartesi

Eskişehirspor'da ''Güzel şeyler oluyor''

16 Mart 2019 Cumartesi günü Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği yönetimi olarak Eskişehirspor kulübüne bir ziyarette bulunduk. Kongre'den bu yana geçen zamanda yapamadığımız hayırlı olsun ziyaretimizi gecikmeli de olsa yapabildik.
Bu ziyaretimiz, Eskişehirspor'un üstüste aldığı başarısız sonuçlarla bozulan morallerimizi düzeltti ve geleceğe yönelik umutlarımızı da yeniden tazeledi. Öncelikle bu ziyaretimizde bizleri misafir olarak değil de ev sahibi olarak gören başkanımız Kaan AY ile Mali Asbaşkanımız Mehmet Şimşek ve Teknik Asbaşkan Yardımcısı sevgili Selim Demircioğlu'na Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği adına sonsuz teşekkürlerimizi sunuyorum.
***
PROJE ESES
Yaklaşık 2 saat süren ziyaretimizde alınan olumsuz sonuçlara rağmen kulübümüzün geleceği açısından güzel şeyler olduğunu görmek bizleri son derece mutlu etti.
Kulüp binasına girer girmez sol taraftaki salonun kapısı açıldı.
Kapıyı açan Ufuk Demirtaş...
Kendisini Kocaeli'de öğrenci olduğu dönemlerden beri tanırım.
Körfezin Kırmızı Şimşekleri oluşumunun kuruluşunda ve daha sonra başkanlığını yaptığı dönemlerde yüreğindeki ESES sevdasını bizzat yaşadım.
Aradan geçen yıllar onun yüreğindeki ESES sevdasını daha da güçlendirdi.
Şimdi PROJE ESES ekibini kurdu ve kulüp binasında çalışmalarına devam ediyor.
Kendisini hasretle kucaklarken sorduğu soruyla bu fakiri onurlandırmak onun neden Ufuk Demirtaş olduğunun da bir göstergesiydi:
- Vay Selahattin abim! Yahu seni Süper Lig maçlarında bile bu kadar sık Eskişehir'de göremiyorduk. Yoksa sen de mi kötü gün taraftarısın!?
Ufuk Demirtaş hocamızın bu iltifat sorusuna mahcubiyetimizden cevap veremedik sarıldık sadece kardeşimize...
Salonda, gencecik pırıl pırıl kardeşlerimizi gördük.
Yürekleri ve beyinleri Eskişehirspor için çalışıyor!
Daha düne kadar tesislere uzaktan bile bakamayan ESES sevdalıları bugün kulüp binasının içinde kendilerine tahsis edilmiş bir salonda Eskişehirspor'un geleceği için proje üretiyorlar...
İşte bu 1965 Ruhudur efendiler!
Teşekkürler Ufuk Demirtaş, Teşekkürler Eskişehirspor yönetimi...
***
ESKİŞEHİRSPOR İÇİN ÇİLEYE TALİP OLAN ''ADAM''LAR...
Toplantı halinde olan ProjeESES ekibini fazlaca meşgul etmeden çıktık odadan ve bizi karşılayan Kaan AY başkanımız, değerli yöneticilerimiz Mehmet Şimşek ve Selim Demircioğlu ile başkanımızın odasına geçtik.
Daha önceki başkanların kendilerine özel makam odası olarak gördüğü bu odada Eskişehirspor'un gerçek sahipleri olarak rahatça oturduk.
Kaan AY başkanımız, taraftarın yönetimdeki temsilcileri Mehmet Şimşek ve Selim Demircioğlu bizlere yapılan çalışmalar hakkında, kulübün mali durumu hakkında en ince detaya kadar bilgi verdiler.
Tamamen şeffaf ve net...
Önerilerimiz vardı, ilettik.
Derneğimiz divan kurulu üyesi sayın Salih Danacı ağabey kulübün tüm plaket ihtiyacını ücretsiz olarak karşılayacağını belirtti.
***
Eleştirilerimiz vardı, ilettik.
Çok samimi bir şekilde yaptığımız eleştirilere aynı samimiyet ve açıklıkla cevaplar aldık.
Özellikle siyasi konularda kamuoyunda çok sıkça yapılan eleştirileri kendilerine bizzat biz de ilettik ve yapılan her şeyin Eskişehirspor'un menfaatleri doğrultusunda yapıldığı konusunda bizler ikna olduk.
Burada bu konuya fazla girmeyeceğim ama şunu söyleyebilirim;
Özellikle siyasi konularda ''Kaan AY neden böyle böyle yapıyor'' sorusu zihninizi meşgul ediyorsa kulübümüze gidin ve kendisine bizzat sorun. Biz öyle yaptık.
Kendisiyle aynı düşünceleri paylaşmayan arkadaşlarımız bile ''Adam haklı'' demiştir görüşmemiz sonrasında.
Stadın kulübümüze devri, isim hakkı ile ilgili görüşmeler, takım içindeki son durum ve 1 yıl içinde borçlardan kurtulmaya kadar bir çok konuda yaptıkları çalışmaları sabırla bizlere anlattılar ve sorularımıza da sabırla cevap verdiler.
Kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum.
***
VE NİHAYET TAKSİTLİ ÜYELİK
Başkan Kaan AY ile görüşmemizi noktaladıktan sonra başkanımız bizi kapıya kadar uğurlamak istedi ancak kendisine ''Başkanım kapıya kadar uğurlayamazsınız ama muhasebenin kapısına kadar uğurlayabilirsiniz'' diyerek başkanımızla birlikte kulüp muhasebe odasına kadar geldik.
Başkanımızla vedalaştıktan sonra 6 yeni üyemizin başvuru formlarını ve ücretlerini muhasebeye teslim ettik. Rozet satışından elde ettiğimiz 2500 TL'yi de makbuz karşılığında kulübümüzün kasasına bıraktık çok şükür.
Yıllardır mücadelesini verdiğimiz TAKSİTLİ ÜYELİK sisteminin hayata geçtiğini görmek de ayrı bir mutluluk oldu bizler için.
Yıllardır hiçbir yönetimin yap(a)madığı bu sistemi Mehmet Şimşek başkanımız yapmış ve hayata geçirmiştir.
Daha dğne kadar birçok Eskişehirspor sevdalısının kulübe üye olabilmek için avukata müracaat ettiği üyelik sisteminde kotalar kalktı, giriş aidatı yarıya indi ve şimdi de taksitli üyelik başladı. Kulübümüzün resmi internet sitesinden sanal pos cihazıyla taksitli üyelik başvurusu yapabileceğiniz gibi kulüp binamıza giderek de taksitli üyelik başvurusu yapabileceksiniz artık.
Artık SÖZ SIRASI BİZDE!
Eskişehirspor'u sevdiğimiz kadar sahip çıkmak için bundan daha iyi bir fırsat olamaz.
Tribünlerde olduğu gibi kongre salonlarında da ''Eskişehirspor Bizimdir!'' diye haykırmak istiyorsak bu fırsatı kaçırmayalım ve hemen üyelik başvurusunda bulunalım lütfen.
***
TESİSLERDE ÇAY - KAHVE KEYFİ
Muhasebe odasında mali yükümlülüklerimiz de yerine getirdikten sonra antrenman sahasının hemen yanına açılan kafeteryayı da bir görelim dedik.
Selim Demircioğlu ile birlikte kafeteryaya geçtik.
Alın size bir güzellik daha!
Sahada geleceğin Eskişehirsporlu Yıldızları olabilmek için ter döken minik Şimşeklerimizin aileleri sıcacık salonda oturmuş, sıcak çaylarını kahvelerini yudumlayarak evlatlarını izliyorlar ve onların geleceğiyle ilgili hayaller kuruyorlar.
Biz de tostlarımızı söyledik, çaylarımızı söyledik ve derin bir muhabbetin içine daldık.
2 buçuk saat nasıl geçti bilemedik.
Onca güzellik bizlere zaman mefhumunu unutturmuştu.
Emeği geçenlere binlerce teşekkür.
YAŞASIN ESKİŞEHİRSPOR!
YAŞASIN YENİDEN BÜYÜK ESKİŞEHİRSPOR MÜCADELEMİZ!

7 Mart 2019 Perşembe

Omuzlarda taşınarak gömülen dostlar

Çok kalabalıktılar cânım Beberuhi!
Arka arkaya yanaştı yol kenarına otomobiller. Her otomobilden üçer beşer insan evladı indi.
Hepsi bir arabanın başına toplanıp o arabadaki adamı omuzlarına aldılar.
Kara gözlüklü adamlar...
Asık suratlı alayı.
Kadınlar yanaşmadılar, bir köşeye kümelenip adamları seyrettiler...
Adam, onlarca insan evladının omuzlarında girdi mermer sütunlarla süslenmiş dergâh-ı ervah kapısından.
Oh ne âlâ iş cânım Beberuhi!
Eş, dost, akraba, konu, komşu, bakkal, çakkal cümle alem orada!
Omuzlarda taşımalarından belli ki muhteremi pek severlermiş!
Öyle hızlı adımlarla, öyle coşkulu götürüyorlar ki, dergâh âdabı olmasa tezahürat edecek deyyuslar!
***
Ben bir sigara yaktım.
Otobüs bekliyordum.
Hep geç gelir ya bu 32T, darlanmıştım cânım Beberuhi.
Bu tiyatro iyi gelmişti!
Sonra bir enik yanaştı yanıma.
Onunla biraz hasbihal ederken durağın kalabalıklaştığını hissettim.
Sesle çoğalmıştı...
Gülüşmeler, argo lakırdılar da epeyce artmıştı...
Kalktım baktım.
Bizim 32T halen yok!
Darlandım derken baktım tiyatro devam ediyor!
***
İnsan evlatları bir bir çıkıyorlar o mermer sütunlu kapıdan.
Ve kadınlar...
Beş altısı bir kadının koluna girmiş.
Kadın güçlükle yürür şekli yapmaya çalışıyor.
Namaz örtülü, kahverengi gözlüklü kadınlar da onun bu çabasına destek oluyorlar.
Usul ve âdap böyle gerektiriyordur zaar...
***
Kara gözlüklü adamlar artık somurtmuyor.
Sinkaflı kelamlar edip, gülüşüyorlar.
Belli ki adamı gömmüşler!
Kimisi otomobiline binerken ''Filanca tarafa giden var mı!?'' diye kasala kasala soruyor.
Rahatlamışlar.
Omuzlarındaki yük inmiş herhalde.
Sahi ne oldu o adama.
Hani az evvel omuzlarda taşınan adam vardı ya!
***
Evet adamı gömmüşler.
O çok sevdikleri adamı toprağa gömüp, yeniden hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya gidiyor, afilli adamlar, süslü kokanalar!
Usulen ağlama numaraları,
Ve sahte somurtmalar...
Hepsi gömülmüş...
Gidiyorlar...
Kim bilir kimlerin hakkını yemeye, kim bilir kimlerin kalbini kırmaya...

3 Mart 2019 Pazar

Suçlu Fuat ÇAPA mı!?

Eskişehirspor ülkemizin en büyük futbol camialarından birine sahiptir. İçinde bulunduğu durum her ne olursa olsun Eskişehirspor'a gönül verenlerin hedefi her zaman büyüktür. Eskişehirspor sevdalıları sonuçları ne olursa olsun hep büyük hedeflerin peşinde koşar, büyük hedeflerin hesaplarını yapar.
Transfer tahtasının açılmasıyla birlikte elimizde bulunan ancak transfer yasağı nedeniyle oynatamadığımız futbolcuların kapasitesine bakmadan büyük hedefleri biz koyduk yine...
***
Ligin en iyi ekiplerinden biri olan Gençlerbirliği karşısında alınan 3-2'lik galibiyet bizlerin bu büyük hedef hesaplarını daha da güçlendirdi. Arkasından gelen ve bu sezonda ilk deplasman galibiyetimiz olma özelliğini de kazanan 0-4'lük Karabükspor galibiyeti playoff hesaplarımızı tavan yaptırdı. Transfer tahtasının açılmasından sonra en korktuğum şey olmaya başlamış, Eskişehirspor'un 1965 Ruhu'nu yakaladığı gençler yavaş yavaş unutulmaya, maç eksiği olan, henüz oturmuş bir ekip durumuna gelemeyen mevcut kadro ile şampiyonluk hesapları yapılmaya başlanılmıştı bile. Arka arkaya gelen 2 galibiyet ile hayallerimizi süsleyen büyük hedeflerimizi Berkay Dabanlı'nın akıl almaz hatası ile 2 puan kaybettiğimiz Denizlispor beraberliği ve bir hakem faciası ile deplasmanda berabere kaldığımız Gazişehir maçları bile durduramadı.
***
Görünen o ki, aylardır maç yapmayan kadro iyi motive olmuş, ancak henüz iyi bir ekip olamamanın verdiği rehavetle basit hatalar yapıyor ve puan kaybediyordu. Yine de 4 maç süren bir yenilmezlik serisi yakalamıştık ve Adanademirspor maçına da bu rehavetle çıkmıştık.
Fuat Çapa hocamız ''Bizim Çocuklar'' diye adlandırdığımız gençlerimizin büyük çoğunluğunu yedekte bırakarak, sahaya daha deneyimli olan futbolcularını sürmüştü. Başka çaresi de yoktu. Fuat Çapa tam aksine gençlere şans vermek isteyen ve Eskişehirspor'un gelecekte ''taş gibi bir takım'' olabilmesinin bu çocuklara bağlı olduğunu çok iyi bilen bir teknik adamdır. Ancak tüm camianın transfer tahtasının açılmasıyla birlikte ''Şampiyonluk hesapları'' yaptığı bir ortamda Fuat Çapa'nın çoğunluğu bizim çocuklardan bir kadro ile sahaya çıkması ne kadar doğru olurdu acaba? Böyle bir kadro ile örneğin Denizlispor maçında alınacak bir mağlubiyet sonunda hem Fuat Çapa hem de bizim çocuklar bir eleştiri lincine maruz kalır mıydı, kalmaz mıydı!? Denizlispor maçında Berkay Dabanlı'nın yaptığı hatayı Cemali yapmış olsaydı sonuçları ne olurdu!? Adanademirspor'a yenilen takımda bizim çocuklar ağırlıkta olsaydı Fuat Çapa ve o gençlere yöneltilecek eleştirilerin dozu nerelere fırlardı!?
***
Eskişehirspor'un varoluş mücadelesi verdiği zorlu süreçte, pek çok Eskişehirli'den daha büyük bir mücadele veren Fuat Çapa yine en zorlu bir süreçte son derece riskli bir hamle yapmış, bu hamlesiyle de hem kendisi hem de ''Bizim Çocuklar'' için olası bir trajik soma engel olmuştur. Şimdi geldiğimiz noktada hepimiz transfer yasağı nedeniyle oynatamadığımız futbolcuların ''dünya çapında'' futbolcular olmadığını, sihirbaz olmadıklarını net bir şekilde anladık. Maç eksikleri nedeniyle henüz bir ekip olamayan tecrübeli oyuncularımız elbette bizim için çok önemlidir. Ancak bizi büyük hedeflere götürecek kapasitede değiller. Bizim hedefimiz er ya da geç ''1965 Ruhu'' ile ''Yeniden Büyük Eskişehirspor'' olmalıdır. Bu hedefe giderken tecrübeli futbolcularımız saha içinde ve saha dışında genç kardeşlerimize ağabeylik yaparak bize katkı sağlayabilirler. Büyük hedefe giderken bize çok büyük destekler verebilirler. Ancak bu kadronun bizi ne bu sezon ne de gelecek sezon ''Küme düşmeme'' hedefinden öteye götürmeyeceği çok nettir...
***
Kanaatimce; Adanademirspor maçı sonunda Fuat Çapa hocamız rahatlamıştır. Sosyal medya üzerinden kendisine yöneltilen ''Gençlere neden daha yer vermiyorsun'' eleştirileri acımasızca ve ölçüsüzce yapılsa da bir açık çek niteliğindedir. Tecrübeli futbolcularımızın takıma katılmasıyla birlikte bu takımın küme düşmeyeceği kesinlik kazanmıştır. Ancak şampiyonluk kovalayamayacağı da aşikar hale gelmiştir. Bundan böyle Fuat Çapa kendisinin de defalarca belirttiği üzere Bizim Çocuklar'a daha çok şans tanıyacaktır. Genç kardeşlerimiz de hem Fuat Çapa'yı mahcup etmemek hem de kendi geleceklerini daha parlak bir hale getirmek için hem sahada hem de idmanlarda daha çok çalışarak Eskişehirspor'un layık olduğu yerlere gelmesinde en büyük paya sahip olacaklardır.

28 Şubat 2019 Perşembe

CHP - HDP - İP İttifakı mı Yeni bir Çözüm Süreci mi!?

AKP'nin FETÖ ve Çözüm süreci gafletleri ülkemiz için ağır bedellere malolmuştur. Bu bedelleri milletçe çok ağır bir şekilde ödedik. 15 Temmuz sonrasında AKP, ''Kandırıldık'' diyerek düştüğü bu gafletten geri döndü. Teröre karşı çok sert tedbirler alındı, terörü ve teröristleri öven ve kollayanlar da terörist olarak görüldü ve cezalandırıldı. MHP'nin de verdiği destekle bugün ülkemizde terör eylemleri en az seviyeye getirildi, terör örgütleri bir bir çökertildi.
***
İstiklal Savaşı ve Cumhuriyetimizin kuruluşu aşamasında Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde ''Ne mutlu Türküm diyene'' esası üzerine inşa edilen son bağımsız Türk Devleti'ne karşı güç birliği yapana ''Dinci'' gruplar ve Kürt Teali Cemiyeti'nin bugünkü uzantıları olan ''Dinci'' yapılanmalar ve Pkk bağlantılı siyasi oluşumlar aynı amaç doğrultusunda, yani TC Devlet'inin bir TÜRK devleti olmaktan çıkarmak için güç birliği yapmaya devam etmektedirler.
***
''Din Kardeşliği'' safsatası ile AKP öncülüğünde yürütülen Çözüm Süreci ile bunu başaramayanlar şimdi ''AKP ve Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı'' ile bunu başarma hevesine kapılmışlardır. Ortada yine kandırılan masum ve samimi insanlar vardır. Yanlıştan dönene düşmanlık edilmez. AKP'yi beğenmeyebiliriz. Ama bunun karşılığı asla ve asla AKP'nin o çokça eleştirdiğimiz tarihi yanılgılarına düşmek değildir.
***
Paylaştığımız fotoğraf CHP Beyoğlu Belediye Başkan adayı sayın Alper Taş'ın seçim çalışmalarını yansıtan iki fotoğraftan oluşuyor. Aynı gün içinde çekilmiş 2 ayrı fotoğraf. Birisi HDP ilçe binasında diğeri İyi Parti ilçe binasında. HDP ilçe binasında çekilen fotoğrafta arka planda duvarda asılı olan fotoğraflara dikkat ediniz. O fotoğraf öldürülen teröristlere ait fotoğraflar mıdır acaba!? MHP'nin Türk Milliyetçiliği'ni yeterli görmeyip, MHP'den ayrılarak İP'e geçen samimi Ülkücü arkadaşlar bu 2 fotoğrafa bakarak nasıl bir gafletin içine düştüklerini anlarlar umarım.
***
Bugün bir siyasi parti üst düzey yetkilisi çıkıp alenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde kürdistan diye bir bölgeden bahsediyorsa bu sapına kadar BEKA MESELESİDİR! Öldürülen teröristlerin fotoğrafları bir siyasi partinin duvarlarını süslüyorsa bu alenen BEKA MESELESİDİR!
Öldürülen teröristlerin cenazelerinde bu ülkenin milletvekilleri boy gösterebiliyorsa bu devasa bir BEKA MESELESİDİR!
***
Bu fotoğraf devletimizin nasıl bir Beka sorunu ile karşı karşıya kaldığının açık göstergesidir. MHP bu beka sorunu sebebiyle içine düştüğü gaflet uykusundan uyanıp, MHP'nin ''Teröristle müzakere edilmez, mücadele edilir'' ilkesine dönen AKP, bu beka sorununu görmüş ve en sert tedbirleri alarak, terörle mücadelede büyük bir başarı kazanmıştır. Bu mücadele devam ettiği sürece ve AKP, FETÖ gibi Pkk gibi terör örgütlerinden uzak kaldığı sürece MHP, AKP'ye destek vermeye devam edecektir. Bu demek değildir ki, MHP, AKP'ye kayıtsız şartsız destek veriyor. Beka sorununun yanısıra milletimizin yaşadığı toplumsal ve ekonomik sorunların çözülmesi için de MHP, TBMM çatısı altında tüm demokratik mücadeleyi vermektedir, vermeye de devam edecektir. *** Netice itibariyle, bu fotoğraf bize içinde bulunduğumuz durumu net bir şekilde açıklamaktadır. Fetö ve Pkk yıllar önce AKP'yi düşürdüğü tuzağa şimdi CHP'yi düşürüyor. CHP'nin bugüne kadar ağzından ''Ne mutlu Türküm diyene'' sözünü işitemediğimiz lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun düştüğü bu gaflet uykusuna emaneten İyi Partili olan Ülkücüler de düşmemelidir. MHP ve Lider Devlet Bahçeli, ''Önce Ülkem ve Milletim, sonra partim ve ben'' ilkesi gereğince AKP ile olan ''hesaplaşmayı'' ertelemiş ve Anadolu'da Türk varlığının sürmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bekası için terör odaklarının cenderesinden kurtulup, terörle mücadeleyi tercih eden AKP'nin yanında olmaktadır. ''İttifak'' kandırmacasıyla 15 Temmuz öncesinde AKP'nin düştüğü tuzağa bugün düşen CHP'nin yanında olmak HDP ve dolayısıyla Pkk'ya destek vermekten başka hiç bir işe yaramayacaktır. Lider Devlet Bahçeli'nin davetine icabet edin, gaflet uykusundan uyanın ve yuvanıza geri dönün... NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

25 Şubat 2019 Pazartesi

Bir Mehmet ŞİMŞEK Kolay Yetişmiyor...

''Eskişehir'de bir futbol takımı için her şey var. Eskişehirspor'un tek eksiği bir LİDER'' demişti merhum Abdullah GEGİÇ...
1965 öncesinde Eskişehir Demirspor ile, 1965 sonrasında da Eskişehirspor ile tam bir futbol kenti olan Eskişehir, Aziz Bolel döneminin bitişiyle birlikte beceriksiz ve art niyetli bir çok yönetici sayesinde bugün içine düştüğü bataktan bir türlü kurtulamadı.
Aralarda iyi niyetli yöneticilerimizin gayretleri de yetmedi ve ne yazık ki, Eskişehirspor yıllardır makus talihin pençesinden kurtulamadı.

***
2018-2019 sezonu başında transfer tahtasını açamayışımız, açılması için verdiğimiz muazzam mücadele ve yaşadığımız dayanılmaz yürek acıları...
Tüm futbol otoriteleri Eskişehirspor için üzüntü mesajları yayınlıyor...
taraflı tarafsız bütün futbolseverler, bizim için adeta taziye mesajları yayınlıyordu...
Bitti...
Tükendi...
Kapanıyor...
Dediler...
Bizler de bu tükenişi kabullenmiş gibiydik.
Çaresizdik.
Üzgün ve bitkindik...
***
İşte tam bu sırada bir kaç ARMA SEVDALISI ya da ARMA DELİSİ çıktı meydana.
Ailelerini, işlerini, güçlerini, sevdiklerini, arkadaşlarını...
Her şeylerini bir kenara bırakarak; YAŞASIN ESKİŞEHİRSPOR diye haykırdılar...
Hepimiz irkildik!
Gaflet uykusundan uyanır gibi silkelendik...
İşte bizi uyandıran, direniş ve mücadele meşalesini ateşleyen o ARMA SEVDALILARINDAN biri de Mehmet ŞİMŞEK...
1 yıl önce adını bile bilmediğim bir adam...
Yolda görsem tanımayacağım bir adam...
Zaman zaman tribünlerde omuz omuza vermiş olsak da bir kere bile selamlaşmadığımız bir adamdı Mehmet Şimşek...
***
Kendisiyle ilk kez bir çay muhabbetine oturmuştuk.
Bir telefon geldi.
Uzun uzun konuştu.
Konuşurken yerinde duramıyor, küçücük odada küçük adımlarla sürekli volta atıyordu.
Mevzu derindi.
Yani mevzu Eskişehirspor.
Bir ara yere çöktü.
Yalvarır bir ses tonuyla ''Ya abi Allah aşkına gelin bitirelim şu işi. Yetmedi mi bu taraftarın çektiği acı!'' dedi.
İşte o an gönlüme bir sızı indi.
Tüylerim diken diken oldu.
İçim ürperdi.
Eskişehirspor ile dertlenmek, Eskişehirspor için ağlamak bizim için bir sanat haline gelmişti.
***
Onunla içtiğim ilk çayın lezzeti ve o cümlesinin verdiği manevi lezzet yüreğimde her daim yaşıyor, yaşayacak.
Bir gün önce yapılan Eskişehirspor kongresinde Murat Diri'yi Divan Kurulu Başkanı, Erkan Koca'yı da Divan Kurulu Üyesi olarak görmenin mutluluğu ve manevi lezzeti gibi Mehmet Şimşek ile bu ilk muhabbetimizin manevi lezzeti de hep yaşayacak yüreğimde.
Mehmet Şimşek yönetim kurulundan yapılan görev bölümünde Mali Asbaşkan olmuştu.
Bu haberi okuduğum an merhum Abdullah Gegiç hocamızın Eskişehirspor kulübünü ziyaretimizden sonra bana söylediği o cümle geldi aklıma. ''Eskişehir'in tek eksiği bir lider''
Kulüp başkanı değil.
Zengin bir yönetici değil.
Eskişehirspor'u Avrupa'ya götüreceğini vaat eden bir siyasetçi değil.
Bir lidere ihtiyacımız vardı.
Ve içine düştüğümüz bu zorlu süreçte bize liderlik yapan bir Mehmet Şimşek vardı.
Her haliyle gönlümüzü fetheden, Anadolu Yıldızı gibi parlayıp, Kırmızı Şimşekler gibi çakan ESES YÜREKLİ bir lider.
***
Mehmet Şimşek...
Aziz Bolel yönetiminden bu yana derin bir saygı ve muhabbet beslediğim ilk yöneticimiz.
Her haliyle bizi yansıtan bir adam.
Dürüstlük, şeffaflık, candanlık, samimiyet hepsi onda.
Aradığımız tüm özellikler bu adamda.
Kazanılan başarıyı dahi bizlerle paylaşıp, ''Ne başardıysak hep birlikte başardık'' diyebilen koca yürekli bir adam.
Ve zor günleri kısmen de olsa aştığımız, transfer tahtasını açtığımız şu günlerde takımımızın aldığı iyi sonuçlara sevinemiyorum.
Ben halen Murat Diri'nin Divan Başkanlığı, Mehmet Şimşek'in Mali Asbaşkanlığı ve yine tribünlerde omuz omuza verdiğimiz Selim Demircioğlu'nun yönetim kurulu üyeliğine sevinmekle meşgulüm.
Yeniden kazanmayı başardığımız 1965 Ruhu'nun ilelebet yaşaması için neler yapabilirizi düşünmekle meşgulüm.
***
Bugün bu yazıyı Mehmet Şimşek kardeşimin doğum günü vesilesiyle yazdım.
Bilirim, ESES için yaptıklarından dolayı taltif edilmeyi, övülmeyi sevmeyecek kadar alçakgönüllü bir adamdır ancak şunu da biliyorum ki, iyi işler yapan iyi yürekli adamları da tarihe not etmek gerekli.
Unutmayacağız sen ESES yürekli adam...
Ömrün bereketli, bahtın açık olsun inşaallah...


15 Şubat 2019 Cuma

Eskişehirspor'a BORCU olanlar...

Eskişehirspor...
1965 yılında Anadolu insanının ayaz gecelerini aydınlatan büyük bir yıldız olarak parlayan Eskişehirspor, bugün içine düştüğü borç batağı sebebiyle bir varolma savaşı veriyor.
Ortaya konulan bilançolara bakıldığında adeta uçan kuşa borcu var Eskişehirspor'un.
Rakamları okuduğumuz vakit herkes alacaklı Eskişehirspordan...
Formasını giyen futbolcu, o formaları yıkayıp ütüleyen malzemeci, aşçı, çaycı, kasap, manav, market, eski yöneticiler, antrenörler, futbolcu simsarları, bazı kulüpler, tefeciler (factoring diyorlar şimdi), bankalar, sanayiciler, avukatlar...
Dedik ya bir uçan kuş kalmış.
Hesap kitap bilse belki o da alacaklı çıkacak.
Ama bilançolarda uçan kuşların adı yok çok şükür.
***
İyi de bu Eskişehirspor'un hiç mi alacağı yok!?
Borçların rakamlarla ifade edildiği bir yerde alacaklar nasıl ifade edilecek?
Düşündüm.
Örneğin benim Eskişehirspor'a borcum olabilir mi!?
Eskişehirspor ile hiç para ilişkim olmadı.
Eskişehirspor'a rakamsal borç yapacak hiç bir girişimim olmadı.
Para harcamışlığımız var Eskişehirspor için ama para almadık, para kazanmadık.
Bu durumda borcum yok gibi görünüyor.
Daha derin düşünmek lazım belki de...
***
Düşündüm...
Derin derin düşündüm.
Ve ne kadar da çok borçlu olduğum çıktı ortaya.
Daha ilk gün borçlanmışım meğer.
Kasımpaşa'da, Hastane Yokuşu'nun hemen dibindeki okulumuzun bahçesinde Gassarayı tutan arkadaşlarıma büyük bir sevinçle ''Nasıl yendik ama'' diye haykırırdığım anda başlamışım borçlanmaya...
Hep onlar söylüyordu bu cümleyi; ''Nasıl yendik ama''
Bense, hem onların tuttukları takımları tutup onlardan biri olmak istemiyordum hem de onların tuttukları 3 takımı da yenebilecek ve onlara ''Nasıl yendik ama'' dedirtecek bir takım tutmak istiyordum.
***
Acaba var mıydı öyle bir takım diye düşünürken, babamın okuduğu Tercüman gazetesinde okumuştum. ''Anadolu Yıldızı Eskişehirspor, Gassarayı 3-2 yenip en büyük kupayı kazanmıştı''
İşte bu!
Onların tuttuğu takımı yenen ve onlardan biri olmayan bir takım.
Hem de öyle aslan, kanarya, kartal falan değil!
Anadolu Yıldızı!
Sonradan öğrendim.
Bir de Kırmızı Şimşekler deniliyormuş Eskişehirspor'a!
Hep farklı!
Onlardan değil.
Onlardan çok farklı!
***
İşte ben böylesine muazzam bir sevda kazanmışım.
Bir ölümsüz aşk kazanmışım.
Şu dünyada AŞK'tan gayrı büyük bir kazanç ne olabilir ki!?
Daha yolun başında Eskişehirspor'a olan borcumdam ötürü belim büküldü.
Sadece bu kadar mı!?
Benim gibi Eskişehirspor sevdalısı nice güzel insan kazandım Eskişehirspor sayesinde...
Dostlar kazandım, hem de kötü gün dostları!
En darda kaldığım anlarda Hızır gibi yetişen can dostlar kazandım Eskişehirspor sayesinde.
Kardeşlerim oldu.
Öyle laf olsun diye kardeş değil.
Sevmelere kıyamadığım,
Özlemeye doyamadığım, candan öte can kardeşlerim oldu Eskişehirspor sayesinde...
***
Hepimiz borçluyuz Eskişehirspor'a.
Hem de çok borçluyuz.
Özellikle de Eskişehir'de yaşayanlar.
Eskişehir Türkiye'de bir marka kent olduysa bu marka değerinin en paha biçilmez kısmı Eskişehirspor'dur.
Bugün Türkiye'nin en ücra köşesinde bile ''Eskişehir'' denildiği anda akla gelen ve en çok telaffuz edilen kelimeler ESES, KIRMIZI ŞİMŞEKLER, ANADOLU YILDIZI ve ESKİŞEHİRSPOR'dur.
Belediye'den önce, çibörekten önce, arab aşından önce, Eskişehir çiftetellisinden önce, hatta Yunus Emre'den bile önce Eskişehirspor geliyorsa insanların aklına ve diline Eskişehir kentinin en büyük marka değeri Eskişehirspor'dur.
***
Bu sebeple hepimiz borçluyuz.
Uçan kuşlarımız bile borçludur Eskişehirspor'a.
Atanmışlarımızdan, seçilmişlerimize
Siyasetçilerimizden, sanayicilerimize
Esnafımızdan, işportacımıza
Gençlerimizden, yaşlılarımıza
Kadın - erkek alayımız borçluyuz Eskişehşirspor'a...
Ve hepimiz bu borcumuzu ödeyebilmek için elimizden geleni yapmalıyız.
Yapmalıyız ki;
Eskişehirspor Yaşasın!
Eskişehirspor yaşasın ki;
Tüm Türkiye Eskişehir'in adını unutmasın!
***
1965 yılında Dr. Aziz Bolel bir sabah uykusundan uyanıp, aynanın karşısına geçtiğinde ''Ben de yaşadığım bu kentin takımı için bir şeyler yapmalıyım'' demiş ve Eskişehirspor'un kurulmasına önderlik ederek 10 yıl gibi kısa bir sürede Eskişehirspor'u yaşayan bir EFSANE haline getirmişti.
Bu yazımızı okuma zahmetinde bulunan değerli dostlarım hemen Dr. Aziz Bolel'in bu sözlerini tekrar etmeli ve Eskişehir'in en büyük markası için bir şeyler yapmalıdır.

Yaşasın YENİDEN BÜYÜK ESKİŞEHİRSPOR davamız!

12 Şubat 2019 Salı

Keşke ''Tanzim Satış'' olsa

Sanırım ilkokul son sınıftaydım.
Kasımpaşa - Kızılay Meydanı'ndaki büyük Tanzim Satış mağazasının önünde Sana Yağı kuyruğundayım.
Mahşeri bir kalabalık var.
1 Paket Sana Yağı alabilmek için saatlerdir bekliyordu yüzlerce insan.
Bakkallarda karaborsaya düşen margarin yağını büyük bir hasretle bekliyorduk.
Benim gibi henüz çocuk yaşta olanlar, dedeler, nineler...
Yüzlerce insan...
Birden bir uğultu kopma.
Bağırışlar çığırışlar...
Sana Yağı kamyonu gelmişti.
Sıra beklemekten bunalan millet kamyona hücum etmişti.
***
O dönemlerin ''Çevik Kuvvet''i olan beyaz miğferli Toplum Polisleri duruma müdahale etmiş ve kamyona saldıran ahaliyi dağıtmak için ellerindeki copları rastgele kalabalığa sallıyorlardı.
Sallamak derken öyle ''Dağılın! Dağılmazsanız vururum'' tarzında değil, Allah ne verdiyse olanca güçleriyle kafa göz, çoluk çocuk, genç yaşlı ayırt etmeden vuruyorlardı.
Ben de hayatımın ilk polis copunu orada yemiştim.
Belediye fiyatları tanzim etmeye çalışırken oluşan yağma düzenini de polis bu şekilde tanzim ediyordu.
Yağ ve şeker gibi ürünlerde böyle çileler çeksek de o yıllarda Tanzim Satışlar fakir fukaranın can simidiydi.
***
İşte bu tanzim satışlar Bülent Ecevit döneminde açılmış ilk olarak.
CHP'li İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak tarafından 1973 yılında açılan Tanzim Satışlar kısa zamanda Türkiye genelinde bir çok belediye tarafından açılmış ve Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında ABD tarafından uygulanan ambargoyu fırsata çeviren karaborsacılara karşı savaş açılmıştı.
Çok da iyi olmuştu.
Her ne kadar yüksek fiyat ve karaborsacıların önü tam olarak kesilmemiş olsa da milletin bir çok ihtiyacını çok ucuza temin etme imkanı doğmuştu.
***
CHP'li belediyeler tarafından başlatılan bu Tanzim Satış uygulaması 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan siyasi iradenin ''Serbest Piyasa Ekonomisi'' uygulamasına geçmesiyle sona erdi.
Tanzim Satışlar önce bir şirket bünyesine toplandı. Marketler zinciri oluştu daha sonra da özelleştirilerek tamamen ortadan kalktı.
12 Eylül öncesinde milletin arkasında hep devlet vardı.
12 Eylül darbesi ile başlayan dönemde ise devlet hep zenginlerin ve güçlülerin yanında oldu.
Millet sadece seçim dönemlerindeki ucuz ''yardım'' kolileri ile hatırlandı.
***
12 Eylül darbesinin en belirgin zulmü zenginin daha zengin fakirin daha fakir olduğu kapitalist sistemi toplum hayatına zorla da olsa kabul ettirmek olmuştur.
ANAP iktidarı ile başlayan ''Zenginin daha da zenginleşmesi'' sistemi AKP iktidarı döneminde zirveye ulaştı. Çağdaş kölelik düzeni olan taşeron sistemi ile iyice fakirleşen millet holdinglerin kölesi olmuş adeta karın tokluğuna gece gündüz çalışır hale gelmiştir bu dönemlerde.
Şimdi bu düzenin en önemli baş rol oyuncularından biri olan AKP, başarılı bir CHP projesi olan Tanzim Satışları yeniden hayata geçiriyor.
Kötü mü yapıyor?
Hayır!
Çok da iyi yapıyor!
Fakat asıl önemli olan şudur; bu uygulama bir pansuman tedavi midir, yoksa kalıcı bir tedavi yöntemi olarak mı hayatımıza yeniden girecek?
***
Sadece meyve sebze mi!?
Elektrik, doğal gaz, su ve telefon faturalarındaki soygun da bu tanzim satış mantığına dahil edilecek mi!?
Passolig uygulamasındaki soyguna dur denilecek mi!?
Hasılı kelam holding patronlarının millete yaptıkları tüm zulümlere dur denilecek mi!?
İşte bütün mesele burada!!!


1 Şubat 2019 Cuma

Mutlu Prens - Oscar Wilde

Mutlu Prens’in heykeli, uzun bir sütunun tepesinde, şehrin ta üzerinde yükseliyordu. Baştan aşağı ince altın varaklarla kaplıydı, gözleri iki parlak safirdi, kılıcının kabzasında da iri kırmızı bir yakut parıldıyordu. Herkes çok hayrandı ona. “Bir rüzgârgülü kadar güzel,” dedi sanat beğenisiyle ün kazanmak isteyen Şehir Meclisi üyelerinden biri; “Ama onun kadar yararlı değil,” diye de ekledi, kendisini aklı havalarda sanacaklarından korkarak, aslında öyle biri değildi.

Duyarlı bir anne, aydedeyi isterim diye ağlayan küçük oğluna, “Neden Mutlu Prens gibi olamıyorsun?” diye sordu. “Mutlu Prens hiçbir şey için ağlamayı aklının ucundan bile geçirmez.” Hayalleri yıkılmış bir adam harikulade heykele bakıp, “Hiç değilse dünyada epeyce mutlu birisi var,” dedi. Yetimhane öğrencileri parlak kızıl renkli pelerinleri, temiz beyaz önlükleriyle kiliseden çıkarlarken, “Tıpkı bir meleğe benziyor,” dediler. “Nereden biliyorsunuz?” dedi aritmetik öğretmeni,
“Hiç melek görmediniz ki.”
“Ah! Gördük, rüyalarımızda,” diye cevap verdi çocuklar. Bunun üzerine aritmetik öğretmeni kaşlarını çatıp kızgın bir yüz ifadesi takındı, çünkü çocukların düş görmelerini onaylamazdı. Bir gece şehrin üzerinden küçük bir kırlangıç geçti uçarak.

Arkadaşları altı hafta önce Mısır’a gitmişlerdi ama o geride kalmıştı, çünkü güzeller güzeli bir kamışa tutkundu. Ona ilkbaharın ilk günlerinde, sarı bir pervanenin peşinde nehir aşağı uçarken rastlamıştı. Kamış’ın ince beli o kadar gönlünü çelmişti ki durup konuşmuştu onunla. “Seni seveyim mi?” dedi Kırlangıç, hemen sadede gelmekten hoşlanırdı. Kamış ise boynunu iyice bir eğdi. Bunun üzerine Kırlangıç onun etrafında döndü de döndü, kanatlarını suya değdiriyor, suda gümüş halkacıklar yapıyordu. Muhabbetini böyle gösteriyordu işte. Aşkları bütün yaz sürdü. “Gülünç bir bağlılık bu,” diye cıvıldaştı öteki kırlangıçlar; “Kamış Hanım beş parasız, ayrıca çok fazla akrabası var!” Gerçekten de ırmak kamış doluydu. Sonra, sonbahar geldiğinde bütün kırlangıçlar uçup gitti. Arkadaşları gittikten sonra Kırlangıç kendini yalnız hissetti ve sevgilisinden usandı. “Sohbeti yok,” dedi, “ayrıca korkarım cilve yapmaktan başka bir şey bilmiyor, durmadan rüzgârla cilveleşip duruyor.” Gerçekten de ne zaman rüzgâr esse, Kamış çok zarif hareketlerle eğilip bükülüyordu. “Yerine de çok düşkün,” diye sürdürdü sözünü, “oysa ben yolculuk etmeyi seviyorum, bu yüzden karımın da yolculuktan hoşlanması gerekir.” Sonunda, “Benimle uzaklara gelir misin?” dedi ona, fakat Kamış başını iki yana salladı, o kadar bağlıydı yerine. “Aşkımı hafife aldın!” diye bağırdı Kırlangıç. “Ben de Piramitler’e gidiyorum. Hoşça kal!” dedi ve uçup gitti. Bütün gün uçtu, gece olduğunda şehre vardı. “Nerede konaklasam?” dedi; “Umarım kent beni ağırlamak için hazırlık yapmıştır.” Sonra uzun sütunun üzerindeki heykeli gördü. “Burada konaklayacağım,” dedi; “güzel bir konumu var, temiz hava bol.” Böyle diyerek Mutlu Prens’in ayaklarının arasına kondu.

Çevresine bakındı, “Altından bir yatak odam var,” dedi kendi kendine alçak sesle ve uyumaya hazırlandı; fakat başını tam kanadının altına sokarken üzerine büyük bir su damlası düştü. “Ne garip şey!” diye bağırdı; “Gökyüzünde tek bir bulut yok, yıldızlar berrak, ışıl ışıl, gene de yağmur yağıyor. Avrupa’nın kuzeyinin iklimi gerçekten de feci. Kamış yağmuru çok severdi, ama sadece bencilliğinden.” Derken bir damla daha düştü. Kırlangıç, “Yağmurdan korumayacaksa heykel dediğin ne işe yarar? İyi bir baca altı aramalı,” dedi ve uçup gitmeye karar verdi. Ama daha kanatlarını açamadan üçüncü bir damla düştü. Kırlangıç başını kaldırıp yukarı baktı ah, bir de ne görsün! Mutlu Prens’in gözleri yaşlarla doluydu ve altın yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Yüzü ay ışığında o kadar güzeldi ki Kırlangıç’ın içi acımayla doldu. “Kimsin sen?” dedi. “Ben Mutlu Prens’im.” “O zaman neden ağlıyorsun?” diye sordu Kırlangıç; “Sırılsıklam ettin beni.” “Ben canlıyken ve yüreğim insan yüreğiyken,” diye cevap verdi heykel, “gözyaşlarının ne işe yaradığını bilmezdim, çünkü üzüntünün girmesine izin verilmeyen Kaygısızlık Sarayı’nda yaşardım. Gündüzleri arkadaşlarımla bahçede oyun oynardım, akşamsa Büyük Salon’da dansın başını çekerdim. Bahçenin etrafında çok gösterişli bir duvar vardı, fakat hiçbir zaman o duvarın gerisinde ne olduğunu merak etmedim, çevremdeki her şey o kadar güzeldi ki. Saray’dakiler Mutlu Prens derlerdi bana, gerçekten de mutluydum, eğer zevk içinde yaşamak mutluluksa. Öyle yaşadım ve öyle öldüm. Sonra da, ben öldükten sonra heykelimi buraya, böyle yükseğe diktiler; şehrimin bütün çirkinliğini, şehrimdeki bütün yoksulluğu görebileyim diye ve kalbim kurşundan da olsa ağlamamak elimden gelmiyor.” 

“Ne! Som altından değil mi bu?” dedi Kırlangıç kendi kendine. Şahsi fikirlerini yüksek sesle dile getirmeyecek kadar nazikti. “Çok uzaklarda,” diye sözünü sürdürdü heykel alçak sesle, şarkı söyler gibi, “çok uzaklarda küçük bir sokakta yoksul bir ev var. Pencerelerden biri açık ve açık pencereden masaya oturmuş bir kadın görüyorum. Yüzü zayıf ve ince, iğneden delik deşik olmuş nasırlı, kırmızı elleri var, çünkü o bir terzi. Kraliçe’nin nedimelerinin en güzelinin gelecek Saray balosunda giyeceği atlas elbiseye çarkıfelek çiçekleri işliyor. Odanın köşesinde bir yatakta küçük oğlu hasta yatıyor. Ateşi var ve portakal istiyor. Annesi ona nehir suyundan başka bir şey veremiyor, onun için de ağlıyor. Kırlangıç, Kırlangıç, küçük Kırlangıç, ona kılıcımın kabzasındaki yakutu götürür müsün? Benim ayaklarım bu kaideye yapışık, bir yere kımıldayamıyorum.” “Mısır’da bekliyorlar beni,” dedi Kırlangıç. “Arkadaşlarım Nil boyunca aşağı yukarı uçup duruyor, kocaman lotus çiçekleriyle konuşuyorlar. Çok geçmeden büyük Kral’ın lahtinde uykuya çekilecekler. Kral’ın kendisi de orada, boyanmış tabutunda uyuyor. Sarı ketenlere sarmışlar onu, baharatlarla mumyalanmış. Boynunda soluk yeşil yeşim taşlarından bir zincir var, elleri kurumuş yapraklara benziyor.”

“Kırlangıç, Kırlangıç, küçük Kırlangıç,” dedi Prens, “benimle bir gece kalıp ulağım olamaz mısın? Oğlancık o kadar susamış, annesi o kadar üzüntülü ki.” “Oğlan çocuklarından hoşlandığımı söyleyemem,” diye cevap verdi Kırlangıç. “Geçen yaz, nehirde yaşarken iki tane yaramaz çocuk vardı, değirmencinin oğulları, bana hep taş atarlardı. Beni hiç vuramadılar tabii; biz kırlangıçlar çok uzaklara uçabiliriz, hem ayrıca ben çevikliğiyle ünlü bir aileden geliyorum; ama gene de bu bir saygısızlık belirtisiydi.” Fakat Mutlu Prens o kadar üzgün görünüyordu ki küçük Kırlangıç söylediklerine pişman oldu. “Burası çok soğuk,” dedi; “ama seninle bir gece kalıp ulağın olacağım.”

“Teşekkür ederim, küçük Kırlangıç,” dedi Prens. Böylece Kırlangıç, Prens’in kabzasındaki yakutu koparıp aldı ve gagasında yakutla şehrin damları üzerinden uçup gitti. Beyaz mermerden melek heykellerinin olduğu katedral kulesinin yanından geçti. Saray’ın yanından geçti, dans edenlerin seslerini duydu. Balkona yanında sevgilisiyle güzel bir kız çıktı. “Ne kadar güzel yıldızlar!” dedi adam kıza; “Aşkın gücü ne kadar güzel!” “İnşallah elbisem Kraliyet Balosu’na yetişir,” diye cevap verdi kız; “üzerine çarkıfelek çiçekleri işlenmesini istedim; ama terziler o kadar tembel ki.” Kırlangıç nehrin üzerinden geçti ve gemilerin direklerine asılı fenerleri gördü. Getto’nun üzerinden geçti ve birbirleriyle pazarlık edip bakır terazilerde para tartan yaşlı Yahudileri gördü. Sonunda yoksul eve vardı ve içeri baktı. Küçük çocuk ateşler içinde bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu, anasıysa uyuyakalmıştı, o kadar yorgundu. Sıçrayıp içeri girdi Kırlangıç ve yakutu masaya, kadının yüksüğünün yanına koydu. Sonra usulca yatağın çevresinde uçtu, oğlanın alnını kanatlarıyla serinletti. “Nasıl da serinledim!” dedi oğlan, “Herhalde iyileşiyorum,” ve tatlı bir uykuya daldı. Sonra Kırlangıç yeniden uçup Mutlu Prens’in yanına döndü ve ona yaptığını anlattı. “Garip şey,” dedi, “içim sımsıcak, oysa hava ne kadar soğuk.” “İyi bir davranışta bulundun da ondan,” dedi Prens. Küçük Kırlangıç düşünmeye başladı, sonra uyuyup kaldı. Düşünmek hep uykusunu getirirdi. Şafak söktüğünde nehre uçup orada yıkandı. Köprüden geçmekte olan Kuşbilim Profesörü, “Ne kadar da dikkat çekici bir olay!” dedi. “Kış ortasında bir kırlangıç!” Yerel gazeteye bunun hakkında uzun bir mektup yazdı. Herkes yazıyı konuştu, yazı kimsenin bilmediği bir sürü kelimeyle doluydu çünkü. “Bu gece Mısır’a gidiyorum,” dedi Kırlangıç; bunu düşününce de çok sevindi. Şehrin bütün anıtlarını dolaştı ve kilisenin kulesinin tepesinde uzun süre oturdu. Nereye gitse serçeler cıvıldaşıyor ve birbirlerine, “Ne seçkin bir yabancı!” diyorlardı, bu pek hoşuna gitti. Ay gökyüzünde yükseldiğinde uçup Mutlu Prens’e geri döndü.

“Mısır için bir siparişin var mı?” diye bağırdı. “Birazdan yola çıkıyorum da.”
“Kırlangıç, Kırlangıç, küçük Kırlangıç,” dedi Prens, “benimle bir gece daha kalmaz mısın?”
“Mısır’da bekleniyorum,” diye cevap verdi Kırlangıç. “Yarın arkadaşlarım İkinci Çavlan’a uçacaklar. Orada büyük sazların arasında suaygırı diz çökmüş oturur, büyük granitten bir tahtta ise Kral Memnon. Tüm bir gece boyu yıldızları seyreder, sonra sabah yıldızı ışıyınca da bir sevinç çığlığı atar, sonra susar. Öğle vakti sarı aslanlar su kenarına su içmeye inerler. Yeşil beril taşları gibi gözleri vardır ve kükremeleri çavlanın sesini bastırır.”

“Kırlangıç, Kırlangıç, küçük Kırlangıç,” dedi Prens, “şehrin öteki yanında, çok uzaklarda bir çatı katında bir delikanlı görüyorum. Üzeri kâğıtlarla örtülü masasının üzerine eğilmiş, yanındaki sürahinin içinde bir demet solmuş menekşe var. Saçları kumral ve dalgalı; dudakları nar kırmızısı ve kocaman, hülyalı gözleri var. Tiyatro müdürüne vereceği oyunu bitirmeye çalışıyor; ama artık yazamayacak kadar üşümüş. Ocakta ateş yok ve açlıktan iyice zayıf düşmüş.”

“Seninle bir gece daha kalacağım” dedi Kırlangıç, gerçekten yufka yürekliydi. “Ona da bir yakut götüreyim mi?”
“Heyhat! Yakutum yok artık,” dedi Prens; “bir tek gözlerim var. Onlar bin yıl önce Hindistan’dan etirilmiş eşi bulunmaz birer safir. Birini çıkar ve onu o delikanlıya götür. Kuyumcuya satar, yiyecek ve yakacak alır, oyununu bitirir.” 

“Sevgili Prens,” dedi Kırlangıç, “bunu yapamam,” ve ağlamaya başladı.
“Kırlangıç, Kırlangıç, küçük Kırlangıç,” dedi Prens, “sana dediğimi yap.” Bunun üzerine Kırlangıç Prens’in gözünü çıkardı ve öğrencinin tavan arası odasına uçtu. İçeri girmek kolay oldu, çünkü çatıda bir delik vardı. Bu delikten ok gibi içeri daldı, odaya girdi. Delikanlı başını ellerinin arasına almıştı, onun için kuşun kanat çırpmasını duymadı, başını kaldırdığında güzel safirin kurumuş menekşelerin üzerinde durduğunu gördü. “Değerimi anlamaya başlıyorlar,” diye bağırdı; “büyük bir hayranım yollamış bu safiri. Artık oyunumu bitirebilirim.” Yüzü mutlulukla aydınlandı. Ertesi gün Kırlangıç uçup limana gitti. Büyük bir teknenin seren direğine oturup, gemicilerin halatlarla geminin ambarındaki büyük sandıkları boşaltmalarını seyretti. “Ha gayret!” diye bağırıyorlardı her bir sandığın yukarıya çıkışında. “Mısır’a gidiyorum ben!” diye bağırdı Kırlangıç, ama hiç kimsenin umurunda değildi, ay gökte yükseldiğinde yeniden Mutlu Prens’in yanına uçtu.

“Hoşça kal demeye geldim,” diye bağırdı.
“Kırlangıç, Kırlangıç, küçük Kırlangıç,” dedi Prens, “benimle bir gece daha kalmaz mısın?”
“Kış geldi,” diye cevap verdi Kırlangıç, “yakında insanın iliklerine işleyen kar yağacak. Mısır’da güneş yeşil palmiye ağaçlarını ısıtıyordur, timsahlar çamurda yatmış tembel tembel etrafı seyrediyorlardır. Arkadaşlarım Balbek Tapınağı’na yuva yapıyorlardır, pembeli beyazlı kumrular onları seyrediyor, birbirlerine gurulduyorlardır. Sevgili Prens, senden ayrılmalıyım artık, ama seni hiç unutmayacağım, gelecek bahar sana yoksullara verdiğin taşların yerine iki güzel değerli taş getireceğim. Yakut kırmızı güllerden de kırmızı olacak, safir ise engin denizler kadar mavi olacak.”

“Aşağıdaki meydanda,” dedi Mutlu Prens, “küçük bir kibritçi kız var. Kibritleri oluğa düşmüş, ıslanmışlar. Eğer eve para götürmezse babası onu dövecek, ağlıyor. Ne ayakkabısı var ne de çorabı, küçücük başı ise açık. Öbür gözümü de çıkarıp ona ver, babası onu dövmesin.” 
“Seninle bir gece daha kalırım,” dedi Kırlangıç, “ama gözünü çıkaramam. O zaman tamamen kör olursun.”
“Kırlangıç, Kırlangıç, küçük Kırlangıç,” dedi Prens, “sana dediğimi yap.” Kırlangıç bunun üzerine Prens’in öteki gözünü de çıkardı ve gagasında safirle ok gibi aşağı fırladı. Kibritçi kızın önünde bir pike yapıp safiri onun avcuna bıraktı. “Ne güzel bir cam parçası!” diye bağırdı küçük kız ve gülerek eve koştu. Sonra Kırlangıç yeniden Prens’in yanına geldi. “Körsün artık,” dedi, “bunun için artık hep seninle kalacağım.”

“Hayır, küçük Kırlangıç,” dedi zavallı Prens, “Mısır’a gitmelisin.”
“Hep yanında kalacağım” dedi Kırlangıç ve Prens’in ayaklarının dibinde uykuya daldı. Ertesi gün boyunca Prens’in omzundaydı ve ona yabancı ülkelerde gördüklerini anlattı. Ona Nil Nehri’nin kıyısında uzun sıralar halinde durup gagalarıyla mercanbalığı avlayan balıkçılları anlattı; dünyanın kendisi kadar eski olan, çölde yaşayan ve her şeyi bilen Sfenks’i; develerinin yanı başında ağır ağır yürüyen ve amber tespihler çeken tacirleri; abanoz gibi kapkara olan ve büyük bir kristale tapan Ay Dağları Kralı’nı; bir palmiye ağacında uyuyan ve kendini yirmi rahibe ballı çörekle besleten büyük, yeşil yılanı; kocaman, yassı yaprakların üzerinde büyük gölü aşan ve hep kelebeklerle savaş halinde olan pigmeleri anlattı. 

“Sevgili küçük Kırlangıç,” dedi Prens, “bana akla hayale sığmaz şeyler anlatıyorsun, ama erkeklerle kadınların çektikleri acılardan daha akla hayale sığmaz bir şey yoktur. Yoksulluktan daha büyük bir sır yoktur. Uç kentimin üzerinde, küçük Kırlangıç, uç da bana orada neler gördüğünü anlat.” Bunun üzerine Kırlangıç büyük kentin üzerinde uçtu, zenginlerin güzel evlerinde eğlendiklerini, dilencilerin kapılarda bekleştiklerini gördü. Karanlık yollara uçup, bitkin yüzleriyle zifiri sokaklara bakan aç çocukları gördü. Bir köprünün kemeri altında iki oğlan çocuğu birazcık ısınabilmek için koyun koyuna yatmışlardı. “Nasıl da açız!” dediler. “Burada yatmak yasak!” diye bağırdı gece bekçisi, kalkıp yağmura çıktılar. Kırlangıç gerisingeri uçtu ve Prens’e gördüklerini anlattı. “İnce altın varaklar var üzerimde” dedi Prens, “onları bir bir söküp şehrimin yoksullarına vermelisin; yaşayanlar her zaman altının kendilerine mutluluk getireceğine inanırlar.”

Kırlangıç, altın varakları yaprak yaprak söktü, ta ki Mutlu Prens donuk ve kurşuni bir renk alıncaya Kadar. Yaprak yaprak altınları yoksullara götürdü, çocukların yüzlerine bir pembelik geldi, güldüler, sokaklarda oyunlar oynadılar. “Artık ekmeğimiz var!” diye bağrıştılar. Sonra kar yağdı, kardan sonra don geldi. Sokaklar gümüşlendi sanki, öylesine parlak, pırıl pırıldılar; evlerin saçaklarında kristal hançerler gibi uzun buz sarkıtları asılıydı, herkes kürklere büründü, küçük oğlan çocukları parlak kırmızı şapkalar giyip buzda paten kaydılar. Zavallı küçük Kırlangıç üşüdükçe üşüdü, ama Prens’in yanından ayrılmadı, onu öyle çok seviyordu ki. Fırıncı başka yere bakarken fırının kapısı önündeki ekmek kırıntılarını çaldı, kanatlarını çırparak ısınmaya çalıştı. Ama en sonunda öleceğini anladı. Ancak son bir kere daha uçup Prens’in omzuna konacak gücü kalmıştı. 

“Hoşça kal, sevgili Prens!” diye mırıldandı, “Elini öpmeme izin verir misin?”
“Nihayet Mısır’a gidecek olmana seviniyorum, küçük Kırlangıç,” dedi Prens, “burada çok uzun kaldın; ama beni dudaklarımdan öpmelisin, çünkü seni seviyorum.”
“Gittiğim yer Mısır değil,” dedi Kırlangıç. “Ölüm’ün evine gidiyorum. Ölüm, Uyku’nun kardeşidir, öyle değil mi?” Sonra Mutlu Prens’i dudaklarından öptü ve ayaklarının dibine düşüp öldü. O anda heykelin içinden garip bir çatırtı geldi, sanki bir şey kırılmıştı. İşin gerçeği şu ki kurşun kalp çat diye ortadan ikiye ayrılmıştı. Yaman mı yaman bir don vardı.

Ertesi sabah erken saatlerde Belediye Başkanı aşağıdaki meydanda, Şehir Meclisi üyeleri ile birlikte yürüyüşe çıkmıştı. Sütunun yanından geçerlerken, başını kaldırıp heykele baktı ve “Bakın hele! Nasıl da perişan bir hali var Mutlu Prens’in!” dedi.
“Gerçekten de, çok perişan” diye bağırdılar Şehir Meclisi üyeleri, her konuda Belediye Başkanı ile fikir birliği içindeydiler; heykelin yakınına geldiler.
“Kılıcının yakutu düşmüş, gözleri gitmiş, artık altın yaldızlı da değil,” dedi Belediye Başkanı; “aslını isterseniz, dilenciden farkı yok!",
"Dilenciden pek farkı yok" dedi Şehir Meclisi üyeleri. “Ayaklarının dibinde bir de ölü bir kuş var!” diye sözünü sürdürdü Belediye Başkanı. “Kuşların burada ölmelerinin yasak olduğunu açıklayan bir bildiri yayımlamalıyız.”
Şehir Kâtibi de bunu not etti. Böylece Mutlu Prens heykelini indirdiler. “Artık güzel olmadığına göre yararlı da değil” dedi Sanat Profesörü üniversitede.

Sonra heykeli bir fırında erittiler ve Belediye Başkanı elde edilen madenle ne yapılacağını kararlaştırmak üzere bir toplantı düzenledi.
Toplantıda, “Elbette, başka bir heykel dikmeliyiz,” dedi, “bu da benim heykelim olmalı.”
“Hayır, benim heykelim, benim heykelim,” dedi Şehir Meclisi üyelerinin her biri, kavga etmeye başladılar. 
Son gelen haberlere göre hâlâ kavga ediyorlarmış. “Ne garip iş!” dedi dökümevindeki ustabaşı. “Kırık kurşun kalp bir türlü erimiyor. Atalım gitsin.” Kalbi, ölü Kırlangıç’ın da üzerinde yattığı bir çöp yığınının üzerine fırlatıp attılar.

“Bana şehirdeki en değerli iki şeyi getir,” dedi Tanrı, meleklerinden birine;
Melek de ona kurşun kalbi ve ölü kuşu getirdi.
“Doğru olanı seçtin,” dedi Tanrı, “çünkü Cennet Bahçemde bu küçük kuş sonsuza kadar şakıyacak, altın şehrimde de Mutlu Prens beni övecek."