31 Temmuz 2012 Salı

Davulcu'nun marifeti....

Efendim bu kutsal günlerde davulcu denildiği vakit ilk akla gelen Malatya oluyor. Aslına bakarsanız benimde kastım bu konuya değinmek. Ancak öncelikle bu maharetli Ramazan davulcuları ile alakalı bir anımı anlatayım. 
Malatya'daki malum vakıa henüz sıcaklığını korurken bizim mahallenin davulcusu ahaliye sahura kaldırmak üzere var gücüyle davulu tokmaklamaktadır. Tokmak ardı ardına ve öylesine iniyor davulun böğrüne, ritim yok, aheng yok... Tımbırtının ötesinde gürültü.... Bizim davulcu o gece bir keşifte bulundu. Bir aracın yanından geçerken davulun gümbürtüsünden aracın alarmı ötmeye başladı. Davul-tokmak ikilisinin gürültüsüne bir de oto alarmının gaz sancısıyla çığrınan bebe misali ciyaklayan sesi birlik oldular beynimizi kemirmeye başladılar.
***
Her sahurda dinlemeyi ihmal etmediğimiz Hatipoğlu Hoca'nın anlattıkları bile fayda etmedi bu gürültü senfonisinin beynimizi kemirmesine. Bir ara kendimi alel acele balkona fırlattım. Şu davulcuya iki çift laf edeyim de çalacaksa doğru dürüst bir Ramazan davulu çalsın. Bizde eski Ramazanları anımsayıp, daha bir huzur içinde sahurumuzu yapalım diye niyetlenmiştim. Tam balkonda davulcuya seslendim ki, içimdeki "sağduyu"lu vatandaş ikaz etti beni:
- Dur be adam ne yapıyorsun sen!?
- Ne yapacağım sayın sağduyu, görmüyor musun adam davul çalmıyor adeta gürültü çıkarmak için yarış ediyor, şunu bir uyarayım. Dedim ben de.
Sağduyu akıllı;
- Be adam sana mı kalmış, bak Malatya'da aynı şey oldu adamların evlerini taşladılar, üstelik de din düşmanı ilan edip, nerdeyse bir mezhep kavgasına sebep olacaklardı.
- Evet ama sayın sağduyu, bununla onun ne alakası var?
- Sen alaka kuramazsın ama maharetli insanlar bir alaka kurar meraklanma
Evet içimdeki ses haklıydı sanırım. 
Ve ben de sustum. Davulcuyu takip ettim. Yaptığı keşif hoşuna gitmişti. Araçlara daha yakın mesafeden yürüyerek tokmağı davulun böğrüne daha kuvvetli vuruyor ve arabaları "öttürüyor!"...
***
Eminim ki Malatya'da yaşanan da benim yaşamış olduğum bu olay ile "üç aşağı - beş yukarı" aynıdır. Oradaki tek fark rahatsızlığını dile getirenler Alevi, rahatsız eden ise, Sünni... Davulcu kendisine bu şekilde bir tepki gösteren aileye "gününü göstermek" istemiş ve bunun en kolay yolunu seçmiş. Uyanık bulduğu herkese "Aleviler davul çaldığım için bana saldırdı, Din elden gidiyor gardaşlar" naralarıyla bütün akraba-i taallukatı toplayıp karşı taarruza geçmiş. Taarruz neticesinde tepki gösteren aileye "günü gösterilmiş" dahası ertesi günü de gösterilmiş. "Bir daha bana tepki verirsen sana gelecek haftayı bile gösteririm" demeye de getirmiş davulcu...
***
Düşünüyorum acaba ben de o davulcuya böyle bir tepki gösterseydim, ben de din düşmanı mı olurdum!?
***
Tabii böyle bir ortamı bulan, şarlatan medya ve kendilerini ön plana çıkarmaya çalışan siyasetçiler arenaya çıkmışlar. Medya "Ürküten Gerginlik" manşetleriyle haberi verdi. Ardında milletvekilleri olay mahalline giderler ve onlar da orada ortamı yumuşatacaklarına birbirlerine "gider" yaparak ürkünç gerginliği daha da ileri boyutlara taşıyorlar... Milletin vekilleri birbirlerine söveceklerine, gidip şu davulcuyu ikna ederek basının karşısında iki tarafı bir araya getirip, efendim vakıa bir yanlış anlaşılmadan kaynaklanmıştır, her iki tarafta birbirinden özür dilemiş ve olay tatlıya bağlanmıştır" diyemediler. Devlet bu gücünü, şefkatini göstermek yerine halkın karşısında birbirlerine gider yapmışlardır. Hepsi taraf olmuş orada. Bir kısmı davulcunun tarafında bir kısmı ailenin tarafında. Sağduyu'nun barışın kardeşliğin yanında olan yok!
***
AKP hükümeti sürekli hava basıyor ya, "bölgede süper gücüz" diye. Bu olay ile gördük ki, hükümet kendi topraklarında bile gücünü gösteremiyor, birleştirici, bütünleştirici, kucaklayıcı özelliğini kendi vatandaşına bile gösteremiyor ki, bölgede bu rolü üstlensin...
***
Bu arada ben de bu fırsatı iyi değerlendirip bizim mahalledeki davulcuyu şikayet etmiş oldum en azından sizlere. Bir de ezan faciası var ki, ondanda bahsetsem acaba yazımızı okuyan belli zümreler "Vay ezan düşmanı, vay din düşmanı" deyip seçme sövgülerle dolu mesajlar yazıp, tehdit ederler mi diye korkmuyor değilim... Lakin haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır düsturu ile ben bu konudaki düşüncelerimi de yazmak isterim. Benim yaşadığım bu ezan faciasını eminim ülkemizin birçok yerinde insanlarımız yaşıyorlardır. Ezanların en güzeli sabah ezanıdır. Layıkıyla okunduğu vakit namaza meyli olmayan insanların bile kalbine işleyen bir kutlu havası vardır sabah ezanının. Fakat sağolsunlar bazı müezzin ya da imam efendiler öylesine kötü okuyorlar ki, insan duymamak için kulaklarına pamuk tıkamayı bile düşünebiliyor. Burada Ezan-ı Muhammediye'ye haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Özellikle sabah ezanlarını ehil olmayan kişiler okumasınlar. Diyanet buna mutlaka bir çözüm bulmalıdır. 
***
Ramazan davulu Anadolu topraklarında yüzlerce yıldır süren bir gelenektir. Ümit ederim ki, yüzlerce yıl da devam eder. Fakat usulünce, insanların beynini tırmalayan gürültü ile değil, kalbini okşayan nağmelerle sürmeli. Davula düşman olanı din düşmanı olarak görmekten kurtulmak gerekli. Ezan'ın kötü okunduğunu söyleyenleri değil, ezanı kötü okuyanları sorgulayalım. 

29 Temmuz 2012 Pazar

Kasımpaşa'da uluslararası İftarlar!

Bu yıl Ramazan bizim için oldukça farklı geçiyor. Erasmus programı ile ülkemize gelen ve Tarlabaşı civarında oturan yabancı öğrencilerle olan komşuluğumuz bizlere bu farklılığı yaşattı. Kurdela Sokak'ta bulunan meşhur melemenci İsmail Usta'nın mütevazi dükkanına melemen ve kuru fasulye-pilav yemeye gelen farklı uluslardan öğrencilerle tanışıklığımız aylar öncesine dayanıyor. Öğrenciler çok kısa zamanda bizlerle anlaşabilecek kadar da olsa Türkçe öğrenebiliyorlar. Bizim de "Tarzanca"mız sayesinde anlaşıp gidiyoruz...
***
Ramazan'ın ilk günü bu öğrenci arkadaşlarımızdan biri olan Fransız Renaud, Melemenci İsmail Usta'nın dükkanının karşısında bulunan işyerime geldi ziyaret için. Benim "Hoşgeldin Renaud" sözüme karşı Renaud sevinç içinde "Hoca ben bugün Oruç yapıyor!" deyiverdi. Tabii ben öylece kalakaldım ilk anda. Ramazan'ın ilk günü bir Hristiyan karşınıza geçip "Oruç yapıyorum!" derse siz ne yapardınız bilemiyorum! İlk andaki şankınlığımı atarak O'nun Türkçesi ve benim Tarzanca'm sayesinde kendisini tebrik ettim. En çok hoşuma giden de Renaud'un Allah'a teşekkür edişiydi. Kendisine "Renaud bak bugün hava serinledi, Allah oruç tutanlara yardım etti" dedim. Renaud da gökyüzüne doğru bakarak ellerini açtı ve "Allah, sağol!" dedi. Belki bize göre çok basit bir kelime ile teşekkür etti ama bakışlarında teşekkürünün ne kadar büyük olduğunu anlamak mümkündü.
***
Fransız Renaud'un dışında çok iyi görüştüğümüz, onların deyimi ile "Akadaş" olduğumuz birkaç öğrenci daha var. Bunlardan birisi Peter. "Alman Peter"... Kendisi 60 yaşlarında, son derece atletik, yaşını bilmeyenlerin 40 yaşlarında zannettiği, sportmen bir Alman. Alman Peter İlk kez Türkiye'ye gelmiş. Kronik astım hastası. Türkiye'de en çok Melemenci İsmail Usta'nın kuru fasulyesini sevmiş. O kadar çok sevmişti, İsmail Abi'nin bolkepçe kuru fasulyesinden bir seferde üç tabak yiyebiliyor. Peter'in en iyi anlaştığı kişiler ise, Melemenci İsmail Usta'nın müdavimlerinden ve mahallemiz gençlerinden Adnan ve Almancı Mustafa abi. Bakmayın Mustafa Abi'nin Almancı olduğuna bildiği tek Almanca kelime "Bitte!"... Peter elinden sözlüğü düşürmüyor. 4 hafta sonunda epey ilerletti Türkçe'yi ve sözlükten yavaş yavaş kurtuluyor.
***
Japon Ken ve Alman Robert Ramazan'dan önce ayrıldılar aramızdan. O nedenle onlarla birlikte Ramazan'ın nimetlerinden faydalanamadık. Ken memleketi Japonya'ya döndü. Robert ise, Türkiye'de gezilerini sürdürüyor. Robert'ten aldığımız haber bizleri çok sevindirdi. Robert Ramazan'ın ilk gününden bu yana Oruç tutmaya devam ediyormuş. Her ne kadar bazı arkadaşlar  Robert'in cimriliğinden dolayı oruç tuttuğunu iddia etseler de ben buna inanmıyorum! Eminim Robert o manevi havayı teneffüs edebilmek için oruç tutmaktadır.
***
Bir de Azeri kızımız var. Azerbaycanlı kızımızın adı İlya. İlya bol bol fotoğraf çekiyor. İlya en az bizim kadar hatta bizden daha iyi Türkçe konuşuyor. O da bir melemensever. Bir de yerli kızımız var, Akhisarlı Yasemin. Kızlarımızın ikisi de son derece sıcakkanlı ve sevimli.
***
Efendim şimdi sıra geldi son yılların en ünlü "Kasimpasali'sı İspanya doğumlu Victor'a. Türkiye'ye gelen öğrenciler arasında en hızlı ve düzgün Türkçe öğrenen arkadaşımız Victor. Türkçe'yi o kadar ilerletti ki, zaman zaman yabancı öğrencilerle bizim aramızda tercümanlık bile yapabiliyor. Victor birlikte yaptığımız halı saha maçında nasıl yetenekli bir futbolcu olduğunu herkese ispat etti ve kısa zaman içinde Kasımpaşa'dan teklif aldı ve Kasımpaşa'nın son transfer bombası olarak Kasımpaşalı genç taraftarların sevgisini kazandı.
***
Efendim kahramanlarımızın bazılarını sizlere kısa da olsa tanıtmaya çalıştım. Elbette burada yazdıklarımız onları tanımaya yetmez ancak en azından fikir sahibi olabilirsiniz. Renaud ve Robert'in oruç "yapmaları" hepimizi mutlu etti. Biz de onların bu meraklarını daha da pekiştirmek amacıyla Kasımpaşa, Arma Altı Tayfa ile birlikte bir iftar yemeği organize etmeyi planladık. Arma Altı'nın gençleri ve Selim Güvey sağolsunlar mükellef bir sofra hazırlamışlar. Victor, Renaud ve Akhisarlı Yasemin'in katılımları ile iftarımızı gerçekleştirdik. İftar öncesinde Renaud ailesine hediye olarak götürmek üzere kilim almak istedi. Bizde Kasımpaşa'da tanıdığımız bir esnaftan kilim almak üzere mağazaya girdik. Renaud fiyatlar karşısında şaşırdı kaldı. Sultan Ahmet ve Eminönü gibi turistik bölgelerde, 100 lira olan bir kilimin fiyatını 15 lira olarak duyunca şaşırmamak elde değil tabii ki. Biz kilim peşinde koşarken Victor Arma Tayfa'nın toplandığı alanda çocuklar ile sohbet etmeye çalışıyordu. Kilimleri alıp, dışarı çıktığımızda, Victor'un "Kasımpaşa'nın yeni İspanyol transferi olduğunu" onunla sohbet eden çocuklardan öğrendik. Çocuklar onunla fotoğraf çektirmek için adeta yarış ediyordu. Anlayacağınız Victor kaşla göz arasında çocukları "keklemiş"... Biz de oyuna alet olduk. Beni hocası olarak tanıttı çocuklara, Renaud'u da menejeri.
***
İftar yemeğinin tamamlanmasından sonra hepimizi mahcup eden bir istek geldi Victor'dan. Ahaliyi nefis yemekleri mideye indirip sofradan kalkma telaşına bürünmüşken, Victor bana dönerek; "Hoca! dua yapmıyoruz biz neden!?" dedi. Cevap veremedik mahcubiyetimizden, zaten ahali de sofrayı boşaltmıştı. "Sonra" deyip geçiştirdik. Fakat şunu da anladık ki, bizim değerlerimiz konusunda bile onlar bizden daha hassas. En azından onlar kadar hassas olmamız gerekmiyor mu!?
***
İftardan sonra Selim ile birlikte Arma Altı'na çay içmeye gittik. Orada bir "Maykıl abi" vakası var ki, o ayrı bir yazı konusu. Bu nedenle bu bölümü "ES" geçeceğiz. Sadece yüreğine sağlık Maykıl abi diyelim yeterlidir.!
***
İkinci iftarımızı da 28 Temmuz'da Melemenci İsmail abi'nin dükkanında gerçekleştirdik. Bu kez konuklarımız arasında Victor'un İspanya'dan kendisini ziyarete gelen iki arkadaşı ile birlikte, Alman Peter ve Ürdünlü Ali de vardı. İsmail Abi'nin maharetli ellerinden çıkan yemekleri afiyetle yedik. Mahalle'den bir kaç komşumuzla birlikte nerdeyse 20 kişi vardık. Victor'un esprileri hepimizi kırdı geçirdi. Hele ki Ürdünlü Ali'ye bir "eline sağlık" demeyi öğretmesi vardı ki, evlere şenlik. Düşünün bir İspanyol, bir Ürdünlü'ye Türkçe "eline sağlık" demeyi öğretiyor. Bununla da yetinmiyor neden "eline sağlık"denildiğini de anlatıyor! Victor'un arkadaşları kadayıf'ı çok beğendiler ve kadayıf ile ilgili bilgiler aldılar. Victor sağolsun herşeyi bizden daha iyi anlattı onlara. Peter kuru fasulye'nin dayanılmaz haififliğine kaptırmış kendini. Ürdünlü Ali ise, tavuklu pilava bayıldı.
***
Hasıl-ı kelam; bu Ramazan uluslararası bir boyut kazandı Tarlabaşı-Kasımpaşa arasında. Yeni dostluklara vesile oldu. Kim bilir belki de daha hayırlı şeylere vesile olacak. Bu yaşadıklarımızdan şunu anladım ki, özellikle Türkiye'de 3-4 ay kalan bu öğrencileri keklenecek turist gözüyle görmekten vazgeçmemiz lazım. Hem ülkemiz insanının misafirperverliğini hem de dinimizin yüceliğini anlatmak için bu bizler için çok önemli bir fırsattır.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

AKP ninnilerle halkı uyutuyor, ülkemiz batağa saplanıyor

Ekonomik ve siyasi alanda en büyük sermayesi DİNCİLİK olan AKP ve yandaşlarının ülkemizi getirdiği nokta çok açık. Bütün açıklığına rağmen AKP kurmayları söyledikleri ninnilerle halkımızı uyutmaya devam ediyor. Dış politika'da Ekonomi'de ve terörle mücadelede büyük mağlubiyetler yaşayan AKP Hükümeti hemen dinsel bir söylemle halkın gazını alıyor ve yerini korumaya çalışıyor.
***


Son dönemde yaşananları şöyle bir anımsayacak olursak;


* Önce Van Minut vakası sonra da Mavi Marmara katliamını yaşadık. Yaşananlar sonrasında İsrail ile savaş noktasına geldik. Hükümetin başı yaptığı açıklamalarda "Ya özür dileyeceksiniz ya da gazabımızdan nasibinizi alacaksınız" diye kükredi. Vatandaş gaza geldi. Kahvelerde haberleri izleyen, Hükümetbaşı'nın bu kabadayıvari sözlerini duyan vatandaş "Yürü be yiğidim, kim tutar seni!" naralarıyla destek verdi kendisine. Aradan onca zaman geçti ne İsrail, ne Mavi Marmara katliamında ölenlerin hesabı soruldu. Olan bir tek şey vardı. İsrail'in en büyük korkusu olan İran'a karşı yıllardır ülkemiz topraklarına yerleştirmek istediği ancak yerleştiremediği Füze Kalkanı Rampası bu tatava arasında Malatya Kürecik'e konuşlandırıldı. Halk farkına bile varamadı. Çünkü uyuyorduk....


* Kısa bir süre öncesine kadar ailece birbirlerini ziyaret ederek dostluk mesajları veren Erdoğan ve Esad (Bu arada belirtmek isterim bunca yıllık Esad dinci basın tarafından birden Esed yapıldı neyin nesidir çözemedim) aileleri birden düşman oldular. Sanki bir yerden düğmeye basıldı ve Hükümetinbaşı Suriye'de muhalif örgüt olan ADALET VE KALKINMA HAREKETİ'ni desteklemeye başladı. Suriye tarafından terörist ilan edilen bu örgüt AKP ile aynı yıl kurulmuş ve merkezi Londra. Zaman zaman İstanbul ve Antalya'da toplantılar yapılmış. En son Antalya'daki toplantı sonrasında Suriye'de silahlı kalkışma hareketi başlatılmıştır. Kuruluş yılı ve isim benzerliği gibi garip tesadüf(!)'ün yanısıra AKP ve AKH arasındaki bir başka önemli benzerlik de logoları. Bizim AKP Ampul Suriye'nin AKH'si ise, Gaz Lambasını logo olarak seçmişler. Bugün artık Suriye'de bir iç savaş yaşanıyor. Bu iç savaşın en büyük destekçisi de Türkiye. Hükümetinbaşı bugünlerde bir zamanlar Haçlı Ordusu dediği tüm Hristiyan devletleri tek tek dolaşarak Suriye'deki Müslümanları katletmeleri için adeta yalvarır duruma gelmiştir. Başta Türkiye olmak üzere dış etkenlerin desteği ile Suriye Ordusu ve Muhalif güçler arasındaki çatışmalar bir iç savaş noktasına gelmiştir. Muhalif güçler bazı yerleşim yerlerini elegeçirmişler ve bu yerlere Kuzey Irak'taki Kürt Devleti'nin yerleşmeye başladığı gelen haberler arasında. Yani sınırımız boyunca uzanan bir Kürt devletinin olması an meselesi. Biz ise göstermelik yığınaklarla uyutulmaya devam ediyoruz. Bu durumda Türkiye'nin etkisi sadece iç savaşın başlatılması noktasında kalmış ve kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Suriye'nin bölünmesi durumunda bırakın ülkemizin haklarını savunmayı orada yaşayan soydaşlarımızın bile haklarını savunamayacağız gibi görünüyor.


* Suriye'deki çatışma ve ardından başlayan iç savaş nedeniyle onbinlerce Arap ülkemize sığındı. Arapları çok seven hükümetimiz hemen onları en iyi şekilde ağırlamak için memleketin bütün imkanlarını seferber etti. Bu Arapseverlik öylesine ileri noktaya gitti ki, Hükümet kamplara yerleştirilen kaçaklar için Ülkemizde iş imkanları yaratılacağını açıkladı. Bu da yetmedi kamplarda kalanlara hergün cep harçlığı verileceğini söyledi. Bunları duyunca elektrik borcundan dolayı Sakarya'daki evinin elktriği kesik olan şehidimiz aklıma geldi!... Kamptakilerin her türlü ihtiyacının karşılanması için gece gündüz çalışıldı. Belki deprem bölgelerinde bile bu kadar muntazam çalışmalar yapılmadı. Peki bunun karşılığı ne oldu!? Kamptaki kardeş(!)lerimiz yeterli su verilmediği için isyan çıkardı. Bu da yetmedi kamptaki TÜRK BAYRAĞInı indirip yerine Suriye Bayrağı çektiler. Olaylar sırasında askerimiz polisimiz yaralandı. Hükümet açıklama yaptı: "Aman efendim böyle şeyler iyi şeyler değil, lütfen bir daha olmasın!"


* Bir de Fransa meselesi var. Soykırım yasa tasarısı nedeniyle Fransa'ya da gider yapmıştı Hükümetbaşı. 22 Aralık 2011 tarihinde "Fransa ile bütün ilişkilerimiz donduruyor ve iptal ediyoruz, gazabımız büyük olacak" buyurmuşlardı. Bugün Fransa ile ilişkilerimiz ne durumda acaba!? Hatta o günlerde gazetelerde çıkan bir haberde Hükümetbaşı için alınan yeni ÖZEL UÇAĞIN Fransa'dan alındığını da öğrenmiştik. İlişkilerimiz o kadar kötüydü yani!!!


* İran ile ilişkilerimize gelince, İran füze kalkanı rampasının yerleştirilmesinden sonra Ahmedinecad tarafından sarfedilen sözlerle bizi "Emperyalist ABD ve Siyonist İsrail"in uşağı ilan etmişti. İran yeni geliştireceği füzelerin ana hedefinin Malatya Kürecik ve ABD üslerini olacağını da duyurdu.. BOP ya da Yahudiler'in kutsal kitabında yer alan VAADEDİLMİŞ TOPRAKLAR projesinin gereği olarak BOP Eşbsaşkanlığı görevini yürüttüğünü büyük bir gururla açıklayan Hükümetbaşı Ortadoğu'da kendisine biçilen rolü en iyi şekilde oynadı. Acaba şimdi sıra İran'a mı geliyor? Pek çok vatandaşımız İran'ın Suriye ve diğer Arap ülkeleri kadar kolay yıkılamayacağını düşünürlerken ben tam tersini düşünüyorum. Belki süreç daha kanlı ve uzun olabilir ama yıkım kaçınılmazdır. Tabii bu yıkım ekibinin içinde Türkiye yer almaya devam ederse. Muhtemelen İran'da esaret altında yaşayan Azeri Türkleri önümüzdeki süreçte Türkiye tarafından Özgürlük Mücadelesi adıyla tahrik edilecek. Silahlandırmalar başlayacak. Ülkemizde basın özgürlüğü bulunmadığı için bazı konulardan haberimiz olmuyor. Belki de şu an Güney Azerbaycan'da bu faaliyetler başlatıldı bile. İran'ın yıkımı da muhtemelen buradan olacaktır.


* Ülkemizdeki terör meselesine geldiğimiz vakit AKP iktidarının on yılı aşkın süre içersinde terör meselesini hangi noktaya getirdiği görmemiz hiç de zor olmayacak. AKP Hükümeti iktidara geldiğinde mevcut hükümetlerin bölgeye yerleştirdiği özel harekat birlikleri teröristlerin anlayacağı dilden mücadele yürütmüş ve terör sıfır noktasına gelmişti. AKP'nin açılım politikası tam anlamıyla bir teröre destek politikasına dönüşmüş, terör örgütü semirmiş, bölgede faaliyet gösteren özel harekat birlikleri tasfiye edilmiş, bu birliklerde mücadele edenler tek tek hapse tıkılmış, bölge halkının hiçbir sorunu çözülmemiş, bölgedeki istihbarat ağırlımız neredeyzse tamamen ya ABD ya da İsrail'in eline geçmiş bulunmaktadır. kaçakçıların bombalanması olayında istihbaratın kim tarafından yapıldığı halen net bir şekilde açıklanamadı. Karakollarımıza yüzlerce kişilik guruplar halinde yapılan saldırıların neden önlenemediği halen açıklanamadı. Terör örgütü artık sadece Güneydoğu Anadolu bölgemizde değil, Karadeniz, İç Anadolu ve Akdeniz Bölgeleri'nde bile yol kesip karakol basmaya başladı. Bir helikopterimiz düştü, halen neden düştüğünü hükümet açıklayamazken bir başka helikopterimize saldırı yapıldı düşmekten son anda kurtuldu. "0" şehit ile teslim aldıkları terör meselesinde bugün artık halkımız bile şehit haberlerini pek umursamıyor. Haftanın üç dört günü mutlaka bir şehit haberi alıyoruz. Artık neredeyse üçüncü sayfa haberi bile olmayacak şehit haberleri. Çünkü hükümet bu konuda kesin talimat verdi. Şehit haberlerinin özellikle de şehitlerimizin cenaze törenlerinin gazete ve televizyonlarda çok fazla "abartılmaması"nı istedi. Dikkat ederseniz son yıllarda şehitlerimiz için yapılan cenaze törenlerinden görüntüler verilmiyor. Sadece birliğinde yapılan törenlerden yani halkın olmadığı törenlerden görüntüler veriliyor. 
***
Tüm bunlara rağmen halkımız halen sessiz. Çünkü uyuyoruz. AKP dinci söylemlerine devam ediyor. Çok abartılı söylemlerde değil. Bir konuşmasında "Allah'ın izniyle" dese bile yeter halkımızın uyuması için. Anadolu yakasına en büyük camiyi yapacağız demeleri yetiyor. Evlatlarımız hergün teröre kurban gitmiş kimin umurunda. En büyük camiyi yapacak hükümet bu yeter bize!


18 Temmuz 2012 Çarşamba

Allah adına 'Ramazan'ı katledenler....

İslam dinini gerçek manada anlamaya, ulu tanrımız Allah (CC)'ı gerçek manada tanımaya başladığım günden bu yana içimdeki en büyük yaradır Ramazan ayı. Başörtüsünü bayrak yapan "dinci" kesimin İslam dinini yozlaştırma gayretlerinin en büyük başarısı Ramazan ayıdır. Ulu tanrımızın bizlere lütfettiği en büyük nimetlerden biri olan Ramazan ayı ve Oruç ibadeti ne yazık ki, tamamen aslından uzaklaşmış, gerçek manasının tam aksine bir gösteriş ve ziyafet çılgınlığına dönüşmüştür.
***
Dinci kokanaların ve takkeli liboşların lüks otel salonlarında kralların bile özeneceğin şatafatlı sofralarda kuş sütünün bile "adam" yerine konulmadığı çeşitlilikte geberene kadar karınlarını şişirip, "Hadi şu sosyete hocasına da bir dua ettirelim" deyip sofra dualarıyla sonlandırdıkları iftar ve sahur yemeklerini bir kenara bırakıp, orta direk tabir edilen vatandaşlarımızın yaptıklarına bir göz atalım kısaca...
***
Efendim kalabalık aile efradı henüz Ramazan başlamadan bir sıra çetelesi tutuyor. 1. gün  baldız Ayşe, 2. gün Teyze kızı Fadime, 3. gün halamlar, 4 gün amca uşakları, 5. gün bütün kardeşler bir araya gelelim, 6. gün Çocuklak arkadaşım Rızaları, 7. gün asker arkadaşım Mehmet Alileri.... Liste böyle devam eder gider. Sonra davetlere de icap etmek zorundadırlar. Gidilmezse küsülür. Gelinmezse küsülür. Listeyi sonuna kadar takip edersiniz ama "Fukara"nın adına rastlayamazsınız. Bir de bu ehli keyif Ramazan Müslümanları TV karşısına geçip başta Nihat Hatipoğlu olmak üzere diğer kanallarda yer alan hocaefendileri dinlerler. Onların Peygamber Efendimiz (SAV) ve ashabının hayatından Ramazan, Oruç ve İftar ile ilgili anlattıkları "acıklı" anıları dinleyip belki de gözyaşı dökerler. TV'deki hocaefendi sesi titreyerek ve gözleri buğulanarak anlatır; "Allah'ın habibi o gün iftar sofrasında 7 tane hurma ile karnını doyuracaktır, fakat o 7 hurmanın 4 tanesini aç karnına oruç tutan komşusu filanca kişiye götürüp verir" Hocaefendi'nin sesi iyiden iyiye titrer, konuklardan ağlayabilenler ekrana zom edilir. Evde saray sofralarını kıskandıracak iftar sofrasında tıka basa karnını doyuracak olan dinci vatandaş belki de hıçkıra hıçkıra ağlıyor... Ağlamasının tek sebebi anlatılanların acıklı olmasıdır. O anlatılanlar Peygamber Efendimiz(SAV)'in hayatından bir anı olmasa da İspanyol Katolik Cictor'un hayatından bir anı da olsa ağlanır... Eğer ki Peygamber Efendimiz(SAV)'in davranışından etkilenmiş ve ders alınmış bir halin gözyaşları olsaydı o akanlar, yapılacak ilk iş o saray sofrasındaki yemeklerden utanılır ve bir fukara sofrasına götürülürlerdi...
***
Mekanı cennet olsun, Kasımpaşa'nın meşhur bir Deli Zeki'si vardı. Bir gün bir sohbetimizde bu tür dinciler için "Bu deyyuslar hazineyi saraydan çıkarmıyorlar, akrabalarıyla halleşene kadar biz fukaraya sıra gelmiyor ve Ramazan geçip gidiyor" demişti. Ne kadar da güzel söylemişti Zeki Abi. Ruhun şad olsun Deli Zeki. Buralarda değişen bir şey yok. Hazine saraydan halen çıkmış değil...
***
Efendim bir de "Ben oruçluyum ulan" durumu var. Bu durumu sergileyen dinci kesim Allah (CC)'ın emrettiği sabrı sanırlar ki, sadece açlık için sergileyeceğiz. Ha bir de yolda karıya kıza bakmayacağız. Kızmak, bağırmak, çağırmak, vurmak, kırmak serbest. Hele ki "kalp kırmak" nerdeyse dinci kesimin uyduruk "oruç ibadeti"nin en önemli bölümü (Haşa!)... Evde sofraya oturur zat-ı muhterem. Çorbadan bir kaşık alır, aman Allahım o da ne!? Çorbanın tuzu eksik. Yerinden pörtleyen gözlerle karısına dehşet saçar bakışlarını yöneltir ve açar ağzını: "Ulan karı bu sıcakta oruç tutuyoruz, eve geldiğimizde ağız tadıyla bir iftar yemeği yiyemeyecek miyiz lan. Niye bunun tuzunu az attın, (ya da) çok attın... Ekmeği niye filanca fırından almadın!? vs vs" Bazıları bağırmakla kalmaz tokadı yapıştırır. Hani erkek adam ya! Hani oruç tutuyor ya!?
***
Oruç ibadetinin özü sağlık, sabır ve yardımlaşmaktır. Senede bir ay olsun midemizi dinlendirmek ve sağlığını korumak için tanrımız Allah (CC) bize Oruç ibadetini lütfetmiştir. Her türlü bela ve musibet karşısında sabırlı olmamız, sabrı hayatımız boyunca yaşantımızın her alanında uygulayabilmemiz için adeta bir antrenman gibi Ramazan ayını bize lütfetmiştir.  Fakire fukaraya daha çok yardım yapılması, zengin ile fakirin aynı sofrada buluşması için iftar ve sahurlar bize lütfedilmiştir.
***
Evet Ramazan ayı ve oruç ibadeti bir lütuftur. Bu lütfu iyi değerlendirelim. Yozlaştırılan bu lütfu dinci yobazların elinden kurtaralım. Güzelliklerle dolu Ramazan ayını iyi anlayalım, iyi yaşayalım, KATLETMEYELİM....
Bu vesile ile Ramazan ayınızı kutluyor, tüm insanlık için hayırlar getirmesini diliyorum... 
Ulu Tanrımız, bu mübarek günlerde dermansız hastalıklara düşenlere sağlık ve sıhhat versin inşaallah...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

MHP İstanbul kongresinde muhalifler kaybetmeyi başardı...

MHP İstanbul İl Yönetimi 9. Olağan Genel Kurulu 15 Temmuz 2012 Pazar günü Akatlar Spor Salonu'nda gerçekleştirildi. Akama ile göreve gelen ve İl Başkanlığı sırasında en önemli icraatı İlçe Teşkilatlarının defterlerini toplatmak olan Abdurrahman Başkan yeniden başkanlık makamına seçildi. Bu kongreyi, kongrenin yapıldığı küçük bir salonu dahi doldurmayı başaramayan bir il başkanı kazanmıştır. Rakiplerinin aldığı toplam 408 oya karşılık 186 oy alabilen Abdurrahman Başkan'ın azınlığın iradesi olarak görev yapacağı yeni dönemde alacağı "sol eğilimli" danışmanlar ile MHP'yi İstanbul'da nerelere götüreceği merak konusu... 
***
Aslına bakarsanız seçim sonuçları benim için sürpriz olmadı. Beklediğim sonuç buydu. Rakiplerinin çokluğu ve ortak liste çıkarabilme konusunda kısır kalmaları görevde olduğu süre içersinde küskünlüklere yol açacak icraatlardan başka ele avuca gelen bir icraatı olmayan Abdurrahman Başkan'a yeniden başkanlık yolunu açmıştır. Abdurrahman Başkan açısından bu seçim sonuçları bir başarı değil bir hezimet olarak görülmeli. En yakın rakibinden sadece 8 oy fazla alabilen bir başkan o koltukta huzur içinde oturmamalı. Erdemli bir siyasetçi olarak bu sonucu iyi değerlendirmeli ve gerekeni yapmalıdır.
***
Abdurrahman Başkan'ın bugüne kadar yaptıkları ortada. Bu kongrede umudumuz "defter toplatma" taktiğine karşı Ülkücü düşünceyi İstanbul'da %10 barajının üstüne çıkaracak, halk ile bütünleşecek, İl Başkanlığı makamını İlçe Başkanları ile cebelleşen bir makam olmaktan çıkaracak, İl teşkilatını İstanbul'un sorunları ile uğraşan, bu sorunlara çözüm projeleri geliştirebilen, halkın arasında siyaset yapabilen basiretli bir yönetimin geleceği yönünde idi. Ancak bu noktada bile büyük bir hayal kırıklığı yaşıyoruz. Mevcut İl yönetimine muhalif adaylar ve ekipleri bu bölünmüşlük karşısında Abdurrahman Başkan'ın yeniden o makama oturacağı öngörüsünü bile yapamamışlar. Bunu bile başaramayanlar acaba MHP'yi İstanbul'da nasıl başarıya taşıyacaklardı? Abdurrahman Başkan'ın görevde kaldığı süre içersinde başarısız olduğunu düşünen 4 adaydan en azından iki tanesi bu öngörüyü başarabilse ve uzlaşma yoluna gidebilseler sonuç şu an çok farklı olacaktı.
***
Bu kongre bir kez daha göstermiştir ki, MHP İstanbul'da bugünkü durumundan öteye bir adım bile atamayacak. Bütün umutlarım tükendi ve uzun zamandır MHP Beyoğlu İlçe Teşkilatı'ndaki görevimden istifa etme kararı aldım. İç muhalefeti dahi beceremeyen bir teşkilat yapısı ile siyasette başarılı olmamız ve bu millete hizmet etmemiz mümkün değildir. MHP bu milletin son umududur. İç ve dış mihrakların fethedemediği son kaledir. Milletin son umudu basiretsiz yöneticilerin elinde kalmamalıdır. 
Bugüne kadar birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan ve tüm dava arkadaşlarımdan haklarını helal etmelerini istiyor ve bundan sonraki çalışmalarında başarılar diliyorum.
ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN....

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Vurun Abalıya; Kıdem Tazminatı da AKP Canavarının midesinde artık...

Kıdem tazminatını bir fonda toplayıp ödemelerin bu fondan yapılmasına yönelik kanun taslağı hazılandı. Taslağa göre işçiler işten atılsa da kendi ayrılsa da 15 yılı doldurmadan kıdem tazminatına dokunamayacak. Artık askere giden erkekler veya evlenen kızlara da kıdem tazminatı ödenmeyecek. 15 yıl sigortalılık süresini dolduran ve adlarına 3 bin 600 gün (10 yıl) prim yatırılanlar ise tazminatın yarısını istedikleri zaman çekebilecek. İkinci ve sonraki kullanımlarda ise bin 800 gün prim yatırılması zorunlu. Tazminatın tamamına ise emekli olanlar ve malullük aylığı bağlananlar sahip olacak. İşçinin ölümü halinde fonda biriken tutarın tamamı mirasçılarına ödenecek. 

YARISI İŞSİZLİK SİGORTASI’NDAN 
Taslağa göre Kıdem Tazminatı Fonu’nun geliri çalışanların brüt maaşı üzerinden işverenlerin ödeyeceği yüzde 4’lük paydan oluşacak. İşçilerden herhangi bir kesinti olamayacak. Devlet de herhangi bir pay koymayacak. Ancak yüzde 4’lük pay işverenlere ağır yük getireceği için bu payın neredeyse yarısı İşsizlik Sigortası Fonu’ndan kaydırılacak. Şimdiye kadar İşiszilik Fonu’na işçiler adına yüzde 2’lik pay yatırılan işverenin bu payı yüzde yarıma inecek. Böylece Kıdem Tazminatı Fonu’nun işverene maliyeti gerçekte işçinin maaşının yüzde 2.5’i düzeyinde olacak. Bu ise İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerini önemli ölçüde azaltacak. Taslağa göre Kıdem Tazminatı Fonu, Bireysel Emeklilik Sistemi’ni de (BES) yöneten Emeklilik Gözetim Merkezi tarafından yönetilecek. 

FON SEÇİMİ ÖZGÜR 
Fon emeklilik şirketlerine yatırılacak. Fonları ise BES’i de yöneten portföy yönetim şirketleri yönetecek. Fon seçimini işçi özgürce yapabilecek. İşveren fonun yatırılacağı emeklilik şirketini seçecek.

VERGİSİZ TAZMİNAT DÖNEMİ BİTİYOR
Taslağa göre kıdem tazminatının yarısının ya da tamamının çekilmesi halinde yapılan ödemeler içinde fonda biriken paranın faizi menkul sermaye iradı sayılacak ve vergi kesintisi yapılacak. Taslakta işverenin ödediği prim vergi dışı bırakılırken, fonda değerlenen paranın faizi veya getirisi vergi dışı bırakılmıyor. Gelir Vergisi Yasası’nın 94’üncü maddesine göre bu oran yüzde 25. Fakat oranı Bakanlar Kurulu’nun indirme veya yükseltme hakkı var. Böylece şimdiye kadar ihbar tazminatında olan vergi kıdem tazminatına da getirilmiş olacak. 

İŞVEREN BELGE DÜZENLEMEK ZORUNDA
Şirket, talep etmeleri ve şirket tarafından belirlenecek işlem ücretini ödemeleri şartıyla işçi veya işverene tahakkuk eden prim ve buna ilişkin nema geliri, tahsil edilen prim ve buna ilişkin nema geliri ile aradaki farkların gösterildiği bir belge düzenlemekle yükümlü olacak. 

İş sözleşmesinin, işçinin hak kazanma sürelerini doldurmadan sona ermesi halinde işçi, varsa tahakkuk eden prim ile tahsil edilen prim farkını ve bu farka ilişkin nema gelirini bireysel kıdem hesabına yatırılması şartıyla işvereninden talep edebilecek. 

İşçi isterse borsada değerlenecek 
Bireysel kıdem hesabındaki birikimlerin hangi yatırım aracı vasıtasıyla değerlendirileceğine işçi karar verecek. Örneğin isterse borsa ağırlıklı bir fonda veya altın ağırlıklı fonda değerlenecek. İşçinin, bu yönde bir tercih beyan etmemesi halinde söz konusu birikimler, asgari yüzde 40 oranında Hazine Müsteşarlığı’nca ihraç edilen kamu borçlanma araçlarını veya kira sertifikalarını içeren. bir fonda değerlendirilecek. 

10 yıl boyunca unutanın hakkı yanacak 
Kıdem tazminatı tutarının tamamının çekilmesine hak kazanıldığı tarihten itibaren 10 yıl içinde şirkete başvurarak kıdem tazminatının ödenmesini talep etmeyen işçi veya kanuni mirasçılarının hakkı zamanaşımına uğrayacak. Zamanaşımına uğramış tutar şirket tarafından 15 işgünü içinde Maliye Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü hesabına aktarılacak.

15 YILDAN ÖNCESİ İÇİN TEK YOL EV SATIN ALMAK
Çalışanlar ev satın almak için fonda biriken parasının yarısını çekebilecek. Birçok çalışanın fondaki paraya dokunabilmesinin tek yolu da ev satın almak olacak. Ev satın alırken çekilen paranın faizi için de vergi kesintisi yapılacak. HABERTÜRK

4 Temmuz 2012 Çarşamba

NEFER Meselesi!..

NEFER bir tribün gurubudur. Bugün Eskişehirspor camiasının en büyük tribün gurubu olma özelliğini kazanmıştır. Kurulduğu günden bu yana tribünlerden büyük bir teveccüh görmüş ve bugün bu noktaya gelmiştir. Eğrisiyle doğrusuyla bugünlere geliş öyküsünü şöyle bir hafızalarımızda yokladığımız vakit artılarının çok fazla olduğunu görebiliyoruz. Elbette kusurları da olmuştur. Bu kusurları gidermek ve NEFER'i daha iyi noktalara getirmek de bizim, yani tüm Eskişehirspor sevdalılarının görevidir.
***
Şahsım adına zaman zaman Nefer'in kusurlu bulduğum noktaları hakkında eleştirel yazılar yazdım. Zaman zaman da, gerek Mesut Arıbakan gerekse de Murat Diri kardeşlerime bu eleştirilerimi bizzat ilettim. Bazı eleştirilerimizi dikkate aldılar bazılarını da dikkate almadılar. Bu da gayet doğaldır. Çünkü herkes benim gibi düşünmek zorunda değildir. Nefer'i kendi faaliyet alanında eleştirmek ile bir eleştirmen edasıyla yaptığı her şeyi eleştirmek(!) arasında çok fark vardır. Nefer'in bugüne kadar yozlaşan tribünlerimizi yeniden gittiği her yerde sempati ile karşılanan bir camia haline getirmek için attığı adımları hiçbirimiz yok sayamayız. Bu yapılanları hem biz zaman zaman çeşitli ortamlarda yazdık, anlattık, hem de sevgili Murat Diri 2 Eylül gazetesinde süren dizi röportajında anlatmaya devam ediyor.
***
Nefer gurubu Yeniden Büyük Eskişehirspor idealine ulaşmak anlamında kendi adıma bu caimanın son şansıdır. Bu söylemimi belki bazı arkadaşlar biraz abartılı bulabilirler, ancak ben Eskişehirspor'a olan sevgimden nedeniyle putperest damgası yemiş bir gönüldaşınız olarak bunu söylüyor ve buna yürekten inanıyorum. Gördüğümüz hataları bir eleştirmen edasıyla değil de aynı davaya gönül vermiş bir dava arkadaşı edasıyla Nefer'in liderine ulaştırdığımız zaman Nefer'in daha iyi ve daha az kusurlu bir tribün gurubu olmasına katkı sağlarız. Ancak belli kesimlerin Nefer'e olan hınçlarını kusmak için ortaya attıkları mesnetsiz iddiaların uçuştuğu ortamlarda eleştiri yapmaya kalkarsak hem Nefer düşmanlarına hizmet etmiş oluruz hem de Nefer'in daha iyi olması yönünde atılması muhtemel adımlara mani olmuş oluruz.
***
Ne benim ne de Murat Diri'nin hiç bir ESES sevdalısına Nefer'i eleştirmeyin deme hakkımız yoktur. Bilakis yapıcı eleştiri ne kadar artarsa Nefer'in büyümesi ve Yeniden Büyük Eskişehirspor idealinin güçlü bir neferi olması daha da hızlanacaktır. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi bu eleştiriler doğru yerde ve doğru zamanda yapılmalıdır. 
***
Nefer'e yöneltilen birçok eleştiriye hem ben hem de Murat Diri defalarca gerekli cevapları verdi. Bundan böyle de ben sabırla cevap vermeye devam edeceğim. Çünkü yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen benim nazarımda Nefer halen bu camianın en büyük umududur. Ben Nefer'den yana olan bu umudumu asla yitirmeyeceğim. 
***
Son olarak Murat Diri başta olmak üzere Nefer gurubunun tüm mensuplarına gördüğüm bazı konularda eleştirilerimi iletmek istiyorum. Özellikle www.eskişehirspor.com forumlarında son dönemlerde yürütülen Nefer'i linç operasyonu sırasında gerçek anlamda eleştiri yapan ve iyi niyetlerinden şüphe etmediğim bazı arkadaşlara yönelik tehdit mesajlarının hiçbir şekilde Yüksek Eskişehirsporluluk Bilinci ile bağdaşmadığını söylemek isterim. Bize karşı yapılan maksatlı ya da maksatsız tüm eleştirilere gerekli cevapları verebilecek güce sahibiz. Küfür ve tehdit aciz insanların silahıdır. Biz hiçbir zaman bu konumda olmamalıyız. Eskişehirspor sevgimiz ve aldığımız yaşam terbiyesizi bizleri "farklı" kılmalıdır. Elbette hakedenlere hekettikleri mutlaka verilmelidir. Bu zaman zaman yapıldı. Ancak bu hiçbir zaman küfür ve tehditle yapılmamalıdır. Biz Eskişehirspor'un Nefer'leri olarak her zaman alnımız açıktır. Bize yöneltilecek her türlü mesnetsiz iddia ve eleştiriye cevap verecek sabrımız olmalıdır. Bizim sabrımızın sınırları hiçbir şekilde zorlanmamalıdır. Hatta sabırımızın sınırı olmamalıdır.
***
Nefer, Murat Diri ile beklenmedik şekilde büyümüş ve büyümeye devam edecektir. Ona güvenim her zaman tamdır. Bugün mübarek Beraat Kandili. Yani yerin göğün sahibi Tanrımız Allah-ü Teala'nın af kapılarını sonuna kadar açtığı bir gece. İnananlar bu gece tövbeleri sayesinde günahlarından beraat edecekler. Tanrımızın af kapılarını açtığı, kulları ile barış ilan ettiği bir günde Murat Diri de barış ilan etmeli ve Yeniden Büyük Eskişehirspor idealine giden yolda yeni bir sayfa açmalıdır. Karşılıklı sevgi ve saygı ortamında Eskişehirspor sevdalıları BİR oldukları vakit önlerinde hiçbir güç duramayacaktır! 
***
Daha önce olduğu gibi bundan böyle de Nefer hata yapacaktır. Nefer hata yapmasın beklentisinde olanlar bizimle yürüyemezler bizi eleştiremezler. Her hatasında biz Nefer'i yerden yere vurursak orda amaç üzüm yemek değildir bağcıyı dövmek olur. Nefer, hatasıyla sevabıyla BİZİMDİR. Ve şu anda tribünlerde bizim en büyük gücümüzdür. Bu gücü iyi yönde kullanmamız için bizim Nefer'i Nefer'in de bizi sevmesi şarttır. Birbirlerini sevmeyen insanların başarılı olması da mümkün değildir. 
***
Bu vesile ile tüm Eskişehirspor sevdalılarının ve İslam aleminin kandilini tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim.
YAŞASIN ESKİŞEHİRSPOR!!!