Nihal Atsız ve Ziya Gökalp gibi isimlerle başlayan, Mustafa Kemal Atatürk ile büyük bir başarı kazanan TÜRK'ün Anadolu'da Varolma mücadelesi yıllar sonra Başbuğ Alparslan Türkeş önderliğinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve Ülkü Ocakları çatısı altında yeniden büyük bir mücadeleye dönüşmüştü. Bu mücadele öylesine kutlu bir mücadeleydi ki; nice yiğidimiz ömrünün henüz baharında bu kutlu mücadele için şehadet şerbetini içmekten bir an bile geri durmayacaktı...
***
Sizlere TÜRK'ün Anadolu topraklarında var olma mücadelesini daha etkili anlatabilmek için çok uç noktadan bir örnek vereceğim.
Nazım Hikmet'i hepimiz biliriz.
Hatta bir Ülkücü olarak adını duyduğumuzda irkilenlerimiz bile vardır.
Solcu...
Belki Ateist...
Olumsuz her türlü düşünceye sahip olduğumuz bir yazar Nazım Hikmet...
Bakınız Nazım Hikmet sürgünde bulunduğu yıllarda Budapeşte Radyosu'ndaki konuşmasında neler söylüyor.
"Bu gün Türkiye vatanında yapılanlar Türk Milleti'ni Anadolu topraklarından silme çalışmalarıdır. Türk Milleti'ni yok etmek istiyorlar. Şunu biliniz ki, Türkiye'de Türk Milleti'ni yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecek"
***
Solcu olarak bildiğimiz Nazım Hikmet'in bile üstüne basarak vurguladığı Türk Milleti'ni Anadolu topraklarından silme projesi din kisvesi altında iktidar olan Menderes ile yeniden ivme kazanmış ve hızla devam ediyordu. İslam kalkan yapılarak Türk Milleti'ni Araplaştırma projesine Türklük bilincine sahip olanlar karşı mücadele başlatsa da siyasi varlık olmadan mücadele başarıya ulaşamıyordu.
Başbuğ Alparslan Türkeş ve dava arkadaşları bu mücadeleye siyasi bir kimlik kazandırmak için önce CKMP'yi kurdular daha sonra da partinin adını MHP olarak değiştirdiler.
MHP'nin yanısıra hareketin dinamik gücünü oluşturan Ülkü Ocakları da bu tarihlerde kurulmuş ve kutlu birliktelik başlamıştı.
Bu yıllarda henüz 19 yaşında üniversite öğrencisi bir genç olan Devlet Bahçeli de öğrenimini sürdürdüğü üniversitede Ülkü Ocakları teşkilatını kurarak bu kutlu yürüyüşün bir neferi olmuştu...
***
MHP ve Ülkü Ocakları çatısı altında verilen kutlu mücadeleyi hepimiz biliyoruz.
5 bin şehit verdik.
Nice yiğidimiz gazilik mertebesine ulaştı.
Çok çileler çekildi.
Bütün zorluklara karşı mücadele sürdü ve başarıya ulaştı.
Bu başarının en önemli etkeni Ülkücülerin BİR olabilmesiydi.
Davanın lideri Başbuğ Alparslan Türkeş'e koşulsuz bağlılık ve Türk'ün var olma mücadelesinde önemli bir başarı...
***
12 Eylül darbesi ile başlayan dönem ise, Ülkücüler için tam bir çile dönemi oldu.
Devlet'in bekası için binlerce şehit veren Ülkücüler, bu kez devletin güvenlik güçleri tarafından hapislere atılıyor, işkencele maruz kalıyor ve darağaçlarında idam ediliyordu...
Ülkücüler bu zor günleri de aştılar.
Ancak mücadele bitmemişti.
Yeniden toparlanma süreci sancılı da olsa başarılmış, MÇP'nin ardında MHP yeniden siyasi yaşama başlamış ve Ülkü Ocakları da davaya dinamizm kazandırmak için yeniden genç Bozkurtlar ile davaya hizmet kervanına katılmıştı...
***
Artık koşullar değişmiş, yeni bir dönem başlamıştı.
Yıllarca sokaklarda Türk ve İslam düşmanlarına karşı silahlı mücadele veren Ülkücüler artık bu mücadeleyi siyasi alanda sürdürecek ve Milliyetçi Hareket Partisi'ni iktidar yaparak, Türk Milleyetçiliği fikriyatını, Başbuğ Alparslan Türkeş'in 9 IŞIK doktrinini iktidar yapma mücadelesine girişecekti.
İşte bugün içinde bulunduğumuz kaos dönemi o yıllarda başlamıştı.
Sokaklarda verdiğimiz silahlı mücadele ile dolu yıllarda gösterdiğimiz birlik ve beraberlik ruhu ne yazık ki, siyasi alanda oluşmadı.
"Lidere İtaat" "Dava arkadaşına bağlılık" ilkeleri başarının anahtarı iken MHP saflarında mücadele veren Ülkü Devi abiler ayrı ayrı lider konumunda gördüler kendilerini.
***
Herkes en iyisini kendisinin bildiğini söylüyor, bu davayı buralara birlik ve beraberlik içinde taşıyanlar artık kendi içlerinde bir liderlik mücadelesi içinde bulunuyorlardı.
Bir kısım Ülkü Devi abi de 12 Eylül Cunta'sının ürünü olan Anavatan Partisi (ANAP)'nde siyaset yapmaya başlamış, MHP'nin Türk Milleti'nin umudu olacağı bir dönemde hepsi bir bir Başbuğ Alparslan Türkeş'i yalnız bırakarak kendi yolunu çizmişti.
19 Yaşında Ülkü Ocakları teşkilatını kurarak bu davaya hizmet etmeye başlayan Devlet Bahçeli ise ne 70'li yıllardaki mücadelede ne de bu siyasi alandaki mücadelede "Lidere Sadakat" ilkesinden ödün vermemiş ve Başbuğ'un yanında olmuştur...
***
MHP'de yaşanan ayrılık rüzgarları bur türlü dinmedi.
MHP'nin gelişip büyümesinden, Türk Milleti'nin umudu olmasından çekinen güçlü iktidarlar her zaman MHP içindeki liderlik mücadelelerini körüklemiş, desteklemiştir.
Türk düşmanı medya unsurları da MHP içindeki fitne tohumlarının yeşerip gürbüzleşmesi adına ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki; Ülkücülerin siyaset sınavında bizler ve ebedi liderimiz Başbuğ Alparslan Türkeş ülke siyaseti yapmaktan çok iç siyaset ile mücadele ettik.
Başbuğ, MÇP sonrasında MHP'nin başında ömrünün sonuna kadar muhaliflerle mücadele etmedi mi?
Başbuğ'un en güvendiği isimlerden biri olan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları tam da MHP'nin oylarının yükselmeye başladığı, yüzde 2-3'lerden yüzde 8'lere doğru hızlı bir tırmanışa geçtiği dönemlerde prtiden ayrılmalarını nasıl yorumlamak gerekir?
***
Ebedi liderimiz Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatından sonra Ülkücü İrade tarafından davanın lideri olarak seçilen Devlet Bahçeli de aynı kaderi paylaşmadı mı?
Genel Başkan olduğu andan itibaren, bugüne kadar her daim parti içi muhalefet ile mücadele etmedi mi?
MHP öyle bir hale geldi ki; Genel Merkez'den tutun da ilçe teşkilatlarına kadar sürekli kurultay hesapları yapılan, birbirlerine bağlılıkları hep kurultay ve kongre hesapları üzerinden belirlenen bir teşkilat durumuna düştük.
Bir ilçe teşkilatını düşünün.
Bir kongre yapılıyor, kongrenin bittiği anda bir sonraki kongrenin kulisleri, dedikoduları, hesapları başlıyor.
Herkes birbirinin ayağını kaydırma mücadelesinde, herkes bir iç siyaset hesapları içinde...
***
Bugün geldiğimiz noktada şunu görüyoruz:
1970'li yıllarda "Ülkücü ülkücünün öz kardeşidir" ilkesiyle tek vücut olan Ülkücüler artık "Düşmana gerek yok bizim düşmanlığımız bize yeter" noktasına gelmiştir.
Sokak mücadelesinden çıkıp, siyaset mücadelesine girdiğimiz zamandan bu yana yapamadığım tek şey, "BİR" olabilmektir.
Buna rağmen aziz milletimiz MHP'ye azımsanmayacak oranda oy vermektedir.
Millete kızmayın.
Şöyle düşünün: Bir tarafta milletin özü olan ancak kendi iç çekişmelerinden kurtulamayan, sürekli olarak birbirleriyle didişen, davanın kurucusu Başbuğ'a bile isyan eden, sürekli olarak liderlik tartışması olan, liderine itaati yalakalık olarak gören bir MHP teşkilatı var.
Bir yanda da, liderine kayıtsız şartsız itaat eden, birbirleriyle didişmeyen, derli toplu, (doğru ya da yanlış) ülke meseleleri ile milletin huzuruna çıkan bir AKP var...
Millet MHP'yi umut olarak görmek istiyor.
Millet MHP'nin ilkelerine inanıyor.
Ancak Milletimiz görmek istediği birlik ve beraberliği bir türlü göremiyor MHP teşkilatlarında.
Millet MHP'yi mecliste tutuyor ama iktidar yapmaya da cesaret edemiyor.
Biz AKP'nin tek başına iktidar olduğu şu dönemde BİRLİK olabilseydik AKP iktidarı 5 yıl önce biterdi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder