24 Haziran 2013 Pazartesi

Koalisyon hükümetlerini öcü haline getirenler!

600 yıl boyunca padişahlıkla yönetilmiş olan bir milletin torunları olarak 1923 yılında kurduğumuz "Cumhuriyet" rejimini bir türlü sindirememiş durumundayız.
Cumhuriyet halkın kendi kendini yönetmesi anlamı taşımaktadır.

Seçtiği temsilciler vasıtasıyla kendi kendini yönetir bu rejimde millet.
Fakat Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki CHP'li yıllarda dahil olmak üzere halk bir türlü kendi temsilcilerini seçebilmiş değildir.
Bir lider vardır.
O lider birilerini seçer.
Size de "alın sizin temsilcileriniz bunlar bunları seçin" denilir.
Siz de eliniz mahkum o seçilmiş temsilcileri onaylamak zorunda kalırsınız.

Kuruluş yıllarındaki uygulamayı "zamanın şartları" dahilinde belki hoş karşılayabiliriz.
Bir geçiş dönemi vardır ve bu geçiş döneminde alıştırma turları bu şekilde yapılmış olabilir.
O dönemleri hem yaşamamış olmamız açısından hem de 600 yıllık bir geleneğin dönüşümünün ilk adımları olması açısından çok fazla eleştiremeyebiliriz.
***

Çok partili hayata geçişle birlikte "manzara-i umumiye" değişmiyor.
Atatürk'ten sonra CHP ve Türkiye Cumhuriyeti'nin liderliğini devralan İsmet İnönü de aynı tarzı sürdürüyor.
Kendisini "Milli Şef" ilan ediyor.
Bir nevi parlamenter padişahlık rejimi hüküm sürüyor.

İsmet İnönü'nün karşısına halkın sesi olarak çıkan Adnan Menderes de aynı çizgiyi takip ediyor.
Demokrat Parti'nin tek başına iktidara gelmesi de halkın kendi kendini yönetmesi anlamına gelen Cumhuriyet rejimini gerçek anlamına taşıyamıyor.
Bizim seçeceklerimizi önce onlar seçiyor sonra bize de onaylamak düşüyor.
Mensubu bulunduğu parti içinde halkın sesini parti karar mekanizmasına duyuracak kişiler değil, parti liderinin kararlarını emme basma tulumba misali onaylayacak emir erleri seçiliyor büyük bir çoğunlukla.

Hem Atatürk ve İsmet İnönü'lü CHP dönemlerinde hem de Adnan Menderes'li DP dönemlerinde tek parti iktidarları hüküm sürüyor.
Bu dönemlerde halkın büyük kısmı memnuniyetsizlik içinde.
Hükümetlerin kararları halkın tamamını memnun etmeye bir türlü yetmiyor.
Hep yüzde 50 - yüzde 50 berabere...
Memleketin yarısı memnun yarısı memnun değil.

Bir türlü tek parti iktidarları döneminde halkın çoğunluğunu memnun etmeyi beceremiyoruz.
***
Çok partili hayatın gerçek anlamda yaşandığı 1950-1960 yılları arasındaki 10 yıllık DP iktidarı döneminde 60'a yakın idam gerçekleştirilmiş.
Basına sansürler uygulanmış.
Sürgünler gerçekleştirilmiş.

Yasaklar had safhaya çıkmış.
"Yeter! Söz Milletin" sloganıyla meydanlara çıkmış ve büyük bir çoğunlukla iktidara gelmiş olan DP hükümeti kendisine inanmayanları millet kavramının dışında tutmuş ve baskılar başlatmıştı.
Baskıların büyük bir çoğunluğu Milli Şef'in CHP iktidarı döneminde yaptığı baskılara misilleme gibiydi.
İnönü döneminde Sovyetler Birliği'ne yanaşan Türkiye Cumhuriyeti, Adnan Menderes döneminde rota değiştirip bir diğer emperyalist dünya gücü olan ABD'ye doğru yanaşmaya başlıyor.
İnönü ve Menderes dönemlerinde yaşananların sonucunda Cumhuriyet rejiminin, yani halkın kendi kendini yönetmesi rejiminin koruyucusu ve savunucusu olarak ortaya çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyduğunu açıklıyordu.
Demokratik rejiminin aktörleri olan siyasetçilere "Siz bu demokrasi işini beceremediniz, siz bi kenara çekilin biz size bunu biraz öğretelim" denildi adeta.
Askeri cunta da aynı yolu izledi.
Halkın bir kesimine zulmedildi.
Halkın yarısının takdir ettiği siyasetçiler darağaçlarında sallandırıldı.
Adeta bir imha ekibi gibi çalıştılar.

***
1960'lı yıllar adeta geçiş dönemini yeniden yaşamak gibiydi.
Baskıcı ve otoriter rejim kendince yeniden çok partili siyasi yaşama dönmenin gayreti içindeydi.
Darbe yapmanın amacı demokrasiyi yeniden şekillendirip yaşama dahil etmek idi.
1970'li yıllara girdiğimizde halk TBMM'de daha geniş bir tabanda temsil edilmeye başlanmıştı.
Artık halk iki partiye mahkum değildi.
Uç noktalar keskinleşiyor ve kendilerine siyasi çatılar kuruyorlardı.
Bu dönemde bir döneme imzalarını atacak olan Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş ve Süleyman Demirel ile tanışıyordu halkımız.
Ülkemizin yeni liderleri bu isimlerdi 1970'li yıllarda.
Sadece 4 isim mi?
Elbette hayır...
Behice Boran
Turhan Feyzioğlu

Ferruh Bozbeyli gibi isimleri de unutmamak lazım.
Halkın iradesi bölünerek daha geniş bir tabanda meclise yansıyordu.
Bölünme olsa da sistem değişmiyordu.
Halkın yine kendi temsilcilerini değil,

Kendilerine adına liderler tarafından tespit edilmiş, yani kendileri adına seçilmiş isimleri kendi temsilcileri olarak onaylamakla yükümlü tutuluyordu.
Demokrasiden anladığımız hep bu olmuştu anlayacağınız....

***
1970'li yıllarda ülkemiz koalisyon hükümetleri ile tanıştı.
Yani farklı partilerin bir araya gelerek oluşturdukları hükümetler.
Sağ - Sol partilerin cepheler kurduğu bir dönem...
Sağ partiler birbirleriyle,

Sol partiler birbirleriyle koalisyon ortaklıkları yapıyor fakat hükümetlerin ömrü çok kısa oluyordu.
Bir zamanlar CHP içinde bir arada mücadele verenler şimdi kendi partilerinin çatısı altında CHP ile anlaşamıyorlar;
Bir zamanlar DP içinde bir arada mücadele edenler, şimdi kendi partilerinin Adalep Partisi ile anlaşamıyorlardı.
Halbuki 10 yıl öncesinde hepsi aynı düşüncede idiler...
Koalisyon hükümetleri döneminde anarşi sokaklara hakim olmuş, sol terör örgütleri memeleketin bir çok yerinde kurtarılmış bölgeler oluşturmuş, bir çok mahalle ve beldede kömünizm rejimi ilan edilmiş, yokluk, kıtlık, karaborsa almış başını gitmişti.

1960 darbesi öncesinde birbirleriyle iktidar mücadelesi yapanlar anlaşılan o darbeden ders almamışlardı.
Onların yani koalisyon hükümetlerini uzlaşmaz tutumlarıyla bir öcü haline getirenlerin bu hali halkın rejiminin koruyucusu ve savunucusu olan TSK'yı bir kez daha görev başına gelmek durumunda bırakmıştı.
12 Eylül 1980 darbesini yapan Kenan Evren önceki darbeciler kadar gaddar davranıp bir imha çalışması yapmadı.
En azından siyasi aktörleri ortadan kaldırmak gibi bir vazife biçmedi kendisine.
İdamlar yapıldı.
Zindanlarda işkenceler en acımasız şekilde sürdü...
***
12 Eylül cuntacıları halkı iyi analiz ettiler.
"Bu halkı başı boş bırakırsak ya davulcuyu seçer ya da zurnacıyı" dediler ve hazırladıkları anayasada bir takım tedbirler aldılar.
Bu tedbirlerin en önemlisi de baraj sistemi idi.
Seçimlerde kullanılan oyların yüzde 10'unu alamayanlar milletin meclisinde temsil edilemeyeceklerdi.
Yani yüzde 10'un altında kalan halk yok sayılacaktı.
Aslında halkın kendisi de bu sistemi pek beğenmişti.
Beğenmeseydi 12 Eylül Anayası'na yüzde 92 kabul oyu verir miydi?

Baraj sisteminin ilk nimetlerini yiyen Turgut Özal oldu.
Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan Partisi yine büyük bir çoğunlukla tek parti iktidarı koltuğuna oturmuştu.
Onların yürüttükleri politikanın da İnönü ve Menderes iktidarlarından farkı yoktu.
Kendilerine inananlara sınırsız özgürlük;
Kendilerine inanmayanları yok saymak...
12 Eylül rejiminin ürünü olan ANAP döneminde de manzara-i umumiye değişmedi...
Halk kendi temsilcileri yine kendisi seçemedi.
Özal'ın ya da diğer liderlerin seçtiklerini onaylamak zorunda kaldık...

***
Özal'ın 10 yıl tek başına hüküm süren ANAP'ını tarihe gömen halk yeniden koalisyonu denemek istedi.
Halk tek başına iktirdarları bir türlü sevememişti.
1970'li yıllarda yaşanan acılara rağmen ANAP'ın ardında yeniden koalisyon işareti veren halk yine dumura uğramıştı.
Siyasi liderlerin sultasının sürdüğü partiler bir türlü uzun soluklu koalisyon hükümetleri oluşturamadılar.
Halkın umut ettiği uzlaşmayı bir türlü sağlayamayan siyasetçiler halkı yeniden tek parti iktidarının kucağına itiyor ve Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi'ni tek başına iktidara taşıyorlardı.

Halkın en yumuşak karnı olan dini duygularını da kullanarak güçlü bir şekilde iktidarını sürdüren DP ve ANAP'ın ömründen daha uzun bir ömre sahip olacağa benziyor.
Halk bugüne kadar kendilerine koalisyon hükümetlerini öcü gibi gösterenleri bir daha iktidara taşımak istemiyor.
"Baskıcı rejime rağmen istikrar iyidir" düşüncesi halkın büyük bir kesiminde hakim durumdadır.

Son tek parti iktidarı olan ANAP iktidarı sonrasında son kez koalisyon denemesi yapan halkımız tekrar hüsrana uğrayınca artık yoğurdu üfleyerek yiyecek gibi görünüyor.
***

Şu an AKP'den sonra Türk siyasi yaşamının en önemli iki aktörü olan MHP ve CHP'nin bu noktada iktidara gelme şanslarının tüm yaşananlara çok az olduğunu söylemek için müneccim olmaya gerek yok
Görünen köy kılavuz istemez.
Halk öncelikle istikrar istiyor.
Sonra da kendi değerlerine saygı duyulmasını istiyor.
AKP bunu yapıyor mu!?

Biz yapmadığını düşünüyoruz.
Halkı kandırdığını düşünüyoruz.
Ancak AKP'yi tek başına iktidara taşıyan halkın büyük bir çoğunluğu bizim gibi düşünmüyor.
Biz ne dersek diyelim bu gerçeği değiştiremeyeceğiz.
MHP ve CHP bu noktada çalışmalarını yoğunlaştırmalı ve halkı yeniden ikna etmeyi başarmalıdırlar.
Aksi takdirde tek parti iktidarının "ben yaparım olur" tarzındaki siyasi tavrı ülkemizi büyük bir uçurumun eşiğine getirecektir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder