5 Ağustos 2012 Pazar

Eskişehir'i özlemek....

Dosttur Eskişehir;
Gecenin bir yarısı, Şahin Tepesi'nde şişe Efes Pilsenlere meze edilen "dert"leşmelerde gizlenen konuştukça açığa çıkan, içtikçe sağlamlaşan bir dost.
Dosttur Eskişehir;
Kandil gecelerinde omuz omuza edilen ibadetlerin pekiştirdiği, diz dize yapılan duaların sağlamlaştırdığı yıkılmaz bir dosttur her daim.
Dosttur Eskişehir;
Liglerin en sonuncusuna bile düşse, hep birlikte gidilen en ücra deplasman yollarında çekilen cefa kadar güçlü, bilet kuyruğunda beklerken yenilen simitleri paylaşacak kadar zengin bir dost....
Dosttur Eskişehir;
Hiç alakasız bir zamanda ESES formasını sırtına geçirip sokaklarına attığın vakit kendini, senin gibi sebepsiz sevdalanan üç beş "adam" bulabileceğin, birlikte ortak sevdanı umursuzca haykırabileceğin kadar sevdalı bir dost...
Dosttur Eskişehir;
"İstanbul'un en güzel hali Eskişehir'i özlediğim halidir" dedirtecek kadar yakın, sıcak, samimi bir dost...
***
Sabahın şu en güzel anında, karanlığın aydınlıkla seviştiği, martıların en güzel şarkıları söylediği, rüzgarın alnımda domuran terleri soğuttuğu, bütün ahalinin derin uykulara daldığı şu saatlerde ben yine Eskişehir'i özlemekle meşgulüm. Belki şimdi Çibörek Yaşar'ın oğlu "Hemşerim atla gel hemen, bitsin şu hasret" diyecek ama ne bileyim kalkıp gidemiyor insan. Kimbilir belki de Eskişehir'in hasretini, vuslatından daha çok severim ben...
***
Eskişehir'i özlemek...
Aykırı aşkların acısı kadar acı verir, anayla kuzusunun buluşması kadar saadet verir. Umutsuz bir sevda gibidir bazen, bazen de doğan her güneşle biten, batan her güneşle başlayan bir hasret gibidir. Güneş doğunca dünya telaşına dalar unutursunuz gün boyu. Vakit hızlı geçer, bir de bakarsınız ki, gün bitmiş, güneş yerini aya bırakmış. Eve gidip yemeğinizi yersiniz, benim gibi müptela iseniz, balkona çıkıp bir sigara içmek istersiniz. Hani diyenin lafı boşa gitmesin diye belki de; "İster zengin ol ister fukara, yemekten sonra yak bir cigara" hesabı. İşte o an yeniden başlar hasretin kıpırtısı yüreğinizde. Kulaklarınız jetlerin sesini arar, duyamazsanız kafanızı kaldırıp gökyüzüne bakarsınız "acaba kulaklarım iyi işitmiyor mu artık" diye... Lakin nafile baktığınız gökyüzü İstanbul'a aittir... Eskişehir semaları ise, yüreğinizdeki hasret duygularında saklıdır...
***
Cigaranın dumanını yudum yudum çekerken içinize her yudumda bir caddeye, bir sokağa adım atarsınız. Anılar film şeridi gibi geçer göçünüzün önünden. Eş, dost, akraba... Herkesin kapısını tek tek çalmak istersiniz, en azından bir selam vereyim istersiniz, bir seslerini duyayım dersiniz. Cigara izmarit kıvamına gelirken yolunuz Atatürk Stadı'na düşer. Bütün Kara&Kızıl sevdalılar orada toplaşmışlar... Herhalde yine bir maç öncesidir. Rakip belki Sevilla, belki de İçel Mezitli... Ne farkeder ki rakibin kim olduğu. Biz oraya her daim maç izlemeye değil gözlerimizin o kutlu renklere olan hasretini dindirmeye gitmedik mi!?
***
İşte tam oralarda, gönüldaşlarınıza yaklaştığınız anlardasınızdır cigaranın parmaklarınızı yakmaya başladığı anlarda. Kendinizi tutamayıp gönüldaşlarınıza eşlik etmek istersiniz coşkuyla; "ES ES ES Kİ Kİ Kİ ESKİ ESKİ ES!!!! Fakat tam o an parmaklarınızı yakan sıcaklıkla irkilirsiniz ve o kutlu haykırış boğazınızda düğümlenir. Bir öksürük krizi başlar, boğulacak gibi olursunuz. İçerden hanım bağırır, "Zıkıkımın kökünü iç, yeter boğulacaksın içme şu zıkkımı artık!" Bilmiyor ki, bizi kahreden o boğazımıza düğümlenen kara sevdadır. Gerçi bilse ne fayda eder ki!?...


1 yorum:

  1. Abi yine müthişsin. Gözlerim dolarak okudum. Bilmezler bizim ne çektiğimizi sila hasreti çekmeyenler...

    YanıtlaSil