28 Aralık 2013 Cumartesi

Namuslular ve Namussuzlar...

Şair ve yazar Cemil Meriç'in de dediği gibi;
"Bu ülkede sağcı - solcu yoktur, ilerici - gerici yoktur, namuslu ile namussuzlar vardır"
Ne güzel söylenmiş bir söz.
Bugün yaşadıklarımıza baktığımız vakit daha da bir anlam kazanıyor Cemil Meriç'in bu sözleri.
Namus ve Namussuz kavramı insanlarımızın lügatından çıkarılmış.
Dindar,
Laik,
Sağcı,
Solcu,
Şucu,
Bucu...
Günümüzde bunlardan biriyseniz namuslu ya da namussuz olmanızın bir ehemmiyeti yok.
Yeter ki, insanımızın bu tür değerlerini kullanmasını bilin.
Gerisi fasa fiso...
***
Sadece Cemil Meriç mi?
İnsanlık tarihi boyunca Namus, dürüstlük gibi kavramları hayatına yerleştirebilmiş nice değerli insan söylemiş bu tür sözleri.
Son Peygamber Hz. Muhammed (SAV) de buna benzer sözler buyurmuşlardır.
İşte bunlardan birisi:
"İnsanların ibadetleri sizleri kandırmasın, siz o insanların dirhem ve dinar ile olan ilişkilerine bakınız"
Yani ne demek istiyor ulu Peygamber?
Birileri çok namaz kılabilir,
Çok fazla oruç tutabilir,
Çok fazla ibadet edebilir...
Bu durum onların çok iyi insanlar oldukları anlamına gelmez...
İnsanların iyi ya da kötü, namuslu ya da namussuz olduklarını anlayabilmek için parayla olan ilişkilerine bakın deniliyor.
***
İslam tarihine baktığımız vakit özellikle 4 halife ve Asr-ı Saadet Müslümanlarının, yani Peygamber Efendimiz'in dostlarının bu konuda ne kadar hassas olduklarını görebiliriz...
İnsanlar İslam ile şereflendikten sonra bütün servetlerini bu uğurda harcamışlar...
Zenginler mallarını mülklerini fakir fukaraya dağıtmışlar...
Zamananı çok büyük servetlerinden vazgeçmek ayrı bir mesele bu serveti kölelerine bağışlamak ayrı bir mesele...
Hz. Ömer'i anımsıyorum...
Ölüm döşeğinde mübarek insan...
Ölüm meleklerini bekliyor...
Bir türlü gelmiyorlar...
Vaktin geldiğini o da biliyor.
Bekliyor...
Bir türlü can bedenden çıkmıyor...
Ve eşini yanına çağırıyor...
"Evde benim bilmediğim birikmiş paramız mı var!?" diye soruyor...
Eşi mahcup, üzgün...
"Evet ya Ömer, kötü günlerimiz için 2 altın ayırmıştım"
Hz. Ömer eşinin mahcubiyeti karşısında üzülür, eşini de üzmemek için hafifçe gülümseyerek;
"O altınları derhal fukaraya veriniz" buyurur...
Eşi gözyaşları içinde o iki altını hemen bir fakire verir ve eve döner...
Hz. Ömer huzur içinde ruhunu ölüm meleklerine teslim etmişti...
***
Peki ya bugün?
Bugün o mübarek insanların izinden gittiklerini söyleyenler;
Onları hayatlarına referans olarak aldıklarını söyleyenler;
Zenginleştikçe zenginleşiyorlar...
Haklarında yolsuzluk iddiaları ortaya atılıyor...
Bu iddialardan halk nazarında kurtuluş çok kolay,,,
Mahkemede suçlu bulunsalar dahi namuslu-namussuz kavramlarını unutan halkımızı kandırmak çok kolay...
Bu kişiler halkın karşısına çıkıp;
"Bunlar dış güçlerin, Yahudilerin oyunlarıdır" dedikleri anda aklanmış oluyorlar...
Bunu diyemiyorsanız namuslu dahi olsanız, üzerinize oyunlar oynansa dahi aklanamazsınız...
Mutlaka dini kullanmanız gerekir toplum vicdanında aklanmak için...
Reklamı iyi yapacaksınız,
Konuşmalarınızı dini motiflerle süslüyeceksiniz ki, halkın namuslu-namussuz ayrımı yapmasını engelleyeceksiniz...
***
Halka  halktan aldığınız vergilerle makarna hediye edeceksiniz;
Ama sizin oğlunuza birileri gemicikler hediye edecek..
Bu nasıl bir adalettir?
Hz. Ömer adaleti bu mudur?
Oğluna hediye edilen kaftanı "Sen Ömer'in oğlu olmasan sana bu kaftanı kim hediye eder? diyerek hazineye bağışlatan Hz. Ömer'in adaletiyle sizin adaletiniz arasında nasıl bir benzerlik var?
Ortada bakanların, bakan çocuklarının, başbakan çocuklarının kazandıkları servetlerle ilgili büyük yolsuzluk iddiaları dolaşırken, bu iddiaların muhatapları yargıya müdahale ediyor, polise müdahale ediyor, halka yalan söylüyor...
Kazandıkları servetin hesabını veremiyorlar...
O servetin hesabını verirken insanları kandırabilirsiniz ama unutmayın BÜYÜK HESAP GÜNÜ geldiği vakit o hesabı veremeyeceksiniz...
O hesap gününe inanmıyorsanız yiyin efendiler yiyin, patlayana kadar, çatlayana kadar, aksırıp, tıksırana kadar yiyin...
Çelik kasalarda, ayakkabı kutularında milyon dolarları biriktirin...
Siz bilmeseniz de biz biliyoruz;
PARA BİRİKTİREN ATEŞ BİRİKTİRİR!!!

27 Aralık 2013 Cuma

30 Mart'a doğru Beyoğlu'nda son durum...

30 Mart 2014 tarihinde yapılacak olan yerel seçimler öncesinde Beyoğlu'nda siyasi partilerin son durumlarına bir göz atalım dedik.
Geçen seçimlerin galibi AKP'de suskunluk sürüyor...
Aday tespiti noktasında içten içe kazan kaynarken dışarıya su sızdırılmıyor.

Kimse konuşmuyor.
Öyle bir hale gelmiş ki, Türkiye genelinde 1. parti olarak görülen AKP'nin Beyoğlu Belediye Başkanlığı için aday adayı bile yok.
Her şey gizli kapaklı yürütülüyor.
Anlaşılan o ki, yine karar en tepeden verilecek.
Halk yok sayılacak.
AKP kendi tabanına bir isim verecek ve bu ismi seçin diyecek bunun adı da demokrasi olacak.
Şu ana kadar iki isim var AKP'nin gündeminde.
Birisi mevcut belediye başkanı Ahmet Misbah Demircan, diğeri ise eski ANAP'lı Şaban Sarı.

Geçtiğimiz seçimlerde istemeyerek de olsa tepeden gelen emri uygulayarak Misbah Demircan'a oy veren AKP seçmeni bu kez Demircan'ı istemediğini açık açık dile getirmeye başladı.
Elbettte Ahmet Misbah Demircan'ı destekleyen önemli bir kesim var.
Ancak bir o kadar da istemeyen ve bunu açıkça dile getirmeye cesaret edebilen bir seçmen kitlesi de oluşmuş durumda.

***
Geçtiğimiz seçimleri yediği son dakika golü ile kaybeden CHP'de ise değişen bir şey yok.
30'a yakın aday adayı olduğu biliniyor.

Beyoğlu'nda CHP tabanının makus talihi bu seçimde de değişmeyecek gibi görünüyor.
İsmindeki HALK vurgusuna rağmen yine halkı yok sayacak gibi görünüyor CHP.

Örgütün içinde bir çok aday adayı var.
Ancak kulislerde konuşulan yine örgüt dışından, bir gazeteci, yazar ya da sanatçının aday yapılabileceğine bütün çevreler kesin gözüyle bakıyor.
CHP Seçmeninin önemli bir kesimi örgütten gelen ve Beyoğlu'nun insanı olan Ali Gençel ve Hüseyin Aslan gibi isimler üzerinde yoğunlaşıyor.
Ancak CHP Genel Merkezi'nde bu isimlere sıcak bakılmıyor.
Geçtiğimiz seçimlerde gazeteci Mustafa Dolu ile hüsran yaşayan CHP üst yönetimi yine bir gazeteci olan Aylin Kotil adı üzerinde duruyor. Ancak her an yine örgüt dışından sürpriz bir sanatçının adı da ön plana çıkabilir.
Anlayacağınız adında HALK olan ancak halkı yok sayan bir zihniyet tarafından idare edilen CHP bu seçimde de halktan uzak tavrını sürdürecek ve elit kesimden birini aday gösterecek gibi görünüyor.

***
30 Mart 2014 tarihinde yapılacak olan yerel seçimler için Beyoğlu'nda adayını açıklayan tek parti olan MHP ise, yarışa bir adım önde başlamanın avantajı ile oylarını arttırmaya devam ediyor.
MHP, Beyoğlu'nda kendi tabanın istediği ismi aday yapan tek parti.
Yaklaşık 8 yıldır delegelerinin tamamının desteği ile ilçe başkanlığı görevini başarıyla yürüten Osman GÜR MHP'nin Beyoğlu Belediye Başkan adayı oldu.
Beyoğlu'nda kendi tabanına ve Beyoğlu halkına saygı duyan tek parti olarak şu an önümüzde MHP durmaktadır.
Halkçıyım demekle halkçı olunmuyor.
Mesele icraatta bitiyor.
Bunun en açık örneğini de MHP'nin aday belirleme noktasındaki tavrı ile görmüş olduk.
Halk Osman GÜR'ü istedi ve MHP yönetimi de bunu onayladı.
Diğer partilerde ise bunun tam tersi yaşanıyor.
Parti yönetimleri bir isim belirliyor ve halk da bu ismi onaylıyor.
Beyoğlu halkı artık bu gerçeği görmeli ve halkı yok sayanların peşinden gitmeyi bırakmalıdır.
***
AKP'nin adayı kesinlikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın adamı olarak seçimlere girecek.
AKP seçmeni de belirlenecek bu ismi başbakan emretti diye onaylayacak.
CHP adayı da benzer bir aday konumunda olacak.
Medya ve İş dünyasının genel merkeze dayattığı isim genel merkez tarafından aday olarak belirlenecek ve halk da bu ismi onaylamak zorunda kalacak.
MHP'nin adayı Osman GÜR ise kimsenin adamı değil.
Yıllardır Beyoğlu'na ilçe başkanı olarak hizmet eden bir siyasetçi.

Medya guruplarından ve işadamlarından destek alan bir seçim siyasetçisi de değil.
Tek gücü halk.
Halk da bu gerçeği görerek Osman GÜR'e olan desteğini her geçen gün arttırmakta.
MHP adayı Osman GÜR sokak sokak, kapı kapı dolaşarak çalışmalarını sürdürüyor.
Diğerleri ise, halkı kandırmanın peşinde.
Bakalım halkımız bu kez bu halk düşmanlarının oyununu bozabilecek mi, hep birlikte göreceğiz...

25 Aralık 2013 Çarşamba

Rahşan Affı ile kurtulan sadece Kılıçdaroğlu mu?

Gezi Direnişi sırasında çok işe yaramıştı.
Memlekette ortalık karışmış, ülkenin her yerinde gösteriler, eylemler yapılıyor, halk polisle çatışıyor ve memleketin başbakanı böylesine kritik bir ortamda bir yurt dışı gezisine çıkıyordu. Kimsenin aklı almamıştı bu yurt dışı gezisini.
Ülkemizin her ilinde Gezi Eylemleri yapılırken başbakanın Gezi sevdasının sebebi dönüşünde anlaşılmıştı. Bindirilmiş kıtalarla yapılan seri karşılama törenleri bir gövde gösterisine dönüştürüldü. "Milyonları evde zor tutuyorum" sözleri bu seri karşılama törenlerinin gazıyla söylendi.
***
Başbakan Gezi'de kaybettiği itibar ve oylarını gezi dönüşünde yaptığı gösterilerle geri çevirmeye çalışmış ve büyük ölçüde de başarılı olmuştu. Elbette bu başarıda yandaş medyanın katkısı gözardı edilemez. Başbakanın yol güzergahı üzerinde bulunan her yerleşim yerinde bir karşılama töreni hazırlanmış ve penguenci tv kanalları bu temaşaların hepsini canlı yayınla izlettirmişti ülkemize.
Başbakan yine sıkıştı.
Bu sefer Gezi eylemlerinden daha fena bir hal var.
4 Bakanın adının karıştığı yolsuzluk operasyonları yapıldı ülkemizde.

Onlarca insan yapılan operasyonlarla gözaltına alındı, birçoğu tutuklandı.
"Cemaat" olarak adlandırılan ve 2002'den bu yana hükümete koltuk değneği vazifesi gören Fethullah Gülen ve müritlerinin hükümete karşı operasyon yaptığı söylentileri ayyuka çıktı.
Polis teşkilatı Gülen Cemaatinin eline geçmiş.
Onlarca üst düzey polis görevden alındı.

Karşılıklı hamleler yapıldı.
Kılıçlar çekildi, beddualar okundu...
***
Başbakan yine sıkıştı...
Ne yapmak lazım!?

Hemen bir yurt dışı gezisi ve ardından dönüşte görkemli karşılama törenleri.
Aynen öyle oldu.

Başbakan Pakistan'a gitti.
Seyahat uzun sürmedi.
Başbakan ülkemize döndü ve beklenen görkemli karşılama yapıldı.
Tamamen mağduriyet edebiyatı ve dini motiflerle süslü konuşmasıyla başbakan halkımızı kandırmayı yine başardı.
Onu karşılayanlar çılgınlar gibi alkışladı onu her cümlesinin ardından.
Eminim başbakanın ne dediğini bile anlamadı o alkış tutanlar.
Hele ki, CHP Genel başkanı Kılıçdaroğlu hakkında söyledikleri.
Tılıçdaroğlu'nun genel müdürlük yaptığı dönemde kurumu zarara uğrattığı gerekçesiyle açılan davaya atıfta bulunarak "Rahşan affı ile dışarda gezenler bize hesap soramaz!" dedi.
Haklıydı.
Kılıçdaroğlu hakkında açılan yolsuzluk dosyasından Rahşan Affı ile kurtulmuştu.
Peki ya bu sözleri halka söyleyen ve o halk tarafından çılgınlar gibi alkışlanan Recep Tayyip Erdoğan?
Hani derler ya;
"Dinime söven hıristiyan bari olsa"

Bu laf tam bu mevzu için söylenmiş.
Kılıçdaroğlu'nu Rahşan affından dolayı yerin dibine soktuğunu halka empoze eden başbakan kendisi kaç dosyadan Rahşan Affı ile kurtuldu acaba?
O halk bunu hiç düşünmedi!
Düşünemez çünkü Recep Tayyip Erdoğan dini bir afyon olarak kullanıyor ve bir kaç dini içerikli söz söyleyerek halkın bunu düşünmesine izin vermiyor.

***
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kendisi hakkında açılan 100'e yakın davanın büyük bir kısmından zaman aşımı sayesinde kurtuldu.
Bazılarından da Rahşan Affı sayesinde kurtuldu.

Ben başbakanın Rahşan Affı sayesinde kurtulduğu iki dosyayı sizlerle paylaşıyorum.
Kılıçdaroğlu 1 dosya...
Başbakan 2 dosya...
Haydi gözünüzün içine baka baka sizi kandıran başbakanı alkışlamaya devam edin...

METRO YOLSUZLUĞU
İstanbul Metrosu'nun elektro-mekanik ihalesinde yapılan yolsuzluklardır. İstanbul Metrosu inşaatına Nurettin Sözen döneminde başlanmıştı. Kazı işleri devam ederken Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçildi.
Sözen, metronun elektro-mekanik ihalesini de yapmış ancak zarfların açılma işini yeni başkana bırakmıştı. Tayyip Erdoğan zarfları açtı ve fiyatları pahalı buldu, tekrar ihale düzenlendi.
İhaleyi Siemens- Simko- Garanti-Koza konsorsiyumu kazandı, ancak Tayyip Erdoğan 7 ay sonra sudan sebeplerle bu ihaleyi de iptal etti. Bu olaya tepki gösteren Almanlar Tayyip Erdoğan'ın bu ihaleyi yakınlarına vermek için iptal ettiğini açık açık söylediler. İhale üçüncü kez yapıldı ve ihale Tayyip Erdoğan'ın yakını Albayraklar'ın ortak olduğu konsorsiyuma kaldı.
Tayyip Erdoğan dönemi İstanbul Belediyesi bürokratlarının Metro ihalesindeki yolsuzluklar nedeniyle İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmaları sürüyor. Tayyip Erdoğan'ın da bu olayda "görevde yetkisini kötüye kullandığı" tespit edildiyse de, suç tarihi 23 Nisan 1999'dan önce olduğu için "Rahşan affı" olarak bilinen erteleme yasasından faydalanarak yargıdan yakasını kurtardı."
***
KİRALIK ARAÇ YOLSUZLUĞU
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve BİT'lerde araç kiralama işlerinde yapılan yolsuzluklardır.
Tayyip Erdoğan, binek araçlarını kiralama yöntemiyle temin ederek yeni bir uygulama başlattı. Kiralamaların yandaş şirketlerden yapılabilmesi için her türlü tedbir alındı.
Örneğin, İstanbul Belediyesi araba kiralama ilanını Milli Gazete'nin İzmir baskısına verdi, işi eski MSP'li Bakan Hasan Aksay'ın oğlu Mehmet Emin Aksay'ın Ankara firması aldı.
Belediye İstanbul'da, ilan İzmir'de, işi alan firma Ankara'da !..
Ayrıca Kiralamalarda fahiş fiyatlar uygulandı. Örneğin sıfır kilometre Renault Spring'în fiyatı 330 milyon TL iken, araba için bir yılık kiralama bedeli olarak peşin para 312 milyon TL kira bedeli ödendi !.. 18 milyon daha ödeseler araba belediyenin olacaktı !..
Tayyip Erdoğan bu konuda da yargıdan yakasını "Rahşan Affı" sayesinde kurtardı.

***
Her Allah diyeni evliya zannetmeyin.
Unutmayın Hz. Osman'ı katledenler de "Ya Allah, Bismillah" demişlerdi O mübarek insanın kafasını gövdesinden ayırırken...
Hz. Ali'yi katledenler...
Hz. Hasan'ı katledenler...
Hz. Hüseyin'i katledenler...
Ve Kerbela'da Hz. Peygamber'in soyundan gelen bebeleri bile kılıçtan geçirenler de Allah deyip namaz kılıyorlardı...
Bu noktada Peygamber Efendimiz'in şu hadisi şerifini bir kez daha hatırlamakta fayda vardır:
"Kişilerin ibadetleri sözleri kandırmasın, kişiler hakkında fikir sahibi olmak için onların para ile olan ilişkilerine bakınız!"

21 Aralık 2013 Cumartesi

Rant Lobisinin korkusu, halkın umudu: Osman GÜR

Dünya çapında bir üne sahip olan Beyoğlu'nda adayını ilk açıklayan parti MHP oldu.
MHP Beyoğlu'nda her seçimde olduğu gibi;
Beyoğlulu bir adayla bu hizmet yarışına girdi.
Osman GÜR aslen Erzincanlı olan Osman GÜR'ün çocukluğu, gençliği daha doğrusu ömrü Beyoğlu'nda geçmiş.
Yıllarca Cihangir'de ikamet eden Osman GÜR, bir kaç ay evvel Sütlüce'ye taşındı.
Öğrencilik dönemi Kasımpaşa'da geçti.

Kasımpaşa Lisesi'ni bitirdi.
Yıllarca İstiklal Caddesi'nde esnaflık yaptı ve halen de aynı işine devam ediyor.
Anlayacağınız hayatının her bölümü buram buram Beyoğlu kokan bir adam...
Beyoğlu'nun adayı Beyoğlu'ndan...
MHP her zaman bunu savundu ve bu doğrultuda hareket etti.
Beyoğlu'nu Beyoğlu'nda yaşayanlar yönetecek ilkesiyle hareket eden MHP, bütün Beyoğlu halkı tarafından, partili partisiz herkes tarafından sevilen sayılan Osman GÜR ile seçim startını verdi.

***
Diğer partiler henüz adaylarını açıklamadılar.
Osman Gür çalışıyor...
Sokak sokak Beyoğlu'nu geziyor...
Hangi siyasi düşünceye sahip olursa olsun Osman GÜR'ü gören herkes Onun yanında duruyor.
Destek veriyor...
Bir zamanlar Osman GÜR'ün el uzattığı Beyoğlu halkı şimdi elini Osman GÜR'e uzatıyor...
Birileri tarafından yaptırılan ve açıklan(a)mayan ilk kamuoyu yoklamalarına göre MHP'nin Beyoğlu'ndaki oy oranı Osman GÜR adının açılanmasıyla 7 puan birden yükselmiş bulunmaktadır.
İşte bu durum birilerine korku saldı...
Dini siyasete alet edenler, Allah rızası için milletten oy dilenenler, yine dini kullanarak Osman GÜR'ün bu yükselişini durdurma çabası içine girdiler.
Henüz adaylarını bile açıklayamayanlar Osman GÜR'e karşı kara propagandaya başladılar bile.
Neymiş efendim;
"Osman GÜR çok iyi bir adam" mış, "Çok dürüst bir adam" mış, "Başka zaman olsa benim bile oy verebileceğim bir adam" mış...
"Ama .... "
İşte kilit sözcük bu "ama"...
Kara propagandacılar Osman GÜR'e övgüler düzen sözcüklerin arkasından bu ama sözcüğünü getiriyor ve devam ediyorlar:
"Ama Osman GÜR'e oy verirseniz o da kazanamaz biz de kazanamayız aradan CHP çıkar"
***
Bu düşünce rant lobisinin düşüncesidir.
Paraları ayakkabı kolilerine dolduranların düşüncesidir.
Bırakın böyle ayak oyunlarını da Osman GÜR'ün karşısına mertçe yarışabilecek bir aday çıkarın.

Milletin dini duygularını sömürmeyin artık.
Kasımpaşa'da Allah rızası için milletten oy dilendiniz, Tarlabaşı'nda iki sokağın travesti genelevleriyle dolmasına göz yumdunuz.
Sokaklardan esnafın masasını sandalyesini topladınız.
Kasımpaşa'ya inip "bunlar alkolik sokaklarda bundan sonra içki içemeyecekler" diyerek halkın dini duygularını sömürdünüz ama sokaklarda pazarlık yapan, sokakları geneleve çeviren travestilere sesinizi bile çıkaramadınız.
Dersaneleri kapatmaya kalkıştınız, namusuyla çalışan onlarca apart otelin kapısına kilit vurdunuz ama Bayram Sokak ve Daracık sokaktaki travesti genelevlerinin yanından bile geçemediniz...
İşiniz gücünüz milleti kandırmak.
"Ya Allah, Bismillah" dediniz mi her şeyin üstü örtülüyor sanıyorsunuz...
Milleti kandırmak belki sizin için o kadar kolay olabilir ama ALLAH'ı KANDIRAMAZSINIZ EFENDİLER!
***
Beyoğlu halkı artık sizlerden bıktı.
Örgütünü yok sayıp, Beyoğlu ile uzaktan yakından ilgisi olmayan dizi oyuncularını, köşe yazarlarını aday yapmayı gelenek haline getiren CHP yönetiminden de, tepeden inme, emri vaki ile aday belirleyen AKP yönetiminden de Beyoğlu halkı bıkmıştır.
Yardımseverliğin, dürüstlüğün, çalışkanlığın ve Beyoğlu'nun sembolü haline gelen Osman GÜR'e hem CHP hem de AKP tabanı oy verecektir.
Korkunuz bundandır.
Rant muslukları kapanacaktır.
Artık millete Dana Bonfile diyerek kemikli tavuk eti yediremeyeceksiniz.
Korkun artık!
Osman GÜR gümbür gümbür geliyor.
Ne kadar kara propaganda yaparsanız yapın...
Korkunun ecele faydası yoktur...
Beyoğlu halkı bu sefer kendi evladına sahip çıkacaktır...

20 Aralık 2013 Cuma

Dişi Deve-Erkek Deve; Hain Polis-Kahraman Polis

Efendim;
Bir kıssa vardır.

Tarihin derinliklerinden bugünlere ışık tutan bir kıssa.
Malumunuz, Hz. Muhammed (SAV)'in ebedi hayata vuslatıyla birlikte bir iktidar kavgası başlamış Müslümanlar arasında.
Bu iktidar kavgası zaman geçtikçe büyümüş ve pek çok kanlı olaylara neden olmuştur.
Hz. Osman'ın katledilmesi,

Hz. Hasan...
Hz. Ali...
Hz. Hüseyin ve Kerbela katliamları bugün bile milyonlarca Müslümanın yüreğini yakmaktadır.

Konuyu fazlaca derinleştirmeden kıssamıza geçelim müsaadenizle...
***
Hz. Ali ile Muaviye arasındaki mücadeleyi hepimiz biliriz.
Bu mücadelenin içinde bir deve kıssası var ki; günümüzde yaşananlara muazzam bir örnek teşkil ediyor...
Hz. Ali'nin şehri Kufe'den bir Arap devesiyle birlikte Muaviye kontrolündeki Şam'a gider.
Kufeli Arap, Şam sokaklarında devesiyle dolaşırken, Şamlı bir Arap gelir ve devenin yularından tutarak:
- Dur bakalım! Bu dişi deve benimdir, benim devemi sen nasıl olur da alıp gidersin.
Kufeli Arap, son derece şaşkın bir vaziyettedir.
Ne yapacağını bilemez.

Kısa süren bir şaşkınlıktan sonra durumun farkına varır ve hemen devesine sahip çıkar.
- Arkadaş bu deve benimdir. Hem de bu deve dişi değil erkektir.
Tartışma uzar gider.
Yavuz hırsız yine haklı çıkmak üzeredir.
Etrafta toplanan Şam halkı da Şamlı hırsıza destek çıkar, ancak Kufeli Arap hakkını yedirmemekte kararlıdır.
Mevzu büyür ve her iki taraf Muaviye'nin karşısına çıkar.
Son kararı Muaviye verecektir.
Bir tür mahkeme kurulur.
Halk toplanmış Muaviye'nin vereceği kararı beklemektedir.
Muaviye ne derse odur...
Muaviye her iki tarafı da dinledikten sonra kararını açıklar:
- Bu dişi deve Şamlı Arap'ındır...
Kufeli Arap donup kalmıştır.
Devesi bir anda hem erkek olmuş hem de Şamlı'nın olmuştur...
Kufeli Arap karşı çıkmaya çalışır...
Bu esnada Muaviye halkına döner ve;
- Ey halkım siz de şahitlik yapın, Bu dişi deve kimindir? diye seslenir.
Halk Muaviye'nin kararını destekler ve çılgınlarca bağırırlar...
- Şamlı'nındır! Şamlı'nındır!
Kufeli Arap tam bir şoka girmiştir.
Üzgün, bitkin ve çaresiz dişi devesinin erkek deve olarak elinden gitmesini kabullenir...

Halk dağıldıktan ve deve gittikten sonra Muaviye Kufeli Arap'ı yanına çağırır.
Elini omzuna koyup;
- Bak Kufeli ben de biliyorum ki, o deve senindi ve dişidir. Ancak gördüğün gibi ben ne dersem halkım onu doğru kabul eder. Şimdi Ali'ye git ve ona Muaviye'nin erkek dediği dişi deveye evet erkektir diyebilen 10 bin adamı var, ayağını denk al de. 

Diyerek onu Kufe'ye yollar...
***
Kıssa böyle...
Kıssadan herkes alacağı dersi alabilir...
Ben bugün bu kıssayı neden sizlerle paylaşma gereği duydum...
Yani ben ne ders çıkardım bu kıssadan sorusunun cevabı ise şöyle;
Biliyorsunuz çok uzun zaman geçmedi ülkemiz büyük bir halk hareketine sahne oldu.
Gezi Eylemleri, Gezi Direnişi ya da birilerinin demesiyle Gezi Kalkışması...
Siz hangi tarafında olursanız olun bu tanımlamanın içinde.
Kimsenin inkar edemeyeceği bir durum var.

O eylemler sırasında "Kahramanlık destanı yazdılar" diyerek kahramanlaştınılan övgüler düzülen polis müdürleri bugün iktidar partisine mensup bakanlarla ilgili yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkardılar diye bir bir görevden alındılar...
Yani üç ay önce erkek olan deve bugün dişi oluverdi...
Ve o gün kahramanlık vurgusunu hüloğ çekerek kutlayanlar bugün ihanet vurgusunu da aynı coşku ile karşılıyorlar...
Vay anasına sayın seyirciler!

19 Aralık 2013 Perşembe

Ağlayanın malı, Gülene yaramazmış!

Atalar sözüdür.
Ağlayanın malı gülene yaramaz.
Kim ağlıyor?

Kim gülüyor...
Gülen taraf aslında hep ağlayan taraf...
Kaçakçılar için ağladılar...
Teröristler için ağladılar...
Amerikan askerleri için ağladılar...
Cumhuriyet düşmanları için ağladılar...
Ahmet Kaya için ağladılar...
Halkın karşısına her çıktıklarında ağladılar nerdeyse...
"Mağduruz da mağduruz" deyip ağladılar...
Bazı yufka yürekli işadamlarımız bu ağlamalara dayanamayıp, hediyeler verdiler.
Teselli etmek için çocuğa bir gemicik verdiler misalen.

Bir başka yufka yürekli işadamı "hadi ağlama gel benim işlerime ortak ol" deyiverdi.
Oyuncakçının önünden geçerken yerlere yatan çocuklar gibi ağlayıp durdular.
Ağladıkça da Allah ziyade etsin mal mülk epeyce bir ziyade oldu.
Gözümüz yok...

***
Gözü olanın gözü çıksın dediler,
Gezi Direnişi'ne katılanların gözlerini çıkardılar.
Demek ki, o çapulcuların ağlayanların malında gözü varmış ki çıkarmışlar...
Pkk ile girdiği bir çatışmada şehit olan bir askerimizin hazin öyküsü geldi aklıma.
Şehidimiz çatışmaya girdiği sırada devlet o şehidimizin baba ocağının elektriğini kesmişti.
Faturayı ödeyememiş garipler.
Üstüne gecikme zammı binmiş.
O da yetmemiş "Açma-Kapama parası da isteriz" diye tutturmuşlar.
Şehidin bunlardan haberi yok.
Şehit ağlamıyor.
Anası ağlıyor.
Babası ağlıyor...
Sevenleri ağlıyor...
Ama bu ağlayanlar diğer ağlayanlardan farklı...
Bunların malı yok...
Ağlayanı çok...
***

Gülen de ağlıyordu aslında.
Çoğu vakit ağlarken görebiliyorduk güleni.
Yetim hakkından,
Kul hakkından,
Adaletten,
Kulluktan dem vurdukça ağlıyor, ağlıyor, ağlıyordu...
Gözleri şişene kadar ağlıyordu.
Bir tarafta yetim hakkı yiyip ağlayanlar,
Diğer tarafta yetimin hakkını savunup ağlayanlar...
İkisi de aynı Taraf'ta idi bir zamanlar...
Terörist ile savaşan komutanlar içeri tıkılırken bir bir,
Her iki ağlayan kesim aynı Zaman dilimi içinde, aynı Taraf'ta idiler...
Aynı Zaman'da, aynı Taraf'ta vurdular...
Büyük Güç olmuşlardı.
Pkklılara "Sizinle savaşanları tek tek içeri attık daha ne istiyorsunuz" diyebilecek kadar aymazlaşanlar, omuz omuza savaşıyorlardı komutanlarla, yazarlarla, bilim insanlarıyla...

***
Gizli koalisyonun çatırdama zamanı gelmişti.
Güç zehirlenmesine ilk yakalanan haşarı çocuk çomağı sokmuştu.
"Dersaneleri kapatacağım" diye tutturdu.
"Yapma etme" dediler dinlemedi.
"Bu işin sonu kötü olur" dediler;
"Siz kendinizi ne sanıyorsunuz ki, ötesi berisi yüzde 3 oyunuz var" deyip kılıçları çektiler...
"Siz bilirsiniz, kendi düşen ağlamaz" cevabını aldılar.
Ve kıyamet koptu...
Ağlayarak malını mülkünü ziyadeleştirenlerin o malı mülkü nasıl edindikleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı...
Bakan çocukları,

Bürokratlar bir bir gözaltına alınıyor...
Arkasından karşı hamle...
Operasyonları düzenleyen polis müdürleri görevden alınıyor...
Yapanlarla yetinilmiyor,
Operasyon yapma ihtimali olanlarda derdest ediliyor...
***
Anlayacağınız, BÜYÜK GÜÇ koalisyonunun filleri tepinmeye başladı.
Operasyon yapılmadan 1 gün önce TBMM önünde bir eylem yapıldı.
Bir vatandaş geçim sıkıntısı içinde olduğunu belirterek, kendini ateşe verdi.
Merhum Başbakanlardan Bülent Ecevit'in önüne atılan bir yazarkasayı senelerce siyasi malzeme yapanlar bu konuyu hiç gündeme bile getirmedi.
Bir insan evladı kendini yaktı.
Gazetelerde o kişinin kim olduğu bile yazılmadı.
Tek cümle ile atlandı bu haber.
Son iki yıl içersinde TBMM ve Başbakanlık önünde yapılan kaçıncı eylemdi bu bilemiyoruz.
Çünkü "özgür basın" bu eylemleri yazamıyor.
Bütün ülke ağlayan ile gülenin derdine düştü...
Asıl ağlayan,

Anası değil yedi sülalesi ağlayan vatandaş kendini yakmış kimin umurunda?
Vatandaşın bile umurunda değil ki, fillerin umurunda olsun...

***
Eminim önümüzdeki seçim sürecinde başbakan seçim meydanlarında;
"Millet bunların önüne yazarkasa attı, o günleri unutmadı bu millet, unutmayız!" diye nutuklar atıp siyasi propaganda yapacaktır ama hiç kimse de çıkıp "yahu sayın başbakan o zaman yazarkasa atılmış senin zamanında adam kendini yaktı" demeyecektir...
Halimiz böyle...
Ağlayanın malı gülene yaramaz demiş atalarımız amma;
Ağlayan'ın malı Gülen'e yaradı bu sefer...

17 Aralık 2013 Salı

Kasımpaşa'yı yok saymak - Kasımpaşa taraftarını yok saymak!

Kasımpaşa yönetimi ve bu yönetime yakın olan daha doğrusu yönetimin kontrolündeki medya gurubunda çalışan futbol yazar ve yorumcuları feryat figan ediyorlar. 
Bir kısım medyanın BJK maçındaki olaylarla ilgili yayınlarını yanlı buluyor ve "Kasımpaşa'yı yok sayamazsınız" diyorlar...
Ben de kendilerine bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.
Belki unutmuş olabilirler. Sizler bu kulübün futbol takımını satın aldığınızda koskoca Kasımpaşa taraftarını ve halkını YOK SAYARAK, kulübün bir asırlık ARMA'sını bir gecede değiştirip, yeni bir logoyu bu semte dayatmıştınız unuttunuz mu!?
Başta tüm varlık sebebini "3 Büyükler" olarak tanımlanan takımlara endeksleyen yayıncı kuruluş olmak üzere, medya kuruluşlarının büyük bir bölümü olaylı Kasımpaşa - BJK maçı sonrasında Kasımpaşa'ya karşı adeta bir linç girişiminde bulunuyorlar.
***
Yapılan yayınlar tamamen tek taraflı...
Tam anlamıyla Kasımpaşa kulübü yok sayılıyor.
Yapılan tüm yorumlarda odak noktası BJK...
Haliyle Kasımpaşa Kulübü yönetimi de bu durumdan şikayetçi.
Turgay Ciner'in medya gurubunda çalışan yazar ve yorumcular da patronlarının sahibi olduğu takımı savunmak zorundalar.
Eminim Turgay Ciner olmasa onların da umurunda bile olmazdı Kasımpaşa...
Türkiye'deki futbol camiasının algısı budur...
Bir tarafta "Üç Büyükler (!)";
Diğer tarafta "Küçük takımlar (!)"
Bu algı değişmediği sürece ligde mücadele eden diğer takımlar hep yok sayılacaktır.
***
Ciner medyasının yazar ve yorumcuları "Kasımpaşa'yı yok sayamazsınız!" diye feryat ediyor...
Son derece haklı bir feryattır.
Ancak "yok sayılmanın" ne kadar acı bir durum olduğunu yeni farkeden bu yazar ve yorumcu takımına sormak lazım:
"Sizin patronunuzun da içinde bulunduğu bu yönetim onbinlerce Kasımpaşa taraftarını ve kulübün 1 asırlık tarihini yok sayarak, tamamen bir oldu bitti ile bir gecede 92 yıllık ARMA'yı değiştirdiklerinde neredeydiniz?
ARMA sevdalıları 2 sezondur boykot yapıyorlar...
Binlerce Kasımpaşa taraftarı bu boykot nedeniyle 2 sezondur yok sayılmanın acısını çekiyor...
Sizlere onca mailler atıldı.
"Sesimizi duyun" denildi...

"Kasımpaşa taraftarı Kasımpaşa yönetimince yok sayılıyor" denildi...
Neden duymadınız bu sesi?
Yok sayılmak nasıl bir duyguymuş şimdi anladınız mı?
***
Sizler kendi taraftarınızı yok saydığınız sürece birileri de sizi yok sayacaktır.
Bu kaçınılmaz bir durum.
Ektiğinizi biçersiniz.
Şimdi Kasımpaşa Kulübü yönetimin maddi destekleri ve olumlu transferleri sayesinde önemli bir noktaya geldi.
Belki de bu sezon tarihinin en büyük başarısına/başarılarına imza atacak Kasımpaşa...
İşte tam bu noktada kulüp yönetimi tarihi bir adım atmalı ve boykot eyleminde olan taraftarına barış elini uzatmalıdır.
Bugüne kadar ARMA sevdası ile sayılamayacak kadar cefalar çekmiş olan ARMA ALTI TAYFA gurubunu yok saymaktan vazgeçmeli ve semtimizde en çok ihtiyaç duyduğumuz birlik ve beraberlik ortamını tesis etmelidir.
Bu saatten sonra hiç kimsenin biz şunu isteriz biz bunu isteriz deme lüksü yoktur.
Boykotta olan taraftarların boykot amacı bellidir.
Para için rant için boykot yapmıyorlar bu insanlar.
Bu insanların boykot gerekçesi taraftarın yok sayılarak ARMA'nın değiştirilmesidir.
Yönetim bugüne kadar bu konuda bir tek açıklama yapmamıştır.
Bir açıklama dahi yapılmaması ARMA sevdalılarını yok saymaktır.
Boykotçu taraftarlar sonuna kadar haklıdır.
***
Bu nokta hem boykotçu taraftarların hem de yönetimin geçmişin üzerine bir sünger çekmeleri gerekmektedir.
Yönetimin taraftara uzatacağı barış elinde 92 yıllık şanlı ARMA olmalıdır.
Bir maçta protokol tribününe oturan tüm yöneticilerin şanlı ARMA'nın bulunduğu atkıları boyunlarına takmaları ve "Bu ARMA bizimdir, bu ARMA bizim şanımız, şerefimiz, mazimizdir" mesajını vermeleri taraftar için yeterli olmalıdır.
Boykotçu taraftarların bir "Efsane ARMA" projesi var...
Bu gurubun tepkisi yeni logoya değil zaten.
Bütün tepkileri taraftarın ve şanlı gecmişin yok sayılarak bu yeni logonun dayatılmasınadır tepki...
Yok sayılmanın acısını hisseden yönetim, kendi taraftarını yok saymaktan vazgeçmelidir.
Yönetimin atacağı küçücük bir adım, bundan böyle hiç bir gücün Kasımpaşa'yı yok sayamayacağı güzel günlerin habercisi olacaktır.
Unutmayalım, birilerinin sizi yok saymasını istemiyorsanız, siz de kendi taraftarınızı yok saymayacaksınız...

15 Aralık 2013 Pazar

Biz mutlu çocuklardık...

70'li yılların mutlu çocuklarıydık biz...
Ailelerimiz fakirdi...
Kasımpaşa'nın sokakları Malta taşları ile kaplıydı...
O Malta taşlarının mutlu çocuklarıydık biz.
Bir meşin topumuz olmadı hiç bir zaman ama, her gün tek kale maçlarımız vardı.
Ankara gazozu lükstü, bizim Olimpos gazozumuz vardı.
Annelerimizin elinden tutup gezmelere giderken;
Hiç ağlamadık meyveli yoğurtlar için bakkalların önünde,
Ama bizim Yoğurtçu Memed amcamız vardı...
Omuzlarında taşıdığı ağaç askısının her iki ucunda sallanan yoğurt tepsilerinin bir kenarına biriktirdiği kaymakları her gün bizlere elleriyle yediren Yoğurtçu Memed amcamız...
Bugün olanların binde biri yoktu belki ama biz Kasımpaşa'nın mutlu çocuklarıydık...
***
Mutlu olmak çok kolaydı bizim için...
Bir gazoz kapağı bulurduk yolda mutlu olurduk...
Gaflik bir misket üttük mü arkadaşımızdan en mutlu çocuk olurduk o an....
Misket oynamaya karar verir vermez en evvel "Biriiiiinççç" diye bağırabildiysek günün en mutlu çocuğu olurduk..
O kadar kolaydı mutlu olmak bizim için.

Patlamış bir naylon top bulabilsek, bir arabanın tekerinin altında, dünyalar bizim olurdu.
Bir yandan minyatür kale maç yapardık,
Bir yandan da tetik de beklerdik hepimiz.
Aklımız maçta ammaaa...
Gözümüz kulağımız mahallenin en zengin ve asortik kadını olan Emine Hanım teyzede...
Laf aramızda kadının buzdolabı bile vardı. O kadar zengin yani...
Pencereden kafasını uzattığı an berabere giden maçta galibiyet golünü atmak üzere dahi olsa topu bırakır penceresinin önüne koşardık...
İlkin kim varırsa o kazanırdı...
Emine Hanım yukardan seslenir:
- Çocuğum kasap Muammer Efendi'den 350 gr köftelik kıyma alıver bana...
Bir kağıt parçasına sardığı paraları bize atar ve pencerenin önüne ilk varan arkadaşımız parayı kapıp kasaba koşardı.
Kimse kimsenin hakkını gaspetmezdi.
"İlk ben geldim" kavgası etmedik hiç...
Emine teyzenin hizmetine bu kadar hevesli koşturmamızın sebebi ister bakkala göndersin isterse de kasaba mutlaka para üstü kalır ve o para üstünü de bize verirdi.
O günlerde hiç aklıma gelmemişti.
Nasıl oluyordu da her seferinde para üstü kalıyordu acaba diye yıllar sonra merak ettim...
Biz mutlu çocuklardık o yokluk yıllarında...
Çünkü bizim alacağı her şeyin gramajını bize para üstü kalacak şekilde ayarlayan zengin hanım teyzelerimiz vardı...
Mekanın cennet olsun mutluluk çiçeklerinin can suyu Emine Hanım teyzem...
***
Kasımpaşa'nın mutlu çocuklarıydık biz...
Günlerce düdük makarnası yediğimiz günler vardı.
Annemiz - babamız üzülmesinler diye "yine mi makarna" demeden büyük bir iştahla o makarnayı yemeye çalışan mutlu çocuklar...
Ve o makarnanın üzerine arada bir tutam peynir atıldığında mutluluktan havalara uçan çocuklardık...
Kekler, çikolatalar, cipsler...
Ve daha neler neler...
Biz bunların adlarını bile hayal edemeyen, bir külah leblebi unu ile mutlu olabilen çocuklardık...
Anarşi kol geziyordu.
Tedhiş örgütleri sokak başlarında hamam böceği öldürür gibi adam öldürüyordu...
Biz silah seslerine aldırmadan, akan kanın, ölen insanlarn, sönen ocakların gölgesinde mutlu olabilmeyi öğrenmek zorunda kalan mutlu çocuklardık...
Sana yağı, tüpgaz ve ekmek kuyruklarında saatlerce nöbet tutup, kuyruk anılarını birbirine anlatarak mutlu olabilen çocuklardık...
***
Ya siz çocuklar?
Siz de bizim kadar mutlu olabiliyor musunuz?
Şimdi sizin her şeyiniz var.
Çikolatalarınız emvai çeşit...
Oyuncaklarınız uzaktan kumandalı...
Gazozu adam yerine bile koymuyorsunuz...
Kolalarınız, meyveli sütleriniz, türlü türlü meyve sularınız var...
Bizim dandik gazozları yudumladığımız anki mutluluğu yaşayabiliyor musunuz çocuklar?
Kömürlükten kömür ya da odun taşımak zorunda değilsiniz.
Evlerinizde artık petekler var.
Düğmeye bastınız mı anında ısınıveriyorsunuz...
Yağmurun sesini bile duymuyorsunuz, pencereleriniz artık çift camlı...
Arkadaşınız oyun oynamak için sokaktan size seslense duyamazsınız...
Gerçi şimdi sokaktan seslenmek de kalmadı...
Facebook'tan, olmadı telefondan mesajlaşıyorsunuz...
Peki bizim kadar mutlu musunuz çocuklar?
Evde otururken yağmurun sesinin ne kadar güzel olduğunu öğrenebildin mi çocuk?
Mutlu musun çocuk?

8 Aralık 2013 Pazar

Hayatımda ilk defa "OY İSTİYORUM"

Oldum olası hayatı hep siyasi olarak yaşatım ancak politik yaşamı bir türlü sevemedim...
Lise yıllarımdan bu hayatta hep "siyasi" oldum...
"Siyasi" yaşadım...
Siyasetten uzak durmak meydanı boş bırakmaktı benim için...
Elimden geldiğince siyasetin içinde yer almaya çalıştım...
Politik oyunları hiç sevmedim, bir türlü de beceremedim...

Bir kaç kez seçim listelerinde yer aldım...
Nasıl oyunlar döndüğünü gördüm...
En yakın dostum dediğiniz insanların bile ayağınızı altına nasıl sabun yerleştirdiğini siyasetin içinde anlıyorsunuz...
Hep doğrunun yanında oldum...
Doğruları anlatmaya çalıştım...
Hak yolunda olanı sevdim...
***
Allah'ın bana bir lütfu olarak gördüğüm hiç bir değerimi politik amaçlarıma kurban etmedim...
Sevdiğim hiç kimseden bugüne kadar bir kez bile olsun oy istemedim...
Beni seven gerekiyorsa benim sevdiğime oy verir diye düşündüm...
Öyle de oldu...
Bugüne kadar çıktığımız yolda bizlere destek veren bütün dostlarımdan Allah razı olsun...
Bugün farklı bir boyuttayım...
Bugün hayatımda ilk kez bütün sevenlerimden ve sevdiklerimden oy istemeye karar verdim...
Bu kararı verirken elbette çok düşündüm...
Kötü bir şey yapmayacağıma, değerlerimi siyasete alet etmeyeceğime kanaat getirdim...
Ve bütün sevenlerimden, sevdiklerimden Beyoğlu'nda değerli dostum can yoldaşım Osman GÜR için oy istiyorum...
Sadece Osman Gür değil...
Partim için...
Encümen listesinde yer alan ve samimiyetlerine kefil olduğum bütün arkadaşlarım için oy istiyorum hepinizden.
***
Osman Gür'e kefilim...
Öyle bir "adam" ki bu Osman Gür, çocukluğunda bile okuldan çıkar çıkmaz çantasını, önlüğünü evin kapısından fırlatıp hastane önüne, hastalara yardım etmeye koşan bir yardımsever adam...
Beyoğlu'nda yaşayıp, Osman Gür'e hasbel kader işi düşüp de, Osamn Gür'ün yardım edemediği kimse yoktur...
Tanısın tanımasın, herkesin yardımına koşan bir insan...
Aç görürse doyuran,
Açık görürse giydiren,
Dertli görürse derdine derman olan bir "adam" Osman Gür...
İşsize iş bulan, fukaraya aş olan bir "adam" Osman Gür...
İşte ben böyle bir adama kefil oluyorum ve hayatımda ilk kez sizlerden oy istiyorum...
***
Bugüne kadar eşimden ve çocuklarımdan dahi oy istememiş, onlara bile "şu partiye, şu adama oyunuzu verin" dememiş bir kardeşiniz, dostunuz, arkadaşınız olarak...
Bugün sizlerden Osman Gür için oy istiyorum...
Sadece sizin oyunuzu değil;
Eşinizin,
Çocuklarınızın,
İlkokul arkadaşlarınızın,
Askerlik arkadaşlarınızın,
Sevgilinizin,
Öğretmeninizin,
İş arkadaşınızın,
Müşterinizin,
Hasılı kelam dostluk ile selamlaştığınız herkesin oyunu istiyorum sizlerden...
***
İnanın Osman Gür için verdiğiniz ve istediğiniz her oy değer...
Önümüzde 4 ay gibi bir zaman var...
Bu kısa zaman içersinde böylesine iyi yürekli bir insan için çalışalım...
"Benim 1 oyumla mı kazanacak" demeyin...
O sandıkların sizlerin 1'er oyuyla dolduğunu unutmayın...
50 bine giden yolun başı 1'dir değerli dostlar...
Bismillah deyip, 1 diye saymaya başladığınızda o sayının 50 bin olduğunu mutlaka göreceksiniz...
Osman Gür Beyoğlu'nda büyüdü...
Beyoğlu'nda yaşadı...
Sizinle aynı yağmurun altında ıslatıp, aynı çamurlu yollarda yürüdü...
Haliç'in kokusunu sizin kadar o da teneffüs etti...
Beyoğlu'nun bütün sokaklarında onu gördünüz...
Sütlüce'de kapı komşunuz...
İstiklal caddesi'nde esnaf...
Yani sizden biri, sizin evladınız,
Kardeşiniz,
Dostunuz,
Arkadaşınız...
***
"Osman Gür çok iyi adam ama kazanamaz ki" derseniz önce kendinize ihanet edersiniz...
Unutmayın Allah her zaman iyilerin yanında olur...
Bize de iyilerin yanında olmak farzdır...
İyilerin yanında olmak ibadet gibidir.
Allah'ın emridir...
Osman Gür iyi adamdır diyebiliyorsanız, bu cümlenin arkasına "fakat" ı eklemeyin...
Onun yanında olun...
Göreceksiniz Allah'ın yardımı, sizlerin desteği ile Beyoğlu'nda bu sefer "İYİLER KAZANACAK!"
Allah yar ve yardımcımız olsun!

7 Aralık 2013 Cumartesi

AKP "şerefsizleri" "Şerefli" yapıyor...

AKP ile yaşamadığımız gariplik kalmadı şu ülkede...
Sandığa gitmeyen 14 milyon seçmen ve adaletsiz cunta seçim sistemi sayesinde yüzde 50 çoğunlukla iktidara gelen AKP garip ve şaşırtıcı uygulamalarına büyük bir cesaretle devam ediyor...
"Barış Süreci" adıyla başlatılan sürecin sonunda ortaya konulan demokratikleşme paketi bu garipliklerin en sonuncusu...
Bu paket eğer ki din sömürüsü yapmayan bir parti tarafından ortaya konulmuş olsaydı memlekette isyan çıkardı.
Ne gariptir ki, hırsızların, namussuzların, teröristlerin, tecavüzcülerin, vatan hainlerinin hasılı kelam yüz kızartıcı suçlardan mahkum olanların cümlesinin siyaset yapma yasağını kaldıran AKP halkın önemli bir kesimi tarafından desteklenmeye ve alkışlanmaya devam ediliyor...

***
Yüz kızartıcı suç nedir?
Tecavüz..
14 yaşında bir çocuğa tecavüz eden adam siyaset yapamaz diyor mevcut yasalar.
AKP bunu değiştiriyor.
"Tecavüzcü de insan o neden siyaset yapamasın" diyor ve bunun önünü açıyor.
Nedir yüz kızartıcı suç?
Hırsızlık...
Adam ömrü boyunca hırsızlık yapmış.
Milletin canına malına kastetmiş...
Mevcut yasa bu adama siyaset yasağı getirmiş.
AKP ise, bu yasağı kaldırıyor...
Nedir yüz kızartıcı suç?
Sahtekarlık...
Adam devlet memuru, evrakta sahtecilik yapıp birilerine çıkar sağlamış...
İhaleye fesat karıştırmış...
Naylon fatura yapmış...
Mevcut yasa bu sahtekarlara siyaset yolunu kapatmış...
AKP bu şerefsizleri de şerefli yapıyor ve siyaset yolundaki engellerini kaldırıyor...
***
Başka kimlerin siyaset yasağı kalkacak?
Terör suçundan mahkum olanların.
Mesela Apo...
Dünyanın en kanlı terör örgütlerinden biri olan Pkk'nın elebaşı...
Bebek katili...
Yeni demokratikleşme paketi ile bu adamın yasağı kalkacak ve siyasi partilere üye olabilecek...
Sonra?..
Bunu yapan yerel seçimlerde de aynı halk gücünü arkasına alırsa neden bebek katilleri için ev hapsini çıkarmasın?
Bunu yapabilen bir iktidar aynı adamın mahkum dahi olsa bir partinin genel başkanı olmasını da sağlayamaz mı?
Elbette yapar!
Ben artık AKP'nin her türlü ihaneti gerçekleştirebileceğine inanıyorum.
Mart 2014'te yapılacak yerel seçimlerde de bu halk bu AKP'ye sırf mitinglerde konuşmalarda din sömürüsü yapıyor diye oy vermeye devam ederse, Apo'nun genel başkan, hırsızların, tecavüzcülerin hasılı kelam bilumum şerefsizlerin milletvekili ve bakan olduklarını da göreceğiz hep birlikte...

5 Aralık 2013 Perşembe

Başbakan Hapse Giriyor!

LPG'ye tarihi rekor kırdıran bir zam geldi.
Simit artık fakirin aşı olmaktan çıktı.
AKP'den önce fakirin aşı olarak bilinen simit dolar kuru ile yarışır hale geldi.
Nerdeyse 1 Dolar = 1 Simit noktasına geldik.
1 çay yanına da bir de simit alayım deseniz, 2.5 - 3 lirayı gözden çıkarmanız gerek...
Artık eşinize dostunuza misafirliğe giderken, yaş pasta ya da tatlı tuzlu kurabiye karışımı yerine simit götürebilirsiniz.

***
LPG'ye gelen tarihi zam ile birlikte taksiciler dolmuşçular ayağa kalktı.
Haklılar...

Zam isteyecekler elbet onlar da...
Kolay değil dünyanın en pahalı LPG kullanıcısı durumundalar...
Olimpiyatlarda hüsrana uğradık ama, pahalılık konusunda "Allah'ın izniyle" her daim şampiyon durumdayız...
Belediye otobüsleri 2.5 TL olmalı, dolmuşlarda en kısa mesafe 2.5 lira...
Taksicilerin tarifesini de hükümet otursun yapsın bakalım...
Nasılsa ekonomik rakamları çok iyi ayarlıyor hükümet...
Halkın sefaletine rağmen ne hikmetse ülkenin ekonomik durumu mükemmel görünüyor hükümet ve yandaş basının rakamlarında...
Başbakan bir iki açılışta "Ya Allah, Ya Bismillah" der, seçim gezileri sırasında bir kaç caminin önünde poz verir bütün sıkıntılar gider "Allah'ın izniyle"

***
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük eğitim karmaşasını yaşıyor...
Okullarımız başarısız teknik direktörlerin sürekli yeni sistem denemesi gibi yönetiliyor...
"Bu olmadı bunu deneyelim"
"Sınavları kaldıralım, ama yeni sınavlar koyalım"
"Kızlarla erkekler aynı merdiveni kullanmasın ama kız okullarına erkek öğrenci alalım"
Daha nice cümleler...
Daha nice mağlubiyetle sonuçlanan taktikler...
İlk kez üniversite sınav sorularının çalınmasına şahit olduk...
Sonra ardı arkası kesilmedi soru hırsızlığının...
Şimdi dersanelerle uğraşıyorlar...
Neymiş efendim ihtiyaç yokmuş dersanelere...
Ne bulurlarsa kazana atıp, karıştırıyorlar...
Sanki mübarekler çorbacı başı...
Karıştır babam karıştır...
Başbakan çıkar bir meydanda "Biz imanlı bir nesil yetiştireceğiz İnşaallah" der bütün sistem düzeliverir birden...

***
Ülkemizde terör meselesi bitti (!)...
Bebek katiline iade-i itibar yapıldı.
Teröristler barış güvercini ilan edildi...
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Türk Bayrakları indirildi, TC'ler kaldırıldı.
"Ne mutlu Türküm" demek yasaklandı...
Andımız kaldırıldı...
Terör örgütü bayrakları her yere asıldı...
Apo önder ilan edildi, posterleri elden ele dolaşıyor, evlerin işyerlerinin duvarlarını camlarını süslüyor...
Q, W, X harflerinin kullanımı serbest bırakıldı...
Ve sonunda birileri çıkıp, ülkemizin bir parçasına "Kürdistan" dedi.
Birileri de şimdi "Türk ırkı diye bir ırk yoktur" diyebiliyor...
Peki terör örgütü ne istiyordu...
İşte bütün bunları istiyordu...
Daha da istekleri var...
Hiç şüpheniz olmasın ki, AKP o istekleri de zaman içinde yerine getirecek...
Yani terör örgütü ne isterse onu yaparsanız zaten terör diye bir şey kalmaz...
Ver - Kurtul denir bu sisteme...
Barış Süreci denmez...
Ama olsun, başbakan Allah diyor ya gerisi ne olursa olsun...
***
Bütün bu olanlar karşısında halk artık kayıtsız kalmıyor...
AKP tabanında bile homurtular başladı...
Başörtüsü serbestisi ile birlikte mağdur edebiyatı da kalmadı, din sömürüsü de kalmadı...
CHP camileri ahır yaptı safsatası da boşa çıktı...
Ne olacak peki şimdi?..
Olacak olan belli...
Başbakan yeniden hapse girecek...
Temsili olarak...
Yıllar önce yattığı hapisaneyi ziyaret edecekmiş sayın başbakan...
Neden?
Halka anımsatmak için...
Halk artık dünyanın en zengin başbakanları arasına giren Tayyip Erdoğan'ın mağdur olabileceğine inanmaz...
Oğlunun gemicikleri yeter!..
O zaman yeniden hapse girmek gerek...
O günleri halka anımsatmak gerek...
Bakalım AKP'ye oy veren vatandaşlarımız bu aldatmacayı da yutacak mı?
Memleket bu haldeyken bile AKP'nin oyunlarına gelecek mi bu aziz halk hep beraber göreceğiz...

26 Kasım 2013 Salı

Dersaneler Hemen Kapatılmalı! Çünkü...

Padişahımız emir buyurdular:
- Tiz kapatula dershaneler!
Emir büyük yerden.
Padişah hazretlerinin kapatma gerekçesini sorgulamak mümkün değil.

Kendisi geldiği vakit ayağa kalkmayan Paşa'yı içeri attırdığını itiraf ettiği an geliyor aklımıza...
Onun gerekçeleri ortaya atılan gerekçelerden çok farklı olabilir.
Muhtemelen cemaatin ipini çekmeye çalışıyor.
Halk arasında yer alan "AKP oylarının yarısı cemaat oyları" düşüncesini silip "En büyük benim!" imajını vermeye çalışıyor olabilir.
Dersanelerin kapatılması ile ilgili olarak teb'ası gerekçeler üretmekle mükellef...
"Dersaneler kapatılmalı; çünkü ..." kısmı teb'asına kalıyor.
Ve onlar da işlerini çok iyi yapıyorlar.
***
Dersanelerin kapatılması gerekçeleri pek çok.
Benim en çok ilgimi çeken ise, yandaş bir TV kanalında dile getirilen gerekçe...
Bu çok mühim bir gerekçe.
Dersanelere çocuklarını yollayan bir çok aile dersane parasını ödeyemedikleri için icralık olmuşlar.
Bu nedenle de dersaneler kapatılmalı imiş!
Vay anasına sayın seyirciler.
Hani ekonomi çok iyiydi.
Vatandaş gayet güzel geçinip gidiyordu.
Nerden çıktı şimdi bu haciz meselesi.
Demekki halkın ekonomik durumu o kadar da iyi değilmiş.
Mesela bir bakanın dediği gibi 700-800 TL tutarındaki para "iyi para" değilmiş!
Millet evladına iyi bir gelecek sağlamak için uğraşırken bu kadarcık gelirle icralık oluyormuş demekki...
***
Milletin bir kuruma olan borcundan dolayı o sektördeki tüm kurumların kapatılması icraların sona erdirilmesi için iyi bir çare!
Mesela bir çok vatandaş bankalara olan borcunu ödeyemediği için icralık.
Napıcaksınız o zaman!?
AKP'de çözüm kolay!
"Tüm bankalar tiz elden kapatula!"
Efendim vatandaşların büyük bir çoğunluğu mahalle bakkalına borçlu...
Çözüm kolay!
"Tüm mahalle bakkalları tiz elden kapatula!"
Milyonlarca vatandaşın borçlarını ödeyemedikleri için elektrikleri kesiliyor.
AKP hemen çözüm bulur...
"Tüm elektrik santrallerinin köküne dinamit konulup patlatula!"
Milyonlarca icra dosyası var adalet (!) saraylarında!
İcra'ya giden tüm sektörler yok edilsin!
***
Tıpkı terör meselesinde yaptıkları gibi.
TSK terööristlerle mücadele ediyor ve terör örgütü ağır zayiatlar veriyor.
Tüm komutanlar bir bir içeri atılıp, zayiatlar durdurulsun...
TC, kaldırılsın...
Andımız kaldırılsın...
Her yere Türk Bayrağı asılmasın...
Hatta Türk Bayrağı'nın adı değiştirilsin...
Teröristlere katil denilmesin.
Terörist başına bebek katili denilmesin, sayın denilsin...
Kökünden çözüm efendim.
Ver kurtul!
Kapat kurtul!

***
Cemaatçi değilim...
Cemaat yapılanmasını da hiç bir zaman tasvip etmedim.
Cemaat ve tarikat yapılanmalarını İslam'daki bölünme ve parçalanmanın en büyük unsurları olarak gördüm ve her zaman eleştirdim.
Ancak ortada bir adaletsizlik var.
Kin ile devlet yönetme hali var.
Bir zulüm var ortada.
Ve bizim inancımıza göre de "Zalime ve mazluma adres sorulmaz!"
Halen bu ülkede 40-50 kişilik sınıflarda eğitim ve öğretim verilmeye çalışılıyorsa, dersaneler bu ülkede bir ihtiyaçtır.
Ayrıca insanların ihtiyaçlarını devlet belirleyemez.
Dikta rejimlerinde bile böyle bir uygulama olamaz.
Vatandaşa "senin ihtiyaçların şunlar şunlar" şeklinde bir düzenleme yapmak diktatörlüğün dik alasıdır.
***
Dersaneler bir ihtiyaç olmasaydı milyonlarca ana-baba evlatlarını neden dersaneye göndersin!
Mesela bir insan ihtiyacı olmadığı halde eden gidip nalbur dükkanından 7 buçuk kilo saten alçı alsın?
Bir insanın karnı toksa neden bol kepçe lokantasına gidip kuru-pilav yemeye kalkışabilir ki!?
Bu millet dangalak mı, ihtiyacı olmadığı halde çocuklarını dersanelere gönderiyor.
Aptal mı demek istiyorsunuz bu millete!
Mesela yarın bir gün "çocuk parkları bir ihtiyaç değildir, çocuklar evlerinde ya da sokaklarda da oynayabilir" demeyeceğinizin garantisini kim verebilir bu düşünce sisteminizle...
Başbakan hazretleri minareyi çaldı, yandaşları da kılıf ayarlamaya çalışıyor...
Biraz mert olun.
Vatandayşa karşı birazcık dürüst olun.
Kendi seçmenlerinize karşı birazcık dürüst olun!
Ve çıkın gerçeği söyleyin.
"Biz cemaat kamburunu sırtımızdan atmak istiyoruz, bizim kimseye ihtiyacımız yok, en büyük biziz, en güçlü biziz!" deyiverin
***
Vatandaştan aldığı güç ile vatandaşın ihtiyaçlarını dahi belirleme cüretine kalkışan bu iktidar, daha öncekilerde olduğu gibi bir güç zehirlenmesi ile karşı karşıya kalmıştır ve kendi kendini imha planını adım adım uygulamaktadır.
Vakit yakın!
Halkından aldığı gücü halkına karşı kullanmaya kalkışan her diktatörün sonu yok olmaktır.
O gün çok yakındır!..

19 Kasım 2013 Salı

Tarlabaşı'ndaki Dersane ve Kerane ikilemi!

Tarlabaşı...
Kimisi için korkulan bir semt...
Uyuşturucu,

Gasp,
Hırsızlık,
Fuhuş...
Gayri meşru ne isterseniz burada var.
Bırakın gece vaktini gündüz vakti dahi bir çok kişi buraya uğramaktan imtina eder.
Gerekirse yolunu bile değiştirir.
Şimdi bir dönüşüm projesi başlatıldı.
Bazı binalar yıkılıyor, bazıları restore ediliyor ve yenileniyor...
Yeni bir Tarlabaşı yaratma projesi aslında bu...

***
Yeni Tarlabaşı'ndan hükümetin deyimiyle Yeni Türkiye'ye giden bir yol.
Bu yolda bize gösterilenlerden farklı manzaralar var.
Farklı ayrıntılar var.
Tarlabaşı'nda sadece şer yuvaları odaklanmış değil elbette.
Örneğin bir FEM dersanesi var.
Ülkemizin oldukça önemli bir eğitim kurumu haline gelmiş bir dersane.
Fethullah Gülen Cemaati'ne ait olduğu bilinen bu dersane Tarlabaşı'nda yıllardır faaliyetlerini sürdürüyor.
Özellikle son 10 yıldır bu dersaneye yeni komşular geldi.
Hemen iki sokak ötede.
Çok uzak değil...
Küçük Bayram sokak olarak bilinen sokakta resmi kayıtlarda otel olarak görülen binalar var bu sokakta.
Pencerelerinde sonradan olma kadınlar...
Aslında travesti diyorlar onlara.
Yaşı geçince başörtü bile takanlar var aralarında.
Pencereden gelene geçene sesleniyorlar "şişt şişt baksana!"
***
Onların bu çağrısına kulak verip binalara giriş yapan çok fazla adam (!) var...
Hemen iki sokakta ötede de dersane...
Pırıl pırıl gençler eğitim için akın akın geliyorlar...
"Kızlı-erkekli" eğitim için var güçleriyle çalışıyorlar bu çatının altında.
Bu dersanede karmaşık olaylar olmuyor.
Bayram Sokaktaki evlerde ise acayip karmaşık işler dönüyor...
Kızlı erkekli değil Bayram sokaktaki binalarda yaşananlar...
Erkek erkeğe karmaşık bir durum var içerde...
Sadece içerde mi!?
Çıkın Tarlabaşı Caddesi'ne...
Yol boyu travesti ve kadınlar erkekler ile sıkı bir pazarlık içindeler.
Otobüs durağının hemen yanıbaşında.
Tarlabaşı'ndaki emniyet binasının karşısında...
Hemen cadde üzerinde bir de Daracık sokak var...
Orda da malum evlerden var...
Harıl harıl çalışıyorlar...
İşler öylesine yoğun ki seks işçileri nefes alamıyorlar desek yeridir...
***
Tarlabaşı'ndaki dönüşümün görünmeyen manzarası bu.
Yandaş medya bu ikilemi göstermiyor bize.
Bir tarafta bir eğitim yuvası diğer tarafta onlarca fuhuş yuvası ve fuhuş pazarı haline getirilmiş bir bulvar.
Siz devleti yönetseniz napardınız?
Tabii ki bir eğitim yuvasının etrafını adeta kuşatan bu fuhuş pazarını ve fuhuş yuvalarını temizlerdiniz.
Maksadım kimsenin cinsel tercihlerini eleştirmek değil.
Kimin kiminle ne yaptığı beni çok da alakadar etmiyor.
Benim kafamı kurcalayan mevzu; devletimizi yönetenlerin bu fuhuş pazarı ve yuvalarına bu güne kadar en ufak bir yaptırım uygulamadığı bir dönemde bir eğitim yuvasını kapatmaya yönelik çalışmalarıdır.
O dersane orada karanlıkları aydınlatan bir güneş gibi dururken bu güneşi karartmaya çalışanların, bunu yaparken de iki sokak ötedeki genelevlere dokunmayanların neye hizmet ettikleri mevzusudur.
Üstelik bu insanlar son derece dindar insanlar.
İmam Hatip Lisesi mezunu bir başbakanımız varken bu manzarayı görmek insanı son derece üzmektedir.
***
O genelevlerin kapatılsın derdinde değilim.
O insanların cinsel tercihine gösterilen müsamaha ve hoşgörü neden bir eğitim öğretim kurumundan esirgeniyor, bunu anlamaya çalışıyorum.
Travestiler ve onlarla ilişkiye girenler böyle bir yaşam biçimini tercih ediyor olabilirler.

Devam etsinler...
Yasalar önünde eğer bu bir suç değilse, AKP bu yaşam biçimine bile özgürlük sağlayabiliyorsa takdir ederim.
Ama bunun yanında bir eğitim kurumunun kapatılması gündeme geliyorsa orada bir "DUR" çekmek lazım.
Bu dersane kapatma meselesi ile ya  bizimle dalga geçiyorlar ya da bunu yapmayı gerçekten kafalarına koymuşlar...
Eğer bizim zeka seviyemizle dalga geçip sırf gündem değiştirmek için bu dersane meselesini ortaya attılarsa ona alışığız...
Fakat gerçekten dersaneleri kapatma fikrine kendileri de inanıyorlarsa o zaman bunlara dindar oldukları için oy verenler durup kendilerine şu soruyu sormalıdırlar.
Tarlabaşı'ndaki travesti genelevlerine dokunmayıp, yine Tarlabaşı'ndaki bir eğitim kurumunu kapatmak isteyenler ne kadar dindar olabilirler!?

15 Kasım 2013 Cuma

Çile bahçesinin gülleri...

İnsanlar için iki dünya vaadedilmiştir...
Birisi şu an itibariyle yaşadığımız dünya...
Belki de uyuduğumuz dünya demeli...
Bir diğeri ise, öte dünya...
Yani sonsuzluk dünyası...
Daldığımız derin uykudan uyanıp sonsuz bir yaşam süreceğimiz ebedi dünya...
Cennet ve cehennem vardır bir de...
Hem o dünyada hem bu dünyada
Her iki dünyanın cennet ve cehennemleri farklıdır ama benzerler birbirlerine...
Her iki dünyanın sahibi ve alemlerin Tanrısı Allah-ü Teala öyle bir düzen kurmuştur ki, anlayan uyurken değil; uyandıktan sonra yaşar cennetin güzelliklerini...
Bu dünya, yani fani dünyada yaşadığımız her şey bir rüya gibidir...
***
Derin bir uykuya dalmışızdır ve bu uykuda rüyalara dalarız.
Allah'ın biçtiği süre tükenince, uyanma vakti gelince asıl ve sonsuz yaşama gözlerimizi açarız...
Kimileri daldıkları bu derin rüyada cenneti yaşadıklarını zannederler...
Her şeye sahiptir onlar.
Ev

Araba
Yat
Kat
Mücevherler

Uşaklar
Köleler
Cariyeler
Daha neler neler...
Yedikçe doymazlar...
İstedikçe isterler, bitmez istekleri...
Güya cennetin tadını çıkarırlar...
Hem "bir daha mı gelecekler dünyaya" !?

***
Kimileri de vardır,
Daldıkları bu derin uykuda bir çile bahçesinde bulurlar kendilerini...
Öylesine çile çekerler ki,
Dokundukları en güzel çiçeklerin bile dikenleri batar ellerine,
İçtikleri su bile zehir olur, cayır cayır yakar içlerini...
Onlar da doymazlar çileye...
Verdikçe yaratan "Şükür Ya Rabbi!" derler...
"Verdiklerine şükürler olsun!"
Çünkü onlar bilirler burası ne cennettir ne de cehennem...
Peygamberlerin bile çile çektiği bir çile bahçesidir burası...
Allah'ın bahşettiği o çilelere dayanabilenler, o çileleri Allah'ın bir lütfu olarak görüp şükredenler;
İşte onlar daldıkları bu derin uykudan uyandıkları vakit cennetin, sonsuz cennetin kapıları ardına kadar açılacak onlara...
***
Şu fotoğrafa baktığım vakit işte o çile bahçesinin güllerini görüyorum ben...
Şu gülen yüzler, ne çileler çekti bu fani dünyada...
Her seferinde böyle gülüp geçtiler.
Çok ağladılar ama sonunda gülerek şükrettiler.
Fatma teyzeme bakıyorum.
Annemden sonra en büyükleri o.
Hayatın en güzel anlarını da yaşadı en kötü anlarını da...
Bu dünyada tadılabilecek ne kadar güzellik ve çile varsa tattı.
Üç evlat yetiştirdi, torunlarını evlendirmeye başladı.
Bizleri de unutmadı hiç bir zaman...
Evlatlarının başını okşadığı ellerini bizim de başımızdan eksik etmedi hiç bir zaman.
Anamızın kucağından birazcık uzak kalsak, o sarıp sarmaladı bizi....
***
Fatma teyzemden sonra dayım gelir...
Ondan sonra da Türkan teyzem...
Hz. Fatıma'yı sever gibi sevdiğim Türkan teyzem...
Çileler anası Türkan teyzem.
Allah ona analığı nasip etmedi, bir evlat vermedi ama o anasına bile analık eden koca yürekli bir kadın...
Yalanı hiç sevmedi,
Doğruluktan hiç şaşmadı...
Hz. Fatıma gibidir benim teyzem...
Yumuşacık bir yüreği vardır ama, haksızlık karşısında da hiç susmaz...
Neyse korkmadan çekinmeden söyler, konuşur...
O hiç bir zaman haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmadı...
Çile bahçesinin en güzel gülüdür o.
Yüzünde açar güller her zaman...
Hiç solmayan gülleri vardır onun...
Kokusu çok uzaklardan bile hissedilir...
Gözleri görmeyenler bile görür o gülleri...
Gül yüzlü teyzem...
Hastalığında bile, herkesi bir araya toplayıp neşe katan teyzem benim....
***
Türkan teyzemin küçüğü...
Beş kardeşin en küçüğü...
Anası babası pek kıymet vermişler de adını da Gümüş koymuşlar...
Gümüş teyzem...
Bu kadın benim ömrümü yedi vallahi...
Beraberce yemekli bir toplantıya gittik.
İnsanlarla tanıştırmaya bile zaman kalmadan, etraftan sormaya başladılar:
"Hocam kardeşiniz mi!?"
"Maşallah kardeşiniz de pek gençmiş!"
Vay arkadaş ya bu kadın ihtiyarlamayacak mı!?
Benden bilmem kaç yaş büyük...
Benim teyzem yahu!
Kardeşin mi diye soruyorlar.
Ölür müsün öldürür müsün?
Şaka bir yana; bu Gümüş teyzem de tam romanlık bir kadındır...
Hayatım Roman tadında, hayatın bütün zorluklarıyla savaşmış ve kazanmış mitolojik bir efsane gibidir benim gözümde her daim...
Babalarını çok genç yaşta kaybettiler...
Kimisi hiç hatırlamaz bile...
Gencecik yaşta annelerini de kaybettiler...
Allah ikisinden de razı olsun, annem annelik etti, babam da babalık etti, hem Türkan teyzeme hem de Gümüş teyzeme...
Anasız babasız yetişti, çok fakirlik çekti, çok zorluklar yaşadı ama...
Kadın Amerikalar da tatil yaptı be kardeşim...
Türkiye'nin en güzel yerlerini geziyor...
Hayır, hayır çok zengin olmadı...
Diğerlerinden bir farkı yok ama Allah çektiği çilelerin belki de hediyesi olarak ona öyle bir kapı açtı ki, değmeyin keyfine...
Onu bunu bilmem vallahi, ama bence her insanın bir Gümüş teyzesi olmalı...
***
Şermin...
Kardeşim, evladım, arkadaşım, dostum...
Hepsi var vallahi...
Efendim Şermin yeğenim olur...
Dayımızın kızı...
Ama aslında bizim kızımız...
Kızkardeşimiz desek yeridir...
Onu anlatmak çok uzun sürecek...
Çektiği çileler, verdiği mücadeleler dizi yapılsa "Yaprak Dökümü" bile solda sıfır kalır...
Rahmetli babaannesi analık etti ona...
Kasımpaşa'da o ev senin bu ev benim dolaştı durdu....
Çocukluk yaşayamadı, genç kızlık yaşayamadı...
Ama o hep savaştı...
Ve kazandı...
Şimdi Antalya'da...
Onur'u ve Şeyda'sı ile mütevazi ama mutlu bir yaşam sürüyor...
Geçmişte yaşadığı tüm zorluklar onu tam bir hanımefendi yapmış...
Koca bir insanlık abidesi olmuş...
Canım kardeşim benim, abin sana kurban olsun...
***
Fotoğraftakilerden biri de anamın Hacer gelini...
Onur'un parsellediği kadın...
Anamın Hacer gelini...
Büyük Ağabeyimin eşi...
Hacer yengemiz...
Onun da teyzemlerden zerre farkı yoktur bizim için...
Ailemize girdiği günden bu yana bize ablalık etti...
"Şu fani dünyada bir ablamız bile yok" dedirtmedi bize hiçbir zaman...
Bazen yenge demek gelmiyor içimden ama işte dilimiz alışmış...
Ailemizdeki her sıkıntıda ilk başımızda olan o oldu...
Türkan teyzemin hastalığında da İstanbul'dan Antalya'ya uçtu gitti...
Her şey için sağolasın yengem. Allah senden razı olsun...
***
Fotoğrafta bir de Onurumuz var...
Hepimizin Onur'u...
Şermin kardeşim ve eşi Hüseyin'in biricik evlatları...
Şeyda...
Şeydacık yok fotoğrafta ama nerelerde acaba?
Hay Allah fotoğrafı çeken Şeyda değil mi yahu!
Şeyda kızımız da Şermin'in diğer evlatçığı...
Allah ikisine de uzun ömürler versin...
***
İşte böyle değerli dostlar...
Günlerdir hastanede tedavi görmekte olan Türkan teyzemin hastaneden taburcu olduktan sonra ki bu fotoğrafını sizlerle paylaşmak istedim.
Bu fotoğrafa bakınca neler gördüğümü, neler hissettiğimi sizlerin de bilmesini istedim....
Çile bahçesinin güllerini siz de tanıyın istedim...
Zaman ayırıp okuyan, Teyzem için dualarını esirgemeyen tüm dostlarıma sonsuz teşekkürler...

13 Kasım 2013 Çarşamba

Aşura'nın zehiri Kerbela!

Halbuki;
Ne hikmetli bir aydır Muharrem...
Allah'ın ayıdır...
Ve Muharrem ayının 10. günü.
Yani Aşura Günü.
Ne hikmetli bir gündür Aşura Günü.
Nice mucizeleri gerçekleştirmek için, ulu Tanrımız Allah-ü Teala o mübarek günü seçmiştir...
Hikmetlerini saymakla bitiremezsiniz bu mübarek günün.
Allah'a iman edenlerin büyük bir coşku ile kutladıkları bu mübarek gün yaşanan Kerbela olayı ise İslam'ın sırtına saplanmış bir zehirli hançer gibi yüzyıllardır yüreklerimizi yakmaktadır...
***

O güne kadar;
O belalı güne kadar,

Muharrem ayı coşku ayıydı Müslümanlar için...
Aşura günü ağızların tatlandığı,
Müslümanların kardeşliklerinin pekiştiği,
Fukaraların sofralarının şenlendiği bir bayram günü olarak kutlanırdı...
Ve o gün...
O belalı gün...
Aşura'yı yasa boğan gün...
Aşura'ya zehir damlatan gün...
İslam'ı hançerleyen gün...

O gün yüzyıllar sürecek bir büyük acı düştü yüreklerimize....
***
Bugün biz yine o günü yaşıyoruz,
Yüreğimizdeki ihanet acısı halen taptaze.
Hüseyin'i ve onlarca Ehl-i Beyt'i susamışlığı halen dudaklarımızdadır...
Susadık ya Rabbi!
Susamışlığımızı, susuzluğumuzu Yezid'in kılıcından damlayan kan damlalarımızla giderdik ...
Minicik yavrularımızı,
Cennetin gülü Hüseyinimizi susuz bırakıp soldurdular ya Rabbi!
Hüseynimizi susuz bırakanları sen de ebediyen susuz bırak ya Rabbi!
***

Kerbela, insanlık tarihinin en acı katliamlarından birinin yaşandığı bir olaydır.
Kerbela, İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır.
Kerbela İslam'ı kendi yorumlarıyla yozlaştırmaya çalışanlarla gerçek anlamda yaşanmasını arzu edenlerin verdiği bir mücadelenin acı bir hatırasıdır.
Kerbela yüzlerce yıl, belki de insanlık tarihi boyunca sürecek bir savaşın başlangıcıdır.

Bugün bile "Hz. Hüseyin ile Yezid yine karşı karşıya gelse biz yine Yezid'in tarafında oluruz" deme cüretini gösterenler olduğu gibi bizler de sonsuza dek varolacağız...
Hz. Ali'nin, Hz. Hasan'ın, Hz. Hüseyin'in ve Ehl-i Beyt'in Hz. Peygamber'den devraldığı o kutlu sancağı sonsuza dek yere düşürmeden taşımaya yeminli bizler Yezid'in torunlarına, Yezid'in askerlerine karşı mücadelemizi sonsuza dek sürdüreceğiz elbet.
***
Babası Hüseyin'in bacaklarına sarılıp; "Babacığım ne olursun gitme, bizleri sensiz bırakma, susuzluğa dayanacağım, bir daha su istemeyip seni üzmeyeceğim, ama sensizliğe dayanamayız babam" diyerek yalvaran gözyaşları döken minik şehidimiz, Sakine bacımızın gözyaşları bugün bizim yanaklarımızı ıslatıyor.
Ağabeyi Hüseyin'in şehadete gözyaşları ve dualarla uğurlayan Hz. Zeynep'in metaneti, sevdası bugün o kutlu sancağı taşımamızda bizim en büyük güç kaynağımız.
Unutmadık.
Unutmayacağız.
Allah'ın dinini hançerleyenlere ömrümüz yettiğince lanet okumaya devam edeceğiz...

9 Kasım 2013 Cumartesi

Yüzünde, Hz. Fatıma'yı gördüğüm Teyzem...

Nedendir bilmem...
Hz. Peygamber'in kızı,
Hz. Ali'nin eşi,
Hz. Hasan ile Hüseyin'in anneleri

Hz. Fatıma'ya sevgim bir başkadır...
Allah'ın vermiş olduğu fukaralık karşısında bile ömrünün sonuna kadar büyük bir sabır örneği teşkil eden Hz. Fatıma örnek bir anne, örnek bir eş, örnek bir kız evlat, örnek bir kadın...
O'nu görmeyi çok isterdim...
O'nunla ayrı havayı solumayı çok isterdim...
Yiğitliğiyle yetiştirdiği yiğitlerinin ayaklarında toz olabileydim keşke...
***
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala bana öyle bir teyze nasip etti ki;
O'nu...
Gül yüzlü Türkan Teyzemi her gördüğümde;
Hz. Fatıma'yı görmüş gibi olurdum...
O'nu düşündükçe Hz. Fatıma gelirdi hep aklıma...
Onun kadar asil...
Onun kadar merhametli...
Onun kadar sevecen...
Onun kadar sabırlı...
Onun kadar iffetli teyzem benim...
***
Yüzünü her gördüğümde,
Sesini her duyduğumda,
Adını her andığımda,
Elini her öptüğümde,
Boynuna her sarıldığımda

Hıçkırarak ağlayışım ondandır teyzem...
Sesini duymaya bile cesaret edemediğim Fatıma yüzlü teyzem...
***
Annem anlatırdı;
Sıcak yaz günlerinde ot biçmeye gidermiş annem...
Beni de ya Kara Ayşa'ya ya da Türkan Teyzeme emanet edermiş...
Türkan teyzem o yaz sıcağında terleyip, boynuma yüzüme yapışan tozlardan arındırmak için, evlerinin önünden geçen arıkta yıkayıverirmiş günde birkaç kere...
El kadar bebeyim...
Vücudum bembeyaz...
Ufacık bir leke olsa haydi bakalım doğru arığa....

Öylesine temizlik hastası, öylesine titiz...
Kara Ayşa anam da tam tersi...
Adı üstünde Kara...
Toz, toprak, çamur ne olursa olsun...
O hassasiyeti de boğazdan geçiyor...
Durmadan bir şeyler yedirir bana...
El kadar çocuğum ama Kara Ayşa anlamaz;
"Can boğazdan gelir oğlum şunu da ye bakıyım!"
***
Kara Ayşa'nın yüzü karaydı...
Bahtı da kara...
Türkan teyzeminse yüzünde her daim güller açar...
Sanki Hz. Fatıma'nın nuru yansır yüzüne...
Ya da bana öyle gelir...
Gözlerinin rengi sevda rengi...
Kimselerde yoktur öylesine güzel gözler...
Öyle güzel bakar ki teyzem;
Bakmaktan utanırsınız...
Onun da bahtı karaydı...
Köyde geçen 2 yıllık bebekliğim kara yüzlü Kara Ayşa ile Nur yüzlü, kara bahtlı Türkan Teyzemin ellerinde geçmiş...
***
İstanbul'a göçünce ardımızdan o da geldi...
O sevgi dolu bakışlarını,

O şefkatli ellerini,
O merhametli yüreğini hiç esirgemedi, uzaklaştırmadı üzerimden...
Fırtınalı zamanlarımın tek limanı oldu hayatımın her anında...
Ben artık büyümüştüm o da evlenip barklanmıştı...
Hastalığı sebebiyle yeniden köye döndü...
Hasreti o an öğrenmiştim...
Adını duyunca ağlamayı,
Özlemi yüreğimi yaktıkça hıçkırmayı...
Sesini duydukça kalbimin yerinden fırlamasını öğrenmiştim o gidince...
***
Teyzem;
Hz. Fatıma gibi asil teyzem şimdi çok hasta...
Konuşamadım...
Yanına da gidemedim...
Ben alıştım gülen yüzüne...
Nasıl bakarım ızdırap dolu haline bilemem ki...
***
Haydi be teyzem;
Biraz gayret et...
Ben sadece seni özlediğim için ağlamak istiyorum...
Senin yokluğuna benim yüreğim dayanmaz teyzem...
Haydi son bir kere daha benim için tutun, sıkı tutun şu hayata...
***
Değerli dostlar;
Hepinizden teyzem için bol bol dua etmenizi istiyorum.
Dua en güzel ilaçtır, bu ilacı teyzemden esirgemeyin lütfen...




6 Kasım 2013 Çarşamba

Polis intiharları!?

Gezi eylemlerindeki tutumu nedeniyle son ayların en önemli gündem maddesini oluşturdu polis teşkilatımız ve polislerimiz.
Bir kesim kahraman ilan etti, bir kesim ise; katil, cani, vahşi...
Hatta öyle bir noktaya gelindi ki; nerdeyse "ne kadar çok eylemciyi bertaraf edersen o kadar çok prim alırsın" denildi polise...
Polis devlet memuru...

Bir maliye memuru gibi,
Bir postacı gibi,
Bir doktor gibi...
Amirleri ne emir verirse, yasalar ne emrediyorsa onu yapmakla mükellef...
Günlerce sokaklarda bir köşede uyumaya çalışanları gördük...
Yarım ekmek arası dönerle karnını doyurmaya çalışanlar...
Amirlerinden gaz yiyip, millete gaz sıkan polislerimiz...
Onları zaman zaman düşman gibi gördük ama bizim evlatlarımız olduklarını unuttuk...
İnsan olduklarını unuttuk, zaman zaman onlar da unuttular bunu...
***
Belli bir kesim olaylar sırasında yaşanan bir kaza sonucu şehit olan polisimizi günlerce konuştu...
"Eylemciler öldürdü" denildi. Ailesi bile "kaza" dedi...
Hep onları konuştuk...
Fakat korkunç düzeylere ulaşan polis intiharlarını hiç konuşmadık...
Kahraman diyenler de konuşmadı;
Katil diyenler de konuşmadı...
2013'ün geride bıraktığımız 10 ayında tam 35 polisimiz intihar etti...
Kayıtlara geçen intihar sebepleri tanıdık:
Borç...
Geçim sıkıntısı...
Psikolojik bozukluk...
Bu resmi nedenlerin ana kaynağı ise, polisin çalışma şartları...
***
Gecesi gündüzü yok...
Bayramı seyranı yok...
Aile yaşantısı yok...
Çocuklarıyla zaman geçirebilme imkanı yok...
"Günlerce evine gitmeyeceksin" denilse ağzını açmaya, itiraz etmeye hakkı yok...
Fazla mesai ücreti yok, düzenli çalışma saati yok...
Taşıdığı risklerin hiçbirinin karşılığı yok....
Üstüne bir de geçim sıkıntısı, borç harç gelince intihar kaçınılmaz oluyor...
Gezi eylemleri sırasında düşerek hayatını kaybeden şehit polisimizi siyasi malzeme yaparak günlerce TV programlarında konuşanlar, 35 polisimizin intihar etmesi karşısında sus pus oldular...
Gezi eyleminde şehit olduysa sürekli konuşurlar...
Çünkü yandaşlık ettikleri hükümet bundan büyük kazanım sağlar...
Hükümeti destekleyen vatandaşların yanısıra kararsız durumdaki vatandaşlarımız bile "Vay hainler polisimizi şehit ettiler" diye düşünüp hükümet yandaşı olabilirler...
Fakat intihar olayları öyle değil...
İntihar olaylarını TV ekranlarında konuşurlarsa hükümet bundan zarar görebilir...
Halk "devlet ve millet için canını ortaya koyan polisimiz bu duruma gelmiş, bu hükümet neden bir şey yapmıyor!?" diye düşünüp AKP'ye tavır alabilir düşüncesiyle polis intiharları konuşulmaz malum kesim tarafından medyada...

Bir askerimiz intihar ettiği vakit konuyu hemen sütunlarına taşıyanlar, TV ekranlarına çıkıp ordudaki disiplin kurallarının intiharlara sebep olduğunu söyleyerek orduyu pasifize eden, orduyu suçlayanların ayda 4 intihara tanıklık eden polis teşkilatı hakkında hiç bir şey söylememeleri de son derece manidardır.
***
Ayda neredeyse ortalama 4 polisimiz intihar ediyor ve hükümet sadece polisin sendikalı olmaması için çaba sarfediyor...
Genelge yayınlanıyor "Sakın ha sendikalı olmayın" deniliyor...
"Siz hakkınızı aramayın, düşünmeyin, konuşmayın sadece bizim emirlerimizi yerine getirin" deniliyor polise...
"Biz sizin yerinize sizin için en iyisini düşünürüz, sizin hakkınızı en iyi şekilde koruruz" deniliyor...
Yani "siz robotsunuz" deniliyor...
İntiharların ardı arkası kesilmiyor...
Polis intiharları ile ilgili TBMM'de Araştırma Komisyonu kurulmak isteniyor ama hükümet yanaşmıyor...
Hükümetin derdi her ay 4 polisin intihar etmesi değil....
Hükümetin uğraşacağı çok daha önemli konular var...
Mesela öğrenci yurtlarında kız öğrenciler ile erkek öğrenciler aynı merdiveni kullanıyorlarmış...
Ülkemiz için ne kadar büyük bir sorundur bu siz bilir misiniz polis efendiler!
Siz geçim sıkıntısı içinde kalıp intihar ediyorsanız edin, hükümetimiz önce bu merdiven meselesini çözecektir...
Medya'da boş durmuyor zaten...
Onlar da millete daha çok gaz sıkın diye size gaz veriyor...
Siz onların o kadar umurundasınız...



31 Ekim 2013 Perşembe

Başörtüsü, Faiz ve Samimiyet...

İsteseniz de istemeseniz de bazı gündem maddelerinin içinde bulabiliyorsunuz kendinizi...
Oldum olası bu Başörtüsü/Türban meselesine girmek istememişimdir...
Çünkü benim sorunum değil bu.

Tamamen kadınların meselesidir.
Bir kadın "ben inancım gereği saçlarımı örtmek istiyorum" diyorsa bu beni hiç mi hiç ilgilendirmez...
İnsanlar nasıl inanıyorsa öyle yaşama özgürlüğüne sahiptirler.

Konunun dini tarafını bir yana bırakıp insani açıdan baktığımız vakit mesele bu kadar nettir.
Bir kadın çarşaf giymek istiyorsa çarşaf giymeli, başörtüsü takmak istiyorsa takmalı, bikini giyip denize girmek istiyorsa girmeli...
Çağdaş devlet anlayışı da hem tesettürün, hem de dekoltenin güvencesi olmalıdır.
***
Ancak ülkemizde bu bir türlü olamadı.
Darbeci "laik" kesimin iktidarında türban kamusal alanda yasaklandı.
Genç kızlarımız başları örtülü olduğu için okullara alınmadılar...
Rencide edildiler...
Sözlü ve fiili tacizlere maruz bırakıldılar...
Tam bir zulüm dönemi yaşandı...
Şimdilerde bu dönem bitiyor gibi görünüyor.
Ancak zulüm pek bitecek gibi görünmüyor...
Bu kez intikam hırsıyla dolu dindar kesim geçmişte yaşananların öcünü alma peşinde..
Alenen tesettürlü olmayanlara karşı bir yasaklama getirme cesareti henüz hasıl olmamış olsa bile, bir bakanın bir tv spikerinin dekoltesini eleştiren sözleri sonrasında o spiker bayan hemen işten atılabiliyor.
Örtülü bir yasaklama dönemindeyiz...
Yaşananlardan edindiğimiz tecrübe bize bu yasaklamanın da zamanı geldiğinde uygulamaya konulacağını gösteriyor.
***
Bugün TBMM'de başörtüsü şovu yaşanacak...
AKP'nin başı açık 4 vekili bugün başları örtülü olarak meclise girecekler.
CHP'nin milletvekilleri de İç Tüzük'e aykırı olduğu gerekçesiyle onlara karşı çıkacak.
Ortam Gezi Eylemleri'nden sonra bir kez daha gerilecek...
Aslına bakarsanız her iki partinin de samimi bir şekilde dertlerinin başörtüsü olduğunu sanmıyorum.
AKP yaklaşan yerel seçimler öncesinde dindar seçmene mesaj verme çabası içinde.
CHP de AKP'nin bu hamlesine karşı kendi tabanına mesaj verme derdinde.
BDP "terör örgütü lideri Apo'ya bile özgürlük isterken başörtüsüne karşı çıkmamız ayıp olur" edasıyla başörtüsüne destek verecek.
MHP ise, yıllardır söylediğini söylüyor "Milletin inançlarıyla oynamayın, milletin inançlarını siyasi malzeme yapmayın!"
Sonuç olarak CHP ve AKP'nin tutumu sayesinde halk yine bir gerginliğin içinde bulacak kendini.
***
Her iki tarafta da samimiyet arıyoruz.
Engelli CHP milletvekilinin zorunluluk sebebiyle dahi olsa pantolon giymesine rıza göstermeyen AKP başörtüsü için mücadele veriyor. Kendi milletvekilinin pantolon giyebilmesi için mücadele eden CHP de türbana karşı mücadele ediyor şimdi.
CHP'lilerin bir korkusu da bunun türban ile kalmayacağı.
Yarın bir gün birisi "Ben inancım gereği çarşaf giyeceğim, en az 1 karış sakal bırakacağım, Şalvar giyeceğim, cübbe giyeceğim, sarık takacağım 

ya da şort giyeceğim, bikini giyeceğim, dekolte giyeceğim
ya da ben geleneksel inançlarım gereği yöresel kıyafetlerimle geleceğim" derse ne olacak? sorusunu ortaya atıyor CHP...
Haklılar mı bu soruları sormakta?

Evet haklılar...
Bu sebepledir ki, acilen bir anayasal düzenleme gerekmektedir.
TBMM'de şov yapmak yerine,
Yeni anayasayı beklemek yerine,
Toplumu bu denli germek yerine,
Acilen bir anayasal düzenleme yapılmalı.
Eğer başörtüsü bu ülkenin bir gerçeği ise, bu gerçekten kimse kaçmamalı.
Mevcut kılık kıyafet düzenlemesinde "Bayan milletvekilleri şu şekilde olmak kaydıyla saçlarını örtebilir ve pantolon giyebilir" anlamına gelen bir düzenleme kaçınılmazdır.
Mecliz iç tüzüğüne hem pantolon hem de başörtüsü açık ve net ifadelerle konulmalıdır ve başörtüsü siyasi rant sebebi olmaktan kurtarılmalıdır.
***
Her kesimden samimiyet bekliyoruz.
Yıllardır başörtüsünü İslam'ın en temel ilkesi haline getirenlere sormak lazım.
Hepiniz biliyorsunuz ki, başörtüsü konusu Kur'an-ı Kerim'de açık ve net olarak ifade bulmuyor. Örtünme var ancak saçların bugünkü şekliyle, yani bir tek telinin dahi görünmeyecek şekilde örtülmesiyle ilgili açık bir ayet yok.
Buna karşılık faiz ile ilgili çok net ve açık ifadeler yer almaktadır Kur'an-ı Kerim'de.
Alan da veren de lanetlenmiştir.
Ancak bu güne kadar hiç bir Allah'ın kulu bu faiz belası hakkında başörtüsü kadar hassasiyet göstermedi.
Bilakis faiz'i "kar payı" ilan ederek legal hale getirdiniz.
Başlarınız örtülü, çarşaflı, sakallı bir şekilde bankalardan otomobil kredileri, ev kredileri aldınız, kredi kartları kullandınız, faizli taksitli alışverişlere girdiniz bunları Kur'an-ı Kerim'de açıkça yasaklanmış olmasına rağmen hiç sorun etmediniz de bir TBMM'de başörtülü oturamamayı mı sorun ediyorsunuz?
***
Diğer tarafta kadın haklarından bahseden laik kesim var samimiyet sınavında.
Kadına özgürlük deniliyor ama kadının inanç özgürlüğü yok sayılıyor.
Kur'an-ı Kerim'de böyle bir emir olmasa dahi bir kadın "Ben böyle inanıyorum ve başımı örtmek istiyorum" diyorsa bu o kadının hakkı değil midir?
Siz açık giyinmeyi özgürlük sayıyorsanız, kapanmak isteyen kadınlar için de tesettüre girmek bir hak değil midir?
Yıllarca siz tesettürle kadınları "köle" olarak tanımlamadınız mı?
Darbecilerin yasaklarına siz de destek vermediniz mi?

Polis tarafından okul önlerinde darp edilen genç kızları tv ekranlarından izlerken "oh olsun" demediniz mi?
Bu nasıl bir özgürlük anlayışıdır?
***
Sonuç olarak geldiğimiz nokta şudur:
Bu ülkede halen kadınların sorunlarının çözümü erkeklerin insiyatifindedir.
Bu ülkede halen birbirimize tahammül edemiyoruz
Bu ülkede halen dindar/laik ayrımı net bir şekilde her yerde yapılıyor.
Bu ülkede halen devlet intikam hırsıyla yönetiliyor
Bu ülkede halen inançlar siyasi malzeme olarak kullanılıyor
Bu ülkede halen halkımız siyasilerin kendilerinin zeka seviyesiyle alay eden tutumunu çılgınlar gibi alkışlıyor...


27 Ekim 2013 Pazar

Leyla ile Mecnun, Kemal ile Tayyip, Devlet ile Halk...

Tam 103 bölüm...
Yani, 103 hafta...
Yani 2 sene...
Bunca zaman izledik bu diziyi...
Kimimiz müptelası olduk...
Kimimiz anlamaya çalıştık, anlayamadık...
Kimimiz de "Bu ne lan!" deyip es geçtik...
Konusu büyük bir çoğunluğa anlaşılmaz ve garip gelse de tam bir aile dizisiydi...
Ne vardı bu dizide!?
Halk vardı...
Mahalle kültürü vardı...
Dostluk vardı...
Sevda vardı...
Saygı vardı...

İnançlarımız vardı...
Arkadaşlık vardı...
Yardımlaşma vardı...
İyiler vardı...
Kötüler vardı...
Çoğu zaman güldük...
Zaman zaman düşündürdü bizi...
Zaman zaman gözyaşlarımızı gizledik izlerken...
Güler gibi yapıp için için ağladık defalarca...
Biz vardık bu dizide...
Bizim mahalle, sizin mahalle vardı...
Peki ne yoktu!?
Müstehcenlik yoktu...
Şiddet yoktu...
Kan yoktu...
Silah yoktu...
Korku yoktu...
Karmaşık aşk ilişkileri yoktu...
***
Peki ne oldu!?
Halkın televizyon kanalı TRT böylesine bir aile dizisini yayından kaldırdı...
Neden?
Oyunculardan bazıları Gezi Olaylarına destek verdikleri için...
Halkın vergileriyle ayakta duran TRT halkı en iyi şekilde yansıtan bu diziyi yayından kaldırdı...
***
TV ekranlarında Leyla ile Mecnun'a kilitlenmişken bizler,
Siyaset sahnesinde de Kemal ile Tayyip'i izliyorduk...
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu bundan 2.5 yıl önce çocukluk yıllarını anlatırken Van Gölü'nden deniz olarak bahsediyordu...
Van Gölü coğrafi olarak bir göl olarak görünse de halk "deniz" diyordu oraya...
Ve Kemal Kılıçdaroğlu da o halkın içinden biri olduğu için "deniz" diye bahsediyordu çocukluk yıllarını anlatırken...
Ak Parti lideri ve başbakan Recep Tayyip Erdoğan da meydanlara çıkıyor Kemal Kılıçdaroğlu ile dalga geçiyordu...
"Bunlar daha deniz nedir? göl nedir? bilmiyorlar!" diyerek Kemal Kılıçdaroğlu ile dalga geçiyordu...
TV ekranlarında defalarca izledik...
Büyük bir polemik yaşandı...
Kemal ile Tayyip'in bu tarz polemikleri Leyla ile Mecnun dizisinden çok daha büyük ilgi topluyordu...
Onbinlerce insan Tayyip Erdoğan'ın bu dalga geçmelerini çılgınlar gibi alkışlayarak takdir ediyorlardı...
Bu dalga geçme sendromu dalga dalga bütün ülkeye yayılıyordu...
Her sokakta, kahvede, otobüs durağında Ak Parti yandaşları;
"Ulan arkadaş göl nedir deniz nedir bilmeyen adam bu ülkeyi nasıl yönetecek!?" tarzında cümlelerle başbakanın dolmuşuna biniyor ve bir alamete doğru gidiyorlardı...
Aradan 2.5 yıl geçti...
Leyla ile Mecnun dizisi yayından kaldırıldı...
Kemal ile Tayyip dizisi ise, halen sürüyor...
Birkaç gün önce başbakan Van'da bir konuşma yaptı...
Söyledikleri ve halkından aldığı karşılıklı akıllarımızı dondurdu resmen!

Başbakan konuşmasında "Haritalar istedikleri kadar buraya Van Gölü desinler, eğer benim halkım buraya deniz diyorsa biz de deniz deriz!"
Halk yine çılgınlar gibi alkışlıyor...
Peki 2.5 buçuk yıl önce Kemal Kılıçdaroğlu ile neden dalga geçilmişti!?
***
Kemal ile Tayyip'in yukarıda bahsettiğimiz macerasındaki tutumu sergileyen halktan Leyla ile Mecnun'u anlamasını beklemek biraz haksızlık olur gibi geldi Leyla ile Mecnun'u anlayabilen zeki insanlara...
Halk ile Devlet'e geliyoruz...
Devlet halkı için vardır...
Halk da devleti için vardır...
Halk çalışacak çabalayacak para kazanacak vergi ödeyecek ve devlet de aldığı bu vergilerle halkına hizmet götürecek...
Hani derler ya siyasetçiler; "Ödediğiniz bu vergiler size, yol su elektrik olarak geri dönecektir!" diye...
Dönüyor ama o hizmetin de parasını alıyorlar bizden ne hikmetse...
Devlet TV'si TRT halkın kültürüne, inançlarına, değerlerine uygun programlar yayınlamakla yükümlüdür...
Mesela Leyla ile Mecnun...
Halkın büyük bir kısımının beğeni ile izlediği bu diziyi yayından kaldıranlar devleti değil hükümeti temsil ediyorlardı...
Halk devleti arıyor...
Tarafsız devleti...
Halkının her kesimini kucaklayan...
Halkın her kesiminden aldığı vergilerle halkın her kesimine eşit hizmet götürme yükümlülüğü olan devletini arıyor halk...
Halk ile Devlet...
Leyla ile Mecnun gibi iki sevgili...
Siyasi iradeler sayesinde birbirini çok seven ancak bir türlü vuslata eremeyen iki sevgili...

***
Ne diyorum ben yine yahu!
Ulen arkadaş bir sus, solcu Kemal Kılıçdaroğlu'nu savunmak, Gezici Leyla ile Mecnun'u savunmak sana mı kaldı...
Sen sağcı bir adamsın, otur oturduğun yerde...
Sonra diyorum ki;
"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!"




24 Ekim 2013 Perşembe

"Bu da mı ofsayt be!"

"Bu da mı ofsayt be!"
Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun;
Merhum Sadri Alışık'ın bu sözleri bu kahpe dünyada dürüstçe yaşamaya çalışanların;
"Hayatı film" olanların dilinden düşmez oldu iyice...

Kahpelerin kalesine attığınız her nizami golünüzün ofsayt sayılacağını bile bile mücadeleyi bırakmazsınız.

Çalışır çabalarsınız...
Etraftan herkes sizi uyarır!
"Yapma, etme eyleme" derler...
Aldırmazsınız...
Dürüstlükten ödün vermezsiniz...
Fukaralıktan korkmazsınız...
Korkulacak bir şey olsaydı fukaralık;
Hz. Peygamber üç-beş hurma tanesiyle iftar mı yapardı?
Çünkü Tanrı O'na "zengin ol!" dememişti...
"Dürüst ol!" demişti...
İnsanların en yücesi Hz. Muhammed bu emre uyup dürüst olmamış mıydı?
Hz. Ali fakirlikten korkmuş muşdu?
Korksaydı, Zülfikar'ı satıp düğün parası yapar mıydı?
Biz neden korkalım fukaralıktan, onlar korkmadıysa?
***
"Enayi" derler...
"İş bilmez!" derler...
"Memleketi sen mi kurtaracaksın!" derler...
Derler ha derler...
Torba değiller ki; ağızlarını büzesin...
Onlar kazandıkça daha çok isterler;
Biz ise;
Kaybettikçe şükrederiz...
Bu kahpe dünyada kaybedenlerin, aslında kazananlar olduğunu göreceğimiz vaadedilmiş günü bekleriz...
1 akçenin hesabını vermekten korkan Hz. Ali'nin korkusunu hissederiz her daim yüreğimizde...
Sıkılırız ama yıkılmayız...
Diz çöksekte, kalkmasını biliriz Allah'ın izniyle...
Tek dayanağımız Tanrımız;
Allah-ü Teala'nın bize verdiği güçle kaybetmek için savaşırız...
Attığımız her gol, ofsayt sayılsa da bir sonraki pozisyona hazırlanırız her daim...
***
Yine gol attık;
Yine ofsayt verdiler...
Biraz celallenecek olsak onlar yine çıkar piyasaya;
"İt iti ısırmaz, kimi kime şikayet edecen, otur oturduğun yerde" derler...
Oturursunuz çaresiz ama duramazsınız...
Tüm servetini Allah'ın emri üzere fukaralara dağıtan Hz. Osman'ın yüreğine düşer aklınıza...
O bu kahpe dünyada malını çoğaltmamış azaltmış, hatta bitirmişti...
Burada dağıttıkları, Allah'ın vadettiği günde misli misli geri gelecekti O'na...

***
"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" düsturuna uyarsınız;
Doğruları söylersiniz...
Yazarsınız...
Yine çıkarlar karşınıza...
"Kimsenin etlisine sütlüsüne karışma, otur oturduğun yerde" derler yine...
Kimsenin çorbasına taş atmadık ki biz...
Ne etli biliriz ne de sütlü...
Bir buğday tanesi bile verse rızkımızdan yana yüce Yaradan, mahcup olur şükrederiz...
Saray sofralarında, karınlarını şişirip sofra duası edenler gibi süslü laflar edemeyiz belki amma;
Verdiklerine, yüreğimizle ve gözyaşlarımızla hamd ederiz...
Tıpkı evindeki 5-10 zeytin tanesinin yarısını komşusuna veren Peygamberler Şahı gibi, elimizde avucumuzda olanı bölüşürüz...
"Enayi bak yine ofsayta düştün" derler...
"Gol ulan işte buz gibi gol!" diye yakalarına yapışmak isteriz de pislik bulaşır diye uzak kalırız...
***
Anlayacağınız dostlar yine ofsayta düştük biz...
Orta sahadan attığımız buz gibi gol yine ofsayt sayıldı...
Bir kere daha merhum Sadri Alışık'ı rahmetle analım dedik...
"Bu da mı ofsayt be!"
"Su da mı gol değil kahpe dünya!"