Millet huzur istiyor.
Millet sadakat istiyor.
Millet sakinlik istiyor.
Millet MHP'ye oy vermek istiyor ancak yıllardır MHP'de aradığı huzuru ve sakinliği bulamayan milletimiz MHP'yi TBMM'de tutmakla birlikte iktidar yolunu açmıyor.
Sebebi oldukça basit.
Yıllardır süregelen, bitmek tükenmek bilmeyen Bahçeli düşmanlığı ve bunun akabinde tüm kamuoyunun gündemine giren iç çekişmeler....
****
Vatandaş uyumuyor.
Tüm olup, bitenleri sessiz ve sakince takip ediyor.
Yıllardır, "Parti içi demokrasi" söylemi adı altında CHP'de siyasetçiler birbirini yedi.
CHP'nin adı bir ara halk arasında "Cumhuriyet Hizip Partisi"ne bile çıktı.
Kurultaylar partisi oldu.
Genel Merkez uygulamalarını beğenmeyen herkes kurultay istedi, kurultaylar yapıldı.
Sonuçta halk "siz böyle devam edin birbirinizi yemeye, biz memleketi yönetecek başka birilerine bakalım" dedi ve çaresine baktı CHP'nin.
Bugün CHP'nin başına İsmet İnönü'yü mezarından kaldırıp getirseler yüzde 25'ten yukarı oy alamaz...
***
MHP'de durum biraz farklı.
MHP'nin başında Ülkü Ocakları terbiyesi ve adabı almış, yıllarını Başbuğ Alparslan Türkeş'in yanında geçirmiş dirayetli bir lider var.
Bilge Lider Devlet Bahçeli....
Özellikle iç muhaliflere karşı son derece kritik hamleler yaparak partiyi ayakta tutabildi ve girdiği 6 seçimden 5'inde baraj sorunu yaşamadan ittifak yapmadan TBMM'de TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ fikriyatını temsil etti.
MHP tarihinde ilk kez bu kadar büyük bir seçim başarısı göstermiştir Devlet Bahçeli döneminde.
Bu başarı kimileri tarafından küçümsense de MHP tarihine baktığımızda bunun hiç de küçümsenecek bir durum olmadığını görürüz.
***
MHP'de iç muhalefetin Bahçeli döneminde başladığını sananlar var.
Böyle bir algı yerleştirmeye çalışanlar var.
Başbuğ Alparslan Türkeş'e karşı en büyük ihanet girişimlerinden biri olan Muhsin Yazıcıoğlu vakasını unutanlar, unutturmaya çalışanlar ve hatta Başbuğ sevdalısı gençlerimize Muhsin Yazıcıoğlu sevgisi aşılayanlar bile var camiada...
MHP tarihindeki en büyük muhalif hareketlerden biri olan Yazıcıoğlu vakası sonrasında Yazıcıoğlu ve bir gurup milletvekili partiden ayrılarak BBP'yi kurdu.
Tüm kamuoyu MHP'nin bu durumdan büyük zarar göreceğini ve oylarının bölünerek yüzde 4 civarında olan oylarının 2-3'lere düşeceğini düşünüyordu.
Fakat öyle olmadı.
İç kavgalardan uzak kalarak, iç muhalefetten sıyrılarak girdiği ilk seçimlerde MHP oylarını yüzde 100 arttırdı ve yüzde 8 oy aldı.
***
Muhsin Yazıcıoğlu ve bu davanın önde gelen isimlerinin partiden ayrılması MHP'nin oylarını yüzde 100 civarında arttırmıştı.
Bu beklenmeyen bir sonuçtu.
Ancak başta da dedik ya; milletimiz huzur arıyor. Milletimiz MHP'yi ve Türk Milliyetçiliği fikriyatını seviyor, oy vermek istiyor ancak parti içi huzuru da görmek istiyor.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatından sonra MHP'de muhalefet kazanı yeniden kaynamaya başladı.
Fitne rüzgarları her yönden esiyordu.
6 Temmuz 1997'de yapılan olağanüstü kurultayda Bahçeli'ye karşı Genel Başkan adayı olan ve kaybeden Tuğrul Türkeş, 23 Kasım 1997'de yapılan olağa kurultayda da seçimi Bahçeli'ye kaybedince ağır muhalif söylemler içine girdi. Kasım 1998'de partiden ayrılarak Aydınlık Türkiye Partisi'ni kurdu.
***
Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatından sonra yeniden iç muhalefet kazanının içine düşen MHP'de Tuğrul Türkeş'in ATP'yi kurmasıyla huzur ortamı yeniden sağlandı.
İç muhalifler ATP'ye ve BBP'ye giderek MHP'de huzurun tesis edilmesine katkıda bulundular.
MHP, Devlet Bahçeli ile girdiği ilk seçimlerde yüzde 18 oy alarak yüzde 100'ün üzerinde bir artış sağladı.
Millet MHP'de huzur ortamını bulunca adeta MHP'yi şaha kaldırıyordu.
1999 yılında yapılan bu seçimlerde MHP tarihinde en fazla milletvekili sayısına ulaşarak, tarihinin en parlak dönemini yaşıyordu.
Ancak fitne kazanı bir türlü kaynamaktan geri durmuyordu.
Şeytan sürekli kazanın ateşini körüklüyor, ortalığa fitne saçıyordu.
***
Ülkemiz zor bir dönemden geçiyordu.
Bu zor dönemde memleketimizin bekası için elini taşın altına sokan MHP'ye en büyük darbe iç muhaliflerden geliyordu.
Her ortamda MHP ve Genel Başkan Devlet Bahçeli eleştiri yağmuruna tutuluyor, acımasızca saldırılar yapılıyordu.
Beklenen yine oldu.
Baskılar karşısında MHP Lideri Devlet Bahçeli koalisyon hükümetinden ayrılıp, erken seçim çağrısı yaptı.
Erken seçim yapıldı.
İç muhaliflerin de yoğun katkısı ile MHP bu seçimlerde baraj altında kaldı.
***
Milletimiz MHP'yi ikaz etmişti.
"Birbirinizi yemeyi bırakın, bizim ve memleketimizin size ihtiyacı var, aklınızı başınıza alın" uyarısında bulunmuştu MHP'ye halkımız...
Sonraki seçimler hepimizin malumu.
MHP, tarihinde ilk kez üst üste baraj sorunu yaşamadan TBMM'de yerini aldı.
yüzde 18'lere yükselen oyu son seçimlerde yüzde 12'lere geriledi.
Günümüze geldiğimizde iç muhalefet kazanı en yüksek ateşte kaynamaya devam ediyor.
Parti içi muhalefetten 4 kişi lider Devlet bahçeli'ye karşı Genel Başkanlık isyanı başlattı.
Onlara destek veren camia dışı etkenler de var.
Bir zamanlar erotik yayınlar yapan Bulvar gazetesinin sahibi Nazlı Ilıcak'tan tutun da sol düşüncenin yayın organlarından Cumhuriyet Gazetesi ve Oda TV, Marksist Perinçek'ten, terör örgütü destekçisi Can Dündar'a kadar herkes Devlet Bahçeli karşıtlığı ortak paydası üzerinden Devlet Bahçeli'nin muhaliflerine destek veriyor.
Halkımız bu manzarayı yakından takip ediyor.
Bu kişilerin desteğiyle genel başkan olacak birine iktidar yolunu açmaz bu millet!
***
Şimdi kurultay yapılacak.
MHP bir kez daha olağanüstü kurultayda genel başkan seçimi yapacak.
Yeniden Genel Başkanlığa seçilecek olan Bilge Lider Devlet Bahçeli'nin yapması gereken ilk iş iç muhaliflerden arınmış bir MHP ile seçimlere hazırlanmak olmalıdır.
Hem Başbuğ Alparslan Türkeş döneminde hem de Devlet Bahçeli döneminde gördük ki; halkımız iç muhalefet ile oyalanmayan, memleket meseleleri üzerine politikalar geliştiren MHP'ye iktidar yolunu açmaktadır.
Ben buradan son derece iddialı bir şekilde yazıyorum.
MHP iç muhalefet olmadan gireceği ilk seçimlerde yüzde 20'yi aşar, ikinci seçimlerde de yüzde 35'i görür.
Birlik ve beraberliğin olmadığı,
İç huzurun yaşanmadığı,
Lidere sadakatin olmadığı bir MHP ise eğer Devlet Bahçeli'nin liderliği ile seçime girerse yüzde 10-12 bandında kalır, Bahçeli dışında birinin genel başkanlığında ise baraj altında kalır.
26 Mayıs 2016 Perşembe
15 Mayıs 2016 Pazar
Devlet Bahçeli'nin Tarihi Hataları ve Muhalefet Fırtınası
1 Kasım seçim sonuçları Lider Devlet Bahçeli'nin tarihi hataları sebebiyle MHP'de kelimenin tam anlamıyla yıkıma giden süreci başlattı.
Devlet Bahçeli bizim için bir tabu değildir.
Biz hatalarını da görüyoruz, doğrularını da görüyoruz.
Devlet Bahçeli için "AKP'nin koltuk değneği oldu" eleştirisinden başka bir cümle ortaya koyamayan ve bu cümlenin de altını dolduramayan bir çok insan bugün "Devlet Bahçeli gitsin" fırtınası estirirken biz otursak klavyenin başına bu Bahçeli düşmanlarının bile ağzını açık bırakacak eleştiriler yapardık. Ama onlar bize izin vermedi.
Öylesine bir Bahçeli karşıtlığı rüzgarı estirdiler ki, bizim Devlet Bahçeli'yi eleştirmek gibi bir lüksümüz kalmadı ve Ülkücü Lider vasfından ötürü kendisini savunmaya başladık.
***
Devlet Bahçeli'nin bu tarihi hataları nelerdir?
Hangi hatalar MHP'yi bugünkü kaos ortamına sürüklemiştir?
Devlet Bahçeli'nin hangi hatası bugün MHP'yi Cemaat oluşumunun egemenlik kurma, ele geçirme hayallerinin bir parçası haline getirmiştir?
Ülke siyaseti anlamında baktığımız vakit taraflı tarafsız herkes bilir ki; tarih MHP Lideri Devlet Bahçeli'yi hep haklı çıkarmıştır.
Devlet terbiyesi ve Ülkücü edebiyle siyaset yapan tek lider olarak milletin huzuruna çıkan, milletinin her ferdi karşısında ceketinin düğmesini dahi açmayacak kadar "Devlet Ahlakı"na sahip olan Devlet Bahçeli için aşırı uçtakiler dahi daha düne kadar "Devlet Bahçeli Türkiye için büyük bir şanstır, izlemiş olduğu pomitikamar ile ülkemizi bir kardeş kavgasının içine düşmekten kurtarmıştır" derken bu gün hemen her kesim, MHP ile alakası olmayan, hatta MHP'nin Milliyetçilik Ülküsü'ne düşman olan kesimler dahi "Bahçeli gitsin" fırtınasının etkisi altında kaldıysa bunun da tek müsebbibi Devlet Bahçeli'dir...
***
Bugün genel anlamda baktığımız vakit Devlet Bahçeli karşıtlarının yapmış oldukları eleştiriler çok kısa ve basit cümleler altında toplanır.
1. AKP'nin koltuk değneği oldu.
Hangi konuda, nasıl oldu? sorusunu sorduğunuz vakit de aldığınız cevap "Her şeyde" oluyor. Bu her şeyin bir tanesini söyleyin dediğinizde durup düşünüyorlar, cevap veremiyorlar. Bahçeli yönetimindeki MHP'nin AKP'ye tek destek noktası Devlet ve Terör meselesidir.
Dolaylı desteklerden bahsederler. Bunu en çok da Bahçeli karşıtları ve HDP, CHP ile Cemaat organları dile getirirler. Örneğin son TBMM Başkanlık seçimleri. MHP'nin kendi adayına oy atarak AKP'nin adayının kazanmasına yol açtığını söylerler. Ancak Hem CHP'nin hem de HDP'nin daha önceki yıllarda yapılan TBMM başkanlık seçimlerinde AKP'nin adayına AÇIK OY ATTIKLARINI anımsamazlar, anımsatmazlar. 2007'de yapılan bu seçimde MHP yine kendi adayına oy vermişti.
2. Genel Başkan olduğundan bu yana hiç seçim kazanamadı.
Türkiye'deki toplumsal yapıya baktığımızda milletimizin ne tarz lider ve partilere oy verdiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Turgut Özal yönetimindeki ANAP ve Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'ye baktığımızda milletimizin din sömürüsü yapan liderlere ve partilere daha çok rağbet ettiğini açıkça görebiliyoruz. Hal böyle iken Bahçeli hiç seçim kazanamadı eleştirisini getirmek "Bahçeli de onlar gibi olsaydı" anlamına gelir. Bunu kimsenin istemeye hakkı yoktur.
3. Konuşurken öksürüyor.
4. Yüzü hiç gülmüyor.
5. Kağıttan okuyarak konuşma yapıyor.
Bu eleştiri çok ilginç. Okuduklarının ya da söylediklerinin doğruluğu yanlışlığı hiç önemli değil. Bütün sıkıntımız kağıttan okuması...
***
İç Muhalifler zaman zaman daha akıllı uslu eleştiriler yapıyorlardı.
Mesela Yeniçağ Ğazetesi.
Bu gazetenin yazarlarından İsrafil Kumbasar 2008 yılında köşesinde yazdığı yazısında Bahçeli'yi Ülkücü düşmanı ilan ediyordu. Bu suçlamasındaki dayanak ise "Partiyi DYP, ANAP ve AKP'nin çöplüğü ve hurdalığı haline getirdi" cümlesinde saklı.
Ülkücüler bir kenara bırakıldı ve DYP'den gelen Meral Akşener gibi isimlere partide üst düzey görevler verildi.
TBMM Başkanvekilliği gibi kutsal görevler verildi.
Haklı bir eleştiri miydi?
Evet haklı bir eleştiriydi!?
Bu eleştiriyi yapanların maksadının bugün sadece sadece Bahçeli düşmanlığı yapmak olduğunu anlasak da bu eleştirinin de ne kadar haklı olduğunu anladık bugün.
Bugün Yeniçağ Gazetesi ve İsrafil efendi çöp ve nurda diye tanımladığı Meral Akşener'in peşine takıldı, onu kurtarıcı ilan etmek gibi bir gaflete düştüler.
Ancak biz de anladık ki, DYP'nin "Çöp ve hurdaları"ndan olan Meral Akşener'e hakettiğinden fazla değer verilmesinin tarihi bir hata olduğunu anladık.
***
Meral Akşener, Devlet Bahçeli'nin en büyük hatalarından biriydi.
Belki yaptığı doğruydu ama sonuçları hatalar getirdi.
Kendisine karşı aday olan, kendisini en ağır şekilde eleştiri yağmuruna tutan Tuğrul Türkeş'in yeniden partiye alınması, önemli görevler verilmesi tarihi bir hataydı. Bunu da çok bariz bir şekilde anladık.
Yine kendisine karşı aday olan Ümit Özdağ ve Koray Aydın'ın tekrar tekrar partiye alınması, bölgelerinde 1. sıralardan aday yapılması, parti yönetiminde önemli görevler verilmesi hata mıydı? Evet hataydı, hem de tarihi hatalardı, bunu da bugün net bir şekilde anladık.
Demokratik kurallar ve Ülkücü Edep açısından baktığımız da Lider Devlet Bahçeli en doğru olanı yapmıştı.
Ancak ülkemizin siyasi ahlak yapısı ve sistemdeki çürümüşlük doğru olarak yapılan bu davranışları bugün tarihi hatalar olarak Ülkücü camianın önüne getirmiştir.
Türkiye'nin siyasi yaşamında hiçbir parti lideri Devlet Bahçeli kadar demokrat davranıp, kendisine sürekli muhalefet edenleri partide tutmamış, hemen ihraç yollarını açmıştır.
Bugün geldiğimiz noktada şunu net bir şekilde söylemekten çekinmiyorum:
Artık bu süreç ya sonuçları ne olursa olsun ARINMA SÜRECİ olmalı ya da bir kenara çekilip oturma süreci olmalıdır.
Devlet Bahçeli bizim için bir tabu değildir.
Biz hatalarını da görüyoruz, doğrularını da görüyoruz.
Devlet Bahçeli için "AKP'nin koltuk değneği oldu" eleştirisinden başka bir cümle ortaya koyamayan ve bu cümlenin de altını dolduramayan bir çok insan bugün "Devlet Bahçeli gitsin" fırtınası estirirken biz otursak klavyenin başına bu Bahçeli düşmanlarının bile ağzını açık bırakacak eleştiriler yapardık. Ama onlar bize izin vermedi.
Öylesine bir Bahçeli karşıtlığı rüzgarı estirdiler ki, bizim Devlet Bahçeli'yi eleştirmek gibi bir lüksümüz kalmadı ve Ülkücü Lider vasfından ötürü kendisini savunmaya başladık.
***
Devlet Bahçeli'nin bu tarihi hataları nelerdir?
Hangi hatalar MHP'yi bugünkü kaos ortamına sürüklemiştir?
Devlet Bahçeli'nin hangi hatası bugün MHP'yi Cemaat oluşumunun egemenlik kurma, ele geçirme hayallerinin bir parçası haline getirmiştir?
Ülke siyaseti anlamında baktığımız vakit taraflı tarafsız herkes bilir ki; tarih MHP Lideri Devlet Bahçeli'yi hep haklı çıkarmıştır.
Devlet terbiyesi ve Ülkücü edebiyle siyaset yapan tek lider olarak milletin huzuruna çıkan, milletinin her ferdi karşısında ceketinin düğmesini dahi açmayacak kadar "Devlet Ahlakı"na sahip olan Devlet Bahçeli için aşırı uçtakiler dahi daha düne kadar "Devlet Bahçeli Türkiye için büyük bir şanstır, izlemiş olduğu pomitikamar ile ülkemizi bir kardeş kavgasının içine düşmekten kurtarmıştır" derken bu gün hemen her kesim, MHP ile alakası olmayan, hatta MHP'nin Milliyetçilik Ülküsü'ne düşman olan kesimler dahi "Bahçeli gitsin" fırtınasının etkisi altında kaldıysa bunun da tek müsebbibi Devlet Bahçeli'dir...
***
Bugün genel anlamda baktığımız vakit Devlet Bahçeli karşıtlarının yapmış oldukları eleştiriler çok kısa ve basit cümleler altında toplanır.
1. AKP'nin koltuk değneği oldu.
Hangi konuda, nasıl oldu? sorusunu sorduğunuz vakit de aldığınız cevap "Her şeyde" oluyor. Bu her şeyin bir tanesini söyleyin dediğinizde durup düşünüyorlar, cevap veremiyorlar. Bahçeli yönetimindeki MHP'nin AKP'ye tek destek noktası Devlet ve Terör meselesidir.
Dolaylı desteklerden bahsederler. Bunu en çok da Bahçeli karşıtları ve HDP, CHP ile Cemaat organları dile getirirler. Örneğin son TBMM Başkanlık seçimleri. MHP'nin kendi adayına oy atarak AKP'nin adayının kazanmasına yol açtığını söylerler. Ancak Hem CHP'nin hem de HDP'nin daha önceki yıllarda yapılan TBMM başkanlık seçimlerinde AKP'nin adayına AÇIK OY ATTIKLARINI anımsamazlar, anımsatmazlar. 2007'de yapılan bu seçimde MHP yine kendi adayına oy vermişti.
2. Genel Başkan olduğundan bu yana hiç seçim kazanamadı.
Türkiye'deki toplumsal yapıya baktığımızda milletimizin ne tarz lider ve partilere oy verdiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Turgut Özal yönetimindeki ANAP ve Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'ye baktığımızda milletimizin din sömürüsü yapan liderlere ve partilere daha çok rağbet ettiğini açıkça görebiliyoruz. Hal böyle iken Bahçeli hiç seçim kazanamadı eleştirisini getirmek "Bahçeli de onlar gibi olsaydı" anlamına gelir. Bunu kimsenin istemeye hakkı yoktur.
3. Konuşurken öksürüyor.
4. Yüzü hiç gülmüyor.
5. Kağıttan okuyarak konuşma yapıyor.
Bu eleştiri çok ilginç. Okuduklarının ya da söylediklerinin doğruluğu yanlışlığı hiç önemli değil. Bütün sıkıntımız kağıttan okuması...
***
İç Muhalifler zaman zaman daha akıllı uslu eleştiriler yapıyorlardı.
Mesela Yeniçağ Ğazetesi.
Bu gazetenin yazarlarından İsrafil Kumbasar 2008 yılında köşesinde yazdığı yazısında Bahçeli'yi Ülkücü düşmanı ilan ediyordu. Bu suçlamasındaki dayanak ise "Partiyi DYP, ANAP ve AKP'nin çöplüğü ve hurdalığı haline getirdi" cümlesinde saklı.
Ülkücüler bir kenara bırakıldı ve DYP'den gelen Meral Akşener gibi isimlere partide üst düzey görevler verildi.
TBMM Başkanvekilliği gibi kutsal görevler verildi.
Haklı bir eleştiri miydi?
Evet haklı bir eleştiriydi!?
Bu eleştiriyi yapanların maksadının bugün sadece sadece Bahçeli düşmanlığı yapmak olduğunu anlasak da bu eleştirinin de ne kadar haklı olduğunu anladık bugün.
Bugün Yeniçağ Gazetesi ve İsrafil efendi çöp ve nurda diye tanımladığı Meral Akşener'in peşine takıldı, onu kurtarıcı ilan etmek gibi bir gaflete düştüler.
Ancak biz de anladık ki, DYP'nin "Çöp ve hurdaları"ndan olan Meral Akşener'e hakettiğinden fazla değer verilmesinin tarihi bir hata olduğunu anladık.
***
Meral Akşener, Devlet Bahçeli'nin en büyük hatalarından biriydi.
Belki yaptığı doğruydu ama sonuçları hatalar getirdi.
Kendisine karşı aday olan, kendisini en ağır şekilde eleştiri yağmuruna tutan Tuğrul Türkeş'in yeniden partiye alınması, önemli görevler verilmesi tarihi bir hataydı. Bunu da çok bariz bir şekilde anladık.
Yine kendisine karşı aday olan Ümit Özdağ ve Koray Aydın'ın tekrar tekrar partiye alınması, bölgelerinde 1. sıralardan aday yapılması, parti yönetiminde önemli görevler verilmesi hata mıydı? Evet hataydı, hem de tarihi hatalardı, bunu da bugün net bir şekilde anladık.
Demokratik kurallar ve Ülkücü Edep açısından baktığımız da Lider Devlet Bahçeli en doğru olanı yapmıştı.
Ancak ülkemizin siyasi ahlak yapısı ve sistemdeki çürümüşlük doğru olarak yapılan bu davranışları bugün tarihi hatalar olarak Ülkücü camianın önüne getirmiştir.
Türkiye'nin siyasi yaşamında hiçbir parti lideri Devlet Bahçeli kadar demokrat davranıp, kendisine sürekli muhalefet edenleri partide tutmamış, hemen ihraç yollarını açmıştır.
Bugün geldiğimiz noktada şunu net bir şekilde söylemekten çekinmiyorum:
Artık bu süreç ya sonuçları ne olursa olsun ARINMA SÜRECİ olmalı ya da bir kenara çekilip oturma süreci olmalıdır.
14 Mayıs 2016 Cumartesi
Türk düşmanlarının ortak hedefi: MHP
AKP'nin mantar gibi ortaya çıkmasından itibaren bir üçlü oluştu ülkemizde.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)
Fethullah Gülen Cemaati (Cemat)
Halkların Demokratik Partisi (HDP)
Bu üçlünün ortak hedefleri vardı.
Halkımıza açıklanmayan bu ortak hedefleri geçen yıllarda uygulanan projelerle gördük.
Neydi bu ortak hedef?
Türk düşmanlığı!
Bu üç gurup da Türkiye Cumhuriyeti Devleti anayasasından TÜRK adını ve TÜRK egemenliğini kaldırmak istiyorlardı.
***
Andımızın yasaklanması,
TÜRK Bayrağı yerine Türkiye Bayrağı denilmesi,
TÜRK vatandaşı yerine Türkiye vatandaşı denilmesi,
Devlet dairelerinde ve devlet kurumlarında TC ibaresinin kaldırılması,
Her üç gurubun da kronik Atatürk düşmanlığı,
Anadilde eğitim ve daha bir çok konuyu hep birlikte yaşadık.
Türk'e ve Türklüğe karşı ne yapıldıysa, ne yapılmak istendiyse bu üçlü gurup bir aradaydı ve birbirlerine yıllarca destek verdi.
Hepimiz anımsayacağız.
Bir ara öyle bir noktaya gelmiştik ki, neredeyse TÜRKÜM demek suç sayılacaktı.
Türk bayrağı tahrik unsuru sayılıyor, terör örgütünün paçavrasını taşımak ise, serbest bırakılıyordu.
Bunları bu ülke yaşarken bu üç kesim bir aradaydı ve birbirlerine sonsuz destek oluyorlardı.
***
Bu üçlü halkın da desteğini alarak muazzam bir güce ulaşmıştı.
Öylesine büyük bir güç olmuşlardı ki, ülkemizin Genel Kurmay Başkanlarını dahi hapse attılar.
Ergenekon ve Balyoz gibi süreçlerle Türk Ordusu'nun en üst düzey komutanlarını bir bir hapse attılar.
Bunlar yaşanırken uygulayıcı konumundaki AKP'nin en büyük destekçisi Cemaat ve HDP idi.
Bu duruma direnebilen Deniz Baykal liderliğindeki CHP ve Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP vardı.
CHP kolay lokma idi.
Dini referans ederek siyaset yapan AKP ve Cemaat sürekli olarak CHP'nin din düşmanı olduğunu vurguluyor ve dindar olmayan ama Müslüman olan kesim bile CHP'ye tavır alıyordu.
Ama bu yeterli değildi.
CHP'nin "Ulusalcı" kimliğinin, yani daha anlaşılır şekliyle ifade edelim; "Türkçü" ya da "Milliyetçi" kimliğinin de tüketilmesi gerekirdi.
O dönemlerde Ulusalcılık karşıtları ve terör örgütü sempatizanlarını parti yönetiminden uzaklaştıran CHP lideri Deniz Baykal kurulan bir kumpas ile Genel Başkanlık koltuğundan indirildi. Devam eden süreçte CHP sürekli olarak terör örgütünü savunan bir parti haline getirildi. Böylece CHP yüzde 25'e kilitlenmiş oldu.
***
Geriye bir tek MHP kalmıştı.
Her ne kadar oyları düşük de olsa MHP her zaman için bu üçlü ittifakın projelerinin karşısında en büyük potansiyel tehlike olarak duruyordu.
Irkçı dediler olmadı.
Kafatasçı dediler olmadı.
Kan emici dediler olmadı.
Morg bekçisi dediler olmadı.
Fatiha bile bilmezler dediler olmadı.
Bir türlü MHP'yi halkın umudu olmaktan uzaklaştıramadılar.
Devlet Bahçeli yönetimindeki MHP, siyasi yaşamı boyunca sadece Bahçeli döneminde girdiği 6 seçimden 5'inde baraj sorunu yaşamadan TBMM'deki yerini alıyor ve tüm ihanet planlarına karşı çıkıp, bunları halka aktarıyordu.
***
Şer odakları boş durmuyordu.
Bir taraftan MHP ile ilgili projeler geliştirirken bir taraftan da MHP'nin oylarını bölecek oluşumlara destek veriyorlardı.
Türk Milliyetçileri bu dönemde yaşandığı kadar bölünmediler ve bu dönemde olduğu kadar da siyasi başarı yakalayamadılar.
Bunca bölünmeye rağmen, siyasi alanda güçlenerek var olmaya devam ediyordu.
Birden bire ortalık karıştı.
Bu üçlü ittifak adeta bir kardeş kavgasına dönüştü.
Daha düne kadar birbirinin sırtını kollayanlar bugün adeta birbirlerine pusu kurar hale geldiler.
Ama ne hikmetse ortak hedefleri olan MHP değişmedi.
Devlet Bahçeli üzerinden MHP düşmanlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.
***
1 Kasım seçimleri öncesinde tüm AKP kanallarında tüm yorumcular "Devlet Bahçeli MHP'nin başından giderse MHP'de oy patlaması olur" diyorlardı. Şimdi ise, Cemaat, HDP başta olmak üzere eski solcular, eski BBP'liler, eski DYP'liler, Odatvciler, Eski Özalcılar hepsi bir araya gelmiş "Devlet Bahçeli MHP'nin başından giderse MHP'de oy patlaması olur" diyorlar...
Aynı cümleyi farklı zaman dilimlerinde birbirine düşman iki gurup aynı amaçla telaffuz edebiliyorsa burada bir bit yeniği vardır.
Acaba yapılan bir kayıkçı kavgası mı?
Neden 1 Kasım öncesinde AKP Bahçeli düşmanlığı yaparak MHP'nin yükselmesini istiyordu?
Neden 1 Kasım sonrasında malum çevreler Bahçeli düşmanlığı yaparak MHP'nin yükselmesini istiyorlar?
Alayı MHP'yi seviyor ama Bahçeli'yi sevmiyor?
Neden?
Bu noktada Hz. Ali ile Muaviye'nin mücadelesi geliyor aklıma.
Müslümanlar Ehl-i Beyt'ten olan, ilk Müslüman olan, Peygamberin damadı olan, Allah'ın arslanı olarak adlandırılan Hz. Ali yerine Müslümanlara en çok zulmeden Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye'ye inanmıştı! Müslümanlığı seviyorlardı ama Hz. Ali'yi sevmiyorlardı da Muaviye'yi seviyorlardı....
***
MHP üzerine yapılan en büyük operasyon Meral Akşener operasyonu idi.
Önce eski cemaatçi bir herif AKP'nin bir kanalında "Meral Akşener'in kaseti var" dedi.
Bu tür konularda çok hassas olan Devlet Bahçeli, Meral hanımı "Hanımefendi biraz dinlenecekler" gerekçesiyle milletvekili listesinden çıkardı.
Devlet Bahçeli hep böyle yapmıştır. Kim bir suçlamaya maruz kalmışsa önce bu suçlamadan arınmasını ister. Burada ben yine merak ediyorum. Meral Akşener MHP'de Kurultay süreci ile ilgilendiği kadar kendisine atılan bu iftiranın temizlenmesi için çaba sarfediyormu?
Bu olayda Meral Akşener'i parlatmak için yapılan bir algı operasyonu muydu yoksa?
MHP Kurultayı için "Mahkeme kapısında yatarım" diyen birisi kendisine atılan bu çirkin iftira ile ilgili hukuki süreçte neden mahkeme kapılarında yatmadı?
***
Bugün geldiğimiz nokta Türk Milliyetçileri için, Ülkücü camia için oldukça kritik ve zor bir süreçtir. En çok dikkat edilmesi gereken de lider Devlet Bahçeli'dir.
Devlet Bahçeli çok iyi korunmalıdır.
Devlet Bahçeli'nin yediği yemekler, içtiği sular, kahveler, çaylar çok iyi kontrol edilmelidir.
Bu ülke yeni bir Muhsin Yazıcıoğlu vakıası yaşamamalıdır.
Bazı samimi Ülkücü gönüldaşlarımız Devlet Bahçeli'nin varlığının Anadolu topraklarında Türk varlığının sürmesi ile eşdeğer olduğunu Devlet Bahçeli'yi kaybettikten sonra anlayacaklardır.
Allah bunu bu millete nasip etmesin!
Allah hiç bir Ülkücü'yü Türkeş öldükten sonra Türkeşçi olanlar gibi Bahçeli öldükten sonra Bahçelici olanlardan etmesin!
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)
Fethullah Gülen Cemaati (Cemat)
Halkların Demokratik Partisi (HDP)
Bu üçlünün ortak hedefleri vardı.
Halkımıza açıklanmayan bu ortak hedefleri geçen yıllarda uygulanan projelerle gördük.
Neydi bu ortak hedef?
Türk düşmanlığı!
Bu üç gurup da Türkiye Cumhuriyeti Devleti anayasasından TÜRK adını ve TÜRK egemenliğini kaldırmak istiyorlardı.
***
Andımızın yasaklanması,
TÜRK Bayrağı yerine Türkiye Bayrağı denilmesi,
TÜRK vatandaşı yerine Türkiye vatandaşı denilmesi,
Devlet dairelerinde ve devlet kurumlarında TC ibaresinin kaldırılması,
Her üç gurubun da kronik Atatürk düşmanlığı,
Anadilde eğitim ve daha bir çok konuyu hep birlikte yaşadık.
Türk'e ve Türklüğe karşı ne yapıldıysa, ne yapılmak istendiyse bu üçlü gurup bir aradaydı ve birbirlerine yıllarca destek verdi.
Hepimiz anımsayacağız.
Bir ara öyle bir noktaya gelmiştik ki, neredeyse TÜRKÜM demek suç sayılacaktı.
Türk bayrağı tahrik unsuru sayılıyor, terör örgütünün paçavrasını taşımak ise, serbest bırakılıyordu.
Bunları bu ülke yaşarken bu üç kesim bir aradaydı ve birbirlerine sonsuz destek oluyorlardı.
***
Bu üçlü halkın da desteğini alarak muazzam bir güce ulaşmıştı.
Öylesine büyük bir güç olmuşlardı ki, ülkemizin Genel Kurmay Başkanlarını dahi hapse attılar.
Ergenekon ve Balyoz gibi süreçlerle Türk Ordusu'nun en üst düzey komutanlarını bir bir hapse attılar.
Bunlar yaşanırken uygulayıcı konumundaki AKP'nin en büyük destekçisi Cemaat ve HDP idi.
Bu duruma direnebilen Deniz Baykal liderliğindeki CHP ve Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP vardı.
CHP kolay lokma idi.
Dini referans ederek siyaset yapan AKP ve Cemaat sürekli olarak CHP'nin din düşmanı olduğunu vurguluyor ve dindar olmayan ama Müslüman olan kesim bile CHP'ye tavır alıyordu.
Ama bu yeterli değildi.
CHP'nin "Ulusalcı" kimliğinin, yani daha anlaşılır şekliyle ifade edelim; "Türkçü" ya da "Milliyetçi" kimliğinin de tüketilmesi gerekirdi.
O dönemlerde Ulusalcılık karşıtları ve terör örgütü sempatizanlarını parti yönetiminden uzaklaştıran CHP lideri Deniz Baykal kurulan bir kumpas ile Genel Başkanlık koltuğundan indirildi. Devam eden süreçte CHP sürekli olarak terör örgütünü savunan bir parti haline getirildi. Böylece CHP yüzde 25'e kilitlenmiş oldu.
***
Geriye bir tek MHP kalmıştı.
Her ne kadar oyları düşük de olsa MHP her zaman için bu üçlü ittifakın projelerinin karşısında en büyük potansiyel tehlike olarak duruyordu.
Irkçı dediler olmadı.
Kafatasçı dediler olmadı.
Kan emici dediler olmadı.
Morg bekçisi dediler olmadı.
Fatiha bile bilmezler dediler olmadı.
Bir türlü MHP'yi halkın umudu olmaktan uzaklaştıramadılar.
Devlet Bahçeli yönetimindeki MHP, siyasi yaşamı boyunca sadece Bahçeli döneminde girdiği 6 seçimden 5'inde baraj sorunu yaşamadan TBMM'deki yerini alıyor ve tüm ihanet planlarına karşı çıkıp, bunları halka aktarıyordu.
***
Şer odakları boş durmuyordu.
Bir taraftan MHP ile ilgili projeler geliştirirken bir taraftan da MHP'nin oylarını bölecek oluşumlara destek veriyorlardı.
Türk Milliyetçileri bu dönemde yaşandığı kadar bölünmediler ve bu dönemde olduğu kadar da siyasi başarı yakalayamadılar.
Bunca bölünmeye rağmen, siyasi alanda güçlenerek var olmaya devam ediyordu.
Birden bire ortalık karıştı.
Bu üçlü ittifak adeta bir kardeş kavgasına dönüştü.
Daha düne kadar birbirinin sırtını kollayanlar bugün adeta birbirlerine pusu kurar hale geldiler.
Ama ne hikmetse ortak hedefleri olan MHP değişmedi.
Devlet Bahçeli üzerinden MHP düşmanlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.
***
1 Kasım seçimleri öncesinde tüm AKP kanallarında tüm yorumcular "Devlet Bahçeli MHP'nin başından giderse MHP'de oy patlaması olur" diyorlardı. Şimdi ise, Cemaat, HDP başta olmak üzere eski solcular, eski BBP'liler, eski DYP'liler, Odatvciler, Eski Özalcılar hepsi bir araya gelmiş "Devlet Bahçeli MHP'nin başından giderse MHP'de oy patlaması olur" diyorlar...
Aynı cümleyi farklı zaman dilimlerinde birbirine düşman iki gurup aynı amaçla telaffuz edebiliyorsa burada bir bit yeniği vardır.
Acaba yapılan bir kayıkçı kavgası mı?
Neden 1 Kasım öncesinde AKP Bahçeli düşmanlığı yaparak MHP'nin yükselmesini istiyordu?
Neden 1 Kasım sonrasında malum çevreler Bahçeli düşmanlığı yaparak MHP'nin yükselmesini istiyorlar?
Alayı MHP'yi seviyor ama Bahçeli'yi sevmiyor?
Neden?
Bu noktada Hz. Ali ile Muaviye'nin mücadelesi geliyor aklıma.
Müslümanlar Ehl-i Beyt'ten olan, ilk Müslüman olan, Peygamberin damadı olan, Allah'ın arslanı olarak adlandırılan Hz. Ali yerine Müslümanlara en çok zulmeden Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye'ye inanmıştı! Müslümanlığı seviyorlardı ama Hz. Ali'yi sevmiyorlardı da Muaviye'yi seviyorlardı....
***
MHP üzerine yapılan en büyük operasyon Meral Akşener operasyonu idi.
Önce eski cemaatçi bir herif AKP'nin bir kanalında "Meral Akşener'in kaseti var" dedi.
Bu tür konularda çok hassas olan Devlet Bahçeli, Meral hanımı "Hanımefendi biraz dinlenecekler" gerekçesiyle milletvekili listesinden çıkardı.
Devlet Bahçeli hep böyle yapmıştır. Kim bir suçlamaya maruz kalmışsa önce bu suçlamadan arınmasını ister. Burada ben yine merak ediyorum. Meral Akşener MHP'de Kurultay süreci ile ilgilendiği kadar kendisine atılan bu iftiranın temizlenmesi için çaba sarfediyormu?
Bu olayda Meral Akşener'i parlatmak için yapılan bir algı operasyonu muydu yoksa?
MHP Kurultayı için "Mahkeme kapısında yatarım" diyen birisi kendisine atılan bu çirkin iftira ile ilgili hukuki süreçte neden mahkeme kapılarında yatmadı?
***
Bugün geldiğimiz nokta Türk Milliyetçileri için, Ülkücü camia için oldukça kritik ve zor bir süreçtir. En çok dikkat edilmesi gereken de lider Devlet Bahçeli'dir.
Devlet Bahçeli çok iyi korunmalıdır.
Devlet Bahçeli'nin yediği yemekler, içtiği sular, kahveler, çaylar çok iyi kontrol edilmelidir.
Bu ülke yeni bir Muhsin Yazıcıoğlu vakıası yaşamamalıdır.
Bazı samimi Ülkücü gönüldaşlarımız Devlet Bahçeli'nin varlığının Anadolu topraklarında Türk varlığının sürmesi ile eşdeğer olduğunu Devlet Bahçeli'yi kaybettikten sonra anlayacaklardır.
Allah bunu bu millete nasip etmesin!
Allah hiç bir Ülkücü'yü Türkeş öldükten sonra Türkeşçi olanlar gibi Bahçeli öldükten sonra Bahçelici olanlardan etmesin!
12 Mayıs 2016 Perşembe
Bir ÜLKÜ Şehidimiz: Sitemkar Başboğa
Çukurova'nın düzlüklerinde doğmuştu...
Adana'nın Karataş ilçesinde dünyaya gelen bir Bozkurt, bir mazlum ailenin umudu olmuştu.
Sitemkardı anası babası...
Yoksulluğa, dertlere, tasalara, gamlara...
Onları bu hallere koyan düzene sitemkardılar....
Sitemkar verdiler çocuklarının adını.
Kimseye sitem edemediler belki böyle haykırmak istediler, söyleyemediklerini...
***
Yıllar yılları kovaladı.
İçinde bulundukları yoksulluk Sitemkar'ın okumasına izin vermedi.
Pamuk tarlalarında çalıştı.
Ailesine destek olabilmek için gecesini gündüzüne kattı.
Ancak bu da yetmiyordu.
Neredeyse evlenme yaşına gelmişti.
O da bir yuva kurmak, o da çocuklarına sarılmak koklamak istiyordu....
Vatan, millet, ezan, Ülkü sevdası ile dolu yüreğinde bir de evlat sevgisi beslemek istiyordu.
İstiyordu istemesine amma yetmiyordu pamuk tarlalarında mevsimlik kazandığı üç kuruş para...
***
"Taşı toprağı altın" diyorlardı.
Tahta bavulunu eline alan İstanbul'un yolunu tutuyordu.
O da heveslendi.
Hem çalışıp bir yuva kurabilmek için para biriktirmek, hem de yüreğinde yaşattığı Türklük davasına hizmet edebilmek için İstanbul'un yolunu tuttu genç Bozkurt Sitemkar BAŞBOĞA...
Bilmiyordu şehadete kanat açıp uçtuğunu...
Hayallerini zihnine doldurup, uykusuz gecelerini geride bırakıp, adeta uçarak varmak istiyordu İstanbul'a...
Bir kutlu makama koşuyordu.
Melekler onu bir kutlu makama götürmek için ona eşlik ediyorlardı...
***
İstanbul'da hayallerine kavuşacaktı.
İstanbul'da davası için mücadele edecekti.
Gündüzleri çalışıp, geceleri kendisine verilen ne görev varsa dava aşkıyla üstesinden gelecekti...
Öyle de oldu...
26 Yaşındaydı...
Sırma gibi saçları, kara kaşları Yusuf yüzünü süslüyordu...
Yusuf yüzlüydü...
Hamza gibi yürekli, Ali gibi cesur ve kuvvetli...
****
Bir akşam vaktiydi.
Ülkücü arkadaşlarıyla birlikte İstanbul sokaklarının karanlığında davasını anlatan afişler yapıştırıyordu duvarlara...
Sokaklar karanlıktı.
Karanlığa pusu atmıştı kahpe kurşunlar...
Tetiğe bastıkça kahpe eller, karanlık inliyordu ihanetin çığlıklarıyla....
Bir elinde fırçası, bir elinde kovası...
Düştü malta taşlı sokağın orta yerine Sitemkar'ın görkemli bedeni...
7 Mayıs 1976...
Umudun tükendiği, sitemlerin isyana dönüştüğü gündü Adana'nın Karataş ilçesinde....
Sitemkar'ın yolunu gözleyen sevdikleri, gelen şehadet haberiyle kahpe düzene isyan ediyorlardı....
***
Şehitler kervanı artık bir fazlaydı.
Sitemkar Başboğa da onuruyla şehadet şerbetini içip, cennet yolcularının arasına katılmıştı...
Şehadetiniz mübarek olsun, mekanınız cennet olsun ey bir kutlu ÜLKÜ davası uğruna canlarını vermekten kaçınmayan Ülkü Şehitleri....
Tüm Ülkücü şehitlerimiz ve Sitemkar Başboğa'nın ruhlarına El-Fatiha!..
Adana'nın Karataş ilçesinde dünyaya gelen bir Bozkurt, bir mazlum ailenin umudu olmuştu.
Sitemkardı anası babası...
Yoksulluğa, dertlere, tasalara, gamlara...
Onları bu hallere koyan düzene sitemkardılar....
Sitemkar verdiler çocuklarının adını.
Kimseye sitem edemediler belki böyle haykırmak istediler, söyleyemediklerini...
***
Yıllar yılları kovaladı.
İçinde bulundukları yoksulluk Sitemkar'ın okumasına izin vermedi.
Pamuk tarlalarında çalıştı.
Ailesine destek olabilmek için gecesini gündüzüne kattı.
Ancak bu da yetmiyordu.
Neredeyse evlenme yaşına gelmişti.
O da bir yuva kurmak, o da çocuklarına sarılmak koklamak istiyordu....
Vatan, millet, ezan, Ülkü sevdası ile dolu yüreğinde bir de evlat sevgisi beslemek istiyordu.
İstiyordu istemesine amma yetmiyordu pamuk tarlalarında mevsimlik kazandığı üç kuruş para...
***
"Taşı toprağı altın" diyorlardı.
Tahta bavulunu eline alan İstanbul'un yolunu tutuyordu.
O da heveslendi.
Hem çalışıp bir yuva kurabilmek için para biriktirmek, hem de yüreğinde yaşattığı Türklük davasına hizmet edebilmek için İstanbul'un yolunu tuttu genç Bozkurt Sitemkar BAŞBOĞA...
Bilmiyordu şehadete kanat açıp uçtuğunu...
Hayallerini zihnine doldurup, uykusuz gecelerini geride bırakıp, adeta uçarak varmak istiyordu İstanbul'a...
Bir kutlu makama koşuyordu.
Melekler onu bir kutlu makama götürmek için ona eşlik ediyorlardı...
***
İstanbul'da hayallerine kavuşacaktı.
İstanbul'da davası için mücadele edecekti.
Gündüzleri çalışıp, geceleri kendisine verilen ne görev varsa dava aşkıyla üstesinden gelecekti...
Öyle de oldu...
26 Yaşındaydı...
Sırma gibi saçları, kara kaşları Yusuf yüzünü süslüyordu...
Yusuf yüzlüydü...
Hamza gibi yürekli, Ali gibi cesur ve kuvvetli...
****
Bir akşam vaktiydi.
Ülkücü arkadaşlarıyla birlikte İstanbul sokaklarının karanlığında davasını anlatan afişler yapıştırıyordu duvarlara...
Sokaklar karanlıktı.
Karanlığa pusu atmıştı kahpe kurşunlar...
Tetiğe bastıkça kahpe eller, karanlık inliyordu ihanetin çığlıklarıyla....
Bir elinde fırçası, bir elinde kovası...
Düştü malta taşlı sokağın orta yerine Sitemkar'ın görkemli bedeni...
7 Mayıs 1976...
Umudun tükendiği, sitemlerin isyana dönüştüğü gündü Adana'nın Karataş ilçesinde....
Sitemkar'ın yolunu gözleyen sevdikleri, gelen şehadet haberiyle kahpe düzene isyan ediyorlardı....
***
Şehitler kervanı artık bir fazlaydı.
Sitemkar Başboğa da onuruyla şehadet şerbetini içip, cennet yolcularının arasına katılmıştı...
Şehadetiniz mübarek olsun, mekanınız cennet olsun ey bir kutlu ÜLKÜ davası uğruna canlarını vermekten kaçınmayan Ülkü Şehitleri....
Tüm Ülkücü şehitlerimiz ve Sitemkar Başboğa'nın ruhlarına El-Fatiha!..
11 Mayıs 2016 Çarşamba
Kaset ve Şantaj kültürünün egemenliği....
AKP iktidarında bu ülkenin yaşamadığı kalmadı.
Siyasette edep kalmadı.
Dürüstlük para etmez oldu.
Kaset ve şantaj kültürü bir kabus gibi üzerimize çöktü.
Bir partinin genel başkanı bir kaset kumpası ile genel başkanlıktan indirildi.
Bir diğer partinin genel başkan yardımcıları görevlerinden ayrıldılar ve siyasi hayatları bitirildi.
Son olarak da bir televizyon kanalında eski bir cemaatçi yeni bir AKP'ci tarafından bir hanımefendi siyasetçi hakkından kaset iddiası ortaya atıldı.
***
Son yaşanan olay akabinde bu hanımefendiye atılan iftira neticesinde milletvekili aday listesine alınmadı.
Hanımefendi bu konuyla alakalı hukuki süreç başlattı mı?
Başlattıysa sonuçları nelerdir bilemiyorum.
Geçmişe dönüp baktığımız vakit, genel başkanlıktan indirilen siyasetçinin hukuki mücadelesinin devam ettiğini basın yoluyla biliyoruz.
Ancak hanımefendinin ve diğerlerinin hukuki süreçleri var mı yok mu bilmiyorum.
Böylesi bir ortamda atılan iftira ile ilgili halkın bilgilendirilmesi gerekmektedir.
Çünkü bu hanımefendi halen bir partimizin genel başkanlığı için adaydır.
***
Bu kumpasları kimler kurmuştur?
Bu edepsiz kasetler kimler tarafından üretilmekte?
Bu şantajlar kimler tarafından yapılmakta?
Bu soruların cevaplarını da bilmiyoruz.
Ortada iki iddia var.
Bir kesim Paralel Yapı'yı ya da diğer bir adıyla FETÖ'yü işaret ediyor.
Paralel yapı ya da FETÖ olarak adlandırılan Gülen Cemaati ise bu kaset kumpası ve şantajlar ile ilgili olarak diğer kesimi yani AKP'yi işaret ediyor.
Fail belli değil ancak toplum nazarında 2 şüpheli var.
Şu ana kadar başka şüpheli ortaya çıkmadı.
Mevcut durumda yıllardır halkı dini değerler üzerinden etki altına alan iki kesimden birisi pornocu ve şantajcı durumundadır.
***
Bu durumu daha açıkça ifade etmek gerekirse;
Şu an mevcut 2 şüpheliden biri kaset mağduru kişilerin evlerine ya da kullandıkları mekanlara gizlice kameralar yerleştirmişler, bu kişilerin en mahrem görüntülerini gizlice kaydederek, şantajlar yapmak ya da gerektiğini mensubu bulundukları partiyi halk nazarında küçük düşürmek amacıyla gizli kasalarında saklamışlardır.
Bunun ne dinde yeri vardır, ne de insanlıkta.
Ama her iki kesime de baktığımız vakit ne dini ne de insanlığı size bize bırakmazlar.
En dindar onlar, en iyi insan onlar(!)
"Müslüman, Müslümanın ayıbını örter, ayıbını araştırmaz" düsturunu İslam temel prensiplerden kabul etmiş olsa da mevcut şüphelilerden her ikisi de bunu çok iyi biliyor olmasına rağmen ikisinden birisinin bunu yaptığını biliyoruz.
***
İşin grip tarafı daha kaç kişinin böyle kasetleri var ve onlara ne şantajlarla neler yaptırılıyor bilemiyoruz.
Bu gün "Vay anasına ya bu adam bunu nasıl yapar" diye hayretler içinde kaldığımız pek çok durum belki de böyle bir şantajın ürünüdür!
Bilemiyoruz kim neyi neden yapıyor?
AKP döneminde siyasetin ne kadar kirlendiği, toplumun ne kadar büyük bir ahlaki depreme uğradığı açık bir gerçektir.
Türk siyaseti AKP'li dönemlerini seks kasetleri ve şantajların gölgesinde geçirmiştir.
Ve tarafların beyanlarına göre de iki şüpheli ortadadır.
Bu iki taraftan birinin birilerini desteklediği, birilerini şiddetle eleştirdiği bir ortamda şantajların gölgesinden kurtulmak da mümkün olmuyor ne yazık ki...
Siyasette edep kalmadı.
Dürüstlük para etmez oldu.
Kaset ve şantaj kültürü bir kabus gibi üzerimize çöktü.
Bir partinin genel başkanı bir kaset kumpası ile genel başkanlıktan indirildi.
Bir diğer partinin genel başkan yardımcıları görevlerinden ayrıldılar ve siyasi hayatları bitirildi.
Son olarak da bir televizyon kanalında eski bir cemaatçi yeni bir AKP'ci tarafından bir hanımefendi siyasetçi hakkından kaset iddiası ortaya atıldı.
***
Son yaşanan olay akabinde bu hanımefendiye atılan iftira neticesinde milletvekili aday listesine alınmadı.
Hanımefendi bu konuyla alakalı hukuki süreç başlattı mı?
Başlattıysa sonuçları nelerdir bilemiyorum.
Geçmişe dönüp baktığımız vakit, genel başkanlıktan indirilen siyasetçinin hukuki mücadelesinin devam ettiğini basın yoluyla biliyoruz.
Ancak hanımefendinin ve diğerlerinin hukuki süreçleri var mı yok mu bilmiyorum.
Böylesi bir ortamda atılan iftira ile ilgili halkın bilgilendirilmesi gerekmektedir.
Çünkü bu hanımefendi halen bir partimizin genel başkanlığı için adaydır.
***
Bu kumpasları kimler kurmuştur?
Bu edepsiz kasetler kimler tarafından üretilmekte?
Bu şantajlar kimler tarafından yapılmakta?
Bu soruların cevaplarını da bilmiyoruz.
Ortada iki iddia var.
Bir kesim Paralel Yapı'yı ya da diğer bir adıyla FETÖ'yü işaret ediyor.
Paralel yapı ya da FETÖ olarak adlandırılan Gülen Cemaati ise bu kaset kumpası ve şantajlar ile ilgili olarak diğer kesimi yani AKP'yi işaret ediyor.
Fail belli değil ancak toplum nazarında 2 şüpheli var.
Şu ana kadar başka şüpheli ortaya çıkmadı.
Mevcut durumda yıllardır halkı dini değerler üzerinden etki altına alan iki kesimden birisi pornocu ve şantajcı durumundadır.
***
Bu durumu daha açıkça ifade etmek gerekirse;
Şu an mevcut 2 şüpheliden biri kaset mağduru kişilerin evlerine ya da kullandıkları mekanlara gizlice kameralar yerleştirmişler, bu kişilerin en mahrem görüntülerini gizlice kaydederek, şantajlar yapmak ya da gerektiğini mensubu bulundukları partiyi halk nazarında küçük düşürmek amacıyla gizli kasalarında saklamışlardır.
Bunun ne dinde yeri vardır, ne de insanlıkta.
Ama her iki kesime de baktığımız vakit ne dini ne de insanlığı size bize bırakmazlar.
En dindar onlar, en iyi insan onlar(!)
"Müslüman, Müslümanın ayıbını örter, ayıbını araştırmaz" düsturunu İslam temel prensiplerden kabul etmiş olsa da mevcut şüphelilerden her ikisi de bunu çok iyi biliyor olmasına rağmen ikisinden birisinin bunu yaptığını biliyoruz.
***
İşin grip tarafı daha kaç kişinin böyle kasetleri var ve onlara ne şantajlarla neler yaptırılıyor bilemiyoruz.
Bu gün "Vay anasına ya bu adam bunu nasıl yapar" diye hayretler içinde kaldığımız pek çok durum belki de böyle bir şantajın ürünüdür!
Bilemiyoruz kim neyi neden yapıyor?
AKP döneminde siyasetin ne kadar kirlendiği, toplumun ne kadar büyük bir ahlaki depreme uğradığı açık bir gerçektir.
Türk siyaseti AKP'li dönemlerini seks kasetleri ve şantajların gölgesinde geçirmiştir.
Ve tarafların beyanlarına göre de iki şüpheli ortadadır.
Bu iki taraftan birinin birilerini desteklediği, birilerini şiddetle eleştirdiği bir ortamda şantajların gölgesinden kurtulmak da mümkün olmuyor ne yazık ki...
10 Mayıs 2016 Salı
TEK ÇARE MHP, SON ÇARE LİDERE SADAKAT!
Milliyetçi Hareket Partisi, Türk Milliyetçileri'nin, Turan Ülküsü'nün, Türk - İslam Ülküsü'nün son umudu, son çaresidir.
Bu umudu yaşatmak, bu umudu ayakta tutmak, bu umudu gelecek nesillere ulaştırmak da bizlerin yani ÜLKÜCÜ İRADE'nin en kutlu vazifesidir.
Tek emelimiz Milliyetçi Düşünce'nin iktidar olmasıdır.
İktidar yolundaki bu yürüyüşün temel taşı da LİDERE SADAKAT'tir.
***
LİDERE SADAKAT deyince Bahçeli düşmanları ve Bahçeli karşıtları hemen ayağa kalkar biliyorum.
Ama bizim yazdıklarımızı, bizim düşüncelerimizi iyi okumayanlar, iyi anlamayanlar ne yazık ki, bu davaya zarar vermekten öteye gidemeyecekler.
Bahçeli'ye sadakat demiyorum.
Lidere sadakat.
Bu davaya şu ana iki isim liderlik yaptı.
Birincisi bu davanın kurucusu Başbuğ ALPARSLAN TÜRKEŞ.
İlk ve ebedi liderimiz.
Ortaya koyduğu 9 IŞIK doktrini ile bu davanın ebedi lideri olmaya hak kazanmış olan Başbuğ Alparslan Türkeş...
Ve biz...
Yani Ülkücü İrade olan bizler, Başbuğ Alparslan Türkeş'e isyan ettik.
Bu isyan hareketinin içinde ben de vardım.
Olaylara yüzeysel bakıyorduk ve kendimizi yüzde 100 haklı görüyorduk.
Partiden ayrıldık.
Utanarak söylüyorum ki, o dönem kurduğumuz yeni yapılanmanın içinde Başbuğ'a hainlikten tutun da davayı satmaya kadar nice ahlaksız laflar ettik.
***
Hiç kimse "O zaman başkaydı, şimdi başka" ya da "O zaman Başbuğ'a kimse hain demedi" gibi masallar okumasın.
O isyan hareketinin bizzatihi içindeydim ve neler söyleniyordu çok iyi biliyorum.
Allah'a şükürler olsun ki, ben hatamı çabuk anladım ve davaya ihanetime son verdim.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in ardından liderlik makamına Devlet Bahçeli getirildi.
Ben Devlet Bahçeli'ye karşıydım.
Ancak bir kere anlamıştım lidere sadakatsizliğin davamıza neler kaybettirdiğini.
19 Yaşından beri Ülkücü davanın neferi olan Devlet Bahçeli'ye lider olarak biat ettim.
Fakat daha o günlerde bile henüz Bahçeli'nin hiç bir icraat yapmadığı günlerde bile Bahçeli düşmanları vardı.
Onların düşmanlıkları kronik bir hal almıştı.
Bu gün "Bahçeli düşmanları" ve "Bahçeli karşıtları" olarak ayrıştırmam bundandır.
Bir kronik Bahçeli düşmanları var, bir de "Bahçeli'yi beğenmeyen" Bahçeli muhalifleri var.
Edebiyle muhalefet yapana hiç bir zaman sözüm olmaz.
Ancak şunu da çok iyi bilmeliyiz ki, bu siyasi ortamda "Ülkücü'nün Ülkücü'den başka dostu yoktur"
***
MHP tarihinin 2 büyük liderine bile sadakat gösteremedik.
Allah'a şükürler olsun ki, Ne Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ, ne de Bilge Lider Devlet Bahçeli Ülkücülerin başını öne eğecek bir yüz kızartıcı hata yapmadılar.
Başımızı hep dik tuttular.
Belki de haklarında yolsuzluk, arsızlık, hırsızlık, ihanet gibi suçlamaların yapılmadığı 2 liderdir bizim liderlerimiz.
Başımız hep dik durdu onların sayesinde.
Ama bir kesimin haklarında onlarca, yüzlerce yolsuzluk dosyası bulunan liderlerine sahip çıktıkları kadar sahip çıkamadık biz her iki liderimize de...
En küçük hatalarını bile su yüzüne çıkardık kendi dilimizle, kendi elimizle...
Düşmana fırsat bile vermedik.
Samanlıkta iğne arar gibi hatalarını aradık liderlerimizin.
Bulduğumuz her hatalarını da hemen su yüzüne çıkardık.
Reklam ettik...
Tellal çağırdık adeta bütün herkes duysun diye.
***
Başbuğ Alparslan Türkeş'in ömrü yetmedi.
Belki de Allah'ın sevgili kuluydu ve uğradığı ilk ihanet sonrasında hayata gözlerini kapadı.
Devlet Bahçeli ise, Genel Başkanlık makamına oturduğu günden bu yana sürekli olarak hatalarını deşifre eden, reklam eden, MHP ve Ülkücülük davasının düşmanlarının eline koz veren bir ihanet şebekesinin hedefi oldu.
Düşmana iş düşmedi.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV)'in "Birbirinizin ayıplarını araştırmayın, birbirinizin ayıplarını örtün ki, Allah da sizin ayıplarınızı örtsün" şeklindeki sözlerine rağmen didik didik ettik.
En küçük bir hatasını bile ulu orta eleştirdik, hakaretler ettik...
Şimdi geldiğimiz noktaya bir bakınız.
Hayatında bir kez bile MHP'ye oy atmamış insanlar ömrünü bu davaya adamış liderimize hakaret ediyor ve "Bahçeli giderse MHP'ye oy atarım" diyerek Bahçeli düşmanlığı üzerinden MHP'yi imha planını uyguluyor ve bizlerde bunların bu ayak oyunlarına malzeme veriyoruz.
Hayatında Ülkü Ocakları'nın kapısını bile aralamamış birileri, 19 yaşında okuduğu Üniversitede Ülkü Ocakları teşkiltı kurarak bu davaya giren ve Ülkücü olmaktan başka hiç bir şey olmayan liderimiz Devlet Bahçeli'ye ulu orta hakaretler ediyor, "bu adamdan lider olmaz" deme cüretini gösteriyor ve bizler de buna çanak tutuyoruz.
***
Hangi Ülkücü, Ülkücü olmayan birinin, MHP'li olmayan birinin "Bahçeli giderse MHP'ye oy veririm" sözüne aldanıyor ve bu sebeple "Bahçeli giderse herkes bize oy verecek" düşüncesine kapılarak Bahçeli muhalifliği yapıyorsa bilmeden bir ihanet oyununun parçası olmaktadır. Bu tür sözler TÜRK'süz YENİ TÜRKİYE hedefine doğru emin adımlarla yürüyen ve SON KALE olan MHP'yi tasfiye sürecine giren küresel güçlerin emrindeki şer odaklarının algı oyunudur ve ÜLKÜCÜ İRADE bu oyuna gelmemelidir.
Bugün, "Bahçeli giderse oyum MHP'ye" diyerek Ülkücüleri "Bahçeli gidene kadar MHP'ye oy vermeyeceğim" noktasına getirenler gün gelecek MHP'yi tüketmiş olmanın derin huzuru ile hizmet ettiği şer odaklarının kucağına oturacaktır yeniden.
Bugün, "Türkeş olsaydı..." diyenler Türkeş varken yoktular!
Şundan emin olunuz ki, biz bu oyuna gelirsek yarın aynı şahıslar "Bahçeli olsaydı...." diyecekler.
Bundan zerre şüpheniz olmasın!
***
Sonuç olarak biz "Bahçeli'nin adamı" biz "Bahçeli'nin yalakası" biz "Bahçeli'nin kalemşörleri" değiliz....
Biz davanın adamıyız, biz davanın yalakasıyız, biz davanın avukatlarıyız...
Bizim için liderin adı yoktur.
O makama oturan hangi ÜLKÜCÜ olursa olsun, o makama oturduktan sonra adı LİDER'dir.
Ve şunu da bilin ki, küresel güçlerin getirmeye çalıştığı, ÜLKÜCÜ geçmişi olmayan hiç kimse BİZİM LİDERİMİZ OLAMAZ!
7 Mayıs 2016 Cumartesi
Bahçeli Başbakanlığı elinin tersiyle itmiş (!)
Alayı saldırıyor MHP Lideri Devlet Bahçeli'ye.
Her gün yeni bir sihirli cümle kurup, yeni saldırılar başlatıyorlar.
7 Haziran sonrası MHP lideri Devlet Bahçeli adeta yoğun top atışı altında tutuluyor.
Maksatları MHP lideri Bahçeli'yi köşeye sıkıştırmak ve geri dönüşü olmayan hatalara sürüklemek.
HDP, CHP, AKP, Cemaat ve yandaş basın...
Hepsi bir arada.
Hedefleri tek: MHP Lideri Devlet BAHÇELİ...
Onlar yetmiyor MHP ve Ülkücü camia içindeki kronik Bahçeli düşmanları da katılıyor bu haçlı ordusunun yoğun saldırılarına.
***
TBMM Başkanlık seçimleri hakkındaki düşüncelerimizi iletmiştik.
Bir de bu süreçteki sihirli cümlelerden birisi "Devlet Bahçeli kendisine altın tepside sunulan Başbakanlık görevini elinin tersiyle itti" cümlesi
Ne kadar hoş geliyor değil mi kulağa.
"MHP Lideri Devlet Bahçeli Başbakan oldu!"
Nasıl başbakan olacaktı Devlet Bahçeli?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Bahçeli'yi başbakan yapacaklardı.
Aklı başında çocukların bile neticesiyle güleceği bu öneri Kılıçdaroğlu'ndan geldi.
Kim verdi Kılıçdaroğlu'na bu yetkiyi?
Herhalde gökten zembille inmişti sayın Kılıçdaroğlu'na bu yetki.
***
Kendisine hükümet kurma yetkisi verilmemişken böyle bir öneri yapan Kılıçdaroğlu ya hayal dünyasında yaşıyordu ya da bir yerlerden talimat almıştı.
Toplum Mühendisleri "Çık böyle söyle" demiş olmalılar CHP liderine.
Hadi diyelim ki, CHP liderine bu yetki gökten zembille indi ve Devlet Bahçeli'ye bu teklifi yaptı.
Teklifin ayrıntıları nedir?
CHP ve MHP'nin milletvekili sayıları hükümeti kurmaya yetiyor mu?
CHP 132 milletvekili kazanmış, MHP ise 80 vekil kazanmış.
Hükümet kurmaya yetmiyor.
Bu tabloda Devlet Bahçeli nasıl Başbakan olacak?
İşte Çapanoğlu orada çıkıyor ortaya.
Bebek katili terör örgütü Pkk'nın TBMM'deki uzantısı HDP dışardan destek verecek!
Vay anasına sayın seyirciler!
İşin garip tarafı buna herkes inanıyor.
İşin daha da grip tarafı kronik Bahçeli düşmanları da bu büyülü cümlenin ardına takılıp, o gün bugündür "Bahçeli başbakanlığı bile elinin tersiyle itti, AKP'nin koltuk değneği olmayı tercih etti" şeklinde edepsizce ve gafilce propaganda yaptılar MHP lideri Devlet Bahçeli hakkında.
***
1 Kasım seçim sürecinde "Bu adam kendisine verilen başbakanlığı bile kabul etmedi AKP'yi iktidar yapmak için" şeklindeki sözlerle sokaklarda dolaştılar. "Bahçeli olduğu sürece MHP'ye oy vermem" diyerek ve dedirterek 1 Kasım seçimlerinde MHP'nin oy kaybetmesinde en önemli etken oldular.
Pekala neydi bu başbakanlık meselesinin iç yüzü?
Bu meseleyi ortaya atanların hedefi, amacı neydi?
Aslında olayı çözmek çok basit!
YENİ TÜRKİYE projesini emin adımlarla yürüten toplum mühendisleri MHP liderinin böylesine saçma bir teklifi elinin tersiyle iteceğini biliyorlardı.
Yaratmak istedikleri hava "Bahçeli başbakanlığı kabul etmedi" havası idi ve bunu başardılar.
Yıllarını MHP'ye adamış insanlar bile bu katakülleye geldiler.
CHP+HDP+AKP+Cemaat ittifakının en büyük algı operasyonlarından biri olan başbakanlık kurgusu tutmuştu ve MHP tabanından bile büyük bir kesim bu oyuna inanmıştı.
***
Diyelim ki, MHP lideri Bahçeli bu teklifi kabul etti.
Hükümet kuruldu.
HDP dışardan güvenoyu verdi.
Bu noktadan sonra olacak olan şuydu:
3-4 ay sonra HDP bir arıza çıkaracak.
Egemen güçler ekonomik kriz oluşturacak ve tıpkı MHP+DSP+ANAP koalisyonunda olduğu gibi hükümet bozulacak yapılacak ilk seçimlerde de Yeni Türkiye senaryosunun baş rol oyuncusu RTE seçim meydanlarında "Eyyyyyyyy benim Mehapeli kardeşlerim, bakın gördünüz değil mi bu Bahçeli'nin yaptığını! Gitti teröristlerle ortak oldu hükümet kurdu ve ülkeyi batırdılar!" tarzı büyülü sözlerle MHP tabanından oy devşirecek ve MHP nihayet baraj altında bırakılmış olacaktı. Yapılacak bu olası seçim sonrasında MHP'siz bir TBMM'de anayasadan TÜRK kimliğini silmek de çok kolay olacaktı.
***
Bahçeli'nin böyle bir tufaya düşmeyeceğini onlar da biliyordu.
Bu nedenle ne yaptılar?
Yaptıklarını hep birlikte yaşadık.
Öyle mükemmel bir oyun oynadılar ki, kronik Bahçeli düşmanları bile PKK'nın siyasi uzantısı HDP'ye güvendikleri kadar 19 yaşından beri ÜLKÜCÜ olan Devlet Bahçeli'ye güvenmediklerini açıkça gösterdiler.
HDP'nin MHP'li bir hükümete ve Ülkücü Devlet Bahçeli'nin başbakan olmasına rıza göstereceğine inandılar!
İşte bu şartlar altında 1 Kasım seçimlerine girdik.
Kronik Devlet Bahçeli düşmanları da dahil olmak üzere alayı bunca yoğun saldırının sonrasında MHP'nin baraj altında kalmasının kesin olduğunu düşünüyorlardı.
Ama başaramadılar çok şükür!
Sandıktan 5 buçuk milyon ÜLKÜCÜ İRADE çıktı ve MHP tarihinde 5. kez yine Devlet Bahçeli liderliğinde baraj sorunu yaşamadan TBMM çatısı altında Anadolu'daki Türk varlığının son kalesi olarak mücadele etme başarısını gösterdi.
Her gün yeni bir sihirli cümle kurup, yeni saldırılar başlatıyorlar.
7 Haziran sonrası MHP lideri Devlet Bahçeli adeta yoğun top atışı altında tutuluyor.
Maksatları MHP lideri Bahçeli'yi köşeye sıkıştırmak ve geri dönüşü olmayan hatalara sürüklemek.
HDP, CHP, AKP, Cemaat ve yandaş basın...
Hepsi bir arada.
Hedefleri tek: MHP Lideri Devlet BAHÇELİ...
Onlar yetmiyor MHP ve Ülkücü camia içindeki kronik Bahçeli düşmanları da katılıyor bu haçlı ordusunun yoğun saldırılarına.
***
TBMM Başkanlık seçimleri hakkındaki düşüncelerimizi iletmiştik.
Bir de bu süreçteki sihirli cümlelerden birisi "Devlet Bahçeli kendisine altın tepside sunulan Başbakanlık görevini elinin tersiyle itti" cümlesi
Ne kadar hoş geliyor değil mi kulağa.
"MHP Lideri Devlet Bahçeli Başbakan oldu!"
Nasıl başbakan olacaktı Devlet Bahçeli?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Bahçeli'yi başbakan yapacaklardı.
Aklı başında çocukların bile neticesiyle güleceği bu öneri Kılıçdaroğlu'ndan geldi.
Kim verdi Kılıçdaroğlu'na bu yetkiyi?
Herhalde gökten zembille inmişti sayın Kılıçdaroğlu'na bu yetki.
***
Kendisine hükümet kurma yetkisi verilmemişken böyle bir öneri yapan Kılıçdaroğlu ya hayal dünyasında yaşıyordu ya da bir yerlerden talimat almıştı.
Toplum Mühendisleri "Çık böyle söyle" demiş olmalılar CHP liderine.
Hadi diyelim ki, CHP liderine bu yetki gökten zembille indi ve Devlet Bahçeli'ye bu teklifi yaptı.
Teklifin ayrıntıları nedir?
CHP ve MHP'nin milletvekili sayıları hükümeti kurmaya yetiyor mu?
CHP 132 milletvekili kazanmış, MHP ise 80 vekil kazanmış.
Hükümet kurmaya yetmiyor.
Bu tabloda Devlet Bahçeli nasıl Başbakan olacak?
İşte Çapanoğlu orada çıkıyor ortaya.
Bebek katili terör örgütü Pkk'nın TBMM'deki uzantısı HDP dışardan destek verecek!
Vay anasına sayın seyirciler!
İşin garip tarafı buna herkes inanıyor.
İşin daha da grip tarafı kronik Bahçeli düşmanları da bu büyülü cümlenin ardına takılıp, o gün bugündür "Bahçeli başbakanlığı bile elinin tersiyle itti, AKP'nin koltuk değneği olmayı tercih etti" şeklinde edepsizce ve gafilce propaganda yaptılar MHP lideri Devlet Bahçeli hakkında.
***
1 Kasım seçim sürecinde "Bu adam kendisine verilen başbakanlığı bile kabul etmedi AKP'yi iktidar yapmak için" şeklindeki sözlerle sokaklarda dolaştılar. "Bahçeli olduğu sürece MHP'ye oy vermem" diyerek ve dedirterek 1 Kasım seçimlerinde MHP'nin oy kaybetmesinde en önemli etken oldular.
Pekala neydi bu başbakanlık meselesinin iç yüzü?
Bu meseleyi ortaya atanların hedefi, amacı neydi?
Aslında olayı çözmek çok basit!
YENİ TÜRKİYE projesini emin adımlarla yürüten toplum mühendisleri MHP liderinin böylesine saçma bir teklifi elinin tersiyle iteceğini biliyorlardı.
Yaratmak istedikleri hava "Bahçeli başbakanlığı kabul etmedi" havası idi ve bunu başardılar.
Yıllarını MHP'ye adamış insanlar bile bu katakülleye geldiler.
CHP+HDP+AKP+Cemaat ittifakının en büyük algı operasyonlarından biri olan başbakanlık kurgusu tutmuştu ve MHP tabanından bile büyük bir kesim bu oyuna inanmıştı.
***
Diyelim ki, MHP lideri Bahçeli bu teklifi kabul etti.
Hükümet kuruldu.
HDP dışardan güvenoyu verdi.
Bu noktadan sonra olacak olan şuydu:
3-4 ay sonra HDP bir arıza çıkaracak.
Egemen güçler ekonomik kriz oluşturacak ve tıpkı MHP+DSP+ANAP koalisyonunda olduğu gibi hükümet bozulacak yapılacak ilk seçimlerde de Yeni Türkiye senaryosunun baş rol oyuncusu RTE seçim meydanlarında "Eyyyyyyyy benim Mehapeli kardeşlerim, bakın gördünüz değil mi bu Bahçeli'nin yaptığını! Gitti teröristlerle ortak oldu hükümet kurdu ve ülkeyi batırdılar!" tarzı büyülü sözlerle MHP tabanından oy devşirecek ve MHP nihayet baraj altında bırakılmış olacaktı. Yapılacak bu olası seçim sonrasında MHP'siz bir TBMM'de anayasadan TÜRK kimliğini silmek de çok kolay olacaktı.
***
Bahçeli'nin böyle bir tufaya düşmeyeceğini onlar da biliyordu.
Bu nedenle ne yaptılar?
Yaptıklarını hep birlikte yaşadık.
Öyle mükemmel bir oyun oynadılar ki, kronik Bahçeli düşmanları bile PKK'nın siyasi uzantısı HDP'ye güvendikleri kadar 19 yaşından beri ÜLKÜCÜ olan Devlet Bahçeli'ye güvenmediklerini açıkça gösterdiler.
HDP'nin MHP'li bir hükümete ve Ülkücü Devlet Bahçeli'nin başbakan olmasına rıza göstereceğine inandılar!
İşte bu şartlar altında 1 Kasım seçimlerine girdik.
Kronik Devlet Bahçeli düşmanları da dahil olmak üzere alayı bunca yoğun saldırının sonrasında MHP'nin baraj altında kalmasının kesin olduğunu düşünüyorlardı.
Ama başaramadılar çok şükür!
Sandıktan 5 buçuk milyon ÜLKÜCÜ İRADE çıktı ve MHP tarihinde 5. kez yine Devlet Bahçeli liderliğinde baraj sorunu yaşamadan TBMM çatısı altında Anadolu'daki Türk varlığının son kalesi olarak mücadele etme başarısını gösterdi.
5 Mayıs 2016 Perşembe
RTE Saltanatı ve ihanetler silsilesi: CHP'nin Türk milletine ihaneti
7 Haziran - 1 Kasım arasında yaşananlar Türk siyasi tarihinin dönüm noktalarındandır.
Ne yazık ki bu süreçte Türk milleti tarihin en ağır algı operasyonuna yenik düştü.
Küresel güçlerin ortaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanı olarak ortaya çıkan AKP ve Recep Tayyip Erdoğan 7 Haziran - 1 Kasım arasında yürüttükleri algı operasyonu ile hem AKP'deki çöküşü durdurdular hem de kendileri için en büyük tehlike olan MHP'yi Devlet BAHÇELİ üzerine oynadıkları oyunlarla etkisiz hale getirdiler.
***
O günleri bir anımsayalım.
7 Haziran seçimleri sonuçlarında MHP'nin AKP tabanından aldığı oylar sayesinde AKP'nin çöküşü başlamış ve bu çöküşün hızlanması için gerekli adımlar atılmalıydı.
Hiç kimsenin inkar edemediği bir gerçek vardı.
AKP içinde bir çatlak vardı ve bu çatlak hızla büyüyordu.
Rahmetli Necmeddin Erbakan'ın tabiriyle, pansuman tedavilerle bu çatlak giderilmeye çalışılıyordu.
AKP iktidarı ve RTE Saltanatının tek alternatifi olan MHP'nin lideri Devlet BAHÇELİ AKP'deki bu çöküşün hızlandırılması için çalışmalara başlamıştı.
***
Hatırlarsınız MHP lideri Bahçeli seçim sonuçlarının açıklandığı gecenin sonlarında bir açıklama yapmış ve bu açıklamasında muhtemel bir erken seçimi işaret etmişti.
Bunu söylemesinin sebebi MHP'nin hiçbir koalisyon içinde olmak istememesi değil, aynı saatler RTE yandaşı Yeni Şafak ve AKİT gazetelerinin "ERKEN SEÇİM" sür manşeti ile baskıya girmiş olmalarıydı.
Bu gazetelerin manşetleri RTE'nin sözleridir, düşünceleridir.
RTE, planlanan algı operasyonunu devreye sokacak ve erken seçime götürecekti ülkeyi.
Muhalefet partileri ne yaparlarsa yapsınlar küresel güçler erken seçim demişlerdi.
Bunu gören MHP lideri de erken seçim demiş ve daha ilk günden teşkilatlarını bu yönde çalışmaları için uyarmıştı.
***
Muhalefet partilerinin önünde koalisyon meselesi ve TBMM başkanlık seçimleri vardı.
MHP net bir şekilde HDP'nin içinde olacağı bir koalisyon hükümetinde yer almayacağını açıkladı.
Çünkü bu konuda yaşanmış acı tecrübeler vardı.
İçinde Pkk sempatizanı milletvekillerinin bulunduğu SHP - DYP koalisyonuna güvenoyu verilmesi sonucunda MHP bölünmüş ve partinin en önemli isimleri Türkeş'i ihanetle suçlayarak MHP'den ayrılmışlardı.
Bu acı tecrübenin ardından merhum Bülent Ecevit ile yapılan koalisyon var. Bu koalisyonun sonunda da yüzde 18 olan MHP oyları yüzde 8'e düşmüştü. Her ne kadar memleketin bekası için yapılmış olsa da MHP tabanı bu tür birlikteliklere sıcak bakmıyor ve çok sert tepkiler veriyordu.
Bu yüzden MHP, HDP ile ilintili olan hiçbir koalisyonun içinde olmayacağını açıkladı.
***
Bir taraftan koalisyon görüşmeleri sürerken bir taraftan da TBMM başkanlık seçimleri için hazırlıklar sürdürülüyordu.
CHP'nin ihaneti işte bu noktada başladı.
MHP lideri önemli bir hamle yapmış ve CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'nu milletvekili yaparak TBMM başkanlığına aday göstermişti.
Devlet Bahçeli'nin RTE'ye ilk önemli yenilgisini tattırma planıydı aslında Ekmeleddin İhsanoğlu.
İlk bakışta CHP'nin itiraz edemeyeceği seve seve kabulleneceği bir aday olarak görünüyordu.
En önemlisi de İslami referansı da göz önünde bulundurulduğunda AKP içindeki RTE karşıtlarının da destekleyebileceği bir adaydı.
Öyle de olacaktı.
CHP, İhsanoğlu'na desteğini açıklamış olsaydı AKP'de başını Davutoğlu'nun çektiği 110 kadar milletvekili de Ekmeleddin İhsanoğlu'nu destekleyecek ve RTE'nin adayları Baykal ve Demirtaş yerine Ekmeleddin İhsanoğlu TBMM başkanı olacaktı.
Aynı zamanda bugün patlak veren Davutoğlu krizi o günlerde başlamış olacaktı ve yapılacak erken seçimde MHP dahada güçlenecekti.
***
Olmadı.
CHP, RTE ile gizli görüşme yaptıktan sonra adaylığını açıklayan Deniz Baykal'ı destekledi.
Bu destek aynı zamanda RTE'ye de açık bir destekti.
Seks kaseti nedeniyle partinin genel başkanlığına bile layık görülmeyen birini TBMM başkanlığına layık görmek mantıkla açıklanacak bir durum değildir.
Bunun tek bir adı vardır RTE destekçiliğidir.
Birileri çıkıp Selahattin Demirtaş RTE'nin adayı değildir diyebilir.
Eğer bunu diyebiliyorlarsa o kişiler çıkıp, o süreçte HDP milletvekili eski CHP'li Celal Doğan'ın RTE ile yaptığı gizli görüşmenin içeriğini açıklamak zorundadır.
Bunu açıklayamıyorsanız çok net bir şekilde ben de Demirtaş RTE'nin adayıdır derim.
***
Bugün AKP'de ortaya çıkan Ahmet Davutoğlu krizi aslında o günlerde başlamıştı.
Bugüne kadar örtülen bu kriz bugün su yüzüne çıktı.
Çünkü artık Davutoğlu RTE'nin saltanat projesine hizmet etmekten sıkıldı.
Devlet BAHÇELİ'nin Ekmeleddin İhsanoğlu projesi CHP'nin ihaneti ile sonlanmasaydı, bugün siyasi manzara çok daha farklı olacaktı.
Küresel güçlerin AKP'yi ve RTE'yi iktidarda tutabilmek için kullandıkları TOPLUM MÜHENDİSLERİ, Türk Milleti üzerinde uyguladıkları algı operasyonlarını başarıyla sürdürdüler ve büyük bir ihanet içinde bulunn CHP ile HDP'yi bir kenara bırakarak RTE saltanatının çöküşü için en güçlü projeyi uygulamaya koyan MHP ve Devlet Bahçeli'yi günah keçisi haline getirdiler.
İşin asıl vahim tarafı da bu algı operasyonuna Bahçeli düşmanı bir çok MHP'linin de yenik düşmesi oldu.
Celal Doğan ve Deniz Baykal vasıtasıyla RTE ile gizli görüşmeler yaparak RTE'den talimatlar alan ve onun sözünden çıkmayan HDP ve CHP'yi bir kenara bırakıp, RTE saltanatını yıkmak için en mükemmel planı uygulamaya koyan Devlet Bahçeli'ye saldıran MHP'lilerin de bu vebalda payları büyüktür....
Ne yazık ki bu süreçte Türk milleti tarihin en ağır algı operasyonuna yenik düştü.
Küresel güçlerin ortaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanı olarak ortaya çıkan AKP ve Recep Tayyip Erdoğan 7 Haziran - 1 Kasım arasında yürüttükleri algı operasyonu ile hem AKP'deki çöküşü durdurdular hem de kendileri için en büyük tehlike olan MHP'yi Devlet BAHÇELİ üzerine oynadıkları oyunlarla etkisiz hale getirdiler.
***
O günleri bir anımsayalım.
7 Haziran seçimleri sonuçlarında MHP'nin AKP tabanından aldığı oylar sayesinde AKP'nin çöküşü başlamış ve bu çöküşün hızlanması için gerekli adımlar atılmalıydı.
Hiç kimsenin inkar edemediği bir gerçek vardı.
AKP içinde bir çatlak vardı ve bu çatlak hızla büyüyordu.
Rahmetli Necmeddin Erbakan'ın tabiriyle, pansuman tedavilerle bu çatlak giderilmeye çalışılıyordu.
AKP iktidarı ve RTE Saltanatının tek alternatifi olan MHP'nin lideri Devlet BAHÇELİ AKP'deki bu çöküşün hızlandırılması için çalışmalara başlamıştı.
***
Hatırlarsınız MHP lideri Bahçeli seçim sonuçlarının açıklandığı gecenin sonlarında bir açıklama yapmış ve bu açıklamasında muhtemel bir erken seçimi işaret etmişti.
Bunu söylemesinin sebebi MHP'nin hiçbir koalisyon içinde olmak istememesi değil, aynı saatler RTE yandaşı Yeni Şafak ve AKİT gazetelerinin "ERKEN SEÇİM" sür manşeti ile baskıya girmiş olmalarıydı.
Bu gazetelerin manşetleri RTE'nin sözleridir, düşünceleridir.
RTE, planlanan algı operasyonunu devreye sokacak ve erken seçime götürecekti ülkeyi.
Muhalefet partileri ne yaparlarsa yapsınlar küresel güçler erken seçim demişlerdi.
Bunu gören MHP lideri de erken seçim demiş ve daha ilk günden teşkilatlarını bu yönde çalışmaları için uyarmıştı.
***
Muhalefet partilerinin önünde koalisyon meselesi ve TBMM başkanlık seçimleri vardı.
MHP net bir şekilde HDP'nin içinde olacağı bir koalisyon hükümetinde yer almayacağını açıkladı.
Çünkü bu konuda yaşanmış acı tecrübeler vardı.
İçinde Pkk sempatizanı milletvekillerinin bulunduğu SHP - DYP koalisyonuna güvenoyu verilmesi sonucunda MHP bölünmüş ve partinin en önemli isimleri Türkeş'i ihanetle suçlayarak MHP'den ayrılmışlardı.
Bu acı tecrübenin ardından merhum Bülent Ecevit ile yapılan koalisyon var. Bu koalisyonun sonunda da yüzde 18 olan MHP oyları yüzde 8'e düşmüştü. Her ne kadar memleketin bekası için yapılmış olsa da MHP tabanı bu tür birlikteliklere sıcak bakmıyor ve çok sert tepkiler veriyordu.
Bu yüzden MHP, HDP ile ilintili olan hiçbir koalisyonun içinde olmayacağını açıkladı.
***
Bir taraftan koalisyon görüşmeleri sürerken bir taraftan da TBMM başkanlık seçimleri için hazırlıklar sürdürülüyordu.
CHP'nin ihaneti işte bu noktada başladı.
MHP lideri önemli bir hamle yapmış ve CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'nu milletvekili yaparak TBMM başkanlığına aday göstermişti.
Devlet Bahçeli'nin RTE'ye ilk önemli yenilgisini tattırma planıydı aslında Ekmeleddin İhsanoğlu.
İlk bakışta CHP'nin itiraz edemeyeceği seve seve kabulleneceği bir aday olarak görünüyordu.
En önemlisi de İslami referansı da göz önünde bulundurulduğunda AKP içindeki RTE karşıtlarının da destekleyebileceği bir adaydı.
Öyle de olacaktı.
CHP, İhsanoğlu'na desteğini açıklamış olsaydı AKP'de başını Davutoğlu'nun çektiği 110 kadar milletvekili de Ekmeleddin İhsanoğlu'nu destekleyecek ve RTE'nin adayları Baykal ve Demirtaş yerine Ekmeleddin İhsanoğlu TBMM başkanı olacaktı.
Aynı zamanda bugün patlak veren Davutoğlu krizi o günlerde başlamış olacaktı ve yapılacak erken seçimde MHP dahada güçlenecekti.
***
Olmadı.
CHP, RTE ile gizli görüşme yaptıktan sonra adaylığını açıklayan Deniz Baykal'ı destekledi.
Bu destek aynı zamanda RTE'ye de açık bir destekti.
Seks kaseti nedeniyle partinin genel başkanlığına bile layık görülmeyen birini TBMM başkanlığına layık görmek mantıkla açıklanacak bir durum değildir.
Bunun tek bir adı vardır RTE destekçiliğidir.
Birileri çıkıp Selahattin Demirtaş RTE'nin adayı değildir diyebilir.
Eğer bunu diyebiliyorlarsa o kişiler çıkıp, o süreçte HDP milletvekili eski CHP'li Celal Doğan'ın RTE ile yaptığı gizli görüşmenin içeriğini açıklamak zorundadır.
Bunu açıklayamıyorsanız çok net bir şekilde ben de Demirtaş RTE'nin adayıdır derim.
***
Bugün AKP'de ortaya çıkan Ahmet Davutoğlu krizi aslında o günlerde başlamıştı.
Bugüne kadar örtülen bu kriz bugün su yüzüne çıktı.
Çünkü artık Davutoğlu RTE'nin saltanat projesine hizmet etmekten sıkıldı.
Devlet BAHÇELİ'nin Ekmeleddin İhsanoğlu projesi CHP'nin ihaneti ile sonlanmasaydı, bugün siyasi manzara çok daha farklı olacaktı.
Küresel güçlerin AKP'yi ve RTE'yi iktidarda tutabilmek için kullandıkları TOPLUM MÜHENDİSLERİ, Türk Milleti üzerinde uyguladıkları algı operasyonlarını başarıyla sürdürdüler ve büyük bir ihanet içinde bulunn CHP ile HDP'yi bir kenara bırakarak RTE saltanatının çöküşü için en güçlü projeyi uygulamaya koyan MHP ve Devlet Bahçeli'yi günah keçisi haline getirdiler.
İşin asıl vahim tarafı da bu algı operasyonuna Bahçeli düşmanı bir çok MHP'linin de yenik düşmesi oldu.
Celal Doğan ve Deniz Baykal vasıtasıyla RTE ile gizli görüşmeler yaparak RTE'den talimatlar alan ve onun sözünden çıkmayan HDP ve CHP'yi bir kenara bırakıp, RTE saltanatını yıkmak için en mükemmel planı uygulamaya koyan Devlet Bahçeli'ye saldıran MHP'lilerin de bu vebalda payları büyüktür....
4 Mayıs 2016 Çarşamba
Oynanan oyunun farkındayız...
Herkes görmek istediğini görüyor.
Herkes duymak istediğini duyuyor.
Herkes bilmek istediğini biliyor.
Herkes kendi durumunu göz önünde bulundurarak hareket ediyor.
Herkes kendi hesapları için mücadele ediyor.
Herkes davayı "yenmek - yenilmek" ikilemine sığdırıyor.
Çekilen çileler hak getire.
Şehitler hak getire.
Gaziler hak getire.
Kimsenin umurunda bile değil.
Bir taraf koltuk kapmanın derdinde, bir taraf koltukları kaptırmamanın derdinde.
***
Birileri fırtına sonrasında kendine iyi bir yer bulabilme derdinde.
Birileri bulunduğu mevkiden terfi edebilmenin hesapları içinde.
Birileri kartvizitindeki ünvanı daha üst seviyelere çekebilmenin derdine düştü.
Birileri ince hesaplar yaparak saman altından su yürütme derdinde.
Birileri ikircikli yaşam tarzlarını bu fırtına esnasında da sürdürüp, rüzgar ne yana dönerse o yana dönmenin telaşı içinde.
***
Ve birileri de var, davanın derdinde.
Hangi tarafta olduğu önemli değil bu dava adamlarının.
Duyguları samimi.
Sevdaları hakiki.
Tek dertleri var "Türk Milliyetçiliği Davası tükenmesin"
Kazana düşüp fitne çorbasına malzeme olanlar ile samimi dava adamlarının mücadelesidir aslında bu durum.
Kazanın başındaki kepçeciler öyle bir hale getirdi ki bizi artık sonuç ne olursa olsun TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ kalesinin surlarında onarılması çok zor bir gedik açtılar.
Bunun sevinci ve mutluluğu içindeler.
Yıllardır içlerinde büyüttükleri ve irin kokulu fitne ve fesat malzemelerini bir bir atıyorlar kartlar sofrasına.
Kimi BOZKURT dalıyor bu sofraya kimisi de temkini elden bırakmıyor.
***
Düşmeyecektik bu fitne kazanına.
Bugün düşmedik zaten.
Yıllar önce düştük ne yazık ki bu kazanın içine.
Ve en yakın dava arkadaşları terketmişti Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'i...
Ders almadık bu olaydan.
Her geçen gün fitne kazanının ateşini körüklediler.
Biz de sürekli daldık bu kazanın içine başındaki kepçecilere aldırmadan.
Bir yandan ateşi körüklediler, bir yandan kepçeyi salladılar.
Karıştırdıkça karıştırdılar, böldükçe böldüler...
Onlar karıştırdı, biz de karıştık.
Onlar böldü biz de bölündük.
Hiç geri durmadık.
Ne karışmaktan sakındık, ne de bölünmekten.
***
Meselenin bir LİDERE BİAT etmek değil, bölünmemek, parçalanmamak, karıştırılmamak olduğunu çözemedik.
Önce bu davanın kurucusu Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'e isyan ettik, şimdi de bu davanın LİDERİ Devlet bahçeli'ye isyan ediyoruz.
Edelim.
Daha beter vaziyetlerde isyan edelim ki, TÜRK DÜŞMANLARI kıs kıs gülsünler halimize.
Savaş meydanlarında 1000 yıllık egemenliğimizi yıkamayıp Bizans Oyunları ile bizi yıkmaya çalışanların oyunlarına gelip, daha çok isyan edelim.
Ahlaksız laflar edelim birbirimize.
Olmadı vuruşalım, dövüşelim ki; daha çok sevindirdelim şehitlerimizin katillerini.
Birbirimize daha çok düşmanlaşalım ki; o şehitlerimizin;
Anaları
Babaları
Yavukluları
Kız kardeşleri
Hanımları
Evlatları
Arkadaşları
Dostları
Sevenleri
"Yazık, yazık, yazık siz böyle yapasınız diye mi şehit oldu bizim şehidimiz" diyerek daha çok kahrolsunlar.
***
Şehidi düşünen kim?
Davayı düşünen kim?
Başbuğ'u düşünen kim?
Tek derdimiz paradigmaları alt üst edip, diğerleri gibi olup, iktidar olmak ve iktidarın nimetlerinden faydalanmak.
"Benim oğlum neden torpille müdür olmasın"
"Benim kızım neden torpille öğretmen olmasın"
"Ben neden iktidar olan partimin ihalelerini almayayım"
Ve daha niceleri.
Davanın değerleri batsın!
Bir an evvel değiştirelim bu değerleri.
Halkın istediği değerleri koyalım ortaya ve iktidar olalım.
Nedir halkın istediği değerler diye soracak olursanız 14 yıldır tek başına iktidar olan zihniyete bakınız!
***
Oynanan oyunun farkındayız dedik.
Farkında olmakta yetmiyor bir noktaya geldikten sonra.
Oyunun sonuçlarını düşünüp yürek yangınlarına düşmekten başka bir işe yaramıyor.
Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'ten bu yana ÜLKÜCÜLER neden BİR olamıyor?
Bu kadar mı zor?
Bu kadar mı azap veriyor bize bir olmak, birlik olmak?
Başbuğ'a isyan eden, Bahçeli'ye isyan eden KİME İSYAN ETMEYECEK!?
Konu Bahçeli ya da Ahmet / Mehmet meselesi değil!
Mesele LİDER ve LİDERE SADAKAT meselesidir!
Ve biz bu davanın en büyük lideri BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ'e bile isyan etmedik mi?
Şimdi ondan daha BÜYÜK BİR LİDER Mİ gelecek?
Sözümüz samimi Ülkücüleredir.
Şundan emin olunuz ki, yukarılardan bu karışıklığı körükleyenlerin derdi ne TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ'nin iktidarıdır, ne de Devlet BAHÇELİ'nin başarısızlığı.
Hangi tarafta olurlarsa olsunlar tek dertleri KOLTUK!
Desteğimiz Devlet BAHÇELİ'ye değil, bu davanın bugünkü liderinedir.
Çünkü biz oyunun farkındayız.
Herkes duymak istediğini duyuyor.
Herkes bilmek istediğini biliyor.
Herkes kendi durumunu göz önünde bulundurarak hareket ediyor.
Herkes kendi hesapları için mücadele ediyor.
Herkes davayı "yenmek - yenilmek" ikilemine sığdırıyor.
Çekilen çileler hak getire.
Şehitler hak getire.
Gaziler hak getire.
Kimsenin umurunda bile değil.
Bir taraf koltuk kapmanın derdinde, bir taraf koltukları kaptırmamanın derdinde.
***
Birileri fırtına sonrasında kendine iyi bir yer bulabilme derdinde.
Birileri bulunduğu mevkiden terfi edebilmenin hesapları içinde.
Birileri kartvizitindeki ünvanı daha üst seviyelere çekebilmenin derdine düştü.
Birileri ince hesaplar yaparak saman altından su yürütme derdinde.
Birileri ikircikli yaşam tarzlarını bu fırtına esnasında da sürdürüp, rüzgar ne yana dönerse o yana dönmenin telaşı içinde.
***
Ve birileri de var, davanın derdinde.
Hangi tarafta olduğu önemli değil bu dava adamlarının.
Duyguları samimi.
Sevdaları hakiki.
Tek dertleri var "Türk Milliyetçiliği Davası tükenmesin"
Kazana düşüp fitne çorbasına malzeme olanlar ile samimi dava adamlarının mücadelesidir aslında bu durum.
Kazanın başındaki kepçeciler öyle bir hale getirdi ki bizi artık sonuç ne olursa olsun TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ kalesinin surlarında onarılması çok zor bir gedik açtılar.
Bunun sevinci ve mutluluğu içindeler.
Yıllardır içlerinde büyüttükleri ve irin kokulu fitne ve fesat malzemelerini bir bir atıyorlar kartlar sofrasına.
Kimi BOZKURT dalıyor bu sofraya kimisi de temkini elden bırakmıyor.
***
Düşmeyecektik bu fitne kazanına.
Bugün düşmedik zaten.
Yıllar önce düştük ne yazık ki bu kazanın içine.
Ve en yakın dava arkadaşları terketmişti Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'i...
Ders almadık bu olaydan.
Her geçen gün fitne kazanının ateşini körüklediler.
Biz de sürekli daldık bu kazanın içine başındaki kepçecilere aldırmadan.
Bir yandan ateşi körüklediler, bir yandan kepçeyi salladılar.
Karıştırdıkça karıştırdılar, böldükçe böldüler...
Onlar karıştırdı, biz de karıştık.
Onlar böldü biz de bölündük.
Hiç geri durmadık.
Ne karışmaktan sakındık, ne de bölünmekten.
***
Meselenin bir LİDERE BİAT etmek değil, bölünmemek, parçalanmamak, karıştırılmamak olduğunu çözemedik.
Önce bu davanın kurucusu Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'e isyan ettik, şimdi de bu davanın LİDERİ Devlet bahçeli'ye isyan ediyoruz.
Edelim.
Daha beter vaziyetlerde isyan edelim ki, TÜRK DÜŞMANLARI kıs kıs gülsünler halimize.
Savaş meydanlarında 1000 yıllık egemenliğimizi yıkamayıp Bizans Oyunları ile bizi yıkmaya çalışanların oyunlarına gelip, daha çok isyan edelim.
Ahlaksız laflar edelim birbirimize.
Olmadı vuruşalım, dövüşelim ki; daha çok sevindirdelim şehitlerimizin katillerini.
Birbirimize daha çok düşmanlaşalım ki; o şehitlerimizin;
Anaları
Babaları
Yavukluları
Kız kardeşleri
Hanımları
Evlatları
Arkadaşları
Dostları
Sevenleri
"Yazık, yazık, yazık siz böyle yapasınız diye mi şehit oldu bizim şehidimiz" diyerek daha çok kahrolsunlar.
***
Şehidi düşünen kim?
Davayı düşünen kim?
Başbuğ'u düşünen kim?
Tek derdimiz paradigmaları alt üst edip, diğerleri gibi olup, iktidar olmak ve iktidarın nimetlerinden faydalanmak.
"Benim oğlum neden torpille müdür olmasın"
"Benim kızım neden torpille öğretmen olmasın"
"Ben neden iktidar olan partimin ihalelerini almayayım"
Ve daha niceleri.
Davanın değerleri batsın!
Bir an evvel değiştirelim bu değerleri.
Halkın istediği değerleri koyalım ortaya ve iktidar olalım.
Nedir halkın istediği değerler diye soracak olursanız 14 yıldır tek başına iktidar olan zihniyete bakınız!
***
Oynanan oyunun farkındayız dedik.
Farkında olmakta yetmiyor bir noktaya geldikten sonra.
Oyunun sonuçlarını düşünüp yürek yangınlarına düşmekten başka bir işe yaramıyor.
Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'ten bu yana ÜLKÜCÜLER neden BİR olamıyor?
Bu kadar mı zor?
Bu kadar mı azap veriyor bize bir olmak, birlik olmak?
Başbuğ'a isyan eden, Bahçeli'ye isyan eden KİME İSYAN ETMEYECEK!?
Konu Bahçeli ya da Ahmet / Mehmet meselesi değil!
Mesele LİDER ve LİDERE SADAKAT meselesidir!
Ve biz bu davanın en büyük lideri BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ'e bile isyan etmedik mi?
Şimdi ondan daha BÜYÜK BİR LİDER Mİ gelecek?
Sözümüz samimi Ülkücüleredir.
Şundan emin olunuz ki, yukarılardan bu karışıklığı körükleyenlerin derdi ne TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ'nin iktidarıdır, ne de Devlet BAHÇELİ'nin başarısızlığı.
Hangi tarafta olurlarsa olsunlar tek dertleri KOLTUK!
Desteğimiz Devlet BAHÇELİ'ye değil, bu davanın bugünkü liderinedir.
Çünkü biz oyunun farkındayız.
2 Mayıs 2016 Pazartesi
BOZKURT, gülerek gider idam sehpasına!..
Ölüm iyi gelir bazen insana.
Sevdalıdır bazı insanlar ölüme.
Vakur adımlarla yürürken olüme, güler bazı insanlar.
Ölümü selamlar adeta Bozkurt yürekli Ülkücüler.
Ölümü görürler ve mutluluk tebessümleriyle selamlarlar ölüm meleklerini.
Necip Fazıl'ın dediği gibi;
"Müjdeler olsun öleceğiz müjdeler olsun
Ölümü öldüren Rabbe secdeler olsun" der,
Ve
Yürür ölümün üzerine tatlı tebessümlerle...
***
Malatya'nın Doğanşehir ilçesinde doğmuştu bir yiğit Bozkurt.
Adını Cengiz koydular.
Ataları gibi yiğit olsun, Bozkurt yürekli olsun diye Cengiz dediler...
Hep adının ağırlığını taşıdı omuzlarında.
Yüreğinde adına layık olmanın heyecanı, gencecik bedeninde Türk - İslam düşmanlarına korku salan imanı...
20 yıl yaşadı Cengiz Baktemur.
Bir ömür 20 yıl...
Vatana asker olamadı ama yaşadığı 20 yılın her anında Milletinin askeri oldu, İslam'ın neferi oldu.
Yürüdü Cengiz yürüdü....
Tebessümüyle yıktı önündeki kahpe engelleri.
Yürüdü Cengiz yürüdü.
Aldırmadan yolundaki dikenlere, aldırmadan yüreğindeki sızılara....
***
Bir yiğit geçti bu fani dünyadan.
Ölümün sonsuz yaşama uyanmak olduğunu bilen bir yiğit.
Ölümün vuslat olduğunu,
Ölümün özgürlük olduğunu,
Ölümün kutlu bir doğuş olduğunu bilen, Bozkurt yürekli bir yiğit geçti bu yalan dünyadan...
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala'ya, Peygamberimize, ırkımıza, vatanımıza, bayrağımıza söven vatansızlara sıktığı kurşunun bedelini canıyla ödediği Cengiz...
"Ben vurdum" dedi yağlı ilmeğin boynunda olduğunu bile bile...
"Ben onu vurmasaydım, o beni vuracaktı, seni vuracaktı" dedi ve şehadet müjdesini aldı zlim hakimlerden....
***
Sabah vaktiydi...
Ezanlar saba makamında gafleti uyandırıyordu.
Rüzgar saba makamında esiyordu.
Nisan yağmurlarla yıkanıyordu.
Ay güneşe uyanıyordu.
Cengiz yürüyordu.
Yürüyordu Bozkurt yürekli yiğit şehadet muştusuyla şenlenen gönlünü Allah'a teslim etmek için yürüyordu Cengiz...
Celladı bile korkarken ölümden, Cengiz gülüyordu....
Ona tebessüm eden meleklerle konuşuyordu sanki...
***
Son arzusunu sordular.
"Bayrak ve Kur'an" dedi.
Başka ne isteyebilirdi ki Bozkurt yürekli adam...
Getirdiler.
Defalarca öpüp başına koydu.
Evladını koklar gibi kokladı.
Sevdalısını öper gibi öptü.
Anasının babasının eli gibi öpüp başına koydu.
Gözleri ve tebessümleriyle celladına dönüp, "Şimdi hazırım" dedi....
***
Yağlı urganı taktılar boynuna.
Urgan değil sanki cephede kazandığı üstün hizmet madalyası boynuna takılan.
Öylesine mutlu, öylesine gururlu.
Gözlerini kapattı ve Ezan-ı Muhammediler yükselirken arş-ı alaya, meleklerin kollarında cenette yürüdü Cengiz Baktemur...
Yürüdü Cengizler,
Yürüdü Bozkurtlar,
Yürüdü Ülkücüler,
Saf saf olup bir kutlu kervan misali cennete yürüdü Ülkücü Şehitler...
***
Bu topraklarda attığımız her adım, aldığımız her nefes evvelce Ulu Tanrımız Allah-ü Teala sonra da bu kutlu şehitlerimizin sayesindedir.
Unutursak ölelim.
Unutursak tükenelim.
Unutursak kurda kuşa yem olalım...
Unutursak hainlerin kahpe pusularına düşelim...
Fatihalarla şenlendirelim kabirlerini.
YA ALLAH, BİSMİLLAH, ALLAHU EKBER!
TANRI TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN!
Sevdalıdır bazı insanlar ölüme.
Vakur adımlarla yürürken olüme, güler bazı insanlar.
Ölümü selamlar adeta Bozkurt yürekli Ülkücüler.
Ölümü görürler ve mutluluk tebessümleriyle selamlarlar ölüm meleklerini.
Necip Fazıl'ın dediği gibi;
"Müjdeler olsun öleceğiz müjdeler olsun
Ölümü öldüren Rabbe secdeler olsun" der,
Ve
Yürür ölümün üzerine tatlı tebessümlerle...
***
Malatya'nın Doğanşehir ilçesinde doğmuştu bir yiğit Bozkurt.
Adını Cengiz koydular.
Ataları gibi yiğit olsun, Bozkurt yürekli olsun diye Cengiz dediler...
Hep adının ağırlığını taşıdı omuzlarında.
Yüreğinde adına layık olmanın heyecanı, gencecik bedeninde Türk - İslam düşmanlarına korku salan imanı...
20 yıl yaşadı Cengiz Baktemur.
Bir ömür 20 yıl...
Vatana asker olamadı ama yaşadığı 20 yılın her anında Milletinin askeri oldu, İslam'ın neferi oldu.
Yürüdü Cengiz yürüdü....
Tebessümüyle yıktı önündeki kahpe engelleri.
Yürüdü Cengiz yürüdü.
Aldırmadan yolundaki dikenlere, aldırmadan yüreğindeki sızılara....
***
Bir yiğit geçti bu fani dünyadan.
Ölümün sonsuz yaşama uyanmak olduğunu bilen bir yiğit.
Ölümün vuslat olduğunu,
Ölümün özgürlük olduğunu,
Ölümün kutlu bir doğuş olduğunu bilen, Bozkurt yürekli bir yiğit geçti bu yalan dünyadan...
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala'ya, Peygamberimize, ırkımıza, vatanımıza, bayrağımıza söven vatansızlara sıktığı kurşunun bedelini canıyla ödediği Cengiz...
"Ben vurdum" dedi yağlı ilmeğin boynunda olduğunu bile bile...
"Ben onu vurmasaydım, o beni vuracaktı, seni vuracaktı" dedi ve şehadet müjdesini aldı zlim hakimlerden....
***
Sabah vaktiydi...
Ezanlar saba makamında gafleti uyandırıyordu.
Rüzgar saba makamında esiyordu.
Nisan yağmurlarla yıkanıyordu.
Ay güneşe uyanıyordu.
Cengiz yürüyordu.
Yürüyordu Bozkurt yürekli yiğit şehadet muştusuyla şenlenen gönlünü Allah'a teslim etmek için yürüyordu Cengiz...
Celladı bile korkarken ölümden, Cengiz gülüyordu....
Ona tebessüm eden meleklerle konuşuyordu sanki...
***
Son arzusunu sordular.
"Bayrak ve Kur'an" dedi.
Başka ne isteyebilirdi ki Bozkurt yürekli adam...
Getirdiler.
Defalarca öpüp başına koydu.
Evladını koklar gibi kokladı.
Sevdalısını öper gibi öptü.
Anasının babasının eli gibi öpüp başına koydu.
Gözleri ve tebessümleriyle celladına dönüp, "Şimdi hazırım" dedi....
***
Yağlı urganı taktılar boynuna.
Urgan değil sanki cephede kazandığı üstün hizmet madalyası boynuna takılan.
Öylesine mutlu, öylesine gururlu.
Gözlerini kapattı ve Ezan-ı Muhammediler yükselirken arş-ı alaya, meleklerin kollarında cenette yürüdü Cengiz Baktemur...
Yürüdü Cengizler,
Yürüdü Bozkurtlar,
Yürüdü Ülkücüler,
Saf saf olup bir kutlu kervan misali cennete yürüdü Ülkücü Şehitler...
***
Bu topraklarda attığımız her adım, aldığımız her nefes evvelce Ulu Tanrımız Allah-ü Teala sonra da bu kutlu şehitlerimizin sayesindedir.
Unutursak ölelim.
Unutursak tükenelim.
Unutursak kurda kuşa yem olalım...
Unutursak hainlerin kahpe pusularına düşelim...
Fatihalarla şenlendirelim kabirlerini.
YA ALLAH, BİSMİLLAH, ALLAHU EKBER!
TANRI TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN!
1 Mayıs 2016 Pazar
ULUSAL EGEMENLİK İptal! Yaşasın Kut-ül Amare!
Daha önceki yazılarımızda 23 Nisan'ın sadece Çocuk Bayramı değil Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olduğu vurgusunu yapmıştık.
Atatürk bu bayramı çocuklara armağan eden tek dünya lideri olarak tarihe geçerken ULUSAL EGEMENLİK vurgusunu da yapıyordu.
"TÜRK ulusunun egemenliğinin olduğu bir ülkede ancak çocuklar bayram yapabilir" düşüncesini dünyaya haykırıyordu Atatürk bu bayrama ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI adını verirken.
Ancak bugün genel duruma baktığımız vakit, bunun tam tersi bir manzara görüyoruz.
***
Okullarda yapılan törenlere bir bakınız.
Bu törenlerde gittikçe azalan Türk halk oyunları dışında hemen hemen TÜRK olan hiç bir şey kalmadı.
Ulusal Egemenliği dile getiren şiirler tamamen bitti gibi.
Ellerde Türk Bayrakları, Atatürk flamaları her geçen sene daha da azalıyor.
Bu etkinlikleri düzenleyen öğretmenler ve veliler artık bir yarış içindeler.
Kimin öğrencileri daha güzel dans edecek?
Kimin çocuğu daha güzel kıyafetler giyecek?
Kafkas oyunları, Zeybek oyunları bitti bitecek gibi...
Devlet erkanı artık bu törenlere katılmayı sadece sıradan bir görev olarak görüyor.
Kimisi rapor alıyor, kimisi yas ilan ediyor!
***
2016 yılında da durum değişmedi.
Yas ilan edildi.
Bazı törenler iptal edildi.
Bazı devlet adamları rapor aldı.
Bazıları yurtdışına kaçtı.
Bazıları Umre'ye gitti....
Derken 23 Nisn Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı yine sadece çocuklara kaldı.
Derken birden bire Kut-ul Ammare çıktı ortaya...
Osmanlı'nın Büyük Zaferi!
Milletimize unutturulmaya çalışılan dev zafer!
İngilizlerin tarih kitaplarından sildirdiği dev zafer!
***
Vay arkadaş bu ne yahu!
İstanbul'un her yeri Cumhurbaşkanlığı'nca yaptırılan dev afişlerle donatıldı.
Tüm illerde eş zamanlı kutlamalar, sempozyumlar, paneller...
TV ekranlarında "Derin Tarih"çiler hep bir ağızdan bu devasa zaferi dile getirmeye başladılar.
Bu dillendirme sırasında asıl amaçlarını ortaya koyan cümleler, iddialarda ortaya atılıverdi.
Efendim neymiş Mustafa Kemal Atatürk Kut-ül Ammare kuşatmasının muzaffer komutanı Halil Paşa'yı kıskanıyormuş, Halil Paşa Atatürk'ten daha vatansever ve daha başarılı imiş....
Daha neler neler...
Sorsanız; Halil Paşa, Atatürk ile ilgili olumsuz tek cümle etmiş mi?
Hayır etmemiş.
Bilakis her zaman olumlu şeyler söylemiş.
Peki Atatürk ne yapmış?
Kut-ül Ammare'deki başarısı nedeniyle soyadı kanunu çıkar çıkmaz Halil Paşa'ya KUT soyadını vermiş onure etmiş. "Halil Paşa bu zaferin komutanıdır" demiş ve "adı hep bu zaferle anılacak" diyerek onure etmiştir Halil KUT Paşamızı...
***
"Derin Tarih"çileri dinleseniz, Harp Akademisi'nde birlikte okudukları yıllardan beri kanlı bıçaklı düşmanlar birbirlerine bu iki isim.
Bütün dertleri Osmanlı sevdalısı halk üzerindeki Atatürk düşmanlığı duygularını körüklemek, beslemek ve büyütmek.
Halbuki Atatürk bu zaferi hiç unutmamış.
Atatürk'ün vefatından sonra da devam edilmiş bu zaferin yıldönümünde anma kutlamaları.
145 yılında İsmet İnönü zamanında ise tamamen kaldırılmış resmi kutlamalar.
Bunlar anlatılmıyor tabii.
Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Paşa tarafından Sovyetlere gönderilen Halil Paşa burada yaptığı görüşmeler sonucunda önemli miktar külçe altın sağlayarak ülkemize döner ve Kurtuluş Savaşı yapan milletimize büyük bir fayda sağlar bunun üzerine İstanbul Hükümeti yani zamanın Osmanlı Hükümeti Paşa'nın ülkede kalmasına izin vermez.
Önce Moskova'ya daha sonra da Berlin'e giden Halil Kut Paşa, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Türkiye'ye getirilir ve Atatürk tarafından KUT soyadı ile onurlandırılır.
***
Halil Kut Paşa sadece küçük 6000 nüfuslu küçük bir kasaba olan KUT kasabasının İngiliz kuşatmasından kurtarılması olayının kahramanı değil, Kurtuluş Savaşı'nın da en önemli kahramanlarından biridir.
Bugün mesele bu zaferi ve Halil Kut Paşa'yı anmak değil, derin ve karanlık tarihçilerin Atatürk, Cumhuriyet ve TÜRK düşmanlıklarının halka süslü yalanlarla sunulmasıdır.
Bir yanda ULUSAL EGEMENLİK'in yok edilmesine göz yumarken bir yandan da bu "derin tarih"çilerin tuzağına düşüyor gündemi onların istediği gibi değiştiriyoruz.
Türk Milleti her zaman asil bir BOZKURT gibi davranmalı, yaşamalı ve düşünmelidir.
Söylenen süslü yalanlara sazan olmak TÜRK milletine kendi benliğini kaybettirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Bu millet OSMANLI değildir.
Bu millet dünya tarihine nice büyük devletler gibi OSMANLI İMPARATORLUĞU'nu da altın harflerle yazdıran büyük TÜRK MİLLETİ'dir.
Dünya milletlerinin huzuru için, bütün insanlığın insanca yaşayabilmesi için;
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN!
Atatürk bu bayramı çocuklara armağan eden tek dünya lideri olarak tarihe geçerken ULUSAL EGEMENLİK vurgusunu da yapıyordu.
"TÜRK ulusunun egemenliğinin olduğu bir ülkede ancak çocuklar bayram yapabilir" düşüncesini dünyaya haykırıyordu Atatürk bu bayrama ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI adını verirken.
Ancak bugün genel duruma baktığımız vakit, bunun tam tersi bir manzara görüyoruz.
***
Okullarda yapılan törenlere bir bakınız.
Bu törenlerde gittikçe azalan Türk halk oyunları dışında hemen hemen TÜRK olan hiç bir şey kalmadı.
Ulusal Egemenliği dile getiren şiirler tamamen bitti gibi.
Ellerde Türk Bayrakları, Atatürk flamaları her geçen sene daha da azalıyor.
Bu etkinlikleri düzenleyen öğretmenler ve veliler artık bir yarış içindeler.
Kimin öğrencileri daha güzel dans edecek?
Kimin çocuğu daha güzel kıyafetler giyecek?
Kafkas oyunları, Zeybek oyunları bitti bitecek gibi...
Devlet erkanı artık bu törenlere katılmayı sadece sıradan bir görev olarak görüyor.
Kimisi rapor alıyor, kimisi yas ilan ediyor!
***
2016 yılında da durum değişmedi.
Yas ilan edildi.
Bazı törenler iptal edildi.
Bazı devlet adamları rapor aldı.
Bazıları yurtdışına kaçtı.
Bazıları Umre'ye gitti....
Derken 23 Nisn Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı yine sadece çocuklara kaldı.
Derken birden bire Kut-ul Ammare çıktı ortaya...
Osmanlı'nın Büyük Zaferi!
Milletimize unutturulmaya çalışılan dev zafer!
İngilizlerin tarih kitaplarından sildirdiği dev zafer!
***
Vay arkadaş bu ne yahu!
İstanbul'un her yeri Cumhurbaşkanlığı'nca yaptırılan dev afişlerle donatıldı.
Tüm illerde eş zamanlı kutlamalar, sempozyumlar, paneller...
TV ekranlarında "Derin Tarih"çiler hep bir ağızdan bu devasa zaferi dile getirmeye başladılar.
Bu dillendirme sırasında asıl amaçlarını ortaya koyan cümleler, iddialarda ortaya atılıverdi.
Efendim neymiş Mustafa Kemal Atatürk Kut-ül Ammare kuşatmasının muzaffer komutanı Halil Paşa'yı kıskanıyormuş, Halil Paşa Atatürk'ten daha vatansever ve daha başarılı imiş....
Daha neler neler...
Sorsanız; Halil Paşa, Atatürk ile ilgili olumsuz tek cümle etmiş mi?
Hayır etmemiş.
Bilakis her zaman olumlu şeyler söylemiş.
Peki Atatürk ne yapmış?
Kut-ül Ammare'deki başarısı nedeniyle soyadı kanunu çıkar çıkmaz Halil Paşa'ya KUT soyadını vermiş onure etmiş. "Halil Paşa bu zaferin komutanıdır" demiş ve "adı hep bu zaferle anılacak" diyerek onure etmiştir Halil KUT Paşamızı...
***
"Derin Tarih"çileri dinleseniz, Harp Akademisi'nde birlikte okudukları yıllardan beri kanlı bıçaklı düşmanlar birbirlerine bu iki isim.
Bütün dertleri Osmanlı sevdalısı halk üzerindeki Atatürk düşmanlığı duygularını körüklemek, beslemek ve büyütmek.
Halbuki Atatürk bu zaferi hiç unutmamış.
Atatürk'ün vefatından sonra da devam edilmiş bu zaferin yıldönümünde anma kutlamaları.
145 yılında İsmet İnönü zamanında ise tamamen kaldırılmış resmi kutlamalar.
Bunlar anlatılmıyor tabii.
Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Paşa tarafından Sovyetlere gönderilen Halil Paşa burada yaptığı görüşmeler sonucunda önemli miktar külçe altın sağlayarak ülkemize döner ve Kurtuluş Savaşı yapan milletimize büyük bir fayda sağlar bunun üzerine İstanbul Hükümeti yani zamanın Osmanlı Hükümeti Paşa'nın ülkede kalmasına izin vermez.
Önce Moskova'ya daha sonra da Berlin'e giden Halil Kut Paşa, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Türkiye'ye getirilir ve Atatürk tarafından KUT soyadı ile onurlandırılır.
***
Halil Kut Paşa sadece küçük 6000 nüfuslu küçük bir kasaba olan KUT kasabasının İngiliz kuşatmasından kurtarılması olayının kahramanı değil, Kurtuluş Savaşı'nın da en önemli kahramanlarından biridir.
Bugün mesele bu zaferi ve Halil Kut Paşa'yı anmak değil, derin ve karanlık tarihçilerin Atatürk, Cumhuriyet ve TÜRK düşmanlıklarının halka süslü yalanlarla sunulmasıdır.
Bir yanda ULUSAL EGEMENLİK'in yok edilmesine göz yumarken bir yandan da bu "derin tarih"çilerin tuzağına düşüyor gündemi onların istediği gibi değiştiriyoruz.
Türk Milleti her zaman asil bir BOZKURT gibi davranmalı, yaşamalı ve düşünmelidir.
Söylenen süslü yalanlara sazan olmak TÜRK milletine kendi benliğini kaybettirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Bu millet OSMANLI değildir.
Bu millet dünya tarihine nice büyük devletler gibi OSMANLI İMPARATORLUĞU'nu da altın harflerle yazdıran büyük TÜRK MİLLETİ'dir.
Dünya milletlerinin huzuru için, bütün insanlığın insanca yaşayabilmesi için;
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)