12 Ocak 2015 Pazartesi

Uyusun da bölünsün Türkiyem (2)

Atatürk'ün ölümünden sonra, Komünist rejimin ihracatçısı SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) yanlısı İsmet İnönü iktidarı ele geçirmişti.
Komünizm rejiminin temel söyleminin "Özgürlük" olmasına rağmen SSCB topraklarında milyonlarca Türk esaret altında yaşıyordu.
Kurtuluş Savaşı'nın en önemli unsurlarından biri olan İsmet İnönü de SSCB'nin rejim ihracatından etkilenmiş bir devlet adamıydı. Bu etkilenme yavaş yavaş kendini gösteriyor ve Demokrat Parti iktidarına kadar Türkiye Komünist rejime yakınlaşıyordu.
İsmet İnönü döneminde yapılan iki büyük yanlış belki de ülkemizin altına konulan en büyük dinamitlerdi.
Atatürk'ün büyük destekleri ile uçak üretimi yapan Nuri Demirağ uçak fabrikasının kapatılması, ülkemizin geleceğini karartan en önemli olaydı. Belki de Türkiye Cumhuriye Devleti'ne yapılan en büyük hainlik bu fabrikanın kapatılmış olmasıydı.
***
Türk milleti yeniden uyutuluyordu.
"Benim milletim açken ben fabrika çalıştıramam" masalıyla uyutulan aziz milletimiz belki kendi nefsini okşayan bu sözleri beğeniyordu ama neler kaybettiğini de bilemiyordu.
1944 yılında Nuri Demirağ uçak fabrikası, bütün dünyayı ayağa kaldıran bir çift motorlu uçak projesini tamamlamış ve birçok ülkeden siparişler almaya başlamıştı.
Gücünü Tanrı dağlarından alıp, yönünü Beytullah'a dönen, birçok Avrupalı tarihçi tarafından "Bozkurt" olarak anılan Atatürk'ün kurduğu CHP ve TC Devleti artık yönünü Moskova'ya çevirmişti.
Temel fikriyat olarak ırk anlayışına karşı olan zihniyet ne hikmetse ibadet alanında Türkçe dayatması yaparak Müslümann dini inançları üzerine baskılar kuruyordu.
İkinci büyük ihanet burada yapıldı.
Atatürk döneminde denemeleri yapılan ancak halk tarafından benimsenmeyince bir dayatma olmaktan çıkan Türkçe Ezan, Refik Saydam'ın başbakan, İsmet İnönü'nün de Cumhurbaşkanı olduğu 1941 yılında çıkarılan bir kanunla zorunlu hale getirildi.
***
Uçak fabrikasının ve bunun yanısıra birçok sanayi üretimi yapan atölye ve fabrikanın kapatılması ülkemizin ekonomik gelişimine vurulan büyük bir darbe olurken, Türkçe ezan ve Türkçe ibadet dayatması da Atatürk döneminde silinip atılan din bezirganlarının eline oldukça önemli bir koz olarak verilmişti.
Dinin siyasete alet edilmesi CHP ile başlamış ve Demokrat Parti ile devam etmişti.
Türkçe ezanda dinen tek sakınca "Allah" isminin "Tanrı" olarak tercüme edilmesidir.
Dünya üzerindeki tüm dil bilgisi kurallarında özel isimlerin tercümesi olmadığı hepimizin malumudur. Buna rağmen bir özel isim olan Allah kelimesinin Tanrı olarak çevrilmesi ya büyük cehalet ya da büyük bir art niyet hatta ve hatta ihanettir.
DP Türkçe ezan ve Türkçe ibadet dayatmasını kullanarak siyasi arenaya girdi ve dönemin CHP iktidarının bu zulümlerinden kaçan Türk milleti adeta denize düşen yılana sarılır misali DP'ye koşmuştu.
***
Yeni bir uyusun da bölünsün Türkiye masalının içindeydik artık.
Yönünü SSCB'den ABD'ye dönen Türkiye yeni masallarla derin uykulara dalmaya başlıyordu.
Artık ezan yeniden Arapça okunuyordu.
Halk arasında "Türkçe Kur'an okumak" artık günah sayılıyordu.
Artık halkımız Kur'an-ı Kerim meali okumuyor, bilenler Arapça okuyor bilmeyenler ise sadece dinliyordu.
Dinlemek sevaptı.
Anlamadan okumak da sevap...
Halbuki, Allah-ü Teala defalarca "Biz bu kitabı okunsun ve anlaşılsın diye apaçık ayetler olarak indirdik" diyordu...
Olsun yine de anlamadan okumak çok sevaptı...
Yeniden Kur'an kursları açılıyor, yeniden tekkeler, zaviyeler açılıyor, tarikatlar yeniden ortaya çıkıyordu.
***
Atatürk'ün getirmiş olduğu "Bir Tanrı, Bir din, Bir kitap" anlayışı kısa zamanda bitmiş, yeniden Kur'an anlaşılmadan okunmaya, Allah'ın dediklerinden ziyade falan hocanın dedikleri, filan hocanın dedikleri rağbet görmeye başlamıştı.
Menderes döneminde ezan yeniden Arapça okunurken milletimiz yine uyutuluyor ve ABD'nin baskıları sonucu sanayi üretimi düşürülüyor, kısa bir zaman önce büyük bir kurtuluş savaşı verip kazandığımız düşman askerleri NATO maskesi altında ülkemize doluşuyor, ülkemiz topraklarında bu devletler üsler kuruyor, yatırımlar noktasında yabancılara imtiyazlar tanınıyor, Marshall yardımlarıyla üretimden uzaklaştırılıyordu.
Onlarca idamın gerçekleştirildiği Menderes iktidarında, yüzlerce gazeteci hapse atılmış, tam bir polis devleti oluşturulmuştu.
O günlerin tek muhalif kanadı olan CHP artık milletin gözünde din düşmanı bir oluşumdu.
Dolayısıyla CHP'yi kuran Atatürk de öyle görülüyordu.
Uyuyan milletimiz gerçekleri göremiyor, Atatürk sonrasında halkın dini değerlerine saldırmaktan başka bir icraatı olmayan İnönü CHP'si de DP karşısında aciz kalıyordu.
Bu acziyetin sonucunda DP'den kurtulmanın tek çaresi kalmıştı.
Ve Ordu ilk darbeyi gerçekleştiriyordu.
***
Darbeciler de fikri anlamda yetersizdi.
Vatanı kurtarmak adına yapılan darbe artık bir zulme dönüşüyordu.
Uyduruk mahkemeler, uyduruk yargılamalar ve ardından gelen idamlar...
DP zamanında yapılan zulümlerin bin beteri darbeciler döneminde yapılmaya başlanmıştı...
Dini kullanan siyasetçilere karşı Atatürk'ü kullanan ve halka daha fazla zulmeden darbecilere ilk karşı duruş yine ordunun içinden olmuş ve bu karşı duruşun sembol isimlerinden Albay Alparslan Türkeş çeşitli işkencelere maruz kalmış sürgün edilmişti.
Ninniler, masallar havada uçuşuyordu.
Milletimiz yine denize düşen yılana sarılır pozisyonunda kalmıştı...
(Devam edeceğiz)

11 Ocak 2015 Pazar

Uyusun da bölünsün Türkiyem....

Dillerimize pelesenktir bu ninni...
- Uyusun da büyüsün ninni, tıpış tıpış yürüsün ninniii...
Çocuklarımız uyuyacak ve büyüyecek.
Biz de öyle büyümedik mi?
Uyutup uyutup büyüttüler bizi.
Anneler bebeklerini aslında büyümeleri için uyutmuyorlardı.
Bebek uyumalıydı ki, anne rahat edebilsin.
Çamaşır yıkayabilsin,
Bulaşık yıkayabilsin,
Beş çayında komşularla rahat rahat dedikodu kazanını kaynatabilsin...
Uyumalıydı çocuk...
Büyümek mi?
Gerçekten onun uyumakla bir alakası yok.
Çocuklar sürekli uyuyarak değil, uyanık kalarak büyürler, hayatı öğrenirler...
***
Daha kundaktayken alıştırıyorlar bizi bol bol uyumaya.
O kadar alıştık ki, uyumaya artık zihnimiz de uyumaya başladı.
Gözlerimiz açık ama kalplerimiz, zihnimiz uyuyakalıyordu ayak üstü...
Türkler Orta Asya'dan çıkıp tüm dünyaya yayılma sürecini başlattıkları an, şer odakları adeta bir şoka girmişlerdi...
Bütün dünya milletlerinin izledikleri yayılma politikasına Türkler de ayak uydurmuş ancak onlarınki farklıydı.
Gittikleri yerlerde, yağma talan yapmıyor, insanlara zulmetmiyor, adeta bir kurtarıcı gibi herkese adalet dağıtıyorlardı.
Ne batı dünyası, ne de Arap ve Farisiler Türklerle başa çıkamıyordu...
Türkler dünyanın en stratejik noktası olan Anadolu topraklarında Büyük Selçuklu Devleti'ni kurarak, buradaki hükümranlığını ilan ediyordu. O dönemde hiçbir ulus Türklerin bu stratejik topraklarda sonsuza dek kalacağını tahmin bile edemiyorlardı. Ancak Sultan Alparslan "Size öyle bir toprak aldım ki; ebediyen sizin olacak" sözleriyle Türk hükümranlığının burada sonsuza kadar süreceğinin müjdesini veriyordu...
***
Selçuklu'nun ardından kurulan cihan imparatorluğu Osmanlı üç kıtaya yayılarak dünyanın kurtarıcısı olmuş, İslam aleminin de halife devleti olarak yüzyıllarca varlığını sürdürmüştü.
Türkler ile savaş meydanlarında başa çıkamayacaklarını anlayan batı medeniyetleri ve Tevrat'taki Vadedilmiş Topraklar'a kavuşmayı amaçlayan siyonistler Osmanlı döneminde çeşitli Bizans entrikaları ile Türkler'in hükümranlığını kırmaya çalıştılar.
İslam adı altında Türk gelenek ve görenekleri bozulmaya başlandı.
Anap ve Fars gelenekleri İslam geleneği gibi ortaya konulup, Türkler'in geleneklerinden uzaklaştırılması sağlandı.
Onlar biliyorlardı ki, Türkler geleneklerinden koparsa dinlerinden de koparlardı.
Hep bunun mücadelesini verdiler.
Öyle bir noktaya gelindi ki; Osmanlı topraklarında "Etrak-ı bi idrak" yani "Aptal Türkler" anlamında bir deyim bile halk arasında söylenir olmuştu.
***
Osmanlı adında bir millet ve Osmanlıca adında bir dil uydurmaya çalıştılar.
Tek hedefleri İslam dinini en yalın ve yorumsuz halde yaşayan Türk Milleti'ni asimile etmek, Araplaştırmak, Farisileştirmek ve nihai olarak da yok etmekti...
Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş - ı Veli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Celaleddin-i Rumi gibi halk önderleri İslam'ın gerçek anlamda yaşanması adına önemli çalışmalar yapıyor, İslam dinini hurafe ve bidatlardan temizliyorlardı.
İşte bu noktada uyuması gerekiyordu Türk milletinin...
- Uyu da büyü, daha da büyü...
Deniliyor ve Türk milletini uyutarak bölme çalışmalarına hız veriliyordu...
Türkler'in dünyaya en büyük armağanı olan, mazlum halkların koruyucusu, adalet ve huzurun simgesi Osmanlı İmparatorluğu bu uyutma taktiği ile çöküş dönemine getirildi.
Osmanlı'nın elindeki topraklar, insanları köle gibi gören emperyalist medeniyetler tarafından bir bir geri alınırken, mazlum milletler de "Hürriyet" ninnisiyle uyutulmuşlardı...
***
Son noktaya gelindiğinde, Cihan İmparatorluğu Osmanlı toprakları tamamen işgal edilmiş ve Anadolu'nun orta yerinde avuç içi kadar bir bölgeye adeta hapsedilmişti. Emperyalist güçler büyük bir memnuniyet içindeydiler.
Osmanlı'ya artık "Hasta Adam" diyorlardı.
Bilmedikleri bir şey vardı.
Türk hasta bile olsa, vatan toprakları söz konusu olunca, en güçlü düşmanı bile yenmeye muktedir olabilirdi.
Osmanlı Padişahı'nın talimatıyla kurtuluş destanını başlatmak üzere işgal altındaki İstanbul'dan gizli bir şekilde Anadolu'ya gönderilen Mustafa Kemal Paşa'nın Karadeniz üzerinden Samsun'a ilk adım atmasıyla dünya tarihinin yazabileceği en büyük ve muhteşem "Kurtuluş Destanı"nı yazılmaya başlanmıştı...
- Uyusun da büyüsün ninnisiyle yıllardır uyutulan Türk Milleti "Ne Mutlu Türküm Diyene!" nidasıyla uykudan uyanıyordu...
***
Büyük Kurtuluş Destanı'nın ardında Anadolu topraklarında Türk hükümranlığı "Türkiye Cumhuriyeti" devleti ile yeniden başlamış oldu.
Osmanlı İmparatorluğu'na, dolayısıyla Anadolu topraklarında Türk hükümranlığına son tekmeyi vurmak için ellerini ovuşturan siyonist ve emperyalist güçler Mustafa Kemal Paşa önderliğinde büyük bir yenilgiye uğratılmış ve hayallerini de alarak ülkemiz topraklarından kaçmışlardı...
Uyuyan değil, uyanan bir millet vardı artık.
Bir Millet Uyanıyor demişti yazar bu manzarayı anlatırken...
Türk düşmanları, bir kez daha silahla, tankla, topla Türk milletini yenmek mümkün değildi...
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti kısa zamanda bu stratejik topraklar üzerindeki hükümranlığını yeniden kurmuştu.
Atatürk'ün sağlığında yapılan hamlelerle uyanık bir şekilde büyüyen devletimiz ve milletimiz için Atatürk'ün ölümünden sonra yeni bir "Uyusun da büyüsün" dönemi başlıyordu...
(Devam edeceğiz)


9 Ocak 2015 Cuma

Eskişehirspor'a "Önce Samimiyet" yönetimi...

Dünkü yazımızda belirttiğimiz 3 başkan adayı sayısı dün itibariyle 4'e yükseldi.
Şu an iktidarda bulunan Mesut Hoşcan dışında diğer tüm adaylar oldukça iddialı.
Ancak Eskişehirspor camiası artık iddia beklemiyor.
Samimiyet bekliyoruz...
Eskişehirspor'u Eskişehirspor sevdalıları yönetsin diyor ve bu sevdada samimi olanları bir samimiyet sınavına davet ediyoruz.
Buyrun meydan burada sayın adaylar...
Eğer maksadınız, Eskişehirspor'da iktidarı ele geçirip kişisel egolarınızı tatmin etmek değil de Eskişehirspor'un menfaatleri ise, çağrımızı duyun ve bu samimiyet sınavına katılın.
***
Bu "Önce Samimiyet" yönetimi nasıl oluşturulacak?
Elbette şu an meydana çıkıp "Ben adayım" diyen ve halen kulübün başında bulunan kişilerin mutabakatı ile sağlanacak bu samimiyet yönetimi.
"Önce Samimiyet" yönetimini gerçekleştirebilirsek Eskişehirspor tarihinin en güçlü yönetimine sahip olacaktır.
Bu yönetim kadrosuna mutlaka ve mutlaka ETİ ve SARAR gibi Eskişehir kentinin marka isimleri de katılmalıdır.
Lider kim olacak?
Rahmetli Abdullah Gegiç hocamız ile yaptığım son görüşmede uzun uzun dertleştik.
Son olarak kendisine o malum soruyu sordum:
- Hocam ne olacak bu ESES'in durumu?
Hocamız hiç soluk almadan yapıştırdı cevabı:
- Bak evlat, Eskişehirspor'un yeniden eski efsane günlere dönebilmesi için tek eksiği vardır, Aziz Bolel gibi bir lider... Eskişehir halkını o günlerde olduğu gibi büyük bir heyecan ile takıma sahip çıkacak bir noktaya getirecek bir lidere ihtiyacımız var...
Ne kadar da doğru bir tespit idi.
Allah gani gani rahmet eylesin hocamıza...
***
Hocamızın da belirttiği gibi Eskişehirspor camiası bir başkan değil bir lider arıyor.
Koca kenti hop oturtup, hop kaldıracak bir lider.
Bugün adaylık yarışına girenlere ve tüm kentimize liderlik edecek kişi kim olabilir?
Örneğin bir İsmail Arca neden olmasın?
Bir Amigo Orhan neden olmasın?
Bir Fethi Heper neden olmasın?
Bu isimlerden biri ya da bir başka "lider başkan" adayı ve mevcut başkan adaylarının bir araya gelerek oluşturacakları bir "Önce Samimiyet" yönetimi Eskişehirspor'un tek kurtuluş reçetesi olacaktır.
Böyle bir yönetim ile Eskişehirspor Türk Futbolu'ndaki yarım kalmış devrim hareketini tamamlayacak ve yeniden Anadolu Yıldızı olacaktır.
Bunu başaramazsak, aynı kişiler etrafındaki bu kısır döngü sürüp gidecek ve Eskişehirspor sevdalıları bu kısır döngü içinde küçük başarılara sevinen bir taraftar kitlesi olarak kalacaktır.
***
Pek çoğumuza hayal bile edilemeyecek derede gelebilir bu yazdıklarımız.
Ancak hakikat budur?
Bir zamanlar hayal bile edemediğimiz birçok olayın nasıl gerçeğe dönüştüğünü unutmayalım...
Ve biz hayal edemezsek, hiçbir güzellik gerçeğe dönüşmez bunu da unutmayalım.
"Önce Samimiyet" yönetiminin bir başka özelliği de bünyesinde bir "Taraftar Kurulu" oluşturulmasıdır.
Tıpkı Disiplin Kurulu gibi...
Tıpkı "Denetleme Kurulu" gibi
Bir de "Taraftar Kurulu" oluşturulmalıdır.
En az 5 üyeden oluşan bir kurul...
Bu kurulun tüm üyeleri halen tribünlerde maçları izleyen, deplasmanlara koşturan, deplasman otobüsünde yarım ekmeği ikiye bölüp arkadaşıyla paylaşan Eskişehirspor sevdalılarından oluşmalıdır.
Bu önerimi yıllardır yapıyorum...
Eskişehirspor'un en önemli unsuru taraftar ise, kulüp üyeliğine kota koymak yerine bu taraftarın yönetimde söz sahibi olması mutlak surette sağlanmalıdır. Taraftarın beklediği gerçek şeffaflık ancak bu sayede çözülebilir...
***
Eskişehirspor sevdalıları artık ne denize düşmeli ne de yılana sarılmalıdır.
Hepimiz mantık çerçevesinde düşünelim ve bu "Önce Samimiyet" yönetiminin kurulması için çabalayalım.
Adayları buna zorlayalım.
Bugün danyanın neresinde olursanız olun Eskişehirspor denilince akla ilk olarak ESES sevdalıları geliyorsa bu sevdaya kota konulmasına değil, bu sevdanın birebir kulüp yönetimi üzerinde söz sahibi olması şartına destek olalım.
Bu süreçte hiçbir adaya destek vermeyelim, "Lider Başkan" liderliğinde kurulacak olan "Önce Samimiyet" yönetimi için zorlamalarda bulunalım.

8 Ocak 2015 Perşembe

"Önce Güven"medim...

Öncesinde de güvenemedim, sonrasında da...
Halil Ünal'ı eleştiri yağmuruna tutarken, bir anda Halil Ünal'cı oluverdim Önce Güven ekibi sayesinde
Olmayacağı baştan belliydi.
Önce Güven sloganı tamamen içi boş ve şüpheye sevkeden bir slogan oldu benim için.
Yıllardır gelen menfaatçi ve beceriksiz yönetimler sayesinde güvenini tamamen yitiren ESES sevdalıları sadece sir slogan ile bu güveni tazelemeyemezdi.
Hele ki; yıllarca Halil Ünal ile birlikte görev yapmış biriyle hiç olmazdı.
Olmadı da...
***
Olmayacağını söylemiştik.
"Halil Ünal'dan daha kötü olamaz" dedi bazı arkadaşlarımız ve desteklediler.
Eyvallah dedik ama olmaz bunu da bilin...
Önce Güven dediler ama nasıl güvenmemiz gerektiğini söylemediler.
Neden güvenelim bize bir neden söyleyin.
Yok...
Söyledikleri tek şey vardı:
"Halil Ünal kötü"
Eyvallah bunu biz de biliyoruz ama sizler de uzun zaman onunla birlikteydiniz.
Mesela kulübe en büyük yarayı Mesut Hoşcan'ın eseri olan Kris Boyd verdi.
Kris Boyd meselesi net bir şekilde ortada dururken neden güvenelim?
***
Ben güvenmedim.
Ülkemizde her alanda olduğu gibi futbolda da çirkeflik boğaza kadar gelmiş.
Böyle bir ortamda bu çirkefliğin içinde ayakta kalabilmeyi başarmış bir Halil Ünal varken neden yeni bir maceraya girelim?
Bunun cevabını alamadık.
Bize güven verecek bir aday çıkmadığı sürece bu takım bu ligde kalmaya devam edecekse Halil Ünal ile devam eder dedik.
***
Üçüncü bir isim çıksın dedik.
Olmadı.
Kimse cesaret edemedi bu çirkef ortama girmeye...
Şimdi yine Mesut Hoşcan yönetiminde görev alıp, sonradan istifa eden bir Mehmet Akman çıktı ortaya.
"30 Milyon Lira bütçe ile geleceğiz" diyor..
Süper, harika!..
Ama bir dur bakalım arkadaş.
Öyle lafla sözle olmaz bu iş.
Bu parayı kulübe hibe mi edeceksiniz borç mu vereceksiniz?
Eğer hibe edeceğiz diyeceklerse bu hibe bilanço da yer almalıdır.
Ne Halil Ünal döneminde ne de Mesut Hoşcan döneminde "Yöneticilerin bağışı" adı altında bir gelir kalemi göremedik.
***
Üye olabilmek için ESES sevdalısı bir vatandaşa "kulübe üye olmadan önce 1000 TL para vereceksin arkadaş" maddesini tüzüğe koyanlar;  "Bu kulübe yönetici olacaksan 100 bin TL kafadan hibe yapacaksın arkadaş" maddesini neden koyamadılar?
ESES sevdalıları artık kuru gürültüye pabuç bırakmamalıdır.
Halil Ünal görevi aldığında zoraki almıştı.
Hiç kimse Süper Lig'e çıkmış olan Eskişehirspor'a başkan olmak istemiyordu.
Başta vali baba olmak üzere yoğun baskılar sonucunda Halil Ünal görevi devraldı.
Görevi alel acele bırakan Nebi Hatipoğlu da dahil herkes Süper Lig'deki bir takıma başkan olmayı ateşten bir gömlek gibi görüyordu.
Belki haklıydılar kendilerince...
***
Halil Ünal aldı görevi.
Zoraki göreve başladığı günden bu güne geldiğimizde şu an göreve talip olmak için çabalayan 3 başkan adayının olduğunu görüyoruz. Bu bizi bir noktada mutlu ediyor.
İster sevelim ister sevmeyelim, bugün üç başkan adayının göreve talip olabileceği kadar iyi bir kulüp ise Eskişehirspor bu Halil Ünal'ın eseridir.
Herkesin kaçtığı bir ortamda aldığı takımı Avrupa Kupaları'nda yarıştırdıysa bu Halil Ünal'ın eseridir.
Eğer Mesut Hoşcan ve ekibi Eskişehirspor'un menfaatlerini ön planda tutarak, bir olağanüstü kongre kararı alırsa 3 adaylı bir seçim olacak gibi görünüyor.
Benim buradan üç adaya da bir çağrım olacak.
Bu çağrımı tüm camiamıza da yapıyorum.
***
Geliniz bu zor ortamdan büyük bir mutabakat yönetimi ile çıkalım.
Her üç aday da "Eskişehirspor'un menfaatleri her şeyden evvel gelir" diyebiliyorsa buyrun meydan.
Eskişehirspor'un menfaatleri "Bir olmayı, Diri olmayı ve İri olmayı" gerektiriyor.
Geliniz kişisel sorunlarınızı bir kenara bırakınız ve güçlerinizi birleştirerek Süper Lig'in en güçlü yönetim kadrosunu yapınız.
Her üç aday da Mehmet Akman'ın söylediği gibi bütçesini açıklasın ve bu bütçeyi  ilk icraat olarak kulübün kasasına hibe olarak koysunlar.
Bir dönem sürecek bu yönetim güçlü bir takım oluşturup, bu ligde kalıcı olduğumuzu dost düşman herkese göstersinler ve sonraki dönemde de herkes kılıçlarını kuşanıp, başkanlık mücadelesini versin.

(YAZIMIZI YARIN DEVAM EDECEĞİZ...)