31 Aralık 2012 Pazartesi

Necdet Yıldırım'ı rahmet ve minnetle anıyoruz...

Necdet Yıldırım...
Eskişehirspor'un efsane kadrosunda yer almış, ölümüyle bile efsaneleşmiş bir isim...
Genç yaşta yakalandığı bağırsak kanseri illetinden kurtulamayarak vefat eden Necdet Yıldırım'ın Eskişehirspor ile özdeşleşen yaşamı biz Eskişehirspor sevdalılarının bir çok misenin sorduğu "Neden!?" sorusuna verebileceği en güzel cevaplardan biridir.
Onun kısacık yaşamında bu sorunun cevabı gizlidir aslında.
***
Türk futbol tarihinde bir devrim hareketinin önderi olan Eskişehirspor'da solbek mevkiinde top koşturan Necdet, amansız bir hastalığa yakalanmış ve kulübümüz yetkilileri onun daha iyi tedavi edilebilmesi için acilen kendisini Londra'ya yollarla.
Londra'da bir kaç kez ameliyat olmasına rağmen bir türlü tedavi olumlu gelişmez.
Necdet gün be gün bu hastalığın pençesinde eriyip tükenmektedir.
Usta oyuncu Necdet kendisini ziyarete gelenlere, telefonla arayanlara, hastalığının akıbetini soranlar, hemen soruyla karşılık verirdi: "Beni boşverin siz Eskişehirspor ne durumda!?"
İşte bizim sevdamız bunlaradır.

Bu sevdayadır bizim sevdamız.
Ölüm döşeğinde bile Eskişehirspor'u sayıklayan yürekli adamlaradır bizim sevdamız...
***
Necdet'in hastalığı tüm Eskişehirspor sevdalılarını üzüntüye boğmuştur.
Takımın kazandığı başarıları birbiri ardıra gelirken Eskişehirsporlular bu mutlulukları yeterince yaşayamazlar.
Hep Necdet'in hastalığı ile ilgili gelebilecek güzel bir haberin umudunu taşımaktadırlar...
Üzülmekle kalmıyor tabii ki Eskişehirspor sevdalıları.
O'nun için bir şeyler yapmak isterler...
"Ne yapabiliriz?", "Bizim elimizden ne gelir acaba?" diye birbirlerine sorarken Ayi Yusuf lakaplı merhum Yusuf Bayraktar fırlar yerinden, "Ulan arkadaşlar, Necdet orada tek başına yaban ellerde, öyle bir şey yapalım ki, bizim onun yanında olduğumuzu hissetsin"
Ortaya farklı fikirler atılır...
Sonunda Necdet Yıldırım'a bir çiçek yollamaya karar verirler...
***
O zamanlar çiçek yollamak da öyle kolay iş değil...
Beyoğlu Çiçek Pasajı'nda meşhur Sabuncakis Çiçekçisi vardır...
Gazete ve mecmualara verdiği reklamlarda dünyanın her yerine adrese teslim garantili çiçek götüreceklerini belirtirler.
Karar verilmiştir.
Sabuncakis vasıtasıyla Necdet'e çiçek gönderilecektir.
Para toplanmaya başlanır.
Maliyetli bir iş, herkesin elini cebine atması gerekli...
Necdet için çiçek parası toplanırken, Ayı Yusuf lakabına uymayan bir incelikle ortaya tarihi bir fikir atar:
"Ulan, biz bir çiçek de İngiltere Kraliçesi'ne göndersek, yanına da bir not yazıp Necdet'i ziyaret etmesini istesek, ne güzel olur çocuk da sevinir"
İlk başta bu fikre kimse inanmak istemedi.
Öyle ya koskoca İngiltere Kraliçesi bizim çiçeği alacak da bizim ricamızı kırmayıp Necdet'i ziyarete gidecek...
Ülkemiz şartlarında olacak iş gibi görünmese de, kraliçeye de bir çiçek yollanır.
***
Kraliçe'ye yollanan çiçek bizzat kendisine ulaşır.
Kraliçe Elizabeth çiçeği alınca çok duygulanır ve Özel Sekreteri Margaret Hay vasıtasıyla bir teşekkür mektubu yollar Eskişehirspor taraftarlarına...
Mektup şöyledir:
"İngiltere Kraliçesi göndermiş olduğunuz kırmızı güllere teşekkür için beni görevlendirdi. Kraliçe bu fevkalade çiçeklerin kendisini çok memnun ettiğini belirtti. Siz Eskişehirsporlu'lara  Necdet Yıldırım'ın hastalığının iyiye doğru gittiğini memnuniyetle bildiriyoruz"
Dünya'da ilk defa yaşanan bu olay sonrasında Kraliçe Necdet'in tedavisi ile bizzat ilgilenmiş, ancak Necdet Yıldırım'ın bu hastalığın pençesinden kurtulması sağlanamamştı.
***
Necdet Yıldırım 1 Kasım 1969'da memleketi Samsun'da vefat etti.
Kabri memleketinde bulunmaktadır.
Tüm Eskişehirspor camiası adına Necdet Yıldırım'ı bir kez daha saygı, sevgi, minnet ve rahmetle anıyorum.
Necdet Yıldırım ve kaybettiğimiz tüm ESES sevdalılarının ruhları için el fatiha!

29 Aralık 2012 Cumartesi

Tecavüz'e "İYİ HAL" indirimi...

Ülke gündemi oldukça yoğun.
ODTÜ'yü konuşuyor insanlar...
Anayasa değişikliği...
Terör...
Geçmişle hesaplaşma...
Seyit Onbaşı diye biri var mı yok mu!?
Kürtler...
Türkler...
Lazlar...
Çerkezler...
Ülkücüler...
Solcular...
Orta yolcular...
***
Her şey konuşuluyor.
TV ekranlarındaki tartışmacılar öylesine alevleniyorlar ki; nerdeyse yangın alarmları infilak edecek...
Anayasa'yı değiştirecekler, her şey güllük gülistanlık olacak (mı!?)...
Turgut Özal öldürülmüş olsa ne olacak, eceliyle ölmüş olsa ne olacak!?
Merak ediyorum sadece...
Bütün mesele faili meçhulleri aydınlatmaksa;
Neden kimse faili meçhule kurban giden Ülkücülerden bahsetmez!?
Mesela 30 küsur yıldan bu yana şehit olan, asker, korucu, polis, işçi, memur, vatandaş...
Onlar faili meçhul değiller mi!?
Onları katledenlerin failleri belli mi!?
O bebeklerin katilleri belli mi!?
Belli ise, nerdeler!?
***
Ardı ardına tecavüz olayları yaşanıyor...
Abaza deyyusların kol gezdiği bir memleket haline geldik...
Utanç sınırlarını zorladığımız bir nokta...
Baba kızına tecavüz ediyor...
Amca, dayı, enişte hiç farketmiyor...
Kim kimi tutarsa tecavüz edip geçiyor...
Öylesine garip bir ülke haline geldik ki;
Tecavüz mağdurlarının büyük çoğunluğu ölüm cezasına çarptırılıyor,,,
Ya öldürülüyorlar ya da intihar ediyorlar ar, namus belasına...
***
Tecavüzcü deyyusların bazıları yakalanıyor.
Hapse atılıyorlar...
10 yıl ceza yemiş örneğin evvelsi gün tecavüzcü deyyuslardan bir kaçı...
Mahkeme heyeti ne yapmış peki!?
Bu deyyusların cezasında 2 yıllık bir indirim yapmış...
Ulan bu neyin indirimi be!
Sebep ne!?
Neden indirim yapıyorsunuz!?
Gazetedeki haberin devamında öğreniyoruz sebebini:
"Sanığın mahkeme süresince göstermiş olduğu iyi halden dolayı"...
Yuh ulan yuh!
Böyle bir gavatlığın iyi hali mi olurmuş be!
***
Hangi vicdan sahibi bunu kabullenebilir!?
O mahkeme heyetindekilerin hiç mi vicdanı yok!
Yok efendiler yok!
Bir tecavüzcüye iyi hal indirimi yapan bir yargı sisteminin içine tüküreyim ben...
Bu içine tükürmenin cezası idam bile olsa milyon kere içine tüküreyim ben bu sistemin...
Hangi insan evladı böyle bir sistem içinde başını yastığa koyunca raht rahat uyuyabiliyor acaba merak ediyorum...
Dünkü tecavüz haberlerini okudum gazetelerde...
Üç - beş deyyus 60 yaşında bir kadına tecavüz etmeye kalkışmışlar...
Devletin ıslah evinde üç beş deyyus 11- 14 yaşında iki çocuğa tecavüz etmişler aylar boyunca...
Toplu tecavüze uğrayan bir kadın, 2 hafta sonra vefat etmiş...
***
Herkes memleket gündemindeki mevzularla hasbihal olurken, neden benim gözüme sütunlar arasında kaybolmaya mahkum edilmiş bu haberler takılır ki!?
Dün gece uyuyamadım...
Anlaşılan o ki, bu iyi hal indirimiyle bu gece de uyku yok gözlerime...
Hadi size iyi uykular!
Takmayın kafanıza rahat rahat uyuyun nasılsa henüz sizin bir yakınınıza henüz tecavüz edilmedi...

28 Aralık 2012 Cuma

Diyarbakır'da bir tecavüz, bir cinayet!!!

Tanrı'dan utanıyoruz...
Yaptığımız ibadetten utanıyoruz...
Yeryüzünün en büyük devrimcisi;
Kainatın efendisi,
Ulu Tanrımız Allah (CC)'ın sevgilisi,
Diri diri gömülen kız çocuklarının özgürlük abidesi
Hz. Muhammed (SAV)'den utanıyoruz...
İnsanlığımızdan utanıyoruz....
Utanmak neye yararsa, utanıyoruz işte...
Adalet teranelerinin kol gezdiği şu memlekette, halen 15 yaşındaki çocuklara tecavüz edenlerle ve o çocuğu katledenlerle aynı havayı teneffüs etmekten utanıyoruz...
***
Diyarbakır'da 15 yaşında bir kız çocuğu...
Bazı deyyuslar, ona artık çocuk demiyorlar...
Kendini erkek sanan bu deyyuslardan iki tanesi, henüz çocukluğunu bile yaşayamamış olan bir kızcağıza tecavüz ediyorlar.
Kızcağız hamile kalıyor...
Gerçek ortaya çıkıyor...
Aile meclisi denilen cahiliye dönemi kalıntıları toplanıp karar kılıyorlar...
Tecavüze uğrayan kız çocuğu infaz edilip öldürülecek...
***
Tecavüz edenler!?
Onlar için toplanan bir meclis yok!
Onlar erkek, gurur(!)la dolaşacaklar Diyarbakır sokaklarında...
Keçiye bile tecavüz edebilen bu deyyuslar, utanmadan ellerini kollarını sallaya sallaya gezecekler...
En kötü ihtimalle hapse girerler...
Sonra mahkeme heyeti "iyi hal"den onları serbest bırakır....
Dışarı çıkarlar, tecavüz edebilecekleri yeni bebeler aramaya başlarlar...
Tecavüz edilen kız çocuğu ise, çoktan yaradadına kavuşmuştur bile...
***
Teröristlere bile özgürlük istenilen bu ülkede bir tecavüz mağdurunun hakkını arayan yok!
Zavallı kız çocuğu hem tecavüz edilmiş, hem de kendi ailesi tarafından öldürülmüş...
Tecavüz edenler de yabancı değil...
Kız çocuğunun amca çocukları...
Akrabalar yani...
Öyle böyle deyyus değiller yani...
Allah bilir bu deyyuslar birbirlerine de tecavüz ediyorlardır...
Kardeşlerine...
Analarına...
Bacılarına...
Nasıl bir milletin evladıdır ki bunlar, çocuk yaştaki yeğenlerine tecavüz edebiliyorlar...
***
Olan olmuş.
Kızcağız ortadan kaldırılmış...
Kapının önünden süpürülüp bir kenara atılan çöp yığını gibi morgda bırakılmış çocuk...
Günlerce alan olmamış cenazeyi...
Günler sonra adının açıklanmasını istemeyen amcalarından biri almış cenazeyi ve mezarlık camisine bırakıp gitmiş...
Nasılsa birileri gelip buradan alır ve gömer demiş...
Diyarbakır'daki sivil toplum kuruluşlarına mensup 20 kadar kadın ve bazı devlet yetkilileri toplanıp cenazeyi kaldırmışlar.
Cenaze namazı kılınıp, 15 yaşındaki çocukcağız defnedilmiş kabristana...
***
Olayın bir acı boyutu da burada ortaya çıkıyor.
Belki şehitlik mertebesine ulaşan bu kızcağız, kefenlenmeden ceset torbasıyla defnediliyor...
Tecavüz eden zalimlerin merhametsizliği burada da sürmüş anlayacağınız.
Bir Allah'ın kulu dahi çıkıp da o kızcağızın manevi şahsiyetine saygı duyup, kefenlenmesini sağlayamamış.
Yazıklar olsun bize!
Uzaya uydular yolluyoruz fakat bir kız çocuğuna sahip çıkamıyoruz....


27 Aralık 2012 Perşembe

Bir imamın önlenemeyen yükselişi...

Bir imam düşünün...
Bizim aşağı mahallenin imamı deyin mesela...
Çok akıllı.
Çok dürüst.
Çok bilgili.
Çok sevilen...
Böylesine başarılı bir imam...
Bu imam nereye kadar yükselebilir.
Aldığı mesleki eğitim gereği yaptığı meslek imamlık.
O halde Büyük bir camiye baş imam olabilir.
Daha da yukarı, ilçe müftüsü olabilir...
Daha da yukarı, il müftüsü olabilir...
Daha yukarısını isterseniz de Diyanet İşleri Başkanlığı'na kadar yükseltebilirsiniz.
***
Böyle bir imam var aslında.
Lakin bu imam farklı bir meslek dalında yükselişe geçmiş.
Denizli'nin Pamukkale Beldesi'nde, Aşağı Mahalle'nin imamıydı Mustafa Uçar.
Burada 10 yıl görev yapmış.
10 Yıl boyunca kendi mesleğinde bir yükseliş yakalayamayan Mustafa Uçar, Turizm sektöründe müdürlüğe kadar yükselir.
Her şey bir anda olur aslında.
10 Yıl icra etti imamlık mesleğini bir kenara bırakıp İl Özel İdaresi'nde personel biriminde çalışır 3 yıl boyunca. 
Sıradan bir memur olarak görev yapar 3 yıl...
Sonra birden bire ne olduysa, Mustafa Uçar Acıpayam İlçesi'ne Özel İdare Müdürü olarak atanır.
***
Süper İmam Mustafa Uçar üç ay Özel İdare Müdürü olarak görev yapar.
Sonra yeni bir atama gelir kendisine.
Öylesine başarılıdır ki, daldan dala konar.
Turizm sektörünün ona çok ihtiyacı olduğunu düşünen yetkililer Mustafa Uçar'ı Pamukkale ve Ören Yerleri Kültür Turizm İşletme Müdürlüğü görevine atarlar.
Oldu mu 10 yıllık imam şimdi turizmci...
Efendim burası Türkiye, burda ne cevherler vardır bilemezsiniz...
Adam yıllarca turizm eğitimi alır, iş bulamaz ama bir imam birden bire en baba turizmci olur ve müdürlük makamına sıçrayıverir...
***
Gazeteciler yetkililere sorarlar;
Yahu arkadaş bu nasıl iştir, İmam nasıl turizm müdürü olur!?
Yetkililer ise, imamın ne kadar maharetli biri olduğunu anlatırlar...
Fakat bir ayrıntı var işin içinde...
Belki çok önemli bir ayrıntı değil ama;
Ben size yine de söyleyeyim o ayrıntıyı...
Efendim bu süper imam AKP Denizli Milletvekili Bilal Uçar'ın kardeşi...
***
Değerli okurlar;
İşte Türkiye'de bunun adına Hz. Ömer Adaleti deniliyor... (Haşa!)
Dindar nesil yetiştirmek için yırtınan AKP, bu tür icraatlarıyla da ne kadar dindar olduklarını ispat ediyorlar...
Hz. Ömer'in adını lekeliyorlar...
Yıllarca dirsek çürüten, emek veren insanların hakkını gaspediyorlar...
Sonra da çıkıp dindarlıktan bahsediyorlar...
Sandık günü, hesap günüdür...
Bu yapılanları unutursanız hesabı da göremezsiniz....

26 Aralık 2012 Çarşamba

Yok aslında birbirinizden farkınız!

Geçtiğimiz günlerde insanlık onurunu ayaklar altına alan iki önemli olay yaşadı ülkemiz.
İki siyasi partinin mensubu...
Kendini "erkek" zanneden iki meczup...
Ağzından çıkanla, kulağının duyduğu arasında bir bağlantı kuramayan iki yaratık...
Öyle laflar ettiler ki, burada zikretmek bile bana eziyet olur.
İkisininde hedefinde kadınlar var.
Biri CHP'li biri AKP'li...
İki zıt kutuptaymış gibi bir görüntü verseler de, birbirlerinden farkları yok...
Al birini vur ötekine hesabı.
***
Önce bir AKP'li çıkıyor sahneye.
Hedefinde bir milletvekili var.
CHP'li bir vekil.
Bir bayan...
Allah tarafından engelli yaratılmış bir bayan...
Dindar nesil yetiştirme gayreti içinde bulunan bu AKP'li, bu engelli CHP'li için öyle laflar ediyor ki; Allah'ın bile gücüne gider. Öylesine haddini aşıyor ki bu AKP'li kendisini Tanrı yerine koyup, o bayan milletvekilinin engelinin ne sebeple kendisine verildiğini söyleme dangalaklığına kadar yükseltiyor şahsını. 
Bizim inandığımız Tanrı öyle bir Tanrı'dır ki; "hikmetinden sual olunmaz!"... O'nun verdiklerine sadece şükrederiz. Verdiklerini "bela" ya da "lütuf" olarak ayırt etmeye kalkarsak o zaman sonsuz bir iman ile inandığımız Tanrı ile pazarlığa oturmuş olmaz mıyız!?
***
AKP'li oldukları için kendilerini ulu Tanrımız Allah (CC)'ın yerine koymak, kendilerini onun vekili gibi görmek, kendilerini evliya sanmak gibi densizlikler deryasının içine düşenler, ne yazık ki, bu tür lafları fazlasıyla ağızlarından boşaltıyorlar...
Günahkarlara müşrik demek onlarda...
İbadetlerini reklam etmek onlarda...
AKP'li olmayanı dinsiz olarak ilan etmek onlarda...
Onların gözünde AKP'ye oy vermeyenlerin hepsi zındık...
Şehide kelle, Apo'ya sayın, köylüye ulan diyen bunlar değil miydi!?
Hasılı kelam din kisvesi altında her türlü terbiyebiyesizliği yapanlardan her şey beklenir.
Engelli bir insan ile alay etmekde bunlara yakışır...
***
Bir süre sonra bir CHP'li alır sazı eline, vurur teline.
Torba değil ki büzesin.
Bu memlekette ağzı olan konuşuyor.
Konuşmak da hani bir işe yarasa bari.
Konuşulanlar, çöp konteynerine boşalttığımız çöp kovalarımızdan çıkanlardan beter...
Bu CHP'li zat da hedefine bayanları almış.
İnançlı bayanlar...
Başörtüsü takan bayanlar CHP'li zatın hedefindekiler...
Başörtülü bayanlara öyle bir benzetme yapıyor ki;
Başka bir ülkede olsa adama etek giydirip sokaklarda oynatırlar...
***
Başörtülü bayanlara bir hayvan adıyla hitap eden bu zat aslında CHP'nin aynası...
adı Halk Partisi olmasına rağmen bir türlü halkın partisi olamayan CHP...
Halkın değerleriyle savaşmaktan başka bir iş yapamayan CHP...
Atatürk'ün partisini halkın elinden gaspeden bir zihniyetin elinde kalan CHP...
Sokaklarda fuhuş yapanları savunup, inancı gereği giyinen kadınlarımıza hayvan adıyla hitap eden CHP...
Artık yeter!
Atatürk'ün partisinin adını bu kadar kirlettiğiniz yeter!
Halkınız ile savaşmaya devam edecekseniz, siz de Bülent bey gibi çıkın dağlara...
***
Bu iki vahim olayın iki tarafı olan CHP ve AKP'liler sosyal paylaşım ortamlarında sanki biri diğerinden daha temizmiş gibi sallayıp duruyorlar. 
Tıpkı, FB'nin Karabükspor'a 1-3 yenildiği maçtan sonra FB ile makara yapan GS'liler gibi....
GS'liler kısa bir süre önce aynı hezimeti kendi Arenalarında yaşadıklarını unutmuşlar gibi FB ile makara yapıyorlar... 
Bunların da GS-FB didişmesinden farkları yok aslında...
Milleti enayi mi sanıyorsunuz siz! İkinizde halk düşmanısınız. 
İkiniz de kapitalizmin uşağısınız! 
Alın başınızı gidin. Bu milletin başına musallat olduğunuz yeter artık!
***
Hasılı kelam ikisinin de birbirinden farkı yok...
Yaşadıklarımızla daha da iyi anlıyoruz artık bunu...
Bu halk da enayi değil.
Hem din tüccarlarına hem Atatürkçülük tüccarlarına gereken cevap sandıkta elbette verilecektir...

24 Aralık 2012 Pazartesi

"Neden taş yedin ulan kafana!"

23 Aralık Pazar günü Antalya'da oynanan Eskişehirspor - MPA maçında çıkan olaylar bir kez daha spordaki şiddete çekti dikkatleri. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi spordaki şiddetin en önemli unsuru emniyet güçlerinin tutumudur. Bu maçta da aynı durumu yaşadık. Deplasmana giden Eskişehirspor taraftarına maça gidene kadar tam bir işkence yapılıyor. Tam bir psikolojik baskı yöntemi. Tam bir yıldırma yöntemi. Sanki Eskişehir ve diğer illerden deplasmana gelenler azılı terörist! Öyle bir muameleye tabi tutuluyorlar ki, bir daha deplasmana gitmeye tövbe etsinler! Belki de emniyet güçlerinin amacı budur. Bir daha deplasmana falan gitmesin sporseverler ve onlar da rahat etsinler.
***
Ben son derece iddialı bir şekilde yasa koyuculara sesleniyorum.
Spor alanında meydana gelen olayların büyük bölümünün sorumlusu emniyet güçleridir.
Onların tutumu, davranış biçimi, olayları tetiklemektedir.
Bunun yüzlerce örneğini gösterebiliriz.
Bu olayların adam akıllı bir soruşturması yapılsa eminim ki, olayın temeli emniyet güçlerinin tutumuna dayanır.
Yasa koyucular sporda şiddet yasaları hazırlarken bu gerçeği görmezden gelmektedirler.
Bu yasalar hazırlanırken tek hedef taraftardır.
Taraftar potansiyel bir terörist gibi görülerek yasa hazırlanmamalıdır.
Bu tür yasalar varolduğu sürece bu olayların önü alınamayacaktır.
***
Antalya'da yaşanan olayların bir başka boyutu vardır.
İnternet sitelerinde yayınlanan ve bizimde alıntıladığımız şu fotoğrafa iyice bir bakmak gerekli.
Ben maça gidemedim.
Giden arkadaşlarımız bu fotoğrafa baktıkları vakit olayın aslını bilmelerinden olayı doğru algılamaktadırlar gördüklerini.
Bizler ise, bu fotoğrafa baktığımız vakit, bir Eskişehirspor taraftarının kanlı bıçaklı bir kavgada taraf olduğunu ve emniyet güçlerince gözlem altına alındığını algılıyoruz.
Fakat olay bunun tam tersi.
Bu kardeşimiz deplasman tribününde maç izlerken, MPA tribünlerinden gelen yumruk büyüklüğünde bir taşın başına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır. Taraftarlarımızın ısrarlı çağrıları sonucunda bu kardeşimizin yarasına müdahale etmek için gelen ve kendisini fotoğraflarda gördüğünüz şekilde yaka paça götürenler sağlık görevlileridir.
Bu arkadaşımız gözlem altına alınmıyor, aksine tedavi altına alınmak üzere ambulansa götürülüyor.
***
Gözlüklü zatın davranışlarına baktığımız vakit buradan çözümlediğimiz durum şudur:
Bu sağlık görevlisi(!) MPA'lı bir haysiyyetsizin attığı taşı kafasına isabet ettirmek suretiyle kendisini bilinçli olarak yaralamış ve bu görevlileri rahatsız etmiştir. Gözlük zat-ı muhterem de bu durumdan rahatsız olarak "Neden o taşı kafana isabet ettirdin ulan!" diyerek yaka paça götürmektedir.
Bu fotoğrafa baktığımız vakit bundan başka bir çözümleme yapamıyoruz.
***
Şimdi çok merak ediyorum.
Acaba bu sağlık ekibi halen görevlerinin başında mıdır!?
Eskişehirspor yönetimi hem federasyon hem de MPA nezdinde taraftarımıza yapılanlar ile ilgili olarak ne gibi girişimlerde bulunmuştur!?
Eskişehir Atatürk Stadı'na girerken taraftarın donunu bile çıkarttırma noktasına gelen emniyet güçleri taraftarımızın kafasına isabet eden bu yumruk büyüklüğündeki taşın içeri sokulmasına nasıl müsaade etti!?
Burada bir güvenlik zaafiyeti yok mu!?
Ve son bir soru daha:
O taşı atan MPA taraftarı Eskişehir'e gelemeye cesaret edebilecek mi!?

23 Aralık 2012 Pazar

Güzel günler için ARMA'yı geri verin!

Baştan beri söyledik.
Bugün tekrar söylüyoruz.
Şanlı ARMA'nın geri kazanılması için en etkili eylem Boykottur.
Boykot ilk adımdır.
Boykot ilk adım olarak atılabildiği an gerisi çok kolay olacaktır.
Fakat kasımpaşa taraftarı henüz bu ilk adımı tamamlayabilmiş değil.
Boykot eylemine katılmayarak tribünde protesto yapalım görüşünü savunan arkadaşlarımızda son iki maçta görmüş olmalılar ki, tribünlenrde protesto yapmak mümkün değil. İster istemez "takımı destekleme" havasına giriyorsunuz. Takımı desteklerken de farkında olmadan ARMA'yı bizden çalanların takımını desteklemiş oluyorsunuz.
***
Bütün arzumuz ARMA sevdalısı tüm kardeşlerimizin, dostlarımızn bu gerçeği görerek Boykot eylemine destek vermeleri ve Kasımpaşa'yı iş olarak görenlerin takımının oynadığı stadı boşaltmalarıdır. Bunu başarabildiğimiz zaman boykot eyleminin bir sonraki aşamasına geçilir ve ARMA yolundaki mücadele büyük bir aşama kaydetmiş olur.
Kasımpaşa taraftarının bu konuda birlik ve beraberlik sağlayabilmesi ARMA'nın geri gelmesinde en önemli etken olacaktır. Bunu başarmak sanıldığı kadar zor da olmayacaktır. Sevmek bazen vazgeçmektir. Arma uğruna kısa bir süreliğine de olsa takımı desteklemekten vazgeçmek, vazgeçtiğimiz değerlerden çok daha büyük değerler kazandıracaktır camiamıza.
***
İşin yönetim tarafına da bir göz atmak gerekli.
Yönetim Kasımpaşalı'nın ARMA sevdasını yok saydı.
91 yıllık geçmişi olan ARMA'yı yok saydı.
Her şeyden önce bu büyük bir terbiyesizliktir.
Etik kuralları yerle bir etmektir.
Sizin paranız var diye her şey sizin olamaz!
Bugüne kadar yeni logonuzu Kasımpaşalı'ya benimsetmek için harcadığınız paraların yüzde birini basketbol takımı için harcamayı becerebilseydiniz basketbol takımı bu yıl lige katılır ve belki de bu sezon BAL ligine yükselebilirdi. 1200 TL parayı federasyona yatıramayanlar bunun utancıyla bu halkın karşısına nasıl çıkacaklar?
***
Yönetim maddi - manevi büyük harcamalar yaptı.
Büyük uğraşlar verdi ancak yeni logoyu semte kabul ettiremedi.
Belki tribünlere beleş bilet ve kombine ile bir miktar taraftar çekebildiler ama hakiki Kasımpaşa sevdalılarını kandıramadılar. Futbolcu ve teknik heyet tribünlerin sessizliğini her maçta "hissetti".
Bundan duydukları rahatsızlığı yönetime götürdüler.
Taraftarın tribünlere çekilmesi için hem teknik direktörümüz hemde futbolcularımız yönetime görüş beyan ettiler.
Yönetim de bunun üzerine bilet fiyatlarını düşürdü.
Tribünler bir nebze de olsa doldu fakat Arma Altı gurubunun yarattığı ambians bir türlü sağlanamadı.
***
Futbolcu ve teknik heyetin bu konudaki rahatsızlığı devam ediyor.
Bu rahatsızlık da yönetim nezdinde dillendiriliyor.
Yönetim çare arıyor.
Buldukları çareler sorunu çözmüyor.
Biz Kasımpaşa sevdalıları adına buradan kendilerine çok basit bir öneride bulunuyoruz.
Tüm yaşananları karşılıklı olarak unutalım.
Biz yazdıklarımızı silip atalım.
Gerekirse özür dileyelim.
Siz de çok basit bir şekilde "ARMA sevdalılarından özür dileriz" deyip ARMA'yı geri verin.
Tribünlerimiz yeniden coşsun.
Stadımıza gelen takımlara karşı sahaya yeniden 11+1 şeklindeki kadromuzla çıkalım.
***
ARMA'yı ARMA sevdalılarına geri vermekle siz hiç bir şey kaybetmezsiniz.
Aksine kazanmak istediklerinizden daha fazlasını kazanırsınız.
O stadda protestolarla değil de alkışlarla karşılaşmak istiyorsanız tek çareniz budur.
Daha ne kadar dayanacaksınız, Verin Arma'yı Bitsin Bu Karanlık Günler...


22 Aralık 2012 Cumartesi

Spor'da polis şiddeti durmalı....

Sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan bir görüntü hepimizin kanını dondurdu.
Beko Basketbol Lig'inde oynanan Olin Edirnespor - Mersin BB maçı sırasında çıkan olaylar esnasında çekilen bu görüntülerde kalabalık arasında kalmış bir genç astım krizi geçiriyor. Hastalığı nedeniyle nefes almakta zorlanan genç bir yandan da polisler tarafından sağa sola çekiştiriliyor. Genç kriz geçirdiği için yığılıp kalıyor. Nefes almaya çalışıyor. Polisler ise, onu oradan alıp muhtemelen gözaltı sürecini başlatmaya çalışıyorlar. Yerinden oynatamadıkları genci yerinden kalkmaya ikna (!) etmek için son çare olarak dayağa başvuruyor polisler. Vur Allah vur...
***
Görüntüleri izlerken içimiz burkuldu.
Bir an kendi oğlum gözümün önüne geldi.
Benim oğlum da astımlı ve maçlara gidiyor.
Ya böyle bir şey onun başına gelmiş olsaydı.
O salonu o polislerin başına yıkmaz mıydık!?
O kadar polis o gencin astım krizi geçirdiği anlayabilecek yeteneğe sahip değil miydi!?
O gence orada bir şey olsaydı bunun hesabını kim nasıl verecekti?
***
Yıllardır söylerim, bir kere daha söylüyorum.
Türkiyle'de "Spor'da Şiddeti Önleme" yasaları hazırlayanlar da bunu anlasın artık.
Ülkemizdeki spor müsabakalarında çıkan olayların %80'inin baş müsebbibi polistir.
Polis ne yazık ki, spor olayları hakkında zerre kadar bilgi sahibi değildir.
Olayların büyük çoğunluğu polisin tutumu sayesinde büyümekte ya da başlamaktadır.
***
Yıllardır biz de maçlara gidiyoruz.
Gittiğimiz bu maçlarda özellikle bazı gözlemler yaptım.
Olaylı maçların hemen hemen tamamında polisin tutumu ön plandadır.
Taraftar psikolojisini bilmiyorlar.
Taraftarı ikna yetenekleri yok.
En ufak bir sürtüşme de hemen joplar ve biber gazları sahneye çıkıyor.
Çünkü spor taraftarını zaten herkes holigan bellemiş.
Tüm kamuoyunun gözünde onlar it, kopuk, serseri (!)
Kimse onların hakkını aramaz.
İstediğiniz kadar dövebilirsiniz.
Bu dayak görüntülerini istisnalar hariç hiçbir medya kuruluşu da yayınlamaz.
***
Spor alanında bir çok suçta mahkemeler bile polisin ifadesini kesin kanıt olarak kabul ediyor.
Sanık olarak zaptedilen kişinin savunmasının hiç bir hükmü yok.
Polis tutanağında ne yazmışsa o kabul ediliyor.
Bir çok kez şahit olduk.
Bir çok arkadaşımızın başına geldi.
Çıkan olaylarda neticesinde polis suçlu/suçsuz ayrımı yapmadan olay mahallinden kimi tutarsa götürür. Bindirdikleri minibüste bir dayak faslı geçer. Karakola varınca polis size sormadan sizin ifadenizi alır. İfadenizde haberiniz olmadan "Evet ben polis arkadaşa küfür ettim" demişsinizdir. "Ben böyle bir şey söylemedim neden imzalıyorum bunu" diye itiraz etmeye kalkışırsanız polis size karşılık verir ; "Ya bunu imzalarsın ya da polise taş attı, polis araçlarına zarar verdi diye tutanak tutarım görürsün ebenin nikahını!" 
***
Bunları birçok sporsever yaşamıştır.
Yaşamaya da devam edecektir.
Çünkü taraftar kadar sahipsiz bir kitle yoktur bu ülkede...
Hiç suçu olmadığı halde eşek sudan gelinceye kadar dayak da atsanız kimsenin umurunda olmaz...
Nasılsa onlar it, kopuk, serseri (!)
Vurun abalıya gitsin...
Evde karısına kızan polis eğer bir maçta görev aldıysa karısının hıncını taraftardan alıyor ne yazık ki...
Taraftarlar olarak bu gidişe bir dur demeliyiz.
Artık herkes taraftarı potansiyel bir terörist olarak görmekten vazgeçmeli...

21 Aralık 2012 Cuma

Zulme boyun eğmek...

Bugün sizlere bir öykü aktarmak istiyorum.
Bu öykümüzün kahramanları, bir padişah ve halk...
Padişah adil biridir.
Her ne kadar padişah da olsa halkının zulme boyun eğmemesini diler.
Padişah bilir ki, yönettiği ülkenin halkı zulme karşı ne kadar dirençli olursa;
Ülkesi de o denli güçlü olur.
Padişah halkının zulme karşı direncini ölçmek için bir oyun hazırlamış
***
Vezirini yanına çağırmış ve talimatı vermiş:
- Vezirim filanca kasabaya git ve o kasabanın girişindeki köprünün bundan böyle ücretli olacağını söyle. Köprüden her geçen vatandaş 1 akçe ödeyecek!
Vezir;
- Ferman padişahımızındır
Deyip huzurdan ayrılır.
Talimatlar bir bir yerine getirilir.
Kasabanın girişindeki köprü artık ücretlidir. Köprübaşına dikilen bir asker her geçenden 1 akçe para toplar.
***
Bu uygulama 1 ay devam eder.
1 ay sonra padişah vezirini çağırır huzura.
- Vezirim söyle bakalım filanca kasabanın halkı bu zulme nasıl başkaldır!?
Vezir halkın sessizliğinden padişahın memnun kalacağını düşünerek gülümser ve başını hafifçe eğerek;
- Efendimiz kullarınız hallerinden memnundurlar
Der.
Padişah şaşkınlık ve öfke karışımı bir hissiyatla;
- Nasıl olur vezirim, halkım böyle bir zulme nasıl sessiz kalır!?
Vezir padişahın bu tepkisine şaşkın bakışlarla karşılık verir.
***
Padişah halkının zulme karşı çıkacağından emindir.
Zulmün miktarını çoğaltırsa halkın kesinlikle isyan edeceğine inanır ve Vezire talimatı verir:
- Vezirim, tez elden oraya gidip köprü geçiş ücretlerini arttıralım. Hem gelenden hem de gidenden 1 akçe alalım!
Vezir yine öne doğru eğilerek;
- Ferman padişahımızındır!
Deyip huzurdan ayrılır.
***
Kasabadaki köprü geçiş ücretleri artık çift yönlü hale gelmiştir.
Kasabaya girişte çıkışta herkes 1 akçe ödemektedir.
Bu halde 1 ay devam eder.
Padişah 1 ay sonra vezirini çağırıp sorgu sual ettiğinde büyük bir şaşkınlık yaşar. Şaşkınlığını atlatan Padişah halkının bu zulme boyun eğmesinden dolayı büyük bir öfkeye kapılır. Padişah bu öfkeyle atına atladığı gibi kasabaya gider. Kasaba halkını meydanda toplayan padişah halka sorar:
- Ey halkım, sorarım sizlere şu köprüden geçerken verdiğiniz paralar sizin için bir zulüm değil midir. Bu zulme karşı çıkan yok mudur!?
Padişah sorusuna cevap bekler. Herkes başını öne eğer. Aralarından birisi fırlar havaya:
- Padişahım çok yaşa!
Sonra bütün ahali eşlik eder ona:
- Padişahım çok yaşa!
Padişah iyice sinirlenmiştir.
Halkının bu zulüm karşısında sessiz kalması onu derinden yaralamıştır.
Tekrar sorar:
- Ey halkım bu zulümden rahatsızlık duyan yok mu aranızda?
Bir süre sessizlik olur.
Sonra arkalardan ürkek bir el kalkar.
O eli gören padişah umutlanır.
Hemen adamı yanına çağırır.
Padişah vatandaşlarından birinin bari olsun zulme karşı çıkacağını düşünerek sevinmektedir.
Adama sorar:
- Söyle bakalım nedir senin şikayetin!?
Adamcağız başını yerden kaldırmadan, kem küm ederek konuşmaya çalışır.
- Efendim zat-ı şahaneleriniz emir buyurdunuz bizler için son derece hayırlı bir iş yaptınız lakin bizler hem girişte hem de çıkışta akçelerimizi öderken çok sıra bekliyoruz. Birer tane daha asker koysanız da sıra beklemeden geçiş yapsak!?
Der ve padişah o an olduğu yere yığılır kalır...
***
Şimdi bizde böyle bir padişah yok.
Fakat halkımızın bu öyküdeki halktan bir farkı var mıdır!?
Varın buna da siz karar verin...

Yenilebiliriz evet, ama böyle değil...

Ziraat Türkiye Kupası gurup maçlarının ilkinde Trabzonspor ile karşılaştık ve maçı kaybettik. Trabzon'da Trabzonspor'a kaybetmek çok da anormal bir durum değil. Salt sonuca bakacak olursak son derece normal bir durum. Ancak oyunu 90+3 olarak irdelediğimiz vakit Eskişehirspor'un en az 4-2 alabileceği bir maçı 2-0 kaybettiğini görüyoruz.
***
Trabzonspor ilk 15 dakikada bulduğu 2 gol ile maçı 78 dakika götürdü. 2 Gölün üzerine yattı ve maçı kazanmasını bildi. Eskişehirsporlu futbolcular maça başlarken 0-3 kazandıkları maçın devamını oynar gibiydiler. Gayet rahat. "Maç 0-3'e gelmiş ve son dakikalar oynanıyor, artık kendimizi kasmaya gerek yok" havasındaydılar. Trabzonsporlu futbolcular bu sezon en rahat organize gol pozisyonlarını yakaladı ilk 15 dakika içinde ve iki pozisyonun ikisinide gol yaptılar.
***
Eskişehirsporlu futbolcular maçın 15. dakikasından sonra 0-3'lük maçın bittiğini ve bu maçın yeni bir maç olduğunu kavrayabildiler. Ama sonuç 2-0 olmuştu bir kere. Bu 2-0'lk avantajı iyi korumak isteyen Trabzonspor geriye yaslandı. Eskişehirsporlu futbolculara oyun alanı bırakmadılar. Dakikalar geçtikçe Eskişehirsporlu futbolcularda bir panik havası oluştu. Bu da agresifliği getirdi. Sinirlerine hakim olamayan oyuncularımız oyun disiplininden koptu. Agresif hareketler başladı.
***
Maçın 15. dakikasından sonra Eskişehirspor, Eskişehirspor gibi oynamaya başladı. Trabzonspor ise, 2-0'ı korumak için futbolu çirkinleştirmek adına ne varsa yaptı. Tarbzonspor kalecisi Onur kalesinde adeta devleşti. Koluna, çarptı, bacağına çarptı ve Eskişehirspor'un 7 net pozisyonundan bir tanesi bile ağlarla buluşmadı. Trabzonspor tamamen kalecilerinin şanslı bir gününde olmasından dolayı bu üç puanı kazanabildi. Aksi takdirde Avni Aker'de yeni bir hezimet yaşaması kaçınılmaz olacaktı.
***
Maçın hakemi tam olarak maçı çığırından çıkarmak için ne gerekiyorsa yaptı. Necati'ye neden sarı kart gösterdiğini, Erkan'a neden kırmızı kart gösterdiğini çözemedik. Bunun yanısıra Veysel Sarı'ya aynı Trabzonsporlu oyuncu tarafından sallanan iki tekmeyi de görmemesi tesadüf olamaz. Hakem tamamen yanlı bir yönetim göstermiş. Trabzonspor'un Avni Aker'de galip gelebilmesi için var gücüyle çalışmıştır.
***
Eskişehirspor her zaman olduğu gibi futbolun güzelliklerini sergiledi. Skor olarak maçı kaybetti ancak, futbol olarak ezici bir üstünlük sağladı. Ersun Yanal'ın takımı motive etme konusunda yetersiz kaldığını bu maçta çok net gördük. Trabzonspor ise, dünkü maçta olduğu gibi şansı yardım ederse, hakemler aynı desteği sürdürürse belki ligde ve kupada bir yerlere yükselebilir. Fakat büyük bütçelerle oluşturulan bir takım kendi sahasında 2-0'ı korumak için geriye yaslanıyorsa, Trabzonspor sevdalıları bu durumu sorgulamalıdırlar...

20 Aralık 2012 Perşembe

Kasımpaşa'dan Ağrı'ya kardeşlik köprüsü...

Kasımpaşa taraftarı boykot eylemini sürdürüyor.
Arma gaspı nedeniyle başlatılan boykot bilet fiyatlarının düşürülmesine rağmen kırılamadı.
Kasımpaşa tribünlerinin en "sağlam" gurupları boykota devam ediyor.
Bu guruplardan biri de Arma Altı Tayfa.
Arma Altı Tayfa gurubu "Sadece Kasımpaşa" sloganıyla yürüdüğü bu yolda, dik duruşuyla da tüm tribün aleminin takdirini kazanmaya devam ediyor.
***
Arma Altı futbol dışında da faaliyetlerini sürdürüyor.
Bir yandan 91 yıllık Arma'nın yeniden geri kazanılması için mücadele ederken;
Bir yandan da sosyal sorumluluklarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Bir avuç yürekli genç kardeşimiz şimdilerde öyle bir proje başlattılar ki; pek çok dernek vakıf kuruluş bile böylesine bir güzelliğe imza atamamıştır.
Arma Altı gurubu Ağrı ilimizde bulunan Aslangazi İlkokulu'nun Ana Sınıfı'na destek kampanyası başlattı.
Gurubun başlattığı kampanya çerçevesinde bu ana sınıfı için çocuklarımıza ders malzemeleri gönderilecek.
Defter, kalem, kalemtraş, silgi, boya, boyama kitabı, oyuncak vs vs...
***
Yardım kampanyasının bu okul için yapılması da tesadüf değil elbette.
Yardım malzemelerinin gönderileceği sınıfın öğretmeni Eskişehirli...
Eskişehirsporlu Serhat Özkaya'nın görev yaptığı bu okula Kasımpaşa taraftarının destek kampanyası başlatması da son derece manidardır. Eskişehirspor ile Kasımpaşa arasında süregelen kardeşlik bağları öylesine güçlü bir hale gelmiş ki; Eskişehirspor'un Kasımpaşa takımı karşısısında kaybettiği 2 puanı bu kardeşliğe bağlayanlar bunu anlayamazlar bile.
"Eskişehirli nerdeyse Kasımpaşalı ordadır" diyor Kasımpaşa taraftarı ve memleketimizin en uç noktasında kutsal bir vazifeyi yerine getiren Eskişehirli kardeşine yardım elini uzatıyor.
Bu kardeşliği yaşamayı becerenler bir iki puanın hesabını yapmazlar...
***
Arma Altı Tayfa gurubunun bu girişimi ayakta alkışlanacak bir etkinliktir.
Bu etkinlik ile semtimizdeki okullarda çocuklarımızın beyinlerini yıkamak için, yeni logoyu çocuklarımıza kabullendirebilmek için yüzbinlerce liralık defter, kalem dağıtan ARMA hırsızlarına da önemli bir mesaj veriliyor aslında.
Kasımpaşa taraftarı bu etkinlikle onlara sesleniyor "Ey Arma hırsızları, yeni logonuzu çocuklarımızın beyinlerini yıkamak suretiyle kabul ettirmek için onca para harcayacağınıza gelin bizim gibi gerçekten ihtiyacı olan çocuklarımızın eğitimine harcayın o paralarınızı" 
Anlarlar mı!?
Bu mesajı alırlar mı!?
Vallahi bilemem ama hani derler ya;
"Anlayana sivri sinek saz; anlamayana davul zurna az"
***
Bu hayırlı girişimi başlatan genç kardeşlerimizi kutluyorum.
Bu etkinliğe destek vermek isteyenler; www.semtaski.com adlı forum sayfalarından, ya da facebook'ta Aşk-ı Semt sayfasından gerekli bilgileri edinebilirler.
Böylesi güzel bir etkinliğe destek olanlara da şimdiden teşekkür ediyorum...

19 Aralık 2012 Çarşamba

Er Meydanı'nda konuşulmayanlar, Dedikodu meydanında konuşulur...

Efendim Eskişehirspor camiasının kronik bir hastalığı var...
Ortalarda birileri vardır...
O birileri aslında çok şey bilirler de...
Bilmelerine rağmen söylemezler...
Bir türlü yeri ve zamanı gelmez söylenmesi gerekenlerin...
Gizli kapaklı görüşmelerde dile getirilir.
Çalınır söylenir ama kimsecikler duymaz...
***
Son günlerde ortalıkta dolaşan bir konu var.
"Otel faturası" mevzusu...
90 küsur bin liralık bir fatura...
Efendim burada kim kalmış...
Bu otel kiminmiş...
Bu kadar otel parası mı olurmuş mu muş muş....
Bu tür faturalar ilk kez ortaya çıkmış değil...
Ya da gizli kapaklı değil.
Aleni...
Açık ve seçik...
***
Geçtiğimiz Haziran ayında yapılan bir Mali Kongre var...
Bu mali kongrede bazı rakamlar resmi olarak açıklandı...
Bu rakamlar arasında "Temsil ve Ağırlama Giderleri" başlığı altında bir gider kalemi vardı.
Toplam meblağ 381 bin 600 TL...
Bu genel kurul ile ilgili olarak 23 Haziran 2012 Cumartesi günü yazdığımız yazımız da var.
Orada yazımızdan 1 gün önce ortaya konulan bu paraların hesabını sormuşuz.
Yerel Medyamıza da bir çağrıda bulunmuşuz.
Buyrun bunların hesabını siz de sorun demişiz.
Ama o sıralarda kimse hesap sormadı.
Kongre'de de konuşan, sorgulayan olmadı...
***
O tarihten bu yana istifalar oldu.
İstifa edenlerin istifa sebepleri arasında bunlarla ilgili bir sebep göremedik.
Kafaları karıştıracak meblağlar sadece Temsil ve Ağırlama Giderleri başlığı altında yazılanlar değil aslında...
Mesela "Diğer Giderler" başlığı var.
Toplam 352 bin lira para.
Nedir bu diğer giderler...
Bilmiyoruz.
Sorgulayan da yok....
Biz yazdıktan sonra aradan 6 ay geçmiş şimdi bir otel faturası sorgulanıyor.
Ya diğerleri!?
Aklıma gelmişken kafama takılan bir şeyi de burada sormak isterim.
Mesela Eskişehir'e gelen "misafir takım" tribün liderleri ve bazı "tribün ileri gelenleri" bir yönetici tarafından ağırlanıp faturası kulübe kesildi mi!?
***
Mali Genel Kurul bu konuların konuşulması;
Sorgulanması ve tartışılması için hazırlanmış bir Ermeydanı'dır...
Burada kimse konuşmamış...
Ertesi gün de konuşulmamış, yazılmamış..

Şimdi sorgulanmaya başlanmış ancak dedikodu şeklinde...
Buna da şükür diyoruz.

18 Aralık 2012 Salı

MHP'de Kurultay Süreci (!)

Ülkemiz %50 sınırında bir oy almış "güç"lü bir iktidar tarafından yönetiliyor...
Bu yüzde 50 oranındaki oy ile kendini "Ali kıran baş kesen" konumunda gören bir iktidar...
"Ya Allah, Bismillah" diyerek halka her türlü zulmü yapan bir iktidar...
Yaptığı tüm zulme rağmen halen "tek parti" olarak kalabilen bir iktidar...
Oy verenlerin bile beğenmemesine rağmen ülkemizi yönetmeye devam edebilen bir iktidar...
Peki bunun sebebi nedir!?
Neden insanlarımız beğenmeseler bile AKP'ye oy vermeye devam ediyorlar!?
***
Aslında bunun sebebi çok basit...
Karşılarında güçlü bir muhalefet yok!
Toplamda yüzde 35-40 arası bir oy potansiyeline sahip olan muhalefetin iki güçlü partisi MHP ve CHP kendi iç çekişmelerinden zaman bulup halkın sorunlarına çözüm getiremiyor. Halkın sorunlarına çözüm getirmeyi bırakın, halkın sorunlarını bilmiyorlar bile...
Her iki partimizde ne yazık ki;
İç çekişmelere ayırdıkları zaman ve enerjiyi halk için kullanamıyorlar...
Hal böyle olunca da AKP'nin bu kadar güçlü bir şekilde iktidar olması kaçınılmaz oluyor...
***
MHP Kurultayı henüz yeni tamamlandı.
Aradan 1 ayı aşkın bir zaman geçti.
Fakat parti halen kurultay havasından çıkamadı.
Bu sadece şimdi değil, yıllardır hep böyle.
MHP'nin kurultay süreci, bir kurultayın başlamasıyla başlar;
Bir sonraki kurultayın son anına kadar devam eder...
Sonra aynı döngü sürer gider.
Cezalar kesilir, taltifler yapılır...
Görevden almalar, atamalar, dedikodular vs vs
Durum böyle uzar gider...
Ta ki bir daha kurultaya kadar...
***
Halkımız umutlu.
Ne olursa olsun umudunu bağlamış MHP'ye...
Meclis dışında kalması için oynanan oyunlara rağmen, vermiş oyunu vatandaş MHP'ye...
MHP tarihinde ilk kez, ittifak yapmadan, seçim barajına takılmadan üst üste ikinci kez Meclis'e girmiş...
Parti içi muhalefet alttan girip üstten çıkıyor ve bu durumu başarısızlık olarak nitelendiriyor.
Parti içi iktidar ise, parti içi muhalefetin bu tezini çürütme telaşı içinde...
Peki MHP'ye umut bağlamış halk!?
Bütün bunlara rağmen umutlarını taze tutmaya çalışıyor vatandaş...
***
Birileri, birilerinin ayağını kaydırmaya çalışıyor...
Birileri birilerinin önünü kesmeye çalışıyor...
Birileri birilerinin gölgesinden korkuyor...
Ama iktidar durmuyor...
AKP durmuyor, halkı din masalıyla uyutup ihanet planlarını bir bir uyguluyor...
Yaptığı fahiş zamlarla kasayı bir dolduruyor, bir boşaltıyor...
Esnaf kepenk kapatıyor, iş adamı iflas ediyor, tencereler kaynamıyor...
Kimin umurunda!?
Muhalefet, kendi iktidarını koruma peşinde!
***
Önümüzde bir yerel seçim var...
Bir yıl gibi kısa bir zaman kaldı...
Halkın en büyük umudu olan MHP'de yerel seçimlere dair tek söz eden yok...
6-7 ay sonra farkına varırlar...
O zamanda liste kavgaları başlar...
Adaylık çekişmeleri gırla gider...
3-4 ay bu kavgalar çekişmeler sürer gider...
Seçimlere 1 ay kala nihayet halkın huzuruna çıkarlar...
"Ey halk, bak biz milliyetçiyiz, bize oy verin, bize oy vermezseniz vatan elden gider!"
***
MHP'ye "Milliyetçi" kimliğinden dolayı oy verecek olanlar zaten bellidir...
Her zaman verirler oylarını...
Önemli olan, iktidarın alternatifini bekleyen vatandaşa ulaşabilmek değil midir!?
O vatandaşa seçimlere 1 ay kala gittiğiniz vakit size oy verir mi!?
"Bu iktidar bu ülkeyi kötü yönetiyor!" demekle muhalefet yapılır mı!?
Yapılırsa vatandaş bunu yer mi!?
Elbette yemiyor vatandaş...
Vatandaş 1 sene sonra yapılacak olan yerel seçimler için şu an sokakta MHP'yi görmek istiyor...
Derdini anlatmak istiyor...
Kapı kapı dolaşan vekillerine "el aman" demek istiyor!
İç çekişmeleri bir kenara bırakıp,
Kutlu bir davanın neferleri olarak vatandaşın bu beklentisini karşılayabilirse MHP işte o zaman gerçekten umut olur...
***
MHP Kurultay sürecini artık bitirmelidir.
Hem parti içi iktidar, hem de parti içi muhalefet...
Kurultay bitmiştir beyler...
Delege her iki tarafa da gerekli mesajı verdi.
Her şeyi bir kenara bırakın bu partiyi iktidara taşıyın dedi delege sizlere...
Kurultayın bu mesajını doğru yorumlayın ve iç çekişmelerinizi bir kenara bırakarak, halkla bütünleşip bu partiyi iktidara taşıyın...

15 Aralık 2012 Cumartesi

Bu kadar iyi bir takımla nasıl puan kaybedersiniz!?

Düşünün...
Elinizdeki takım son yılların en iyi futbolunu oynuyor...
Mütevazi, fakat son derece kaliteli oyuncularınız var..
Necati Ateş ve Akaminko'nun katılımından sonra bütün futbol otoriteleri takımınızı hayranlıkla izliyor...
Taraflı tarafsız herkes takımın oynadığı futbolun güzelliğinden dem vuruyor...
Bazı futbolseverler sırf güzel futbol görebilmek için sizin maçlarınızı izliyor.
Peki böylesi bir takımla nasıl olur da puan kaybı yaşarsınız!?
***
İşte bu sorunun cevabını Ersun Yanal patlatıyor;
Mehmet Güven ile sahaya çıkarak!
Bjk maçında aynı şeyi yaşadık...
Sezon boyunca takıma girmekte zorlanan Mehmet Güven'i ilk 11'de sahaya sürdük...
Böylesine önemli bir maçta, takıma girmekte zorlanan bir adamla sahaya çıkıyoruz...
2-0 mağlup duruma düşüyoruz...
Maçın Mehmet Güvensiz bölümünde ise, 2-0 galibiz...
***
Mehmet Güven'i Ersun hocamız çok seviyor olabilir...
Aslında iyi bir futbolcu da olabilir...
Kazanılması gereken ve bunun içinde arada şans verilmesi gereken bir futbolcu da olabilir...
Ama böyle şans verilmez ki arkadaş...
Bu tür futbolcular önemsiz maçlarda oynatılır benim bildiğim kadarıyla...
Ya da takımınız skoru kendi lehinde garantileyecek konuma getirdikten sonra şans verirsiniz...
Fakat anlaşılmaz bir şekilde Ersun hocamız tam tersini yapıyor...
***
Bjk maçında yaşadık gördük...
Mehmet Güven ilk onbirde sahaya sürülecek bir form grafiği yakalayamış...
Bjk maçı gibi önemli bir maçta onu ilk onbirde oynatmak büyük bir hata olmuştur...
Bunu sıradan bir futbol seyircisi bile görmüştür...
Aynı hata aynı derecede önem arzeden Bursa maçında neden tekrarlanır arkadaş!
Bunu anlamak mümkün değil!
Bu Mehmet Güven aşkı birdenbire nasıl hasıl oldu?
***
Efendim her iki maçtada mutlak hakem hataları vardı.
Fakat Türkiye'nin en güzel futbolunu oynayan bu takım o hataları da yenebilecek güçtedir.
Önümüzde ilk 4 iddiamızı sürdürebilmemiz için hayati önem taşıyan bir maç daha var.
Antalyaspor maçı bizim için kilit bir maçtır.
Dönüm noktası olacak bir maçtır.
Bu maç ile ilgili tek endişem ilk onbirde yine Mehmet Güven'in yer almasıdır...
Hoca aynı hatayı bu maçtada tekrarlayacak olursa artık hayal görmeyi bırakmamız gerekecektir...