31 Ağustos 2014 Pazar

Kızılay Meydanı'na gömülen ''Sosyal Devlet''

Kasımpaşa'da bir ikindi vakti...
Bir tür çay bahçesine dönüştürülen Kızılay Meydanı'nındayım...
Meydan cıvıl cıvıl.
Genç, yaşlı,
Bay, bayan,
Çoluk çocuk doldurmuşlar meydanı...
Anlayacağınız Kızılay Meydanı'nda herkese yer var...
Güvercinler bile yerli yerinde.
Tıpkı çocukluğumda olduğu gibi.
Onlar da çeşme etrafında rızıklarını tüketmeye devam ediyorlar.
***
Meydanı çevreleyen kafelerden Kantin Kafe'nin en ön masasına oturdum.
Bir taraftan cıgaramı tüttürürken bir yandan da genç garson arkadaşın getirdiği tavşan kanı çayımı da yudumluyor ve meydanı izliyorum.
Bu meydanda unutulmaz anılarım var.
Örneğin ilk polis copunu bu meydanda yemiştim...
Öyle eylemden dolayı falan değil.
Değil siyasallaşmamış yaşlardaydım.
Ben diyeyim 11 siz deyin 12...
Henüz ilkokul yıllarımızdayız.
Bu yaşta bir çocuk polisten neden dayak yiyebilir ki!?
1 Paket margarin yağı için.
Evet yanlış okumadınız.
1 Pake margarin yağı alabilmek için çocuk yaşta polis copunun tadına bakmıştım.
***
Yokluk ve anarşi yıllarıydı.
Her şey karaborsa...
Dükkanların önlerinde kuyrukların uzayıp gittiği hatta ve hatta ''kuyruk sırası'' ticaretinin bile yapıldığı yıllar...
O dönemlerde Kızılay Meydanı'nda devasa bir Tanzim Satış mağazası vardı.
Devlete ait bir ucuzluk mağazası.
O zamanlar market kavramını henüz bilmiyorduk.
Sadece Tanzim Satış'ı bilirdik.
Hemen hemen her ilçede 1 tane vardı sanırım.
Buralarda ürünler bakkallardan daha ucuza satılır, ancak alış veriş yapmak biraz zahmetli olurdu.
Kuyruğa girmeniz gerekirdi.
1977 yılında merhum Bülen Ecevit hükümeti döneminde İzmir'de başlatılan bu uygulama sosyal devlet anlayışı içinde zamanla bütün ülkeye yayılmıştı.
Amaç hem enflasyonla mücadele, hem de temel gıda maddelerinin gariban halka daha ucuza ulaştırılmasıydı.
***
12 Eylül cunta yönetimi ve arkasından gelen Turgut Özal hükümeti ile birlikte bu Tanzim Satış mağazaları kapatıldı.
Uygulama farklı bir şekle büründü.
O dönemlerde insanlar bu mağazalardan alış veriş etmek için fakir olduklarını devlete tescil ettirmek gibi onur kırıcı bir zorunluluk içinde değillerdi.
Özal hükümeti ile birlikte insanımızın fakirliğinin devlet tarafından tescil edildiği günlere geldik.
O an anladım ki;
Bir insan için fakirliğini tescil ettirmenin acısı, margarin yağı almak için yediğim polis copunun acısından çok daha ağır...
Günümüzde artık insanlarımızın fakir olup olmadığı özel ekipler tarafından araştırılıyor ve uygun görülürse bir ''Fakir Belgesi'' veriliyor...
Peki ''Ben fakirim'' diyemem onurlu insanlar ne olacak?
***
Mevzu derin.
Genç garson arkadaştan bir çay daha istiyorum.
Önümdeki kül tablası nerdeyse dolmuş.
Cıgaramdan çektiğim her nefes bir sancı alıyor sanki yüreğimden.
Bir zamanlar, ''sağ elin verdiğini sol el görmemeli'' zihniyetinde olan milletimiz bugün fakirlik testine tabi tutuluyor.
Ve dünyaya sosyal devlet anlayışının en güzel örneklerini sergileyen Osmanlı İmparatorluğu'nun varisleri olarak bugün bizim devletimiz insanları resmen fakir olarak tescil etmek gibi onur kırıcı bir uygulamaya imza atıyor.
Biz nasıl bu hale geldik.
Ne millet devletine güveniyor, ne de devlet milletine...
Halbuki;
Fatih Sultan Mehmed Han şu Kasımpaşa kıyılarına karadan gemiler yürütecek gücü milletine olan güvenden almamış mıydı?
***
Evet, benim ilk polis copunu yediğim Tanzim Satış artık yok.
Şimdi 'sosyal market' var.
Milletimizin fakirliğini tescil ettirmeden onurunu zedelemeden ihtiyacını giderebildiği Tanzim Satış mağazalarının kapatılmasıyla birlikte sosyal devlet anlayışı da kapanmıştı Kızılay Meydanı'nda.
Artık onun yerine tescilli fakirlerin ihtiyaçlarını karşıladıkları 'sosyal' market var Kızılay Meydanı'nda...

26 Ağustos 2014 Salı

Suriyeliler, sığınmacı mı, işgalci mi, yatırımcı mı?

''Suriyeli kardeşlerimiz MUHACİR, bizler de ENSAR'ız''
Bu cümle ile AKP hükümeti izlemiş olduğu Suriyeli mülteci politikasını dini bir çerçeveye oturtmak istemişti.
Neden böyle bir gereksinim duydu AKP?
Çünkü izlediği bu mülteci politikasının yanlış olduğunu biliyor ve halka bunu yutturmak için dini motiflerle süslemekten başka çaresi yoktu.
Suriye'deki iç savaştan kaçıp ülkemize sığınanlar öylesine kontrolsüz bir şekilde alındı ki ülkemize kelimenin tam anlamıyla kantarın topuzu kaçtı.
***
AKP ülkemize kabul ettiği sünni Arapların büyük çoğunluğunu vatandaş yaptı.
Vatandaş yapılan bu Arap sığınmacıların hepsinin AKP'ye oy atması sağlandı.
Kendi vatandaşına sağlamadığı imtiyazları Arap vatandaşlarına sağlayan AKP hükümeti, kısa bir süre sonra sayıları 3 milyona yaklaşan bu sığınmacıların bulundukları kentlerde büyük bir asayiş sorunu yaratacaklarını düşünememişti.
Maaş bağlandı.
İş imkanı sağlandı.
Bir çok devlet hizmetinden ücretsiz faydalandırıldılar.
Üniversitelere sınavsız girmeleri sağlandı.
Saymakla bitiremeyeceğimiz bir çok imtiyaz Arap sığınmacıların emrine amade edildi.
***
Bugün geldiğimiz durum gerçekten büyük bir vehamet manzarası sunuyor bizlere.
Muhacir olarak bize yutturulan imtiyazlı Sünni Araplar;
Yerleştikleri kentlerde sahipsiz metruk binaları işgal etti.
İstanbul gibi büyük kentlerin cadde ve sokakları Suriyeli dilenciler tarafından işgal edildi.
Öyle gönlünüzden kopanı istemiyorlar.
Sülük gibi yakanıza yapışıp, adeta masum bir gasp yapıyorlar.
Küçük yaştaki Suriyeli çocuklar 6-7 kişilik guruplar halinde semt pazarlarında pazar esnafının tezgahından, bakkallardan, seyyar satıcılardan ufak tefek meyve, sebze, eşya ve bunlara benzer küçük tüketim mallarını çalıp kaçıyorlar.
İstanbul'da kendi çevremizde yaşadığımız olaylara baktığımız vakit artık ''Bunlar muhacir mi yoksa işgalci mi?'' diye sormadan edemiyoruz.
***
Gezip gördüğümüz bir çok mahallede Arapça tabelalar aldı başını gidiyor.
Savaştan kaçıp gelen zavallı muhacir olarak bize yutturulan Sünni Araplar;
Bakkal dükkanı açıyor,
Giyim mağazası açıyor,
İnternet kafe açıyor,
Cep telefonu dükkanı açıyor,
Seyyar satıcılık yapıyor...
Zaten işsizlik içinde büyük sıkıntı yaşayan esnafımız, bir de muhacir olarak gelen Arapları karşılarında rakip işletmeci olarak görünce haliyle çileden çıkıyor.
Hangimiz çileden çıkmayız ki?
***
Düşünün!..
İşsizlikten bir çok gün siftah etmeden dükkan kapatıyorsunuz
Banka kredileri ve kredi kartlar ile vergi ödemeye çalışıyorsunuz.
Her mahallede mantar gibi artan süper marketlerle mücadele edip ayakta kalmaya çalışırken, bir de bakıyorsunuz savaştan kaçıp ölüm korkusu olmadan yaşayabilmek için ülkenize sığınan ve sizin de yardımlarda bulunduğunuz insanlar size rakip oluyor.
Bu ruh hali içinde bu durumu kabullenebilecek kaç insan vardır?
***
Bizim insanımız yardımseverdir.
Sabırlıdır.
Ancak bıçak kemiğe dayandığı vakit de kurunun  yanında yaşı da yakar geçer.
Hükümetin sığınmacılar konusundaki umursamaz tavrı bir çok kentimizde acı sonuçlar doğurmaktadır.
Bir Suriyeli'nin Gaziantep'te bir vatandaşımızı öldürmesiyle başlayan olaylar yavaş yavaş bütün kentlerimize yayılmaktadır.
Vatandaşlarımız ''Bunlara sessiz kalırsak yarın bir gün bizi de öldürmeye kalkışırlar'' düşüncesiyle en ufak bir kıvılcımda hiç de arzu etmediğimiz sonuçlarla karşılaşacağımız büyük bir öfke patlaması yaşayabilir.
***
İstanbul adeta saatli bir bomba durumunda.
Hükümet acilen tedbir almazsa, o bomba patlar.
İstanbul'da yaşanacak olası bir öfke patlaması, Anadolu'da yaşananlardan çok daha vahim sonuçlar doğurur.
Biz sokaklarda yaşayanlar olarak, sırça köşklerden ülkemizi yönetenleri uyarıyoruz.
Lütfen acil tedbir alın!..

22 Ağustos 2014 Cuma

Çocuklarını dövebilecek kadar güçlü olan anne babalar....

Tanrımız Allah-ü Teala'ya verdiği ömür için şükürler olsun.
50 yıla yakın zamandır yaşıyoruz bu fani dünyada.
Bu yaşam süresince insanları anlamaya çalışım.
İnsanların ortaya koyduğu çelişkileri çözmeye çalıştım.
Akıl erdirmeye çalıştım...
Bunca zamandır aklımın almadığı,
Aklımın ermediği,

Vicdanımın kabullenemediği en büyük muamma,
Anne ve babaların henüz bacak kadar bile olmamış,
Onları yaratan Allah-ü Teala'nın bile melek gibi görüp,
Hiç bir şeyden sorumlu tutmadığı çocuklarını dövebilmeleridir...
***
Evde
Sokakta
Çarşıda
Pazarda
Öylesine çok rastlıyorum ki,
Bu el kadar çocuklarını dövebilecek kadar güçlü olan anne babalara,
Hangisine kızacağımı,
Hangisine bozuk atacağımı bilemez oldum.
Düşünün bir kere...
Onların, bizleri, kainatı yaratan Tanrımız Allah-ü Teala bile onları her türlü sorumluluktan munezzeh tutarken, onları, peygamberler ve hatta melekler kadar tertemiz kabul ederken, o çocukları dövebilecek kadar kendini güçlü gören anne babalar var...
***
Hani Kur'an- Kerim'de bir kıssa vardır.
Hz. Musa kendisine iman etmeyen ve zulmeden bir müşriki zındana atmış ve yemek dahi vermemiş de Allah-ü Teala O'na '' Ey Musa biz onu yaratan olarak bunca yıldır rızkını veriyoruz. Sen kim oluyorsun ki, onun rızkını kesiyorsun'' diye seslenmişti.
Allah-ü Teala'nın bu seslenişi çocuklarını dövenler için de geçerli değil midir?
Allah'ın bile hiçbir ceza uygulamadığı, o yaşlarda vefat etmeleri durumunda sorgusuz sualsiz cennetine koyduğu çocukları ana - babaları nasıl dövebilir.
Buna nasıl cüret edebilir ki bir fani kul?
***
- Ama efendim çok yaramazlık ediyor!
Çocuğun yaramazlık etmesi kadar doğal ne var ki...
Bilmez misiniz Peygamber Efendimiz'in torunları da yaramazlık ederlerdi.
Secdeye gittiği vakit sırtına binen torunları rahatsız olmasın diye dakikalarca secdede kalan bizim Peygamberimiz değil mi?
Çocuklarını sevip öpmeyen döven kişilere ''Allah sizin kalbinizden merhameti almışsa ben ne yapayım?'' diyen Hz. Muhammd (SAV) değil mi?
Kendisini taşlayan müşriklerin çocuklarına bile merhamet eden Peygamber'in ümmeti değil miyiz biz?
***
Son günlerde TV ekranlarında gazete sayfalarında görüyoruz...
İslam coğrafyasında yaşanan kanlı savaşlarda katledilen çocukları yüreğimiz yanarak izliyoruz...
Bu zulüm ve katliam görüntüleri en azından çocuklarımıza olan merhamet ve şefkatimizi arttırmalıdır.
O yürek yakan görüntüleri izlerken Allah'ın yeryüzündeki melekleri olan çocuklarımıza attığımız tokat için tövbe kapılarına varalım.
Allah bu acı görüntülerin akabinde çocuklarımıza olan merhamet ve şefkatimizi arttırır inşallah...


19 Ağustos 2014 Salı

PASSOLİG ve ESES Camiası...

Passolig denen icat tam bir nifak tohumu halini aldı.
Her zaman ''halk''edebiyatı yapan iktidarın halka rağmen dayattığı bir rant kapısı.
Yandaş ve akraba bir bankaya daha çok para kazandırmak ve toplum en önemli direnç noktalarından biri olan futbol taraftarını fişleyerek sindirmek amacıyla dayatılan bir uygulama.
Bu uygulama ile ilgili söylenecek çok sözümüz var.
Futbol taraftarını yolunacak kaz gibi görmenin yanısıra terörist muamelesi yapılması da cabası.
***
Bu uygulamaya en sert tepki, hatta aynı zamanda tek tepki Fenerbahçe kulüp yönetiminden geldi.
Eskişehirspor camiası olarak isterdik ki, Türk Futbol tarihine ''Anadolu Futbolunun Devrimcisi'' olarak adını yazdıran Eskişehirspor'un yönetimi de aynı sertlikte tepki verebilsin.

Ama olmadı.
Fenerbahçe kulübü dışında hiç bir kulüp yönetimi en ufak bir direnç dahi göstermeden bu halka rağmen dayatmayı kabul etti.
Biz Passolig karşıtları olarak bu eleştirilerimizde sonuna kadar haklı olduğumuzu düşünüyoruz.
Hatta bana göre Passolig sistemine dahil olan ESES sevdalıları da kesinlikle bizimle aynı düşünceleri paylaşıyorlardır.
***
Yıllardır ''Kara&Kızıl sevda'' ortak paydası ile, siyasi düşüncelerimizi dahi gözardı ederek omuz omuza sevdamıza destek olduğumuz, bizleri bir arada tutan ortak sevdamız Eskişehirspor'a ne kadar büyük bir aşk ve sadakat ile bağlı olduğumuzu hepimiz çok iyi biliyoruz.
Şimdi bu Passolig uygulamasında fikir ayrılığına düşmüş olabiliriz.
Bu fikir ayrılığı neticesinde birbiri ile iki ayrı kutup haline gelebilecek en son camia Eskişehrspor camiasıdır. Çünkü bizler kendimize ''ESES taraftarı'' denilmesini bile hazmedemeyecek kadar büyük birer ''ESES aşıklarıyız''...
Biz AŞK ve Sadakati en iyi bilen bir camiayız.
***
Bugün geldiğimiz noktada birbirimizi hainlikle suçlayarak yaralamak yerine;
Passolig sistemine girenler olarak:
- Evet bu sistemi biz de istemiyoruz. Ancak yüreğimizdeki aşk ve sadakat bizi ne pahasına olursa olsun bizi bu tribünlere çekiyor. Sizin mücadelenize ve direnişinize saygı duyuyor ve olumlu sonuç almanızı bekliyoruz ama biz sevdamızın peşinden koşmaya devam edeceğiz.
diyebilmeliyiz.
Passolig uygulamasını boykot edenler olarak da;
- Aşkımıza olan sadakatiniz bizim de sadakatimizdir. Ancak bizim de kulübümüzün kurulduğu günden bu yana ortaya koyduğu isyankar tavrı ve futbolun emperyalist üçlüsü karşısındaki dik duruşu kanımıza işlemiş. Bu haksızlığa karşı durmak ESES sevgimizin bir gereğidir. Takımımız tribünlerde sizlere emanet, biz dışarda futbolun ağababalarına karşı direnişimizi sürdüreceğiz.
diyebilmeliyiz.
***
Şunu unutmamalıyız ki;
Eskişehirspor'un tek sahibi, Türkiye'ye tribün kültürünü kazandıran Kara&Kızıl sevdalılar olarak bizleriz...

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Açma - Kapama zulmü sona erdi...

AKP iktidarı döneminde vatandaştan HARAÇ gibi toplanan Açma - Kapama parası nihayet tarihe karışıyor. Bundan böyle devlet kurumları ya da özel kurumlar bu haraç parasını milletimizden alamayacak. Hazırlanan Abonelik Sözleşmeleri Yönetmelik Taslağı’na göre tüketiciler artık elektrik, internet ve telefon gibi abonelik sözleşme lerini cezasız feshetme hakkına sahip olacak. Ayrıca tüketiciden açma-kapama ve kesme-bağlama ücreti gibi bedeller alınamayacak.
***
Tüketiciler elektrik, su, doğalgaz, internet ve telefon gibi abonelik sözleşmelerini koşulsuz ve cezasız feshetme hakkına sahip olacak. Aboneliklerin bildirim tarihinde sonlandırılmaması halinde aradan geçen sürede verilen hizmet için tüketiciden bedel talep edilemeyecek. Tüketiciden açma-kapama ve kesme-bağlama ücreti gibi bedeller alınamayacak. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan Abonelik Sözleşmeleri Yönetmelik taslağına göre tüketici, belirsiz süreli veya süresi bir yıl ve daha uzun olan belirli süreli abonelik sözleşmesini herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin istediği zaman feshetme hakkına sahip olacak. Süresi bir yıldan az olan belirli süreli abonelik sözleşmesinde satıcı tarafından sözleşme koşullarında değişiklik yapılması halinde de tüketici sözleşmeyi feshedebilecek. Ancak, tüketicinin hizmetten yararlanmasına engel olabilecek geçerli bir sebebin varlığı halinde tüketiciye her durumda sözleşmeyi feshetme hakkı tanınacak. Abonelik sözleşmesinin feshi için sözleşmenin tesis edilmesini sağlayan yöntemden daha ağır koşullar içeren bir yöntem belirlenemeyecek.
***
Satıcılar fesih bildiriminin kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç 24 saat içinde tüketiciye bildirmekle yükümlü olacak. Satıcı veya sağlayıcı, tüketicinin aboneliğe son verme isteğini, bildirimin kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç 7 gün içerisinde yerine getirmek zorunda olacak. Süreli yayınlarda aboneliğe son verme isteğinin yerine getirilme süresi, günlük süreli yayınlarda 15 gün, haftalık yayınlarda bir ay, aylık yayınlarda ise üç ay olacak. Aboneliğin belirlenen süreler içinde sona erdirilmediği durumlarda, bu sürelerin bitiminden itibaren mal veya hizmetten yararlanılmış olsa dahi, tüketiciden herhangi bir bedel talep edilemeyecek.
***
Satıcı veya sağlayıcı, varsa tüketiciden güvence, depozito veya teminat adı altında alınan ücretlerin güncel tutarlarını kesinti yapmaksızın iade etmekle yükümlü olacak. Tüketicinin süresinden önce taahhütlü aboneliğini sonlandırması halinde, satıcılar yalnızca taahhüt kapsamında yapılan indirimleri, taahhüt kapsamında ilave bir mal veya hizmet verilmesi durumunda ise söz konusu malın bedelinin ödenmeyen kısmına ilişkin taksit tutarlarını tüketiciden talep edebilecek. Belirli süreli abonelik sözleşmelerine, sözleşmenin belirlenen süre kadar uzayacağına ilişkin hükümler konulamayacak.

14 Ağustos 2014 Perşembe

MHP, CHP'leşiyor mu?

'' CHP Atatürk'ün kurduğu gibi bir parti olarak kalsaydı, ben MHPyi kurmazdım.''. 
BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ

Algı yönetiminin usta sanatkarlarının oynadığı son oyun MHP'nin CHP çizgisine yöneldiği zaman zaman CHP ile ittifak yaptığı algısını ve dolayısıyla MHP'nin kuruluş amacından saparak bir başka partinin güdümüne girdiği algısını aziz milletimizin beynine işlemektir. Kontrol altına alınmış medya unsurları ile sürekli olarak bu durum millete aktarılıyor ve hatta bazı kişiler ''MHP, CHP'nin metresi olmuştur'' tarzı ahlak dışı söylemlerle aziz milletimizin kafasını karıştırmaya çalışmaktadır.
***
AKP yandaşları ve yandaş medya unsurları tarafından yürütülen bu kampanya kısmen de olsa başarılı olmuştur. MHP lideri başlatılan bu savaşa karşı yaptığı mücadele ile bu saldırı sonuçlarının çok daha vahim boyutlara ulaşmasına mani olmuştur. Belki MHP Genel Başkanı olduğu dönemden bu yana katıldığı tüm seçimlerde 1. parti olamayarak seçim kaybetmiş olabilir ancak bu kaybetmiş olma durumunu dahi kazançlı bir hale dönüştürmeyi de bilmiştir. AKP tarafından sıkça dillendirilen bu söylem ile ''9 seçimden yenik olarak ayrılan bir genel başkan o koltukta oturmamalıdır'' söylemini geliştiren Ülkücü camiadaki Bahçeli muhaliflerine de şu soruyu sormak gerekli: ''MHP kurucusu Başbuğ Alparslan Türkeş de hiçbir seçimin mutlak galibi olamadı. Bu durum da Başbuğ Alparslan Türkeş'e de aynı sözleri söyleyebildiniz mi?
***
AKP'nin algı yönetiminde ülke tarihinin en iyisi olduğu bir gerçektir. Özellikle MHP seçmeni ve Ülkücü camia üzerinde yaptıkları algı yönetimi çalışmalarında önemli başarılar elde ettiler. Özellikle son iki seçimde oy kaybına uğrayan AKP'nin özellikle MHP seçmeni üzerinde yoğunlaşmasının sebebi de kaybettiği oyları MHP tabanından telafi etmektir. Bunda da kısmen başarılı oldukları açıktır.


Gelelim MHP, CHP'leşiyor mu sorusunun cevabına...
Yazımızın başında sizlerle paylaştığımız sözler bize çok şey anlamaktadır.

Bir kere şu kesindir ki, MHP kurucusu Başbuğ Alparslan Türkeş bu sözleriyle MHP'yi CHP'ye alternatif olarak kurduğunu ifade etmektedir. MHP'nin Atatürk'ün kurduğu ancak daha sonra İsmet İnönü tarafından SOL çizgiye oturtulan CHP'nin alternatifi olması ya da Atatürk CHP'sinin devamı olması gerçeği Başbuğ'un bu sözleriyle açıkça ortaya konulmaktadır.
***
Başbuğ Türkeş, CHP'nin 6 Ok ilkesini de geliştirip 9 IŞIK doktrini adıyla aziz milletimize armağan etmiştir. Atatürk'ün başlattığı Türk'ün bağımsızlık hareketini geliştiren Türkeş, 9 IŞIK ile siyasi hayatımıza girmiş ve çatışma ortamında gerçek manada siyaset yapamamıştı. O dönem ülkemizin karanlık bir dönemi olarak tarihe geçti. Dış mihrakların oyunları ile ülkemiz bir kardeş kavgasına sahne oldu.
***
12 Eylül darbesi sonunda ülkemizde yeni bir dönem başlamıştı.
Bu dönemde MHP, Türk - İslam kimliğinin bu topraklarda yaşaması için silahlı mücadele döneminin bittiği ve siyasi mücadelenin başladığı gerçeğiyle yüzleşti. Başbuğ Alparslan Türkeş Ülkücü hareketin siyasettten dışlanmasına yönelik gayretleri boşa çıkarmak için zaman zaman sağ partilerle ittifaklar yapmış ve MHP'yi baraja rağmen TBMM çatısı altına sokmayı başarmıştı....
***
Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatı sonrasında görevi devralan Devlet Bahçeli, aynı yolda ilerleyerek MHP'yi ittifak yapmadan ve baraj sorunu yaşamadan TBMM çatısı altında milleti için hizmet eden bir parti konumuna getirdi. Başta da ifade ettiğimiz gibi, iktidar partisinin tüm kara propaganda çalışmalarına rağmen MHP tarihinin en büyük seçim başarılarına Devlet Bahçeli ile imza atmışttır. Bu sözlerimizden kimse Başbuğ Alparslan Türkeş ile Devlet Bahçeli kıyaslaması yaptığımız sonucunu çıkarmasın.
***
Yüzeysel olarak baktığımız vakit seçimden 1. parti olarak çıkamayan yenilmiş sayılsa da, bugün camiamızın ''Neden 1. parti olamıyoruz''u tartışması dahi büyük bir kazanımdır. Bu kazanımı sağlarken elbette alışık olmadığımız durumlar ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Başbuğ Alparslan ürkeş'in danışmanlığını yapan bir adayın ''Çatı aday'' olarak CHP tarafından kabullenilmesi ve bu adaya destek verilmesi MHP'nin CHP'ye yaklaşması değil; CHP'nin MHP'ye yaklaşmasıdır.
***
Türkiye Cunhuriyeti'nde başkanlık sistemi tartışılıyor.
Görünen o ki, başkanlık sisteminin hemen arkasından da ABD modeli 2 partili sisteme geçiş olabilir. MHP yönetimi bu gerçeği de göz ardı etmeden ''Atatürk Milliyetçiliği'' ya da günümüzün moda deyimiyle ''Ulusalcı'' kimlikle CHP çatısında kendilerini ifade eden kitleyi de kendi partisine taşıyarak olası 2 partili sistemin AKP - MHP şeklinde olması için de son derece olumlu bir yol izlemektedir.
***
Elbette bu gerçekleri CHP yönetimi de görüyor.
Bu sebepledir ki, ''Ulusalcı'' söylem ile varlığını sürdürmeye çalışıyor.
Yani SOL şeride sabitlenen CHP sağ şeride geçiş yapabilmenin telaş ve sancısı içindedir.
Bu nokta da algı yöneticilerinin söylediklerinin aksine CHP'nin ekseninden çıkıp MHP'leştiğini söylemek çok daha doğru olacaktır...

13 Ağustos 2014 Çarşamba

CHP yolun sonuna mı geldi?

Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatı sonrasında ''Türkçü'' çizgiden hızla uzaklaşıp siyasetin ''SOL''una kayan ve çok kısa bir zamanda sol şeritte sabitlenen CHP İnönü dönemiyle birlikte milletin değerleriyle kavga etmenin bedelini bugün çok ağır ödemektedir. CHP, Atatürk'ten sonra yaptığı iki tarihi hata ile dini kaynak olarak kullanan partileri yaratmış ve bugün milletin beynine ''CHP din düşmanıdır'' düşüncesini kendi elleriyle yerleştirmiştir.
***
Bu tarihi hatalardan ilki 'Türkçe ezan' dayatmasıdır.
Geçmişi Osmanlı'nın son dönemlerine kadar uzanan Türkçe ezan konusu Atatürk döneminde de gündeme gelmiş, bazı 'Türkçü' aydınların ısrarlarıyla deneme mahiyetinde uygulamalar yapılmış ancak, millet tarafından benimsenmediği için dayatılmamıştı. İsmet İnönü tamamen Osmanlı döneminden bu yana Türkçü aydınların milletimiz üzerindeki Arap ve Fars kültür emperyalizmine karşı geliştirdikleri Türkçe ezan uygulamasını CHP'yi tamamen sola kaydırmasına rağmen sahiplenip bir dayatma ile uygulamaya sokması da son derece düşündürücüdür.
***
Sonuç itibariyle sol CHP Türkçe ezanı kanunla zorunlu hale getirmiş, bu durumu siyasi malzeme olarak kullanan bir gurup CHP milletvekili Demokrat Parti (DP)'yi kurarak, genç Türkiye Cumhuriyeti'nde yeni bir dönemin ilk adımını atmışlardı. DP Genel Başkanı Adnan Menderes ve arkadaşları ''Türkçe ezanı kaldıracakları'' vaatleriyle büyük bir seçim zaferi kazanmış ve dedikleri gibi Türkçe ezan uygulamasına da son vermişlerdi. Bu seçimle birlikte CHP millet nezdinde ''Din düşmanı'' yaftasını boynuna asmış oldu.
***
İkinci tarihi hata ise, 12 Eylül Cunta yönetiminin getirdiği ''Başörtüsü Yasağı''nı sahiplenmesi ve can siperane savunması olmuştur. Merhum Bülent Ecevit ile 1970'li yıllarda toparlanma sürecine giren yine sol şeritte yoluna devam etmesine rağmen ''HALKÇI ECEVİT'' ve ''KIBRIS FATİHİ KARAOĞLAN'' sloganlarıyla ülke yönetiminde yeniden söz sahibi olabilmeyi başaran CHP, 12 Eylül Darbesi ile başörtüsünün altında ezilmiştir...
***
İsmet İnönü döneminde hem Türkçülük karşıtı olup, hem de Türkçü aydınların geliştirdiği Türkçe ezanı sahiplenen ve dayatan CHP, 12 Eylül sonrasında da hem darbe karşıtı olup, hem de darbecilerin yasaklarını savubarak iki büyük çelişki yaşamış ve ülkemizde bugün din merkezli siyasi partilerin iktidar olmasına en büyük katkıyı sağlamıştır.
***
!2 Eylül sonrasında Başörtüsü yasağına karşı olduğunu ön plana çıkaran Anavatan Partisi (ANAP) Turgut Özal önderliğinde büyük bir seçim zaferi kazanmış ve tek başına ikidar olmuştur. ANAP Başörtüsü yasağını kaldırmakta başarılı olamamış, ancak bunu bir siyasi malzeme olarak kullanmaktan da geri kalmamıştır. CHP (Bir dönem SHP)  ise sürekli Anayasa Mahkemesi'ne giderek başörtüsü yasağının kaldırılmasını engellemiştir.
***
CHP, 12 Eylül cunta yönetiminin yasağı olan başörtüsü yasağını savundukça kan kaybemeye devam etmiş, İslam'ı kaynak alan partiler ise sürekli güçlenmiştir. Son olarak da Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) oraya çıkmış ve bir anda büyük bir seçim zaferi kazanarak ülke yönetiminde tek söz sahibi olmayı başarmıştır. Bugün ''Ülkemizi dini siyasete alet edenler yönetiyor'' diye hayıflanmaya CHP'nin hiçbir hakkı yoktur. Bugün geldiğimiz noktada CHP, başörtüsü yasağının kaldırılmasına destek vermek zorunda kalmış ve bu yasak kaldırılmıştır. Bir demokrasi ayıbı olan bu yasak konusunda CHP direnmese acaba bugün AKP olur muydu?
***
CHP, son Cumhurbaşkanlığı seçimi neticesinde bir kez daha 'lider' tartışmasının içine düştü.
Halk desteği yüzde 25'lere kadar düşen CHP, Deniz Baykal'ı liderlik koltuğundan indirip, büyük umutlarla getirdiği Kemal Kılıçdaroğlu'nu da tartışır hale geldi. Aslında sorun liderlik sorunu değil, anlayış sorunudur. CHP halkın değerleriyle kavga etme zihniyetini sürdürdüğü sürece hangi lider gelirse gelsin halkın zihnindeki ''Din düşmanı'' algısını değiştiremeyecek ve azınlıkta kalan yüzde 15-20 arası sol kesimin temsilcisi olarak kalacaktır. Tabii ki, ulusalcı kitleyi MHP'ye kaptırmazsa...


12 Ağustos 2014 Salı

Bingöl'ün yiğit evladı : Hikmet Tekin


HİKMET TEKİN (13.08.1979)


1950 yılında Bingöl'de doğan Hikmet Tekin Üniversite mezunudur. 1977 Belediye seçimlerinde, MHP'den Bingöl Belediye Başkan adayı olmuştur. MHP'nin Bingöl'de %33 oy oranı ile birinci parti olmasıyla birlikte Bingöl Belediye Başkanlığı'na seçilmiştir.

MHP'li Bingöl Belediye Başkanı Hikmet Tekin, olay günü bir ziyaretten otomobiliyle dönerken yaylım ateşine tutularak şehit edildi. Olayda, Hikmet Tekin'in annesi Hamdiye Tekin ve kardeşi İhsan Tekin de şehit oldular. Cenazesi Bingöl'de toprağa verildi. Ruhu şad olsun.


BİR ŞEHİDİN ÖYKÜSÜ
  

1976 senesinin sonbahar aylarıydı... İstanbul'a gelirken Cezayir Baysal isimli Bingöl'lü arkadaşım, Hikmet Tekin'e bir mektup yollamıştı. Bu vesile ile tanışmış ve köklü bir kardeşlik oluşturmuştuk. Bazen Beyazıt semtinde ki "küllük" isimli kafeterya'ya birlikte gider saatlerce sohbet ederdik.

1977 yılının başlarında, İstanbul'da ki Atatürk Öğrenci Sitesi müdürü rahmetli Oktay Aras idari binada bir odayı bize tahsis etmişti. Yanımızda ki odada ise Hikmet Tekin kalıyor aynı zamanda yurdumuzun ikinci müdürlüğünü yapıyordu. Bizde yurtta spor faaliyetlerini yürütürdük. On bloktan oluşan AÖS ağır bir çatışma ortamının sinyallerini veriyordu. Onuncu blokta Polis , dokuzuncu blokta ise kızlar kalmakta idi. Bir, iki, üç ve sekizinci blok bizde diğer dört blok ise komünistlerde idi. Yurt kapısının girişinde ufak tefek çatışmalar oluyor fakat topyekün bir kavgaya dönüşmüyordu. Beyazıt bölgesine giden Sabah 8;15 otübüsü bizde, 8;30 ise karşı gurupta idi.

Nihayet o kutsal gün gelmiş "yurt ya bizim ya hiç kimsenin" sloganı her tarafı kaplamıştı. İki tarafta bu güne hazırlanmış ve kozların paylaşılacağı muhteşem an gelip çatmıştı. Üç gün üç gece devam eden ve ağır silahların kullanıldığı bu çatışmanın orta yerinde Hikmet Tekin ve başkan konumunda ki bir kaç kişiyi, açtığımız bir güvenlik koridorundan lojmanların olduğu arka tarafa geçirmek istediğimizde hepsi buna karşı çıkmıştı. Hikmet Tekin kavga gürültüyü sevmeyen ama inadına cesur ve yiğit bir ülkücüydü. Bize ;

-Siz burada ateş yağmuru altında iken ben nasıl bırakıp giderim, binlerce can verdiğimiz bu yüce vatan toprağına bir de Hikmet Tekin verseniz ne çıkar.

-Aman abi ağzından yel alsın diye söze atıldı "Ringo Metin". Metin de Bingöllü idi ve o da birkaç ay sonra vurularak şehit olacaktı.

Üçüncü günün sonunda karşı taraftan ateş kesilmişti, neden sonra dört bloğunda boşaltıldığı ve yurdun tamamında ülkücülerden başka kimse olmadığını farkettik. Kale artık bizimdi ve nazlı bayrağımız dalgalanmaya başladı.

Biz o dönemlerde hapishane ye düştük. Seçimlerde Hikmet Tekin Bingöl'den Belediye Başkan adayı idi ve biz sonuçları radyolardan merakla takip ediyorduk. Hikmet Tekin Bingöl belediye başkanı seçilmiş ama sevincimiz fazla uzun sürmemişti. Kalleş pusu onu 13.08.1979 günü yolda yakalıyor ve ailesi ile birlikte şehit ediliyordu...


Yusuf Ziya Arpacık