24 Ekim 2014 Cuma

Dindar bir nesil yetişiyor !

Öyle demişti sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan iken...
"Dindar nesiller yetiştireceğiz"
Önceki nesiller dinsizdi ya!
Şimdi dindar nesiller yetişecek...
Bakalım nasıl olacak dedik.
Bekledik...
Bekliyoruz.
***
AKP iktidara geleli 12 yılı geçti.

Bu arada neler değişti.
Gençlerimiz ne kadar dindarlaştı bir bakalım dedik.
Kadına şiddet katlanarak artmış mesela...
Rüşvet, yolsuzluk almış başını gitmiş...
Torpil, adam kayırmaca, ihalede fesat gırla kıyamet...
Gelir dağılımında eşitsizlik had safhada...
***
Taşeron sistemi azalmadı bilakis artarak sürüyor.
Biliyorsunuz taşeronluk bir nevi modern kölelik ve dinimiz en çok da bu kölelik meselesine karşıdır.
Faiz hakeza.
İnsanlar bankalardan kredi alarak ev araba almaya devam ediyor.
Vatandaşın sırtındaki faiz yükü ağırlaştıkça ağırlaşıyor.
Biliyorsunuz faiz hakkında İslam her iki tarafı da lanetler...
***
Sokaklara bakıyoruz.
Evet başörtülü kızların sayısı oldukça arttı.
Ancak bu kızlarımız "altı Şişhane üstü kaval" misali.
Başları örtülü, belaltı ise, kot pantalonlu...
Hani başını örtsün de gerisi önemli değil der gibi...
Camiler de genç cemaat yine yok.
Dindar olarak nitelediğimiz bazı okul ve dersaneler hain ilan edildi kapatılmaya çalışılıyor.
Dün dindar dediklerini bugün hain ilan ettiler.
***
Bir de TV ekranları var tabii...
Bir dizi var mesela.
Gültepe...
İzmir'in Gültepe semtinden yaşam kesitleri verecek diye bekliyorduk...
Dizi maşallah Dallas'ı bile geride bıraktı.
Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Bir üfürükçü vardı.
Kadınları üfürüyorum hikayesine, işi bitiriyor.
Bir kadın var. Kocası hapiste ve o kocasının en yakın arkadaşıyla işi pişiriyor.
Bir başka kadın, kızkardeşinin sevdiği adamı ayartmış ve nikahsız evlilik yapmış.
Adam sonra bunu kovuyor.
kadın tekrar baba evine dönüyor ama kızkardeş bundan rahatsız.
Kolay değil, ablası denen bu kadın sevdiği adamı elinden almış.
Neyse bir iki bölüm geçti bir baktık, kadın yine kızkardeşinin yeni sevdiğine göz koyuyor...
Vay arkadaş yahu!
Bu kadar mı namussuz bizim milletimiz!
***
Diğer kanallardaki dizilerde aynı.
En dindar dediğimiz kanallardaki dizilerde bile yasak aşklar pek revaçta.
Bir kadına iki erkek aşık, bir erkeğe üç kadın aşık...
O aslında Onun babası değilmiş,,,
Filancanın anası aslında o bilinen kişi değilmiş.
Filanca ağanın kızı aslında çiftliğin kahyasındanmış...
Daha nice ahlaksızlıklar...
Düşünüyorum eskiden bir RTÜK vardı.
Öpüşme sahnelerine bile ceza kesen bu RTÜK şimdilerde dindarlaştığı için herhalde bu namussuzluk abidesi dizilere sesini çıkarmıyorlar...
***
Hani şu dindarlaşan gençlik var ya!
Bonzai denen belanın kucağında can çekişiyor...
Nasıl bir dindarlaşma ise;
Tam da bu dindar nesiller yetiştirileceği bir dönemde bu bela gençlerimizin başına örüldü.
Sokaklar uyuşturucu tezgahları ile dolu.
Şam baba tatlısı satar gibi uyuşturucu satıyorlar.
Dindar nesil yetiştirecek olanlar ise; bir zamanlar dindar dedikleri efsane kahraman dedikleri bir kesim imle uğraşıyor halen...
***
Evet dindar bir nesil ne zaman yetişecek, nasıl yetişecek büyük bir merakla bekliyoruz.
Sanırım hükümet, AKP'li bakanların yolsuzluklarını ortaya çıkaran "kahramanlarla" uğraşmaktan, onlardan bunun intikamını almaktan fırsat bulabilirse bu konuya da eğilecektir...

7 Ekim 2014 Salı

Tükenen değerlerimiz... (Tahta Kaşık sanatkarı Hüseyin Salim'in ardından)


Gelişen teknolojiye boyun eğen el sanatlarımızdan biridir tahta kaşıkçılık...
Ülkemizdeki geçmişi 1071'den öncelere dayanır...
Türklerin Anadolu(ya girmesinden evvel Hoca Ahmed Yesevi'nin müridleri gelmiş bu topraklara...
Horasan Erenleri denilen bu müridlerin yaklaşık 400 kişi olduğu söylenir...
Anadolu'nun değişik bölgelerine gelip yerleşmişler...
Hepsi bir sanatkar...
Hepsi bir el sanatının ustası...
İşte bunlardan ikisi "Sinan Dede" ve "Kenan Dede" adlı müridler de bizim köyümüzün kurucuları...
Köyümüzün içinden akıp giden derenin Boriçi olarak adlandırılan noktasına yerleşmişler ve burada tahta kaşık yaparak yakınlardaki Rum köyüne satarak geçimlerini sağlamışlar...
Bir yandan da bu Rum köyündeki insanlara İslam'ı tebliğ etmişler...
***
O gün bu gündür köyümüzün tek geçim kaynağıdır tahta kaşık sanatı...
Anadolu'nun bir çok yerinde yapılan kaşıklardan çok farklıdır köyümüzde yapılanlar...
Adeta bir teknoloji ürünü gibi...
Milimetrik hesaplamalarla yapılır...
Kesici aletler dışında hiçbir alet kullanılmadan bu kadar mükemmel bir tasarım yapmak mümkün değil gibi görünür...
Tahta kaşık sanatını bilenler arasında "Herkes kaşık yapar ama Bodamyalı gibi sapını ortaya getiremez" şeklinde bir deyim dahi oluşmuştur...
Öylesine harika bir el terazisi vardır ki;
Kaşığın tam orta yerinden terazilediğiniz vakit ağız kısmı ile sap kısmı aynı ağırlıkta olur...
Bunu yapmak için sadece el ve göz ayarı kullanılır...
***
Muazzamlık bir mühendislik örneğidir...
Ama bu mühendislik harikasını yapabilen ustalar ne matematikten anlar, ne de ölçüp biçmeden...
Sadece el ve göz hesabı...
Alışkanlık bir nevi...
İşte bu ustalardan, (hatta sanatkar demek daha doğru olur) birini daha geçtiğimiz günlerde ebedi yolculuğuna uğurladık...
Hayatı boyunca yaşadığı tüm zorluklara rağmen, yüzünden tebessüm eksik olmayan,
Bembeyaz sakalıyla ve yüzündeki tebessümle insanın içine ayrı bir huzur veren Hüseyin Salim Çakmakçı ağabeyimizi son yolculuğuna uğurlamanın hüznüne bir de yüzlerce yıllık tahta kaşık sanatının son ustalarından birini daha kaybetmiş olmanın hüznü eklendi yüreklerimize...
***
Hüseyin Salim Çakmakçı, hayatı boyunca edindiği tecrübeleri her daim yüzündeki tebessümle birlikte biz gençlerle paylaşan, bizlere yol gösteren, bizlere sevgi ve dostluğun kıymetini anlatan değerli bir şahsiyetti...
Böylesi güzel insanları kaybetmek insanı gerçekten büyük bir üzüntüye sevkediyor...
Üzülüyoruz, çünkü biliyoruz ki, gelişen teknoloji ile birlikte yok olup giden sadece el sanatlarımız değil, Hüseyin Salim Çakmakçı gibi gün görmüş, aydınlık yüzüyle ufkumuzu aydınlatan büyüklerimiz de yok olup gidiyor...
Teknoloji belki el sanatlarımızın yerini dolduracak ürünler geliştirebiliyor, ancak yolumuzu aydınlatan insanlarımızın yerini dolduramıyor...
Hüseyin Salim Çakmakçı ile birlikte, yolda karşılaştığımız zaman tebessümle bizlere selam verecek bir büyüğümüz daha eksildi...
***
Belki büyük çoğunluğunuz Hüseyin Salim Çakmakçı'yı tanımıyorsunuz...
Onu hiç görmediniz...
Ama şunu da kesinlikle biliyorum ki, sizin de çevrenizde mutlaka bir Hüseyin Salim Çakmakçı vardır...
Yüzüne baktığınız vakit içinize huzur dolan,
Elini öptüğünüz vakit büyük bir haz duyduğunuz,
Sohbetinden nice dersler çıkardığınız,
Göremediğiniz vakit özleyip merak ettiğiniz, bir Hüseyin Salim Çakmakçı mutlaka vardır....
Bu paha biçilemez değerli insanlarımızın kıymetini bilelim...
Ölüp gittikten sonra inanın çok büyük pişmanlık duyuyor insan ve eksikliğini muazzam derecede hissediyorsunuz...
***
Hüseyin Salim amcamızı rahmet ve minnetle anıyor, ailesine özellikle de hastalığı boyunca elinden gelen her şeyi yapmak için büyük gayretler sarfeden sevgili evladı İsmail Çakmakçı kardeşime sabırlar diliyorum.
Bizler sana hakkımızı son damlasına kadar helal ettik sevgili Hüseyin Salim dayı...
Umarım sen de bize olan haklarını helal etmişsindir...
Mekanın cennet olsun, evliyalar şehitler ahirette komşun olsun yüzünde güller açan adam...

3 Ekim 2014 Cuma

Hacıhüsrevli Ender Konca (2) "Ender Spor"

Hangi seneydi tam olarak anımsayamadım...
80'lı yılların sonu, 90'lı yılların başı...
Mahalle takımlarının revaçta olduğu bir dönem...
Hemen hemen her mahallede bir takım vardır...
Hatta bazılarında 2 -3 takım...
Kasımpaşa'da mahalle takımlarının maç yaptıkları sahalar vardı.
Dolapdere, Bayramyeri, Kulaksız ve Fetih sahaları...
Amatör küme takımlarının yanısıra bir de gayri federe olarak sınıflandırılan, bizimse "Mahalle Takımı" dediğimiz ve tamamen oyuncuların katkılarıyla kurulan takımlar...
***
Çoğu zaman bir takım içinde çıkan anlaşmazlıklardan dolayı yeni bir takım çıkardı.
Bu ikinci takımların adının başında "Öz" ibaresi olurdu.
Hani demeleri odur ki; hakiki olan biziz diğer takım çakma"
Mesela bir Öz Bayramyeri vardı.
O günlerde Beyoğlu ilçesinde en güçlü takım Öz Bayramyeri idi.
Bu takımı yenmek mümkün değildi.
Bayramyeri sahasını da onlar sahiplenmişti.
Onların sahasıydı.
Diğer takımlar maç oynadığında onlar kira bedeli alırlardı.
***
Kasımpaşa'nın en iyi oyuncularını onlar alırdı hemen.
Tam bir kolej takımı havası vardı.
Biz de yaşadık bu ihtilaf durumunu.
Köyümüz "Bademli" adına kurulmuş bir takım vardı.
Ancak biz genç gurup olarak bir şekilde ters düşmüştük.
Sanırım eski oyuncuların artık takımdan ayrılması ve genç oyuncuların oynatılmasını istiyorduk.
Öyle şimdiki halı saha takımları gibi değildik.
Başkanı, yöneticisi ve teknik direktörü olan takımlardık...
***
Neyse lafı fazla uzatmadan mevzuya inceden bir giriş yapalım.
Yaşımın henüz çok genç olmasına rağmen bir takım kurup hem teknik direktör hem de başkan olmayı kafaya koymuştum.
Takımın renkleri konusunda tek tercihim Siyah - Kırmızı idi.
Sirkeci'de forma yapan spor mağazaları vardı.
Bir kaç kez oradaki mağazalara gidip forma örneklerine baktım.
Bir taraftan da takımda oynayacak oyuncuların transfer görüşmeleri vardı.
Transfer dedimse para pul yok ortada.
Tamamen gönül meselesi...
İyi bir takım oluşturmak üzereyim.
Fakat takımdakilerin çoğu GS ve FB taraftarı.
Bunların Eskişehirspor'un renkleri olan Siyah - Kırmızı renklere itiraz edecekleri kesin görünüyordu.
***
Takımın adının başına da "Öz" koymak istemiyordum.
Herkes gibi olmamak adına yeni bir ad bulmalıydım.
Renklerinin Siyah - Kırmızı olması öncelikli amacımdı ancak GS ve FB taraftarı olan arkadaşlarımın da gönlünü almak istiyordum.
Tam bir çıkmazdaydım doğrusu...
İkilemde kalmıştım.
Derken parlak bir fikir geldi aklıma...
Gassaray ve Fenerlileri "Arkadaşlar GS'nin Kırmızısı FB'nin de Lacivertini alarak takımın renklerini Lacivert Kırmızı yapalım" diyerek kandırmayı planladım ve başardım.
İsmin de en azından kısaltması ESES'in ES'i olsun diye düşünüyordum fakat bir türlü bu kısaltmayı sağlayacak ismi bulamıyordum.
***
Türlü isimler geçti aklımdam.
Fakat bir türlü ES kısaltmasını elde edemiyordum...
Birden aklıma Ender Konca geldi.
Ender Spor yaparsam, hem Eskişehirspor'un efsane futbolcusunun adını kullanmış olacaktım hem de ES kısaltması hayalim gerçek olacaktı.
Arkadaşlara bu önerimi ilettim.
Herkes makul karşıladı.
Ancak bir arkadaşım ayrıldığımız Bademli takımının da adını kullanalım deyince Takımın adı Bademli Ender Spor olarak ortaya çıktı.
Renklerimiz de Lacivert - Kırmızı olmuştu...
***
O günlerde Ender Konca'nın Hacı Hüsrevli olduğunu bile bilmiyordum.
Tek bildiğim Eskişehirspor'un yıldızı ve İstanbul takımları dışında Avrupa'ya transfer olan ilk Türk futbolcusu olduğuydu.
Ve tabii kendisinin hayranı olduğum...
İsmail Arca bir Ender Konca iki...
Belki de bu takım ülkemizde bir futbolcunun adına kurulmuş ilk futbol takımıydı, bilemiyorum...

NOT: Bu takımla ilgili bulabildiğim tek fotoğrafı da paylaşıyorum. İlerleyen yıllarda bir de genç takım oluşturmuştuk ve Bayramyeri sahasında bir maça hazırlanırlarken biz de A takım kalecimiz Ali ile böyle poz vermişiz...