28 Aralık 2020 Pazartesi

Eskişehirspor'u sevmek ve 10 Kasım'da ağlayabilmek...


Başkanlığını yürüttüğüm Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği'nin Mutluluk Ülküsü adı altında yürüttüğü evsiz vatandaşlara yemek ikramları sırasında yaşadığımız öyle güzel ve yürek burkan öyküler var ki, her biri ayrı bir ibret vesikası gibi. Bu yazımda sizlerle bu dönemde, aynı gün yaşadığım ve iliklerime kadar işleyen iki güzel anımı paylaşmak istedim.
***
Evsiz vatandaşlarımıza sabah erken saatlerde poğaça dağıtımı için Tarlabaşı Bulvarı üzerinde bulunan bir börekçiye sipariş verdim. Börekçide çalışan Musa ve Abdurrahim adlı2 delikanlı sabah erkenden poğaçaları dağıtacaklar, daha sonra da 10 Kasım törenlerinin yapıldığı Taksim Meydanı'nda birlikte törenlere katılıp, saygı duruşunda bulunacağız.
Sabah erken saatlerde Abdurrahim dağıtımı tamamlamış ve fotoğrafları bana iletti. Ancak patron izin vermediği için Taksim Meydanı'ndaki törenlere gelemeyeceğini de yazdı.
Ben de saygı duruşunda onunla birlikte olmak için ''Tamam o zaman ben de gitmem, sizin dükkanda poğaçamı yer, saygı duruşunu beraber yaparız'' dedim. Abdurrahim kardeşim de buna çok sevindi.
***
Lise son sınıfta okuyan Abdurrahim Mardinli, Musa da Diyarbakırlı.
Hem okuyorlar hem de kendi ihtiyaçlarını okul saatleri dışında ve yaz aylarında bu börekçide çalışarak kazanıyorlar. Her ikisi de çok beyfendi gençler.
Sabah börekçi dükkanında, her zaman olduğu gibi kaşarlı poğaça ve çay ile kahvaltı faslını tamamladım ve saygı duruşu için 09:05'i beklemeye başladık. 
Sirenler çalmaya başladı ve Abdurrahim ile yan yana saygı duruşuna geçtik.
10-15 saniye sonra farkettim ki, Abdurrahim ağlıyor.
Göz pınarlarından süzülen yaşlar, gönül deryamıza bir mücevher gibi akıyordu.
Sevgi en güzel gözyaşlarıyla anlatılabilirdi ve genç Abdurrahim Atatürk'e olan sevgisini en güzel haliyle dile getiriyordu.
***
Şaşkınlık içindeydim.
Nice genç saygı duruşunda burmaya bile üşenirken Abdurrahim ağlıyordu.
O an saygı duruşunu bırakıp bu delikanlıya sarılıp, ağlamak geldi içimden.
O an bir kere daha anladım ki, hangi fitne yuvasından ne çeşit fitne çıkarsa çıksın Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyet'i yıkmaya kimsenin gücü yetmeyecek.
Bu memlekette Atatürk için gözyaşı dökebilen bu gençler olduğu sürece, bu vatanı bölmeye kimsenin gücü yetmeyecek.
***
Saygı duruşu bitti.
Ben yerime oturdum, Abdurrahim ise müşteriye bakmak için gitti yanımdan.
Bir süre sonra yanıma geldi.
''Abi kusura bakma, müşteriye bakmam lazım, patronlar bozuk atmasın'' dedi.
Ben de cebimden derneğimizin kartını çıkarıp verdim.
''Paydos'ta yanıma gel konuşalım biraz'' dedim.
Derneğimizle börekçi dükkanı arası 4-5 dakikalık bir mesafe.
Abdurrahim karta bir süre baktıktan sonra;
''Abi şu berberin karşısındaki yer mi?, hani ESES bayrağı olan yer?'' dedi şaşkınlık ve sevinç karışımı bir edayla.
''Evet tam da orası'' dedim.
''Tamam abi! Akşam mutlaka geleceğiz'' dedi ve yanımdan ayrıldı.
***
Akşam vakti Abdurrahim ve Musa derneğimize geldiler.
İkisi de çok heyecanlı ve sevinçliydiler.
Abdurrahim anlatmaya başladı:
''Abi biz internetten ESES'i hep takip ediyoruz. O taraftarın hastasıyız. Hiçbir ligde öyle bir taraftar yok. Youtube'dan sürekli taraftar videolarını izliyoruz, maçları da hep takip ediyoruz. Biz bu bayrağı gördük sokaktan geçerken, kaç kere buraya gelmek istedik ama bir türlü cesaret edip giremedik.''
Saygı duruşundaki şoku atlatamadan ikinci bir şok yaşattı Abdurrahim ve Musa.
Eskişehirspor'dan bahsederken yüzlerindeki mutluluğu ve heyecanı tarif etmem mümkün değil.
''Derneğe girmeye cesaret edemedik'' sözüne çok yabancı değilim. Ben de Eskişehirli olmadığım için onların yaşlarındayken İnönü stadında Eskişehirspor tribünlerine girmeye cesaret edememiştim. Şimdi bu duygu çok komik gelse de öyleydi...
***
Abdurrahim ve Musa ile uzun uzun sohbet ettik.
Sonra kendilerine birer tane Eskişehirspor forması armağan ettim.
O an ki mutlulukları gönül dünyamızı ısıtıyordu.
1972 yılında ben Eskişehirspor'a sevdalandığımda o dönemin en büyük kupası olan Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı kazanmıştı.
Peki, bu gençler Eskişehirspor'u neden bu kadar sevmişlerdi?
İşte beyinleri tırmalayan soru bu!
Her ikisi de farklı takımları tutuyorlar ama her ikisi de Eskişehirspor'u çok seviyorlar.
Çok acayip değil mi!?
***
BİZ;
''ESKİŞEHİRSPOR AŞKTIR'' derken
BİZ;
''TÜRKİYE'DE BİR TAKIM TUTULUR BİR DE ESKİŞEHİRSPOR'A AŞIK OLUNUR'' derken bu kafa tırmalayan sorunun cevabı veriyorduk.
BİZ;
''Hiçbir kupa, hiçbir şampiyonluk, hiçbir galibiyet beni Eskişehirsporlu olmak kadar mutlu edemez'' derken nice Abdurrahimlerin, nice Musaların hislerine tercüman oluyorduk...


18 Aralık 2020 Cuma

MUTLULUK ÜLKÜSÜ ve BOĞAZIN KIRMIZI ŞİMŞEKLERİ DERNEĞİ


Mutluluk Ülküsü...
Ne güzel bir kavram...
Nerden çıktı bu kavram, kim icat etti bunu?
Kısaca bahsedeyim efendim.
Memleketimizin gizli cevherlerinden biri.
Bir genç adam.
Halil İbrahim Bekci...
Üniversite tahsilini tamamlamış, asgari ücretle çalışan bir gönlü güzel.
2019'un soğuk bir gününde İstanbul'da bir halk otobüsüyle uzunca bir seyahat etmektedir ve etrafı kolaçan eder.
İnsanların mutsuzluğu, somurtkanlığı, sevgisizliği dikkatini çeker.
***
1 Saate yakın bir zaman içinde otobüsün geçtiği yollardaki insanlarda hep bir mutsuzluk belirtisi görür.
Üzülür...
Akşam saatlerinde de evine giderken bir kadıncağız görür.
Kadın sokak köşesine bırakılan çöpler arasında bulduğu bir yiyeceği hemen oracıkta yer.
Genç adam bu durumu da görünce çok üzülür.
Oturur klavyenin başına ve şu satırları yazar:
''Lütfen yarın sokağa, caddeye her birimiz, bir insanımızı GÜLÜMSETME HEDEFİ ile çıkalım. Bakalım kaç insanımızı gülümseteceğiz?''
Kendince bunu bir proje haline getiriyor ve adına da MUTLULUK ÜLKÜSÜ diyor.
İşte bu kavramın çıkış noktası...
Genç bir vatan evladı bizlere çok güzel bir kavram kazandırıyor.
Allah ondan razı olsun...
***
Aradan epey zaman geçti.
Halen başkanlığını yürüttüğüm Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği'nden çıkıp evime gitmek için Taksim Tüneli'nde Kurtuluş otobüsünü bekliyorum.
Birden gözüme duvar dibinde, beton üzerine serdiği bir mukavvayı yatak yapıp üzerine de çöpten alınmış bir battaniye örterek uyumaya çalışan bir dede takıldı.
Üzüldüm, çok üzüldüm.
İçim titredi.
Öylece bakakaldım.
Bakışlarım onu rahatsız etmiş olmalı ki, bana el kol hareketleri yaparak kızgın bir tavırla bir şeyler söyledi.
Ne dediğini anlamadım ama bakışlarımla onu rahatsız ettiğimi anladım.
Yanına gittim.
''Kusura bakmayın rahatsız ettim.'' diyebildim.
Sakalları beyazlamış ve kirlenmiş dede, yüzüme bakmıyordu.
''Hayır kardeşim, biz isteyerek mi burda yatıyoruz, Allah düşürmesin düştük işte bi kere!'' ve dedi ve ağlamaya başladı.
Üzüntüm içimde bir yangına dönüştü.
İçim yanıyordu içim...
***
Dedenin gözyaşlarını dindirecek dermanım da gücüm de yoktu.
Gece boyu düşündüm.
Bir çare bulamadım.
Sabah yeniden derneğin yolunu tutmuşken, Yüksek Eskişehirsporluluk Bilinci ile taçlanmış dostlarım, kardeşlerim geldi aklıma. Sevgiyi, merhameti en iyi bilenler onlardı.
Ve Halil İbrahim Bekci'nin Mutluluk Ülküsü kavramı geldi aklıma.
Koyulduk işe.
Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği mensubu gönlü güzellerin katkısıyla içimizi burkan evsiz vatandaşlarımıza, poğaça, döner ekmek, çorba ikram ettik.
Bu ikramları sosyal medyada paylaşarak, diğer dostlarımızın da desteklerini aldık.
Her gün olmasa da artık haftanın 4-5 günü Mutluluk Ülküsü'nü gerçekleştirmek için evsiz vatandaşlarımızın yüzünde tebessüm olmaya başladık.
***
Derken malumunuz salgın sebebiyle kısıtlamalar başladı.
Yürekleri merhametle dolu insanlarımızın katkılarıyla ikramlarımız devam etti ve devam edecek.
Ve bu noktada gördük ki, sadece evsiz vatandaşlarımıza değil ikramlarımızı aldığımız esnafımıza da ulaşmış Mutluluk Ülkümüz.
Bu alış verişleri yaparken de hep dikkat ederim.
İşi gücü az olan esnaftan almaya çalışırım.
Ve şu kısıtlamalı günlerde esnafımıza da çok önemli bir katkıda bulunmuş olmanın hazzını da yaşıyoruz hep beraber.
***
Hayırlarına Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği'ni aracı eden dostlarımızın da ricasıyla hayır sahiplerinin isimlerini yayınlamıyoruz. Ama yapılan ikramları sosyal medyadan duyuruyoruz. Bu duyurularımızda ikramda bulunduğumuz insanları istismar etmemek için onların fotoğraflarını da paylaşmıyoruz. Sadece ikramlarımızın fotoğraflarını paylaşıyoruz. Bunu yapmaktaki amacımız reklam değil, durumdan tüm dostlarımızı haberdar etmek ve bu vesile ile desteklerin çoğalmasını sağlamak. Öyle de oluyor çok şükür.
Sizlerden gelen destek devam ettikçe Mutluluk Ülküsü hedefimizin gerçekleşmesi için bizler çalışıp, çabalamaya devam edeceğiz.
Hem evsizlerimizin hem de esnafımızın yüzüne bir tebessüm olan tüm hayır sahiplerine teşekkür ediyorum. Allah hepinizden razı olsun...


11 Aralık 2020 Cuma

Gönlü güzellerden bir ''ADAM'': Y. Oğuz ŞENGEL


Yeryüzünün tek egemen gücü haline gelen ve gözünü başka gezegenlerde de egemen olmaya diken insan evladının her geçen gün tükettiği insanî değerlerin varlığı için mücadele eden insan evlatlarını tanımak ve onlarla insanî değerleri doya doya yaşamak gerek.
İşte böylesi insanlardan biri gönül dünyamıza giriverdi hamdolsun...
Gönlü güzeller...
Ve bu gönlü güzellerden biri de sevgili Diş Hekimi Y. Oğuz ŞENGEL...
***
Ulu Allah'a en çok şükrettiğim özelliklerimden biridir Eskişehirspor sevdalısı olmak.
Hamdolsun ki, ulu Tanrım Allah-ü Teala henüz çocuk yaştayken gönlümüze Eskişehirspor sevgisini nakşetmiş.
Eskişehirspor sevdam için çokça şükrediyorum çünkü, bu kara sevda sayesinde hayatıma o kadar gönlü güzel insan girdi ki, şükrümün azlığından korkar hale geldim.
Eskişehirspor'a olan sevgim sayesinde nice güzel insanlar tanıdım ve onlarla nice güzellikler yaşadım...
Ben şükretmeyeyim de kimler şükretsin!?
***
Gönlü güzeller diyorum ben onlara.
İşte bu gönlü güzellerden biri de Diş Hekimi olan sevgili kardeşim Y. Oğuz Şengel...
Halen başkanlığını yürüttüğüm Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği'ni yeni kurmuştuk.
Kendisiyle de bu sayede tanıştık.
Kısıtlı imkanlarımızla tuttuğumuz dernek merkezimizde badana yapmak icap ediyordu.
Arkadaşlarla sözleştik.
Zaten az olan paramızı çar çur etmeyelim, badanayı kendimiz yapalım dedik.
Malzemelerimizi aldık ve başladık badanaya.
Bir de baktım ki, Oğuz Şengel kardeşim de elinde bir alçı kabı duvarlardaki deliklere dolgu yapıyor.
Latife olsun diye ''Diş hekimi başka ne iş yapacaktı, elbette dolgu yapacak'' dedim, gülüştük.
***
Bir ara Oğuz'u tek denk getirip; ''Yahu kardeşim sen koskoca diş hekimisin, sen bırak gençler yaparlar bu işleri'' dedim.
Yüreğinden kopup, yüreklerimizi ısıtan o güzel tebessümüyle, ''Olmaz abi!'' dedi ve gönlümü titreten şu cümleyi gönlümüze nakşetti: ''Abi, ben gerekirse bu badananın bedelini öder birilerine yaptırırım. Fakat mesele o değil, mesele arkadaşlarla birlikte bir şeyler yapmak, buraya sahiplenmek ve burası bizim evimiz diyebilmektir''
O an bir kere daha şükrettim.
Gönül soframıza bir gönlü güzel daha oturmuş elhamdulillah dedim...
***
Eskişehirspor'u böylesi seven ve Eskişehirspor için aynı duyguları besleyenleri ailesi olarak gören böyle koca yürekli insanlar olduğu sürece bir kere daha inandım ki, ESKİŞEHİRSPOR DAVASI ölmeyecek!
Yusuf yüzlü, Yunus gönüllü dava adamlığı budur işte dedirten nadir insanlardan biridir Y. Oğuz Şengel...
Yüreği sevgi ve merhamet ile taçlandırılmış bir adam...
İnsanları dış görünüşleriyle değil, yürekleriyle değerlendiren bir adam...
İnsanların cüzdanlarının zenginliğiyle değil, kalplerinin güzelliğiyle değerlendiren bir adam...
Rabbim böyle adamları gönül soframızdan eksik etmesin...
***
Ve insanî değerlerimizin her geçen gün tükendiği böylesi rezil bir dönemde böyle bir evlat yetiştiren anne ve babasına da teşekkür etmek bir insanlık görevidir.
Ne mutlu bizlere ki, anne - babasının en güzel şekilde yetiştirdiği bu gönlü güzel adam ile ömrümüz güzelleşti.
Bugün yani 11 Aralık sevgili Oğuz Şengel'in doğum günü.
Onun varlığıyla bizler çok mutluyuz, umarım sevgili kardeşimiz de bizden dolayı aynı mutluluğu paylaşıyordur...
Doğum günün kutlu olsun kardeşim...
Rabbim ömrünü bereketli, bahtını açık etsin inşaallah...


29 Kasım 2020 Pazar

Anama mektup yazarak daktilo öğrenmek....


Gençlik günlerine adım attığımız 80'li yıllarda daktilo bilmek oldukça önemliydi.
Özellikle de tabiri caizse ''sırtını devlete dayamak'' hayali peşinde koşan vatandaş için çok daha önemliydi.
Gazetelerde sayfa sayfa yer alan iş ilanlarında baş aktör ''Daktilo bilen'' tanımlamasıydı.
Her yerde daktilo kursları açılıyordu.
Belediyeler bile bu kurslardan açıp, halkın ihtiyacını giderme telaşına düşmüştü.
***
Ben de daktilo sevdalısı bir gençtim o yıllarda.
Benim daktilo sevdam ise, sırtımı devlete dayamak ya da bir iş bulmak değildi.
Benim daktilo sevdam o yıllardaki en büyük hayalim olan yazar olmaktan kaynaklanıyordu.
İlkokuldan beri bir şeyler yazmayı severdim.
Kara önlüklerle okula gittiğimiz o yıllarda bir kaç skeç yazıp, sınıfta sahnelemişliğimiz bile vardı.
Olmadı o hayalimizi gerçekleştiremedik.
Fakat daktilo öğrenmeyi çok istiyordum.
Bir daktilom olması, küçük ve loş bir odada düşüncelerimi daktilo tuşlarıyla dile getirmek en büyük hayalimdi...
***
Lise yıllarında kağıt kalem yazmaya devam ettik.
Arabesk yaşamın revaçta olduğu o yıllarda bir çok genç gibi benim de şiir defterlerim olmuştur.
Makale şeklinde yazılar yazdığım defterlerim de vardı.
Fakat gönlümde hep daktilo tuşlarının sevdası vardı.
12 Eylül darbesi ile lise hayatımız sona erdi.
Okuldan atıldık!
Her şeyimiz yarım yamalak bir şekilde hayata atılmak zorunda kaldık.
O yaştan sonra çıraklık yapmak zordu. ''Yaşı geçmiş'' denilerek işe almıyorlardı.
Seyyar satıcılık ve bir kaç çıraklık denemesinden sonra kendimi asker ocağında buluverdim.
***
Ağrı - Patnos...
Jandarma Komando olarak hayatımın en güzel zamanlarını geçirdiğim yerdeydim.
Sudan çıkmış balık gibiydik hepimiz.
Gel diyorlar geliyoruz, git diyorlar gidiyoruz.
Usta birliği olarak geldiğim Patnos İlçe Jandarma Komutanlığı ile aynı binada bir de jandarma karakolu vardı.
Sanırım gelişimin 3. günü Karakol komutanı Şanlı Başçavuş beni çağırtmış.
Topuk selamı ile girdim odasına.
- Jandarma Komando Çavuş Selahattin Erdoğan. Emret Komutanım!!!!
İki köylü vatandaş vardı odada.
İfade alıyordu.
Sadece suratıma bakıp, daktiloda ifade almaya devam etti.
Yaklaşık 20 dakika kadar esas duruşta bekleyişim sürdü.
İfade tamamlandı ve köylüler çıktı odadan.
***
Şanlı Başçavuş'un tam karşısında küçük bir masa daha vardı.
Masada sadece bir daktilo var.
Şanlı Başçavuş masadan kalktı, ellerini cebine sokup bana bakmaya başladı.
Korkmaya başlamıştım.
1.80 boylarında, çakır gözlü, kafasının ön taraflarında saçları dökülmüş, suratı hep asık bir adam 10-15 saniye bana baktı. Tepeden tırnağa süzdü. 
Sonra kafasıyla o küçük masayı işaret edip;
- Geç otur şuraya, ne dikiliyon yalı kazığı gibi
Dedi.
Kızgındı.
Ne hata yaptığımı bulmaya çalışıyordum.
Ama bana kızmış olsa niye masaya oturtsun diye de düşünüyordum bir yandan.
Oturduktan sonra, ellerini cebinden çıkarıp, kapıya doğru yöneldi.
- Daktiloya kağıt tak bir şeyler ya!
Dedi.
Kapının arkasındaki askılıktan kepini alıp başına taktı.
Tam kapıdan çıkacakken ben;
- Komutanım ben daktilo bilmiyorum ne yazayım
Deyiverdim.
Hiddetle bana döndü:
- Ulan bu mereti bilen anasının karnında mı öğreniyor!? Otur anana mektup yaz!!
- Emredersiniz komutanım!!!
***
Başçavuş gitti.
Ben öylece kala kaldım.
Hayattaki en büyük hayalim ve ben başbaşa kalmıştık.
Asker ocağında her şey ile karşılaşacağımı düşürdüm de en büyük hayalimle başbaşa kalacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.
Hayatımda ilk defa daktiloya dokundum.
Her yerini ellerimle okşadım adeta.
Sonra Başçavuş'un emri uyandırdı beni rüyadan.
''Anana mektup yaz!''
***
Daha kağıdın nasıl takıldığını bile bilmiyorum.
Kan ter içinde kaldım ama nasıl yaptıysam kağıdı taktım.
Yıllarımı alan hayalimin içinde Başçavuş'un emriyle boğuşuyordum.
Epey bir zaman sonra Başçavuş geldi.
Ayağa kalktım, esas duruşumu gösterdim. 
Başçavuş'un arkasından hanımı girdi.
Belli ki lojmanda yemek yemiş ve hanımıyla beraber gelmişti.
- Devam et
Dedi bana.
Ben oturdum yine tek parmağımla tık tık tık yazmaya devam ettim.
Alnımdan düşen ter damlaları klavyeye zarar vermesin diye sürekli diğer elimle tuşların üzerini siliyordum.
***
Başçavuş'un hanımı başıma dikildi.
İyice elim ayağım dolanmıştı.
Bir süre baktıktan sonra ''Bu çocuk bunu beceremez!'' dedi.
Yıkıldım!
Başçavuş karısının lafına bakıp, ''Çık ulan dışarı sen bu işini beceremeyeceksin!'' diyerek beni kovacak düşüncesi beynimi kemirmeye başladı.
Allahtan Başçavuş hiç oralı bile olmadı.
Karısı başımdan gitti ve başka bir sandalyeye oturdu.
O bir şeyler söylüyordu ama Başçavuş onu dinlemiyordu bile.
Bir süre sonra yine başıma geldi.
- Şanlı baksana bu çocuk 10 dakkadır 1 satır bile yazamamış. Vallahi bu öğrenemez bunu
dedi.
Başçavuş bu kez hızlıca yerinden kalkıp;
- Yahu kadın sen bi evine gitsene!!!
Dedi 
Rahatlamıştım.
Kadın gitti.
Başçavuş odada ben yokmuşum gibi davranıyordu.
***
Vakit epeyce geçmişti.
Başçavuş bir kaç kez dışarıya çıktı geldi.
Hep aynı tavır.
Sanki ben odada yokum.
Sanki duvarım, masa ya da sandalyeyim.
''Ne yaptın, ne ettin, yazabildin mi?'' hiç bir şey sormadı.
Yine işlerini bitirdi ve askıdan kepini aldı.
Bu kez;
- Yemek saati geldi, kağıdı çıkar masamın üzerine koy, kapıyı kilitle git yemeğini ye.
Dedi ve gitti.
Kağıdı daktilodan çıkardım baktım.
3 paragraf yazabilmişim.
Masasına koydum düzgünce.
Daktilo ile yazdığım ilk yazım, ilk kağıdım.
Biri görür diye utanmasam, sarılıp, öpeceğim...
Kağıdı masaya koyduktan sonra kendime geldim, pencereden baktığım vakit havanın karardığını, odanın ampullerle aydınlandığını yenice anlamıştım.
***
Aradan 4 ay geçmişti.
Karakol Komutan Yardımcısı odasında daktilo başında ifade alıyordum.
Nöbetçi asker geldi.
- Çavuşum adliyeden bir memur geldi seni görmek istiyor
- Şu ifade bitsin de öyle gelsin
İfade tutanaklarını tamamlayıp imzalattırdım ve adliye dosyasına koydum.
Bazı evraklar için adliyeden memurlar gelirdi.
Yine böyle bir evrak dosyası için gelmişlerdir diye düşündüm.
Memuru odaya davet ettim.
Hoş beşten sonra adliye memuru meramını anlattı.
Adliye katiplerinden birinin daktilosunun ''L'' tuşu basmıyormuş. Uğraşmışlar ama olmamış. ''Çavuş gelsin de bir bakıversin'' diye bana yollamışlar memuru.
***
Evet 3-4 ay içinde hem daktilo kullanmayı öğrenmiş hem de tamir etmeyi öğrenmiştim.
Artık Patnos'taki tüm resmi kurumlar daktiloları arızalanınca Erzurum'a gönderip haftalarca daktilonun tamirini beklemiyorlardı. Kaymakamın talimatıyla tüm arızaları ben tamir ediyordum...
Hiç kimse hiç bir şey öğretmeden her şeyi öğrenmiştim.
Usta da bendim çırak da...
Asker ocağından terhis olup gelince aklıma düştü ''Ben bu işi nasıl becerdim?'' diye kendi kendime düşününce beni hayalimle başbaşa bırakan Şanlı Başçavuş sayesinde öğrenebildiğimi anladım.
Sadece ''Kağıdı tak ve anana mektup yaz'' demişti. Çok basit gibi görünen ama içinde çok büyük bir hayat dersi barındıran bu cümleyi hiç unutmayacağım.
Allah insan evladını öyle yaratmış ve donatmıştır ki, istedikten sonra yapamayacağı hiç bir şey yoktur. İşte Şanlı Başçavuşum bu iman ve inançla beni hayalimin ortasına atmış ve inancın ne kadar öenmli olduğunu öğretmişti...




24 Kasım 2020 Salı

Dükkanlar kapanır; Eskişehirspor KA-PAN-MAZ!!!


Eskişehirspor'un kuruluş yıllarını sık sık okur, bilen büyüklerimizden dinlerim.
Kuruluş dilekçesi verilene kadar ortaya konan mücadele, kuruluş sonrası verilen mücadele hep bana ülkemizin kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarını anımsatır.
Asla bir kıyaslama olamaz tabii ki ama çok benzerlikler var.
Merhum Aziz Bolel'in ''Eskişehir'de bir fabrika kurar gibi Eskişehirspor'u kuracağız'' sözlerini anımsadıkça Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Efendiler, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz!'' sözleri yankılanır kulaklarımda...
***
Eskişehirspor'un kuruluşu öyle alelade bir futbol takımının kuruluşu gibi değildir.
Anadolu'da futbol ateşinin yakan meşaledir Eskişehirspor'un kuruluşu.
Anadolu halkının yüreğindeki futbol sevgisini ''3 Büyükler hegemonyası''ndan kurtarmaktır Eskişehirspor'un kuruluşu.
İstanbul takımları arasında oynanan Türkiye Ligi'nin Anadolu takımlarına açılış kapısıdır Eskişehirspor'un kuruluşu...
***
Eskişehirspor'un kuruluşundan cesaret alan nice Anadolu kenti kendi takımını kurmuş ve Türk futboluna büyük bir renk ve heyecan katmıştır.
Hep Eskişehirspor gibi olma hayaliyle yeni kent takımları kurulmuş ve yönetim biçiminden, sahadaki mücadeleye, forma renklerinden, tribünlerdeki tezahüratlara kadar Eskişehirspor örnek alınmıştır.
Eskişehirspor'un kuruluşu ile birlikte kentin kadını, erkeği, çocuğu, genci, yaşlısı büyük bir özveri ve azimle takımlarına destek olmuş, kısa zamanda Eskişehir bir futbol kenti haline gelmiştir.
Eskişehir'deki futbol ve Eskişehirspor sevgisi tüm ülkede takdir edilmiş, örnek alınmıştır.
***
Ve kuruluş sonrasındaki 10 yıl...
Tıpkı Cumhuriyetimizin ilk 10 yılı gibi...
Türk futbolunda ardı arkası kesilmeyen devrimler...
Bambaşka bir yönetim tarzı...
Sahada eşi benzeri görülmemiş bir mücadele...
Tribünlerde dünya futbol tribüncülerini bile kıskandıracak derecede gösteriler...
Ve 10 yılda gelen büyük başarılar.
10 yılda Eskişehirspor'un ünü Türkiye sınırlarını aşmış, dünya futbol tarihine adını yazdırmıştır Eskişehirspor...
***
Ve ne yazık ki, ilk 10 yıl sonrasında ortaya çıkan tabloda ülkemizin Atatürk sonrası durumuna benziyor.
Eskişehirspor kötü yönetilmeye başlanıyor, Eskişehir halkı takımdan soğutuluyor, kent genelindeki kenetlenme çözülme sürecine giriyor ve çöküş başlıyor.
5 Sene evvel dünya futbolunda adını duyuran Eskişehirspor 5 sene sonra kümede kalma mücadelesi vermeye başlıyor ve bu cılız mücadele başarısızlıkla sonuçlanıp Eskişehirspor küme düşüyor.
Hem ligde küme düşüyoruz, hem de gönüllerde küme düşüyoruz.
Oynanan oyunlar Eskişehirspor'u bugünlere getiriyor...
***
Eskişehirspor'u aşk ile sevenlerin mücadelesi onlarca yıldır sürüyor.
Ve herkes bilsin ki, nefeslerimiz tükeninceye kadar da sürecektir.
Kısaca anlatmaya çalıştığım bir konuyu yazıma son verirken daha net bir şekilde yazayım.
Eskişehirspor bir bakkal dükkanı gibi açılmadı ki, bir dükkan gibi kapansın!
Öyle küçük bir sermaye değildir Eskişehirspor.
Eskişehirspor yüreklere nakşedilmiş kutlu bir sevdadır.
Dükkan açıp kapatmakla ifade edilmez bu koca sevda.
Eskişehir FK ya da Yeni Eskişehir Spor gibi hayaller kuranlar unutmasınlar; Tükenmiş Nefesler ile gireriz ruyalarınıza!...

26 Haziran 2020 Cuma

30 Kurşunluk Şehit: Cenan BAYGIN

30 kurşun sıktılar.
3-5 değil efendiler...
Tam 30 kurşun...
16 Yaşındaki bir vatan evladının başına 30 kurşun sıktı kana susamış kahpeler...
Henüz kavak yellerinin bile esemediği, vatan sevdasıyla süslenmiş bir başa 30 kurşun sıktılar...
Durmadılar...
Kana doymadılar...
Şarjörlerindeki kin ve nefreti leş kokulu kusmuk gibi kustular...
Anasının sevmeye doyamadığı, babasının okşamaya kıyamadığı simsiyah saçlarını kana buladılar.
Yorulmadılar...
Utanmadılar...
Gözlerini bile kırpmadan 30 kurşun sıktılar...
***
26 Haziran 1980...
Ordu'nun Fatsa ilçesine bağlı Aşağıtepe Köyü'nde dünyaya gelen Cenan Baygın ilkokul ve ortaokulu bitirdikten sonra lise öğrenimine başlamış ve lise 1. sınıfı başarıyla bitirmişti.
Cenan Baygın'ın ailesi de kendisi de Ülkücü fikriyata gönül vermişlerdi.
O dönemlerde Komünist Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) orak çekiçli bayrağını ellerinden düşürmeyen ve kendilerine devrimci diyen örgütler Fatsa'yı kurtarılmış bölge ilan etmişlerdi. O sebeple Fatsa'da Ülkücü olmak, Ülkücü olarak yaşamak zordu.
Buna rağmen hem ailesi hem de 16 yaşındaki delikanlı Cenan Baygın Ülkücü olmanın gururunu bütün açıklığıyla yaşıyorlardı.
***
26 Haziran 1980 günü Cenan Baygın, Ünye'ye gitmek üzere bir minibüse bindi.
Kendisine kurulan kahpe pusudan habersiz.
Özlediği akrabalarını ziyaret edecek, uzun zamandır görmediği arkadaşlarıyla hasret giderecekti.
Heyecanlıydı...
Belki Ünye'de bir kıza sevdalanacak, onunla evlenip, vatan sevgisiyle bezenmiş evlatlar yetiştirecekti.
16 yaşındaydı henüz, belinde silahı değil, ceketinin iç cebine takılmış bir tükenmez kalemi vardı.
Bir de hayalleri...
Umutları...
Ülkenin yarınlarını aydınlatacak ışıkları vardı gönlünde parlayan...
***
Minibüs hareket etti ve Cenan Baygın'ın heyecanı daha da artmıştı.
Uçmak istiyordu adeta.
Bir an evvel varacağı yere varmak için uçmak istiyordu...
Kanatlanıp uçmak...
Çok zaman geçmemişti....
Eli silahlı bir grup minibüsü durdurup, 16 yaşındaki Cenan Baygın'ı indirdiler minibüsten...
***
2 kişi kollarından tutup, sürüklüyor biri de kafasına silah dayıyordu.
Şerefiye Mahallesi'nde bir fındık bahçesine götürdüler.
Zorla diz çöktürdüler ve tabancalarını başına doğrultarak tetiklere basmaya başladılar...
Hepsi Cenan'ın başına doğrultmuştu namluları.
Cenan'ın başına isabet eden her kurşun ile bir gelecek ölüyordu.
Bir umut ölüyordu.
Bir vatan ölüyordu.
Bir hayal ölüyordu.
Bir ömür, bir heyecan ölüyordu her kurşunda...
Ve hepsine 30 kurşun sıkmak zorunda kaldılar.
Tüm umutlarını, tüm heyecanlarını, tüm sevdalarını öldürmek için tam 30 kurşun delip, geçti Cenan'ın başını...
***
O gün yani Cenan'ın şehadet şerbeti ile şereflendiği gün ben de 15 yaşımdaydım.
Her köşe başını dönüşümde bir kahpe pusuya düşeceğimi düşünerek yaşıyordum İstanbul'da...
Yaşıtım Cenan Baygın'ın bu kahpe pusulardan birinde şehadete erdiğini duyamadım, bilemedim...
Çanakkale'de vatan için şehadete yürüyen 15'lik Kınalı Kuzular gibi kanatlanıp uçmuştu Cenan...
Antep'te kahpe Fransızların önüne gencecik vücudunu siper eden 14 yaşındaki Şehit Kamil gibi korkmadan yürüdü şehadete Şehit Cenan Baygın...
***
Vatan Sağolsun dedi Cenan'ın babası...
Anası ağıtlar yaktı 30 kurşun sıkılan o güzel saçlarına...
Ve biz;
Unutmadık Cenan Baygın'ı...
Allah mekanını cennet eylesin...
Aziz ruhu için El-Fatiha...

8 Haziran 2020 Pazartesi

Şehit Öğretmen Yusuf İmamoğlu

Öğretmen olacaktı...
Bu kutsal mesleği kutlu neferlerinden biri olabilmek için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü'nde büyük bir mücadele veriyordu.
Bir yandan üniversite okumanın maddi zorlukları bir yandan da eğitim hakkını elinden almak isteyen SSCB yandaşı komünist örgüt ve militanların baskı ve zulümleri Yusuf İmamoğlu gibi bir çok Ülkücü gencin öğrenim haklarını ellerinden almak için her türlü şiddet ve zulmü uyguluyorlardı.
***
Filistin'deki kamplarda terör eğitimi alan sol gruplar memleketimizin tüm üniversitelerinde örgütlenmiş ve vatansever Türk Milliyetçisi öğrencileri okullara sokmamak için her türlü zorbalığı yapıyorlardı.
Cumhuriyetimizin kurcusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Ne mutlu Türküm diyene!'' sözünü kendilerine bayrak edinen milliyetçi gençler üniversite eğitimlerini tamamlayarak Atatürk'ün açtığı kutlu yoldan ilerlemek ve memleketimizi aydınlığa kavuşturacak birer ışık olmak istiyorlardı.
Diğer tarafta ise, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)'nin orak çekiçli bayrağını Türkiye'de dalgalandırmaya ve ülkemizin geleceğini karanlığa gömmeye çalışan komünist örgütler ise Ülkücü gençleri okullara sokmamak için ülkemizi adeta bir savaş alanına dönüştürmeye çalışıyorlardı.
***
Yusuf İmamoğlu da böylesine zorlu bir ortamda okuyup, öğretmen olma hayalleriyle Coğrafya Bölümü'nde son sınıfa kadar gelmişti. Artık mezun olup, kutsal öğretmenlik mesleğini icra ederek, Türkiye'yi Atatürk'ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine taşımak için mücadele edecekti.
Olmadı.
Türkiye'nin geleceğine kurşun sıkan eller yine kahpe kurşunlarını sıktılar bir memleket sevdalısının iman dolu bedenine.
***
8 Haziran 1970
Karnelerini imzalatmak için Edebiyat Fakültesi'ne gelen Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri komünist militanlar tarafından okul binasına alınmıyor ve öğrenciler de karnelerini imzalatamıyordu. Aynı okulda okuyan Yusuf İmamoğlu tüm Ülkücü öğrencilerin karnelerini alarak hocalara imzalatmak için fakülte binasına girdi.
Bu davranış büyük bir cesaret işiydi.
Belki hem oradaki öğrenciler hem de kendisi komünist militanların kurşunlarına hedef olacağını biliyorlardı.
***
Yusuf İmamoğlu 339 numaralı odada karneleri öğretmenlere imzalattı.
Bunun mutluluğu ile odadan çıktı.
Dışarda kahpe eller pusudaydı.
Komünist militanların silahlarından çıkan kurşunlar bir anda yere yığmıştı gencecik bir yiğidi.
Yusuf İmamoğlu 23 dakika boyunca kanlar içinde yerde yattı.
Ona kurşun sıkanlar ölmesi için başında beklediler.
Yardım etmeye çalışan bazı hocalar silahla tehdit edildi ve dövüldü.
Komünist militanlar bir gencin ölümünü izlemenin vahşice zevkini çıkartırken, Yusuf İmamoğlu şehadet şerbetini son damlasına kadar kana kana içmişti.
***
Okula gelen ambulansı durdurup, müdahale ettirmeyecek kadar vahşice işlenen bu cinayete polis de müdahale etmedi. Polis olay yerine tam 1.5 saat sonra geldi.
Sıradan bir cinayet değildi.
Kahpece ve vahşice işlenmiş bir cinayet...
Hayatının baharında komünistlerin kurşunlarıyla şehadete eren Yusuf İmamoğlu Bulgaristan göçmeni bir ailenin evladı olarak Bursa-İnegöl'de yaşıyordu.
Adli tıp raporunda yazan ''3 gündür hiç bir şey yememiş'' ibaresi ve cebinden çıkan 35 kuruş şehit Yusuf'un hangi zorluklar içinde memleketine faydalı bir insan olabilmek için nasıl bir mücadele verdiğinin en açık göstergesiydi.
***
Cebindeki 35 kuruş ve 3 gündür aç olan midesiyle vatan mücadelesi veriyordu.
Tıpkı Çanakkale'deki 18'likler gibi.
Yemen'deki türküler gibiydi aldığı her nefes.
Ergenekon'dan başlayan ''Türk'ün mutluluk ülküsü''nü sonsuza kadar yaşatma mücadelesinin kutlu bir neferi olan Yusuf İmamoğlu Antep'te Fransız kurşunlarına siper olan 14 yaşındaki Şehit Kamil gibi şehitler kervanında saf tutuyordu.
Şehadet yolunda bir Yusuf olabilmek...
Şehitler safında saf tutabilmek...
En çok da sana yakıştı Yusuf İmamoğlu...
***
35 Kuruş...
Bugün Türk Milliyetçiliği davası güden hiç kimse bu 35 kuruşu aklından çıkartmamalıdır.
Şehadet şerbetini içtiği vakit cebinden 35 kuruş çıkan şehitlerin bugünlere taşıdığı Ülkücülük, bir geçim kapısı olarak görülmemeli. Ülkücülük, bir dava hareketidir. Bu dava hareketinde siyasi ve ekonomik menfaat umanlar 35 kuruşu unutmasınlar.
Şehitler safına katıldığında 3 gündür aç olan Yusuf İmamoğlu'nu unutmasınlar.


2 Haziran 2020 Salı

Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Çoban...

''Dağdaki Çoban''
Son zamanlarda oldukça yaygın bir söylem oldu dağdaki çoban söylemi.
Bir insan evladı çıktı ''Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir olur mu'' diye işkembe-i kübradan sallayıverdi.
Sonra da aldı başını yürüdü bu dağdaki çoban lakırdısı.
Bazı insanları küçümsemek için kullanılan bir deyim oldu nerdeyse.
***
Ne yazık ki, bu kutsal mesleği icra edenleri ifade eden çoban sözcüğünü bir küçümseme sözcüğü olarak kullananların da büyük çoğunluğu kendilerini aydın ve Atatürkçü olarak adlandırıyorlar.
Atatürk'ün bu ''dağdaki çoban''a nasıl hürmet gösterdiğini, onu nasıl yücelttiğini bir bilseler acaba utanırlar mıydı?
Hiç sanmıyorum.
Çünkü ben onların Atatürkçü olmadıklarını, bilhassa Atatürk karşıtı olduklarını düşünüyorum.
***
Atatürk'ün çobanlarla yaşadığı iki anısı vardır ki, bunları okuyup da çobanlık mesleğini bu kadar aşağılamak akıl işi olmazdı.
Atatürk'ün çobanlar ilgili bu iki anısını kısaca anlatmaya çalışayım.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ankara'dan Antalya'ya giderken Toros dağlarında bir yörük çobanın söylediği türküyü işitir.
Hem dinlenmek için hem de bu türküyü bir daha dinlemek için araçlar durdurulur.
Atatürk, türkü söyleyen çobanın getirilmesini ister ve çoban Atatürk'ün huzuruna gelir.
Çobandan türküyü bir daha okumasını ister Atatürk.
Genç çoban türküyü okur.
Türküyü çok beğenen Atatürk, ''Biiis, biiis'' diye yüksek sesle bağırır.
Sonra bu ''Biiiis, biiiis''in ne anlama geldiğini anlatır çevresindekilere:
- Bu çok beğendim bir daha söyle anlamına gelir.
Der ve genç çoban türküyü bir daha okur.
Atatürk genç çobanı takdir eder ve cebinden 50 lira çıkarıp vererek onu ödüllendirir.
Genç çoban parayı alır ve;
''Biiiiis, biiiiis'' diye bağırır.
Atatürk bu zeki cevap karşılığında pek mutlu olur, cebinden 50 lira daha çıkarıp genç çobana verir ve etrafındakilere şöyle der:
- Keşke sürekli biz Türklere laf söyleyen Mussolini şu sahneyi dönseydi de hakettiği cevabı bizzat alsaydı, Türk'ün ne kadar zeki olduğunu görseydi.
Atatürk sonraları yeri geldiğinde bu anısını sıkça anlatmıştır.
***
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün çoban bir çocuk ile olan başka bir anısı ise daha da anlamlıdır.
Atatürk, bazı zamanlar köyleri ve yaylaları ziyaret edip, kırda bayırda gezmeyi çok severdi.
Yine böyle bir gün Ankara'nın yakın köylerinden birine gidererek, dağda koyunlarını otlatan bir çobanla ahbaplık eder. Çocuk yaştaki çoban ile kendini tanıtmadan sohbet eden Atatürk ile çocuk arasında şöyle bir konuşma geçer:
- Sen Atatürk'ü bilir misin çocuk?
- Bilmez miyim efendi? Ona Gazi Paşa da derler.
- Peki ne yapmış ki bu Gazi Paşa?
- Efendi bana neden sorarsın? Onun neler yaptığını senin daha iyi bilmen lazım değil mi?
- Pekala çocuk, Atatürk'ü görmek ister misin?
- Ah Efendi, görmek istemez miyim? Ama Onu ben nerde, nasıl göreyim?
- O zaman bana bak, o bana çok benzer.
Çoban çocuk, alaycı bir gülümsemeyle dudak büküp,
- Haydi ordan sen de! Senin kılığında Atatürk mü olur? Sakalın yok, bıyığın yok!
Çocuk çobanın bu alaycı cevabı karşısında Atatürk gülümser ve çocuğun yanından ayrılır.
Atatürk bu anısını anlatığında kendisine;
- Paşam çocuğa Atatürk olduğunuzu neden söylemediniz?
Diye soranlara;
- Ben çocuğun o masum hayallerine saygı duydum ve onun hayalinde sakallı, bıyıklı kalmaya razı oldum.
Der...
***
İşte böyle...
Atatürk dağdaki çobana bile böylesine saygılı ve sevgili dolu yaklaşırdı.
Sizler gibi milletle alay etmezdi.
Atatürkçülük adı altında milletle alay etmeyi, milleti hakir görmeyi bırakın artık.
Kendi sapkın ideolojilerinizle çıkın ortaya.
Atatürkçü görünüp, milletle alay etmek hem millete hem de Atatürk'e ihanettir...

8 Mayıs 2020 Cuma

Eskişehirspor'un Yaşam Savaşı...

Türk futboluna büyük hizmetleri dokunan, Türk futboluna nice yenilikler ve güzellikler kazandıran Türkiye'nin en büyük futbol kentinin takımı Eskişehirspor büyük bir yaşam mücadelesi veriyor. Eskişehirspor Türkiye 2. Ligi'nde başladığı futbol mücadelesinin daha ilk sezonunda Türk futbolunu dünya futbol tarihine yazdırdı.
1965 yılında kurulan Eskişehirspor ''Kurulduğu sene şampiyon olarak 1. Lig'e terfi eden 2. takım'' ünvanıyla dünya futbol tarihine geçmiş bir kulübümüzdür.
Bu kadarla da kalmadı Eskişehirspor.
Hem Türkiye 1. Ligi'nde hem de Avrupa Kupaları'nda elde ettiği başarılarla 10 yıl gibi kısa bir sürede tüm dünyada adını duyuran bir takım olmuştu.
***
Sadece sahada yaşayan efsane olmadı Eskişehirspor.
Eskişehirspor taraftarıyla da kısa zamanda futbol seyir zevkine müthiş katkılarda bulundu.
Maçlarda ilk düzenli ve tezahüratları Amigo Orhan önderliğindeki Eskişehirspor korosu başardı.
Hele bir ''Es Es Es Ki Ki Ki Eski Eski Es!'' tezahüratı var ki, bugün bile Eskişehir'de maça çıkan pek çok rakip futbolcunun dizlerini titretir.
Efsane takımın mimarlarından rahmetli futbolcumuz Necdet Yıldırım'ın tedavisi için İngiltere Kraliçesi'ne mektup yazan ve Kraliçe'den mektup alan tek taraftar grubudur Eskişehirspor sevdalıları.
Hasılı kelam Eskişehirspor takımı ve Eskişehirspor sevdalılarının Türk futboluna kazandırdıklarını sıralamaya kalkışsak böyle kısa bir makalede değil ancak bir kitapta anlatabiliriz.
***
Eskişehirspor, hem Eskişehir kentinin hem de Türkiye'nin önemli bir değeridir.
Bu değere sahip çıkmak, bu değeri yaşatmak da hem Eskişehir'in hem de Türkiye'nin görevidir.
Eskişehirspor'un bu hale nasıl geldiği tüm futbol camiasının malumudur.
Beceriksiz ve art niyetli yöneticiler ve bu yöneticilerle rant işbirliği yapan menejerler sayesinde bu borç batağına saplandı Eskişehirspor.
Eskişehirspor'a gönül bağıyla bağlanan onbinlerce futbolseverin içinde bulunduğumuz bu durumda hiç bir katkısı yoktur.
Fakat cezalandırılan bu onbinlerce insan oluyor.
Eskişehirspor'a zerre faydası dokunmamış dandik topçuları rant ortaklığı yaptıkları yöneticiler sayesinde kakalayan menejerler şimdi ''Eskişehirspor'u yok etme operasyonu''nun kumanda masasında oturuyorlar.
Eskişehirspor'da 90 dakika dahi top oynayamamış futbolcular şimdi milyonlarca lirayı almak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Hiç birisi o paraları alamayacak.
Bunu çok iyi biliyorlar.
***
Belli ki, geçmiş yönetimlerde görev alan bazı yöneticilerle rant paylaşımından kaynaklanan bir kavgaları var.
Bunun intikamını almak için ''kulüp kapansın'' diyorlar ve art arda cezaları gönderiyorlar.
Takımın bu hale düştüğü dönemlerde yöneticilik yapanlar da elleri popolarında rahat rahat dolaşıyorlar Eskişehir caddelerinde...
Eskişehirspor'a aşk ile bağlanan taraftarın çektiği acı kimsenin umurunda değil.
Taraftar 3 senedir takımı yaşatma mücadelesi veriyor.
1965'ten bu yana bir çok destan yazan ESES sevdalıları yeni destanlar yazdı bu 3 senelik süreçte.
İnanıyorum ki, ''Eskişehirspor tamamen kapansın, biz bu takıma para falan harcamayalım yeni bir takım kuralım, Eskişehir halkı da en kısa zamanda Eskişehirspor'u unutup, yeni takıma alışır'' düşüncesinde olanlara onbinlerce ESES taraftarı gereken cevabı verecektir.
***
Eskişehirspor bir yaşam biçimidir bizim için.
Benim 54 yıllık ömrümün tamamında yer alan Eskişehirspor'u unutup, yeni bir takıma alışmam için alzaymır hastalığına yakalanmam gerekir.
Antalya'da doğup, İstanbul'da büyüyen, Eskişehir kenti ile Eskişehirpor dışında hiçbir bağı bulunmayan bir adam Eskişehirspor'u nasıl unutabilir.
Aziz Bolel'i kim unutabilir?
Yalçın Kılıçoğlu'nu kim unutabilir?
Necdet Yıldırım'ı kim unutabilir?
Abdullah Matay'ı, Abdullah Gegiç'i kim unutabilir?
Sevilla destanını zihinlerimizden kim silebilir?
Şemsettin'i, Deli Kubilay'ı, Ateş Ülker'i kim unutabilir?
Mezitlispor karşısındaki hüznümüzü kim unutabilir?
Ali Sami Yen Stadı'nda gaspedilen şampiyonluğumuzu kim yaşanmamış sayabilir?
Sinan'ı, Ediz'i, Kaan'ı, Mehmet Yağcı kardeşimi kim yok sayabilir?
***
Diyelim ki, Eskişehirspor'un adını her yerden sildiniz.
Abdullah Gegiç'in mezar taşından hangi kudret silecek Eskişehirspor'un adını!?
Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneğimiz tarafından İstanbul'da dalgalandırdığımız şanlı bayrağımızı hangi kudret indirebilir?
Onbinlerce sevdalı yüreğe nasıl unutturacaksınız bu muazzam aşk hikayesini?
Unutulmaz!
Sevda unutulmaz!
Unutturamasınız!
Alıştıramazsınız!
***
''Eskişehirspor'un kurtulması ve Yeniden Büyük Eskişehirspor olması için Eskişehir'de her şey var. Tek eksik bir lider. Bir lider bulunursa Eskişehirspor o eski günlerine yeniden döner!''
Rahmetli Abdullah Gegiç hocamızla son görüşmemizde söylemişti bu sözleri.
Ne kadar haklı olduğunu şimdi iyice anladık.
Kuruluştaki liderimiz Aziz Bolel ve Yalçın Kılıçoğlu gibi yürekli neferler vardı.
Şimdi onlar yoklar!
Bütün sıkıntımız bu aslında.
Yaşam Destek Ünitesine bağlı olarak sürdürdüğümüz Yaşam Savaşı'nı kazanmak için sadece bir lidere ihtiyacımız var.
Ve biz o lideri bir türlü bulamıyoruz.
Onbinlerce sevdalı yüreğin önüne geçip ''YAŞASIN ESKİŞEHİRSPOR'' diye haykıracak ve Anadolu'nun en ücra köşelerine yeniden Eskişehirspor ateşini düşürecek bir lider arıyoruz!
***
Eskişehirspor'u bir daha beceriksiz ve rantiyeci yöneticilerin eline düşürmeyecek, bunların ortakları menejerlere kapıları en sert şekilde kapatacak, yüreği Eskişehir ve Eskişehirspor sevdasıyla dolu bir yönetim oluşturacak bir lider bulamıyoruz ne yazık ki!
Eskişehir'de yürekli bir liderin kalmadığına inanmıyorum ya da inanmak istemiyorum.
Onbinlerce ESES neferi hazır.
Bir komutan arıyoruz.
Zengin adam değil, bir lider arıyoruz.
Tüm kentin güveneceği bir lider.
***
O lideri bulamıyoruz.
Tüm zenginler yeni takım kurulsun mu diyor!?
O halde kurun takımınızı.
Bize gölge etmeyin.
2. Amatör kümenin son sırasında yaşatalım biz sevdamızı.
Tel örgülerle çevrili semt sahalarında o tel örgülerin etrafına binlerce yüreğimizle etten duvar örer yine dalgalandırırız bu şanlı bayrağı.
Biz bir futbol takımının değil Anadolu Futbol Devrimi'ni gerçekleştiren, Türk Milleti tarafından Anadolu Yıldızı payesi verilen Eskişehirspor'a sevdalıyız.
Bizim sevdamızı; NE PAZARA NE DE MEZARA KADARDIR! BİZİM SEVDAMIZ MAHŞERE KADARDIR!
YAŞASIN ESKİŞEHİRSPOR!


4 Mayıs 2020 Pazartesi

Küfür Kültürü ve Namus Anlayışımız....

Sene 2020...
Ramazan ayının ilk günleri...
Corona virüs sebebiyle evlere mahkum olduğumuz sıkıntılı günler.
Sahur vaktini evde eski dizileri izleyerek bekliyorum.
Yine bir diziyi pür dikkat izlerken dışarda birden küfür kıyamet koptu.
Hemen balkona koştum.
Sahur vakti mahallede kavga çıktı.
Balkonumuzun tam karşısındaki sokakta, yaklaşık 100 metre mesafedeki apartmanın giriş kapısı önünde 2 delikanlı aklınıza gelebilecek en galiz küfürleri kusarak apartmanın giriş katındaki pencereyi tekmeliyorlar.
***
Bu sahurda tüm mahalle Ramazan davulcusu yerine küfürbaz gençlerin en galiz en çirkef küfürleriyle uyandı. Balkonlar pencereler doldu.
Herkes birbirine ''Ne olmuş komşu'' diye soruyor.
Küfürleri çok iyi anlıyor herkes ama neden küfür edildiğini bir türlü öğrenemiyoruz.
2 genç pencereyi tekmelemeye devam ediyor.
''Çıksana ulan dışarıya O.Ç...'' haykırışları tüm mahalleyi kapladı.
Olay mahallini göremeyenler yavaş yavaş sokağa inip, görüş açısı iyi olan bir yerlerden durumu izlemeye başladı.
***
Aynı apartmandan yaşlıca bir amca ''Evladım noluyor bu mübarek vakitte derdiniz nedir!?'' diye sorma cesareti gösterdi yavaş yavaş biz de meseleyi anlamaya başladık.
Sürekli küfür eden gençler bir soluklanıp, birinci kattaki amcaya cevap verdiler.
''Yahu abi bu O.Ç'ları evde küfürlü konuşuyorlar!'' dedi ve sövmeye devam etti.
Tekmeler sonunda camları kırmayı başardı.
İçerden hiç bir karşılık duyamıyoruz.
Gençler aklınıza gelebilecek her türlü küfürü haykırmaya devam ediyor.
***
Yorulmuş olmalılar ki, bir ara yine soluklanıp, yine yukardaki amcaya hitaben; ''Bu O.Ç. evde küfürlü konuşuyor. Benim yengem bunun ettiği küfürleri duyuyor!'' dedi.
Ve yine mahalleyi küfürlerle inletmeye devam etti.
Kızkardeşinden, annesine kadar adamın yedi ceddine küfürler savurdu.
Ve bu küfürleri bütün mahalle dinledik.
İşte memleketimizdeki namus kavramına en açık örneklerden biri.
Saldırıya uğrayan adam kendi evinde küfürlü konuşmuş ve sadece saldırganların yengesi duymuş.
Ama bunu bahane ederek saldırıya geçenlerin küfürlerini yüzlerce insan 1 saate yakın dinledik.
***
Bu durum ne demektir?
Ben şu anlamı çıkarıyorum:
''Hiç kimse benim yengem ya da başkaca bir yakınım duyacağı şekilde küfürlü konuşamaz. Ama ben yengem de dahil anam bacım kısacası etrafımda kim varsa hepsinin duyacağı şekilde söverim!'' demeye getiriyor bu namus bekçisi!
Ülkemizde yaşanan onca namus cinayetinin, onca tecavüz ve istismarın, kadına yönelik şiddetin de temel çıkış noktası bu değil mi!?
Hiç kimse onların yakını olan bir kadının yanında küfür dahi edemez ama onlar en yakınlarına bile en adice taciz ve tecavüzleri gözlerini kırpmadan yapmıyorlar mı!?
***
Küfür kültürünün ülkemizde sinema, tiyatro ve tv dizileri ile normalleştiği ve büyük beğeni kazandığı günümüzde kendi evinde, dört duvar arasında küfürlü konuşan bir adamın saldırıya uğraması nasıl izah edilebilir. Eminim o 2 genç son günlerde çok revaçta olan bir çok diziyi sırf küfürlü yani sansürsüz yayınlandığı için televizyondan değil de internet üzerinden izliyorlardır.
Sinema, tiyatro ve tv dizileri sayesinde küfür artık kadınlar arasında bile normalleşmişken böyle bir olay yaşamak çok enteresan geldi bana.
Bu olay aslında Türkiye'deki namus kavramının bir yansımasıydı.
Kadın cinayetlerinin, tecavüzlerin, tacizlerin temelinde yatan anlayış budur.
Ben en yakınımdakine bile istediğimi yaparım ama benim yakınlarımın duyacağı şekilde hiç kimse küfürlü bile konuşamaz anlayışı olduğu sürece ülkemizde cinsel canavarların katliamları durmayacak.
***
Toplumsal olarak büyük bir ahlaki yıkım içinde olduğumuz kaçınılmaz bir gerçek.
Küfür günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası oldu artık.
Hayatım boyunca evimde tek kelime küfür etmedim ama şimdi bu sansürsüz internet tv mevzusu sayesinde birileri evimize kadar girip küfür edebiliyor.
Birey olarak ne yapabiliriz. Hükümet ne yapmalı?
Bilemiyorum.
Bildiğim bir tek şey var. Manevi değerleri en tutucu bir şekilde savunan bir çok insan bile bu küfür kültürüne teslim olmuş durumda.
Namus anlayışımız tamamen değişmiş, namussuz namuslular bir film adı olmaktan çıkmış ve hayatımızın en yerinde var olmuşlar.
Allah sonumuzu hayretsin...

30 Nisan 2020 Perşembe

Aydın Begiter'e cevaben: ''KURTAR BİZİ BABA!''

Aydın Begiter...
Adı Eskişehirspor ile özdeşleşen kurucular kurulu üyesi ve eski başkanlarımızdan.
Eskişehirspor'un kazandığı her başarı ve başarısızlıkta bire bir payı bulunan nadir insanlardan biridir Aydın Begiter.
Aydın Begiter'in ''Eskişehirspor benim üçüncü evladımdır'' sözleri son derece manidardır.
Bu sözler beni az da olsa umutlandırdı.
Çünkü hiçbir baba evladının düştüğü zor durumda çaresiz kalamaz.
Mutlaka evladının kurtuluşu için, evladının sağlığına kavuşabilmesi için yapılması gereken tüm fedakarlıkları yapar.
Servetini de harcar, ömrünü de harcar...
***
Geçtiğimiz günlerde Eskişehir basınında çıkan beyanatında önemli ifadeler kullandı sayın Aydın Begiter.
Bunlardan birisi ''Eskişehirspor'un tüm borçları 50 milyona kapatılabilir'' şeklindeki cümlesiydi.
Bence son derece haklı Aydın Begiter başkan.
Kendisi de mutlaka hesabını kitabını yapmış ve 3. evladının kurtuluş reçetesini bu şekilde ortaya koymuştur.
Alacaklılar ile yapılacak ciddi ve sıkı bir pazarlık ile 50 milyon olmasa da 70-80 milyona çözülür bu işler.
***
50 milyon olur, 80 milyon olur...
Hiç farketmez.
Aydın Begiter'in bu reçetesinden benim anladığım şudur: Ciddi anlamda eğer bu 3. evlat kurtarılmak isteniyorsa kurtarılır. Eskişehirspor'un doğuşundan bu yana bu camianın içinde olan Begiter Baba insiyatifi ele alır da meydanlara çıkarsa bu iş mutlaka çözülür ve 3. evlat mutlaka komadan çıkarak normal servise alınır en azından.
Evlat bu...
Hem de 3. evlat..
En küçüğü...
Son numara...
Yani en sevilen, en özlenen...
***
Eskişehirspor'un kuruluşundaki emekleri, Eskişehirspor'un bir efsane haline gelmesindeki emekleri yadsınamaz bir gerçektir Aydın Begiter'in.
Ve bugün çıkıp, 3. evladım dediği Eskişehirspor'un kurtuluşu için en azından bir şeyler söyleyen nadir kişilerden biridir Aydın Begiter.
Aydın Begiter şimdi daha fazlasını yapmalıdır artık.
Aydın Begiter'in açıklamasında katılmadığım sözler de var tabii.
Örneğin reçeteye yazdığı 50 milyon liranın asla bulunamayacağını söylüyor sayın Begiter.
Ben buna katılmıyorum.
Büyük bir sanayi kenti olan Eskişehir için 50 milyon lira çok bir para değildir.
Organize Sanayi Bölgesi'nden tutun da fabrikaları, tüccarları, milletvekilleri ve gurbette bulunan cebi de gönlü de zengin Eskişehir evlatlarını elimize kalem alıp tek tek yazsak bu paranın toplanmasının çok da zor olmadığını hatta çok kolay olduğunu net bir şekilde anlarız.
***
Yeter ki insanlar güvensin.
Bu güven ortamını sağlamak da Eskişehirspor'un Kurucular Kurulu Üyesi sayın Aydın Begiter'e düşer bu noktada.
Evladı yoğun bakımda olan bir baba edasıyla onbinlerce ESES sevdalısının önüne düşüp ''Bismillah'' diyerek ilk adımı atması gerekir artık sayın Begiter'in.
Yanına bu kentin güvendiği isimleri de alabilir.
Sayın Prof. Dr. Fethi Heper...
Sayın İsmail Arca...
Sayın Ender Konca...
Sayın Amigo Orhan ağabeyimiz.
Sayın Vahap Özbayer...
Sayın Ayhan Aşut...
Ve daha niceleri...
Bir ordu ve bir komutan olup, düşelim yollara...
Kapıları tek tek çalalım.
Evladımız ölüyor, gelin birlik olup evladımızı kurtaralım diyelim...
***
''Çok çabaladık ama olmuyor!''
Bu cümlenin ardına gizlenmeye gerek yok!
Bu cümleyi hakkıyla kullanabilecek sadece Eskişehirspor sevdalısı taraftarlarımız vardır.
Çok çabaladık.
Yüreğimizi koyduk.
Cebimizde ne var ne yok verdik.
Ömrümüzü adadık, nefeslerimizi tükettik ama ''...... olmuyor'' demedik, diyemedik.
Olacak bu iş!
Merhum hocamız Abdullah Gegiç'in mezartaşına adını yazdırdığı evlat mutlaka yoğun bakımdan çıkacak ve Anadolu insanının yüreğinde bir Yıldız gibi parlayacak...
***
Evlat, mezar taşında bile yaşatılandır sayın Begiter başkanım.
Allah ömrünüzü uzun etsin.
3. evladım dediğiniz Eskişehirspor'u kurtarmak için yazdığınız reçeteyi gerçekleştirmek sizin elinizde.
Ardınıza asker arıyorsanız biz hazırız.
İMECE ruhu ile düşelim yollara.
Bir liste yapın, kimden ne kadar alabiliriz, kim hangi borcu üstlenebilir, kimin sözü kime geçer?
Yapın listeyi, kurtarın evladınızı...
Aydın Begiter adının da bu kentte 50 milyon lira toplamaya gücü yetmiyorsa, biz Anadolu Yıldızı'nı 2. amatör kümede bile olsa yaşatmaya yeminliyiz...
3. evladınızı yaşatmaya var mısınız sayın Begiter başkanım!?




7 Mart 2020 Cumartesi

''KURTULUŞ KURULUŞTA'' Kampanyasından BİR AŞK HİKAYESİ

1965'ten bu yana, yani Türk futboluna Eskişehirspor'un adı yazıldığından bu yana nice aşk hikayeleri yazıldı Anadolu Yıldızı sevdasına dair.
Anlatmakla bitmez.
Yazmakla tükenmez.
Yaşamak gerekliydi, yaşadık.
Nice Siyah Kırmızı aşk hikayesini yüreklerimizin en ücra köşelerinde doya doya yaşadık....
***
Eskişehirspor çok zor günler geçiriyor.
Türk futbolunun içine düştüğü bataklık ve beceriksiz yöneticilerin basiretsiz ve sorumsuzca icraatları sonucunda adını dünya futboluna yazdıran Eskişehirspor bugün bu bataklıktan kurtulmanın mücadelesini veriyor.
Yok olan bir çok kent takımı gibi al takke ver külah kolaylığına kaçmadan.
Adını, namını, şanını, şöhretini ve şanlı mazisini bir kenara bırakıp farklı bir isimle yaşama kolaylığına kaçmadan.
Şanlı armasıyla, sevdayı anlatan renkleriyle ve elbette dillere destan mazisiyle varolma mücadelesi veren Eskişehirspor ve Eskişehirspor'a gönül veren taraftarları varolma mücadelesini kurtuluş mücadelesine dönüştürürken bir çok kampanyalar düzenlediler.
***
Ayakkabı boyacılığı yapan çocuk ilk boyadığı ayakkabı parasını getirip verdi.
Kimisi okul harçlığını verdi.
Kimisi bir kaç hafta sigara içmedi ve biriken parayı kulübe verdi.
Kimisi hatıra bilet aldı, kimisi bardak, kimisi hatıra forma alarak varoluş mücadelesine destek oldu.
Şimdi yeni bir kampanya başlattı Eskişehirspor yönetimi.
KURTULUŞ KURULUŞTA sloganıyla tüm Eskişehirliler'den 1965 TL ile KURTULUŞ mücadelesine destek olmalarını istediler.
Eskişehirspor sevdalıları hemen harekete geçtiler tabii ki bu çağrı karşısında.
***
Her taraftar bir kerede 1965 TL veremeyebilirdi.
Bu sebeple 10-20 kişilik gruplar halinde birleşip 1965 TL toplamaya başladılar.
Bazı atanmış ve seçilmişlerimiz harekete geçtiler, kampanya katıldılar.
Esnafımız, tüccarımız ve iş insanlarımız yavaş yavaş bu kurtuluş destanında yerlerini almaya başladı.
Başkanlığını yaptığım Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği olarak biz de kurucumuz ve Divan Kurulu Üyemiz merhum Dr. Ateş Ülker ağabeyimizin aziz hatırası adına 1965 TL kampanyasına katılmaya karar verdik ve üyelerimizin destekleriyle bu miktarı toplamaya başladık.
***
Ve bir sabah telefonuma bir mesaj geldi.
Tüylerimi diken diken yapan, gözlerimdeki yaşları damla damla düşüren, yüreğimi sızlatan bir mesaj.
Mesaj İstanbul'da üniversite öğrenimini sürdüren bir öğrenci kardeşimden geliyor.
Şuraya yazarken bile hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyor içimden:
- Başkanım ben bir aylık bursumu 1965 TL kampanyasına vermek istiyorum.
- !?
- Ama 1965 TL yok
- !?
- Ayın 9'unda tamamlayabilirim üstünü
Kelimelerin ilmek ilmek boğaza düğümlendiği an.
***
Gözyaşlarıma hakim olamadım.
Bir süre cevap yazamadım bu ESES yürekli kardeşime.
Sonra uzun uzun anlattım.
- Hepsini gönderme iki gözüm. Sen de öğrencisin. Ama o güzel gönlünden kopmuş, Seni zorlamayacak kadarını yolla. Senin yüreğin kadar temiz o para kurtuluşumuza vesile olur inşaallah.
Diyebildim.
- Ama başkanım küme düşecekmişiz.
Dedi.
Bir daha bir daha bir daha ağladım.
Bir daha ağlamazsam namerdim dedim bir daha ağladım.
***
Dedik ya,
FUTBOLDA AŞK VARSA ADI ESKİŞEHİRSPOR'dur!
Kim bir futbol takımını bu kadar güzel sevebilir ki!?
Kim yahu kim Eskişehirspor için böylesi bir fedakarlığı göze alabilir!?
Kim Eskişehirspor için bu öğrenci kardeşim kadar duyarlı olabilir!?
Kim Eskişehirspor için bu öğrenci kardeşim kadar destek olmaya taliptir!?
Evet bu yazımızı buraya kadar okuyup ''BEN VARIM'' diye haykıracak kaç kişi var acaba şu koskoca Eskişehir'de.
Böylesi muhteşem bir aşk hikayesine yeni hikayeler ekletecek ve bu hikayelerin sonunda Eskişehirspor'un KURTULUŞ DESTANI'nda yer almaya gönüllü kaç kişi var memleketimde!?
***
Eskişehirspor yönetimi kampanyayı başlatırken 10 bin kişiden ses bekliyoruz demişti.
Böylesi aşk öyküleriyle sevilen Eskişehirspor eminim 10 binlerin haykırışlarıyla YENİDEN BÜYÜK ESKİŞEHİRSPOR olarak yeniden doğacak bu sinsi kuşatmalardan kurtulacaktır.

20 Şubat 2020 Perşembe

Bu börek ille de Tarihi Kasımpaşa Börekçisi'nde yenilmeli...

Börek...
Kimisi sade börek der, kimisi küt böreği der, kimisi de şekerli börek der...
Ben çocukluğumdan beri hep Kürt Böreği olarak bildim ve öyle dedim. Yine öyle demeye devam ediyorum...
Aslında adı çok önemli değil.
Tadı, lezzeti önemli.
Öyle çokça ahım şahım bir malzemesi yok.
Hamur, yağ ve pudra şekeri.
Tabii yanında da demli çayı olmazsa olmaz...
Bu börek İstanbul'un hemen hemen her bölgesinde yapılır satılır.
Her semtte, her mahallede mutlaka surette bir kaç börekçi dükkanı vardır. Hem de isimlerinin başında mutlaka ''Ünlü'', ''Namlı'' ya da ''Meşhur'' ibaresi de vardır.
Fakat hiçbirinin lezzeti İstanbul'un en eskilerinden biri olan Tarihi Kasımpaşa Börekçisi'nin böreği gibi lezzetli olamaz. O kadar mı iddialıyım? Evet o kadar iddialıyım. 
*** 
1947 yılında ''Börekçi Kamil'' olarak nam salan Kamil Ağırgün tarafından kurulan Tarihi Kasımpaşa Börekçisi'nde lezzet bunca yıldır hiç değişmedi. Merhum Kamil Ağırgün'den bu lezzet nöbetini devralan Zafer ve Bülent Ağırgün kardeşler yıllarca bu lezzetin hakkını verdiler ve bu aralar onlar da nöbeti evlatlarına devretme hazırlığı içindeler... Yani anlayacağınız nesiller boyu devam eden bir lezzet var Kasımpaşa'da. 
***
Sadece Kasımpaşa'da yaşayanların değil, Kasımpaşa'yı yaşayan her İstanbullu'nun mutlaka uğraması gereken bir lezzet durağıdır Tarihi Kasımpaşa Börekçisi. Sabahın erken saatlerinde ilk olarak geceyi uykusuz geçirenler ve sabah namazından çıkanlar gelir. O saat itibariyle başlayan kuyruk öğle saatlerine kadar devam eder. İstanbul'un en tarihi sokaklarından biri olan Kasımpaşa Cami Sokak'ta bulunan küçük ve şirin dükkanın önündeki masalar gün ağarmadan dolmaya başlar ve öğle saatlerine kadar yer bulmakta zorlanırsınız. Gerek kapıdaki kuyrukta gerekse masalarda herkes eş dost akraba gibidir. Gönülden selamlar verilir. Selamla başlayan sohbetler, afiyet olsunlarla tamamlanır. Hiç tanımasanız bile masanızı paylaşanları o an sanki kırkı yıllık dost gibi olursunuz.
***
Kasımpaşa insanının yüreğindeki samimiyettir belki de bu börekleri böylesine lezzetli kılan. Spordan siyasete... Hava durumundan trafik karmaşasına kadar her türlü mevzu o masalarda konuşulur ve çözülür. Ağırgün ailesi öyle bir mekan haline getirmiş ki bu küçük börekçi dükkanını sanki dev bir aile sofrası. Ve geçen yıllarla birlikte bu aile sofrasına oturabilmek hepimiz için bir ayrıcalık olmuş. Ben yolum uzak olduğu için haftada 1-2 defa gidebiliyorum. Bazıları hafta da 1 mutlaka gelir yaşadığı semt ne kadar uzakta da olsa mutlaka gelir. Bir de Kasımpaşa ve yakın semtlerde yaşayıp her gün bu lezzet durağında bulunma ayrıcalığına sahip olanlar var. İmreniyoruz onlara.
***
Evet, İstanbul'un onca namlı, şöhretli, ünlü ve de meşhur börekçilerinde bulamayacağınız bu lezzetin en önemli özelliği de İstanbul'un en ucuzu olması. Evet yanlış duymadınız bu güzel lezzet durağında hem börekler hem de o nefis demli çaylar İstanbul'un en ucuzu. Bunda da çok iddialıyım dostlar. Mutlaka gelin. Gelin ve bu eşsiz lezzeti bu büyük aile sofrasında tadın...

16 Şubat 2020 Pazar

Hatayspor'u nasıl yeneriz?

Hatayspor, TFF 1. Lig'in en güçlü şampiyonluk adayı.
Son maçında yine şampiyonluk mücadelesi veren bir başka ekip Akhisar Bld. Spor'a kendi sahasında yenildi.
Yani bu ligde yenilmez takım yoktur.
Eskişehirspor da 5 maçlık yenilmezliğin ardından Menemen Bld. Spor'a kaybetti.
Neden kaybettik, eksiklerimiz neydi?
Bu soruların cevabını hocamız Mustafa Özer mutlaka arayıp, çözüme kavuşturacaktır.
***
Menemen Bld. maçını kaybetmek Eskişehirspor için çok büyük bir kayıp değildir.
Hatta şöyle de düşünebiliriz:
Hatayspor maçını kazanmak için Menemen Bld. maçını kaybetmemiz gerekiyordu belki de...
Ancak Hatayspor maçını kazanmak çok büyük bir kazanç olacaktır.
Hatayspor maçını ne yapıp, edip kazanmak zorundayız.
Ama nasıl?
İşin teknik boyutunu Mustafa Özer ve ekibi halleder.
Rakibin zaaflarını, kendi takımının noksanlarını iyice tahlil edip, gerekli önlemleri mutlaka alacaktır.
***
Biz işin tribün boyutuna bakalım.
Biz taraftarız.
Taraftar olarak bu maçın kazanılmasında katkımız ne olur ona bakmalıyız.
Maç Cuma günü saat 19:00'da oynanacak.
Bu nokta da en büyük sıkıntımız bilet satış gişelerinin olmayışıdır.
Çalışan taraftarlarımız yoğunluktan ötürü bilet alamıyorlar.
Tahmin ettiğimizden çok daha fazla taraftarımız bu sebepten ötürü maçlara gelemiyor.
Bu sıkıntı mutlaka giderilmeli ve yüreğinde ESES sevgisi olan her taraftarımızın kolayca bilet alarak maça gelmesi sağlanmalıdır.
Bunda da en önemli görev sayın başkanımız Mustafa Akgören'e düşmektedir.
Başkanımızın ilgililerle yapacağı görüşmeler bu konuda büyük fayda sağlayacaktır.
***
Bu maçta tribünlerde onbinlerce sevdalı yürek tüm gücümüzle takımımıza destek olmalıyız.
Eskişehir'e gelen her takım oyuncusunun en büyük korkusu tribünlerdir.
Yapılacak gösteriler, söylenecek besteler ve tezahüratlar rakip takım oyuncuları için kabus, kendi oyuncularımız için doping etkisi yapmalıdır.
Geçmişe şöyle bir dönüp baktığımızda ESES sevdalılarının nice maçı çevirdiğini ve nice zaferlerin kazanılmasına öncülük ettiğini göreceğiz.
Klasik söylemde olduğu gibi tribünde 12. adam olmayacağız.
Futbolcularımızın dizlerinde derman, yüreklerinde 65 Ruhu ve gözlerinde yanan zafer meşalesi olmalıyız.
Binlerce sevdalı yürekle bir destan daha yazmak bizim için hiç de zor olmayacaktır.
***
Hafta boyunca özellikle sosyal medyada çok dikkatli olmalıyız.
Rakip takım oyuncularını motive edecek paylaşımlardan kesinlikle kaçınmalıyız.
Futbolcularımızı rehavete sokmadan yüreklendirmeli ve onlara olan desteğimizi abartılı düzeylere çıkarmadan göstermeliyiz.
80 bin civarında passolig kartı bulunan her tanıdığımızı maça gelmesi için teşvik etmeliyiz.
Gerekirse ''Bu maça gelmezsen hakkımı helal etmem sana'' deyip duygu sömürüsü de yapmalıyız.
Maça davet ettiğimiz her gönüldaşımıza da ''AMAN HACIM, MAÇA GELİRKEN KIRMIZI GİYİNMEYİ UNUTMA'' diye de sıkı sıkı tenbih edelim.
***
BİZ, kendi sahasında Akhisar Bld. Spor'a yenilen Hatayspor'u çok rahat yeneriz.
Yeter ki BİZ olmaya devam edelim.
Yüksek Eskişehirsporluluk Bilinci çerçevesinde Yeniden Büyük Eskişehirspor ülkümüz için savaşmaya devam edelim.
Tribünlerde maç izlemek yerine sahadaki evlatlarımızın yüreklerindeki ateşi daha da alevlendirelim.
Unutmayalım ki, BİZ 1965'te Anadolu semalarında parlayan ANADOLU YILDIZI'nı yeniden parlatmak için savaşıyoruz. BİZ, karanlık gecelerde Bizans zihniyetinin üzerine düşen KIRMIZI ŞİMŞEKLERiz...
İnanıyoruz, başaracağız...
Makus talihin prangalarını kıracağız...

13 Şubat 2020 Perşembe

Bir MELEK, Bir ÖDÜL ve bir ADAM....

Öyle demişti Eskişehirspor sevdalıları...
Kanatlanıp uçtuğun yerde bahtiyar ol Ediz Bahtiyaroğlu...
Ömrünün baharında cennetteki meleklerin safına katılan Ediz Bahtiyaroğlu.
Çocukluğundan itibaren çektiği tüm sıkıntıları ''Futbolcu olacağım, çok para kazanıp annemi babamı en iyi şekilde yaşatacağım onları rahat ettireceğim'' hayaliyle bertaraf eden bir güzel adamdır Ediz Bahtiyaroğlu...
***
Evlatlarına haram lokma yedirmemek için hayatın tüm zorluklarıyla mücadele eden bir babanın en küçük evladı o anaya ve babaya daha iyi bir hayat yaşatmak uğruna genç yaşta başlamış çalışmaya.
Bıkmamış, usanmamış...
Her olumsuzluk onu daha da güçlendirmiş, daha da hırslandırmış.
Ve başarmış o Yusuf yüzlü, Yunus gönül genç adam.
Ankara'da başlayan profesyonel futbol yaşamından kazandığı her kuruşu anasına babasına vermiş.
Onlara bir ev almış.
Futbolcu olup, para kazanan bir çok şımarık zibidi gibi altına son model araç çekip caka satmamış.
Hep ''Anam, babam ailem'' demiş.
***
Bir melek gibi yaşamış.
Ve bir melek gibi yaşayan bu genç adamın yolu Eskişehirspor'a düşmüş.
Eskişehirspor'u aşk ile seven onbinlerin gönlüne düşmüş Ediz Bahtiyaroğlu'nun o tertemiz yüreği.
Ailesini aşk ile seven, mesleğine aşk ile bağlanan bu güzel adam, bir futbol takımını aşk ile seven onbinlerce yürekle aynı kutsal sevda etrafında buluşmuşlar.
Giydiği formaya sevdalanan Ediz'i, Agop Mehmet'i, İsmail Arca'yı, Fethi Heper'i, Ender Konca'yı ve daha nice kahramanı sever gibi sevmişler...
Aşk ile...
***
Ve bir güzel ömrün sonuna gelmiştik.
Hepimizi yıkan, hepimizi hüzün deryasında boğan o acı haber bir kara bulut gibi çökmüştü üzerimize...
Ediz ölmüş dediler!
Olacak iş mi bu!
Ediz mücadele dolu kısacık yaşamını noktalarken onbinlerce sevdalı yüreğin baştacı olmuştu.
Ona olan sevgimi tribünlerden haykırmıştık:
KANATLANIP UÇTUĞUN YERDE BAHTİYAR OL EDİZ BAHTİYAROĞLU...
Necdet Yıldırım gibi, Yalçın Kılıçoğlu gibi, Sinan Alağaç gibi Ediz Bahtiyaroğlu da artık ESES sevdalılarının gönlünde taze bir yara olarak kalacaktı sonsuza kadar.
***
İnternational Sport Summit (ISS) tarafından bir ödül töreni düzenlenmişti.
EDİZ BAHTİYAROĞLU YILIN SPOR ÖDÜLLERİ
Üzerindeki aşk ile özdeşleşmiş Eskişehirspor formasıyla cennete uçup giden bir güzel adamı yaşatmak için bundan daha güzel bir etkinlik olamazdı.
Uluslararası Spor Zirvesi - İnternational Sport Summit yetkililerine bu etkinlikten dolayı minnettarız.
Bu güzel etkinliğe evsahipliği yapan Nişantaşı Üniversitesi'ne minnet ve şükran duygularımızı sunuyoruz.
Eskişehirsporlu Ediz Bahtiyaroğlu olarak cennete uçup giden o güzel adam için düzenlenen bu güzel etkinliğin açılış konuşmasını yapan Eskişehirspor kulübü başkanı sayın Mustafa Akgören'in de dediği gibi ESES sevdalıları Ediz'i ve Ediz'in adını yaşatmak için elinden geleni yapan herkesi gönlünde yaşatacaktır.
***
Törende bir çok kişi ve kuruluşa ödül verildi.
Ödül alan sporcu ve spor gazetecileri Eskişehirspor taraftarından bahsetti, Eskişehirspor'un bir an evvel layık olduğu yerlere dönmesi gerektiğini vurguladı.
Ve bu etkinliğin en anlamlı ödülünü BİZ aldık.
Yılın en iyi taraftar grubu ödülünü kazanan NEFER grubu lideri Murat Diri ödülü aldıktan sonra yaptığı kısa teşekkür konuşmasında ''Bu ödülü hakettiysek tüm Eskişehirspor taraftarları olarak hakettik. Benlikten kurtulup BİZ olabildiğimiz için bugün bütün Türkiye Eskişehirspor taraftarını imrenerek izliyor'' demişti.
Ne güzel dedin be reis!
Benlikten kurtulup BİZ olabilmek.
Tükenmiş Nefesler'e verdiğimiz sözü tutabilmenin tek reçetesi BİZ olabilmek.
***
Yıllar öncesini düşündüm Murat Diri o ödülü alırken.
Tribünlerimiz ne hale gelmişti.
Olabilecek her türlü olumsuzluk varken Nefer grubu kuruldu ve bugünlere geldik.
Bugün Eskişehirspor tribünlerinde o ambiyansı yaşayabilmek için İstanbul'dan kalkıp Eskişehir'e maça giden başka takım taraftarları var.
Onca acımasız eleştir, yalan dolan iftira o ADAM'ı bezdirmedi.
Eskişehirspor tribünlerini yeniden bütün Türkiye'nin imreneceği bir hale getirmek için mücadele etti.
Bir çoğumu bu mücadelede yorulduk, bıktık, usandık ama o yılmadı.
Kenara çekilenlerimiz oldu O gelip omuzlarımızdan tutarak bizi ayağa kaldır.
Nefer'i kurduğumuz yıllarda ettiğimiz yemini hatırlattı bize:
SENİ TAHTINA OTURTMADAN ÖLMEK HARAM OLSUN BİZE!
***
Biz o adamla, yani Murat Diri ile hep ayakta kaldık.
Eskişehirspor düşmanlarına karşı omuz omuza mücadele ederken önce BİZ olabilmeyi başardık.
Ve sonunda en anlamlı ödülü 1 milyon katılımcının oylarıyla aldık.
Bu başarının mimarı Murat Diri'dir, Neferleri de BİZ olabilen tüm Eskişehirspor sevdalılarıdır.
YAŞASIN ESKİŞEHİRSPOR!
YAŞASIN YENİDEN BÜYÜK ESKİŞEHİRSPOR Mücadelemiz!


11 Şubat 2020 Salı

O bir Eskişehirspor sevdalısı: Bülent Maşaoğlu

Ulu Tanrımız Allah'a şükürler olsun ki, ömrümüzü hep güzel yürekli ADAMLARLA süsledi.
Maddi servetten çok daha büyük bir servettir, güzel yürekli insanların gönül sofralarına bağdaş kurabilmek.
Bizim de nasiplendiğimiz bu gönül sofralarından biridir Bülent Maşaoğlu'nun o güzel yüreğindeki gönül sofrası.
***
Kimdir bu Bülent Maşaoğlu derseniz kısaca yanıtlayayım.
Ömrünü iki büyük davaya adamış, bu iki büyük dava uğruna çalışmış çabalamış, yaptığı onca güzel işlere rağmen mütevaziliğinden zerre ödün vermemiş bir gönül adamıdır Bülent MAŞAOĞLU.
Eskişehir - Sivrihisarlıdır.
Eskişehirspor sevdalısı ve Türk Milliyetçiliği davasının mütevazi davasının bir neferidir.
Halen Boğazın Kırmızı Şimşekleri Derneği Yönetim Kurulu'nda Muhasip olarak görev yapmakta. Bülent Maşaoğlu aynı zamanda MHP İstanbul İl Başkanlığı'nda Türk Dünyası'ndan Sorumlu İl Başkan Yardımcılığı görevini de sürdürmektedir.
***
Siyasi yanını kendisine bırakıp, Eskişehirspor sevdasından bahsetmek isterim dilimin döndüğünce.
Futbol ile çok alakalı bir adam değil.
İşleri ve siyasi faaliyetlerinin yoğunluğu sebebiyle öyle çokça maçlara, deplasmanlara gidip gelmişliği de yoktur.
Hani birisi bir futbol sohbetinde kendisine ''Mersin İdman Yurdu Süper Lig'de şampiyonluk kovalıyor helal olsun'' falan dese inanacak kadar alakalıdır futbolla.
Fakat yüreğinde öylesine büyük bir ESES sevdası vardır ki, çoğumuzdan önce Eskişehirspor kulüp üyeliği hakkını kazanmıştır. Hem de kulüp üyesi olmanın en zor olduğu dönemlerde.
***
Eskişehirspor'a karşı tüm vazifelerini harfiyen yerine getirir.
Eskişehirspor ile alakalı ne varsa içinde bulunmak için büyük gayret sarfeder.
Yardımlarını, desteklerini hep gizler.
''Aman abi kimse duymasın'' diye sıkı sıkı tenbihler bizi...
Derneğimize gelen genç arkadaşlarımızı sorar soruşturur.
''Aman ağabey bir tane bile kardeşimiz sıkıntı çekmesin''
***
Futbol ile çok alakalı olmayıp da Eskişehirspor'a aşk ile bağlı olan Bülent Maşaoğlu gibi ADAMları tanımak bilmek lazım.
Onların sevgisi çok anlamlı ve çok değerlidir.
Eskişehirspor'u böylesine sevmek herkese nasip olmaz.
Allah'a şükürler olsun ki, Eskişehirspor'u bu kadar güzel seven Bülent Maşaoğlu ile Yeniden Büyük Eskişehirspor davasının başarısı için birlikte mücadele etmek nasip oldu bizlere.
***
Siyasi görevi ve başkanlığını yaptığı Ural Eğitim Kültür ve Stratejik Araştırmalar Derneği vasıtasıyla gittiği tüm Türk Cumhuriyetleri'ndeki temaslarında Eskişehirspor'u da tanıtmayı bir görev bilen Bülent Maşaoğlu sayesinde Türk Cumhuriyetleri'nin bir çok üst düzey yöneticisi Eskişehirspor'u takip etmeye başladı.
Dedik ya o bir Eskişehirspor sevdalısı, O bir Eskişehirspor misyoneri...
Bülent Maşaoğlu'na o güzel yüreğinde bizlere de yer açtığı için bir kere daha teşekkür ediyor, ömrünün bereketli olmasını diliyorum...
İyi ki varsın Bülent Maşaoğlu...

9 Şubat 2020 Pazar

Biz Kenetlendik. Sıra ESKİŞEHİR'de!

Çok zor günler geçirmiştik...
3. Lig'de adını bilmediğimiz takımların, yeri bilmediğimiz stadlarında gözyaşlarımızı bıraktık hatıra olsun diye...
Sonra toparlandık.
Yeniden Büyük Eskişehirspor ülkümüze dört elle sarıldık.
''Seni tahtına oturtmadan ölmek bize haram olsun ESESİM'' diyerek yeminler ettik.
Başardık!
Yeniden layık olduğumuz yere çıktık.
Fakat uzun sürmedi.
Makus talih yeniden üzerimize kara bulut gibi çöktü.
***
''Bu sefer düştüler!''
''Burdan kurtulamazlar!''
''Burdan düşerlerse yok olurlar''
''Hah şimdi oldu -9 aldılar yok oldular''
Türünden üzerimize oynanan oyunların başarılı olması için söylene sözlere aldırış etmeden direndik, çabaladık, savaştık...
Eskişehirspor'un sülük gibi kanını emenleri temizledik.
400 küsur naylon poşeti söküp attık bünyemizden.
Yeri geldi hacizlerle boğuştuk.
Yeri geldi genç futbolcularımıza kahvaltı verecek dermanımız kalmadı.
***
Stad kapılarında makbuzla para topladık.
Demir paralar ve en küçük kağıt paralarla çarkı döndürmenin derdine düştük.
Hatıra biletler, bardaklar sattık.
Üç beş kuruşlarla bir devi yaşatmanın derdiyle dertlendik.
Üzüldük.
Çok acılar çektik.
En yakınımızdakiler bile inanmadı bize.
Her 'dost' bir bir terketti en tenha yerlerde.
Bıkmadık...
Usanmadık...
Yılmadık...
Yıkılmadık...
DİRENDİK!!!
***
Direndik, çünkü biz doğarken bile bozuk düzene direnen bir sevdanın neferleriydik.
Mehmet Şimşek, Selim Demircioğlu, Murat Diri ve Erkan Koca önderliğinde başlayan DİRENİŞ hareketi bugün Mustafa Akgören ile Diriliş hareketine dönüştü.
Türk futbolunun görüp görebileceği en büyük varoluş öyküsünü biz yaşadık, biz yazdık.
Omuz omuzaydık, yürek yüreğe vermiştik.
Aramıza giren virüsleri temizledik ve #BizBize kaldık.
Biz başardık.
Çünkü biz Eskişehirspor ortak paydası etrafında sorgusuz sualsiz toplandık, tek yürek, bir vücut olduk.
Eskişehirspor'u sevdiğimiz kadar sahip çıkmayı da başardık.
***
Patron olan dostlarımız da kulübümüze üye oldu, asgari ücretle çalışan gönüldaşlarımız da kulübümüze üye olabildi. Hatta taksitli üyelik sistemiyle öğrenci arkadaşlarımızdan bile üye olanlarımız vardı.
15 yıl önce haykırdığımız gibi artık ''Sevdaya kota konulamıyor!''
Eskişehirspor halkın takımıdır dedik ve biz kazandık.
Artık Eskişehirspor sadece Eskişehir halkının değil, kurulduğu günlerde olduğu gibi tüm Anadolu halkının takımıdır.
***
Makus talihe boyun eğmeyenler, tüm zorluklara rağmen Yaşasın Eskişehirspor diye haykırarak Eskişehirspor'u yaşatmayı başaranlar olarak bizler kenetlendik.
Yıllarca tribün liderliği yapan Mustafa Akgören başkanımız, yönetim kurulumuz, teknik heyetimiz, futbolcularımız ve cefakar Eskişehirspor sevdalıları...
Bir bütün olduk.
Kenetlendik, birlikte savaştık ve kazandık.
Şimdi zaferimizi taçlandırma zamanı!
***
Bir avuç sevdalı yüreğin verdi kurtuluş mücadelesi kazanıldı ve şimdi Yeniden Büyük Eskişehirspor idealimizin gerçekleşmesine geldi sıra.
Mücadelenin bu bölümünde sizlere ihtiyacımız var.
Sanayicilerimize, tüccarlarımıza, esnafımıza, belediye başkanlarımıza, milletvekillerimize, oda başkanlarımıza, muhtarlarımıza, esnafımıza, çiftçimize, doktorumuza, avukatımıza, amirimize, memurumuza, öğretmenlerimize, imamlarımıza...
Hasılı kelam Eskişehir'de yaşayan ve Eskişehir'de doyan herkese ihtiyacımız var.
Bir kaç kişinin sırtına yüklemeyelim yükü.
İMECE yapalım!
***
En büyük sıkıntımız yıllardır yaşadığımız GÜVEN BUNALIMI idi.
Eskişehirspor'u bu hale getirenlere güvenmediniz.
Haklıydınız da!
Şimdi bir Mustafa Akgören var!
Mustafa Akgören sizin çocuğunuz. Çoğunuzun okul arkadaşı. Bazılarınızın aile dostunun oğlu. Kimilerinizin akrabası. Kiminizin tribünden arkadaşı ya da lideri. Sizin yeğeniniz. Belki en iyi arkadaşınızın torunu. Eşinizin akrabası belki de! Kiminiz onu sokakta kısa pantolonla top oynadığı zamanlardan bilirsiniz!
İşte o Mustafa Akgören yahu!
Bizim Mustafa!
Ona da mı güvenmeyeceksiniz!
Başkanlık makamına oturduğu günden bu yana bir tek yalanı dolanı yok!
Öyle boş vaatlerde bulunmuyor!
Atıp tutmuyor!
Kimseye sallamıyor!
Enkaz edebiyatı da yapmıyor!
Mustafa Akgören...
Güvendi.
Eskişehirspor sevdalılarına güvendi. Teknik ekibe güvndi ve #BizimÇocuklar'a güvendi.
Kendini ateşin tam göbeğine attı.
Ben yanmazsam kim yanacak ESES için dedi ve başardı!
***
Şimdi tüm Eskişehir'in Mustafa Akgören ve ekibine güvenme vaktidir.
Şu an tek sıkıntımız yıllardır ızdırabını yaşadığımız bu güven bunalımıdır.
Artık bu bunalımdan kurtulalım.
Birbirine güvenen bir avuç insan Türk futbol tarihine bir destan daha yazdı.
Bu destan bitmedi ve siz de bu destanı yazanlardan birisi olmak istiyorsanız Mustafa Akgören ve ekibine güvenelim.
Desteklerimizi arttırarak devam ettirelim.
İNANANIN,
İNANALIM!
BİZ BU MAKUS TALİHİ ESKİŞEHİR HAKLI OLARAK YENECEĞİZ!


20 Ocak 2020 Pazartesi

BİR ÇOCUK DEĞİL; SEVDALI BİR YÜREKTİR EYMEN

Ankaralı Eymen çocuk...
Sadece bir çocuk mu?
Elbette değil.
Türk futbolunda anlaşılması en güç sevdaların yaşandığı, en mantık dışı aşk hikayelerinin yazıldığı, Türk futbolunun yaşayan efsanesi Eskişehirspor'u tüm zorluklara rağmen Türkiye'nin en sevilen takımı yapan sevdalı yüreklerden sadece bir tanesidir Ankaralı Eymen çocuk...
Babası anlamıyor.
Annesi anlamıyor onu.
- Oğlum bak biz Eskişehirli değiliz. Fenerbahçeliyiz, Galatasaraylıyız....
- Bana ne!
- Ama sana formalar da aldık. Bir çok forman var!
- Bana ne!
- Juventus, Barcelona...
- Bana ne!
***
Ve biz Eskişehirli olmayan Eskişehirspor sevdalılarının binlerce kez yanıtlamaktan yorulmadığımız bıkmadığımız o soru soruluyor Ankaralı Eymen çocuğa:
- İyi de oğlum hiç alakamız yok. Sen nerden çıkardın bu ESES'i, nerden duydun!?
Ve o kocaman yüreğin en derinlerinden gelen tüyler ürpertici yanıt:
- Şampiyonluk, tükenmiş nefeslere, Sinan'a Edizlere...
Ve daha nicelerine...
Sevda var...
Bir kutlu sevda uğruna tükenmiş nefesler var...
AŞK, Tanrı'dan gelen bir vahiy gibidir.
Kalplere sevdayı veren ulu Tanrımız Allah-u Teala'nın her babayiğide nasip etmeyeceği büyük bir lütuftur Aşk...
Sebebi olmaz!
Nedenleri, niçinleri yoktur!
Kıraç topraklarda filizlenip, büyüyen, Kara&Kızıl renklerle bezenen gelincik çiçeği gibidir Aşk!
***
1970'lerin başında Kasımpaşa'da Anadolu Yıldızı'na gönlünü kaptıran çocuk da bilmiyordu sebebini.
1965'te İzmir'de...
Eskişehirspor'u Karşıyaka karşısında ilk kez izlerken kendi kendine ''Ateş, sana Eskişehirsporlu olmak yakışır'' diyerek ilk görüşte Eskişehirspor'a aşık olan delikanlı da bilmiyordu bu sevdanın sebebi.
Ve hiç sorgulamadılar!
Sadece o meşhur soruya bıkmadan usanmadan bir ömür boyu yanıt verdiler.
Ve Eymen çocuk.
- Bana ne! diyor
- Bana ne kardeşim. Ben takım tutmak istemiyorum. Ben Kara%Kızıl sevdaya düştüm. Ben Eskişehirspor'a aşık oldum. Siz istediğiniz takımı tutun ama bana bulaşmayın!
Diyor Eymen çocuk.
***
Ve Eymen çocuk sevdasına çabuk kavuştu.
Eskişehirspor başkanı ve geçmiş dönem Asbaşkanımız Mehmet Şimşek sağolsunlar.
Eymen çocuğun vuslatına vesile oldular.
Ben Eymen kardeşimin ömrü kadar hasret çekmiştim.
O zaman imkanlar bu kadar geniş değildi.
Eskişehirspor başkanına ulaşmak bu kadar kolay değildi.
Sevdam küme düşmüştü.
Eskişehirspor Vefa Stadı'nda oynayacaktı ve ben tek başıma oraya gidebilecek, maça girebilecek kadar büyümüştüm.
Daha ilk kavuşmamda yüreğim sızlamış, ciğerlerim yanmıştı.
Eskişehirspor maça çıkarken rüzgar sahada bir toz bulutu oluşturmuş ve Eskişehirspor bu toz bulutunun içinde kalmıştı.
Hıçkıra hıçkıra ağlamıştım.
Hep çim sahalarda oynayan ESESİM nasıl olur da böyle tozun içinde kalır diye ne çok ağlamıştım...
***
Eymen çocuk gülerek erdi muradına Elhamdulillah...
Sanki tükenen umutlarımızı yeniden alevlendirdi.
Ligin en güçlü ekiplerinden birine karşı aldığımız bu galibiyet sevdalı yüreklere en güzel armağan oldu.
Aşk dua gibidir.
Ve Eymen çocuğun aşkı bir dua olup ulaştı yaradana.
Kendi taraftarımızın bile ''Fark yeriz!'' dediği maçı kazandık.
Eymen ve Eymen gibi sevdalı yüreklerin duası kabul oldu.
Tam bitti demeye hazırlanırken, tribünlerden yükselen o ses bir kere daha kulaklarımızda yankılandı, yüreklerimizi titretti:
- Eskişehirspor davası ölmeyecek!
***
Öncelikle Eymen kardeşimizin yüreğinde bu kutlu sevdaya saygı duyup, onu sevdasına kavuşturmak için mücadele eden Anne ve Babasına sonsuz teşekkürler.
Eymen kardeşimizin çok istediği Keçiören maçına girebilmesi için seferber olan Eskişehirspor yönetimine ve bu sevdaya kucak açan tüm taraftarlarımıza sonsuz teşekkürler...
YAŞASIN ESKİŞEHİRSPOR!..