Milliyetçi - Ülkücü Hareket.
Bu dava mutlu bir davadır derken boş kelam etmedik.
Bu davanın içinde nice analar vardır ki, evlatlarını şehadete elleriyle yollamışlardır.
Bu davanın içinde nice analar vardır ki, daha doğmamış bebesinin babasını şehadete el sallayarak uğurlamıştır.
Ve bu davanın içinde nice analar vardır ki;
Evlatlarının gözleri önünde şehadet şerbetini içmiştir!
***
Anneler...
Şehit anneler.
Ülkücü Hareket'in Asena yürekleri şehit anaları...
İşte bu analarımızdan biridir şehit Ayfer İnceler.
Anneydi...
Yüreğindeki vatan sevgisini,
Yüreğindeki millet sevgisini,
Yüreğindeki Allah sevgisini,
Yüreğindeki bayrak sevgisini,
Yüreğindeki Ülkü sevdasını
evlatlarına öğretmek için, evlatlarını vatanı ve milleti için hayırlı birer nefer olarak yetiştirmek için dişini tırnağına takan çilekeş bir anneydi Ayfer ana...
***
Yörükler diyarı İçel ilimizin Tarsus ilçesinde yaşıyordu.
Bir taraftan yaşam mücadelesi vermek,
Bir taraftan vatanına, milletine, bayrağına, ezanına sahip çıkma mücadelesi vermek,
Bir taraftan da Allah'ın ona bahşettiği en büyük lütuflardan biri olan Annelik vazifesini yerine getirmek için verdiği mücadele 41 yıllık ömrünü bir çilehaneye döndürmüştü.
Evet 41 Yaşındaydı Ayfer İnceler.
41 Yaşında bir anne.
Ülkücü, vatansever bir anne.
***
O gün yine annelik yapıyordu.
Evindeydi.
Bir insanın, hele ki bir annenin en güvenilir ve en sıcak yeridir evi.
O da bu rahatlıkla evinde evlatlarına annelik yapıyordu.
Belki akşam yemeğini hazırlıyordu, belki de işe giden eşinin sağ salim eve dönebilmesi için dualar ediyordu sessizce.
Belki evlatlarına söylediği ninnilerle zaman geçiriyordu evini köşe bucak temizlerken.
Belki sessizlik vardı evin içinde,
Belki de evladının şen kahkahaları yankılanıyordu.
***
Tarih 30 Ağustos 1979.
Bir milletin en büyük bayramını kutluyorduk.
Türk'ün Zafer Bayramı!
Sokaklarda çatışma vardı.
Yüzmilyonlarca Türk'ü esir tutan, özgürlüğünü gaspeden SSCB'nin orak çekiçli bayrağını Türk'ün son kalesi, Türk'ün tek bağımsız devleti Türkiye Cumhuriyeti topraklarında dalgalandırmak isteyen Komünistler ile mücadele veren Ülkücü Gençlik sokaklarda yine çatışıyordu.
Ayfer İnceler evindeydi.
Silah seslerini ettiği dualarla susturmaya çalıştı.
***
Birden o an geldi.
Evinin kapısı tekmeleniyor, zorlanıyor.
Ve kapı kırılıyor.
Eyi silahlı hainler gencecik bir anne olan Ayfer İnceler'i hedef alıyordu.
Çocuklarının gözleri önünde.
Böyle bir vahşet savaşlarda bile yaşanmamıştı.
Bir anne katlediliyordu evlatlarının gözleri önünde.
Kaç kahpe kurşun girdi bir annenin vücuduna bilinmez!
Kaç kahpe ağızdan hakaretler lağım gibi aktı bilinmez!
Lakin biliriz ki, şehadet Türk'e bayramdır, toydur!
***
Şehit olmuştu Ayfer anne...
Çocuklarına sarılamadan belki.
Öpüp koklayamadan kahpe bir baskınla,
Kahpe kurşunlarla,
Tetiği çeken kahpe parmaklarla vedalaşabilmişti sadece.
Unutmadık seni Ayfer Anne!
Biz senin evlatların olarak, binlerce milyonlarca Ülkü Yürekli evlatların olarak rahmetle anıyoruz seni.
Her Zafer Bayramı'nda senin de şehadet zaferini kutluyoruz.
Mekanın cennet olsun Ayfer annem....
31 Ağustos 2017 Perşembe
28 Ağustos 2017 Pazartesi
Siyasetin daniskası sokakta: "Adam Devlet diyor daha ne desin!?"
Efendim iyi bir siyasetçi mutlaka ayda bir kere tebdil-i kıyafet ederek, sokaklara çıkmalı, bir çay ocağına, bir mahalle kahvesine oturup bir kaç bardak çay içerek etrafında konuşulanları dinlemeli.
Öyle "Millet bize oy veriyor o halde biz doğru yapıyoruz" düz mantığıyla ülke yönetilmez.
Milletin ne şartlar altında oy verdiği belli.
Gelin bir de milleti sessiz sedasız bir kenarda oturarak dinleyin.
Neler konuşuluyor neler!
***
Ben siyasetçi değilim ama severim milleti dinlemeyi.
Sessizce bir kenara oturup etrafta konuşulanlara kulak kesilirim.
Öyle siyaset bilimciler var ki, şu mahalle kahvelerinde değme siyasetçiye taş çıkartır.
Bugün yolum Beyoğlu'nda Kamer Hatun Mahallesi'ne düştü.
Bir ara sokakta yürürken, sokağın ilerisinden okey taşlarının sesini duydum.
Okey tutkunlarına seranat yapar gibiydi.
Hoş ben pek anlamam bu okey oyunundan.
Yedi sene kahvecilik yaptım ama şu okey taşlarının hangi mantıkla dağıtıldığını halen çözemedim.
***
Okey taşlarından ziyade burnuma buram buram tüten çay kokusu çekti beni mahalle kahvesine doğru.
Belki çay taze demlenmiş ve yeni servis edilmiş.
Adımlarımı biraz hızlandırarak kahvenin önüne geldim.
Kahvehanenin ön camları olduğu gibi açık.
Hava oldukça sıcak olduğu için bazı abiler atletle oturuyor okey masasında.
Fosur fosur sigara içiliyor bir yandan da.
Kırık dökük bir kaç sandalye de dışarıya konulmuş.
Oturunca düşmeyecek vaziyette olanlardan birini seçtim ve oturdum.
Altı masası olan kahvede öğle saatlerinde 3 masanın dolu olması şaşırtıyor bizi.
Sonradan aklıma geldi kurban bayramı tatilinin 10 güne uzatıldığı.
Muhtemelen ondandır dedim kendi kendime.
***
Neyse çayımızı söyledik, cıgaramızı yaktık.
Okey taşlarının karıştırma sesi kesildi.
Artık masadakilerin muhabbetlerini daha iyi duyabiliyordum.
- Kamil abi hayırdır Kılıçdaroğlu'na mı özendin atletle okeye oturdun
- Ben ne özenicem lan, o bize özenmiş bir hep atletleyiz.
- Adı üstünde oğlum adama "Atlet Kamil" diyor bütün maaalle....
Masadan gülüşmeler yükseldi.
Atlet Kamil abi 65 yaşlarında, iyi bir göbek sahibi, siyah kalın çerçeveli gözlükleriyle tipik bir atlet Kamil...
- Kılıçdaroğlu'nu boşverin de arkadaş bu Devlet bey hakkaten devlet gibi adammış bunca zaman kıymetini bilemedik.
- Muzaffer abi bırak Allah aşkına sen de şu adamı, takıldı AKP'nin peşine tam koltuk değneği oldu.
Karşı masadan bir genç de onu destekledi
- Öyle valla abi AKP'yi kurtaran adam Devlet Bahçeli. Başka bir işe yaradığı yok!
***
Kılıçdaroğlu'nun atletiyle başlayan siyasi muhabbet Devlet Bahçeli de kilitlenmişti.
Atlet Kamil sessiz kaldı bir süre.
Kahveci söze karıştı.
- Valla onu bunu bilmem, ben oldum olası Demirelciyim. Şimdiki siyasetçilere baktığımda tek devlet adamı Bahçeli bence. Hepsi atletle şortla gezerken Bahçeli'nin ceketinin düğmesini bile açtığını görmedim ben. Devlet gibi adam valla.
- Adamlığına bir şey dediğimiz yok da abi, AKP'yi destekliyor her fırsatta.
Bu söze destek veren bir kaç kişi vardı.
Genel genç olanlar destek veriyor bu görüşe.
Anladığım kadarıyla devlet ağırlığını, devletin ne anlama geldiğini kavrama şansını yakalamış oyan ve yaşı 50'nin üzerinde olanlar Bahçeli'nin tam bir devlet adamı olduğu görüşünde birleşiyorlar.
***
Muhabbet devam ediyordu.
AKP'nin kötü yönetiminden dem vuranlar, AKP'nin ülkemizi lider ülke yaptığından dem vuranlar da vardı.
Ben ikinci çayımı söyledim.
Bir taraftan da içerdeki muhabbeti can kulağıyla dinliyordum.
Atlet Kamil'in "Tepebaşı yokuşundan çıkarken bi ter bi ter, bu oyun burda biter" diyerek yandaki oyuncuların ıstakalarını devirmesiyle bir sessizlik oldu.
Atlet Kamil abimiz sandalyeyi biraz geri çekip, "Peşin satan adam" oturuşuyla sandalyesine kuruldu ve
- Kahveci arkadaşların hesabını kesiver!
Diye seslendi.
***
Atlet Kamil siyasete ne zaman dahil olacak diye merak ederken girdi lafa bodozlama:
- Yahu kardeşim adam Devlet diyor, Millet diyor daha ne desin. Yani Tayyip düşmanlık olsun diye devletini korumasın mı? Onu kışkırtıp, bunu kışkırtıp millet 12 Eylül öncesinde olduğu gibi birbirini mi vursun sokaklarda. Siz tabii o günleri yaşamadınız! Bugün bu ülke iç savaşa girmediyse bu Bahçeli'nin sayesinde oldu. Biz adama oy verdik de o kötümü yönetti devleti, ülkeyi?
Atlet Kamil sıkı girdi mevzuya.
Bahçeli'ye koltuk değneği diyen gençler dahil herkes dinliyordu Kamil abiyi.
- Ben onu bunu bilmem. Önce devlet diyen, önce millet diyen adam iyi adamdır. 12 Eylül'den sonra Özalla Tayyipten başkasına oy vermedim ama hata etmişim. Bu ülkenin Devlet Bahçeli'ye ihtiyacı var. Bundan sonra ömrüm yeterse bütün oylarım Bahçeli'ye gider benim. Aklı olan bu adama sahip çıkar kardeşim. Hadi bakın dalganıza şimdi!!!
***
Eminim çoğu "adam haklı kardeşim" dedi içinden.
Başta dedim ya hayat sokakta.
Kahvelerde, berberlerde, çay ocaklarında...
Öyle şirketlere anket yaptırmakla olmaz.
TBMM'nin tatil olduğu şu günlerde sayın vekillerimiz sokaklara çıksınlar da milleti bir dinlesinler.
Öyle "Millet bize oy veriyor o halde biz doğru yapıyoruz" düz mantığıyla ülke yönetilmez.
Milletin ne şartlar altında oy verdiği belli.
Gelin bir de milleti sessiz sedasız bir kenarda oturarak dinleyin.
Neler konuşuluyor neler!
***
Ben siyasetçi değilim ama severim milleti dinlemeyi.
Sessizce bir kenara oturup etrafta konuşulanlara kulak kesilirim.
Öyle siyaset bilimciler var ki, şu mahalle kahvelerinde değme siyasetçiye taş çıkartır.
Bugün yolum Beyoğlu'nda Kamer Hatun Mahallesi'ne düştü.
Bir ara sokakta yürürken, sokağın ilerisinden okey taşlarının sesini duydum.
Okey tutkunlarına seranat yapar gibiydi.
Hoş ben pek anlamam bu okey oyunundan.
Yedi sene kahvecilik yaptım ama şu okey taşlarının hangi mantıkla dağıtıldığını halen çözemedim.
***
Okey taşlarından ziyade burnuma buram buram tüten çay kokusu çekti beni mahalle kahvesine doğru.
Belki çay taze demlenmiş ve yeni servis edilmiş.
Adımlarımı biraz hızlandırarak kahvenin önüne geldim.
Kahvehanenin ön camları olduğu gibi açık.
Hava oldukça sıcak olduğu için bazı abiler atletle oturuyor okey masasında.
Fosur fosur sigara içiliyor bir yandan da.
Kırık dökük bir kaç sandalye de dışarıya konulmuş.
Oturunca düşmeyecek vaziyette olanlardan birini seçtim ve oturdum.
Altı masası olan kahvede öğle saatlerinde 3 masanın dolu olması şaşırtıyor bizi.
Sonradan aklıma geldi kurban bayramı tatilinin 10 güne uzatıldığı.
Muhtemelen ondandır dedim kendi kendime.
***
Neyse çayımızı söyledik, cıgaramızı yaktık.
Okey taşlarının karıştırma sesi kesildi.
Artık masadakilerin muhabbetlerini daha iyi duyabiliyordum.
- Kamil abi hayırdır Kılıçdaroğlu'na mı özendin atletle okeye oturdun
- Ben ne özenicem lan, o bize özenmiş bir hep atletleyiz.
- Adı üstünde oğlum adama "Atlet Kamil" diyor bütün maaalle....
Masadan gülüşmeler yükseldi.
Atlet Kamil abi 65 yaşlarında, iyi bir göbek sahibi, siyah kalın çerçeveli gözlükleriyle tipik bir atlet Kamil...
- Kılıçdaroğlu'nu boşverin de arkadaş bu Devlet bey hakkaten devlet gibi adammış bunca zaman kıymetini bilemedik.
- Muzaffer abi bırak Allah aşkına sen de şu adamı, takıldı AKP'nin peşine tam koltuk değneği oldu.
Karşı masadan bir genç de onu destekledi
- Öyle valla abi AKP'yi kurtaran adam Devlet Bahçeli. Başka bir işe yaradığı yok!
***
Kılıçdaroğlu'nun atletiyle başlayan siyasi muhabbet Devlet Bahçeli de kilitlenmişti.
Atlet Kamil sessiz kaldı bir süre.
Kahveci söze karıştı.
- Valla onu bunu bilmem, ben oldum olası Demirelciyim. Şimdiki siyasetçilere baktığımda tek devlet adamı Bahçeli bence. Hepsi atletle şortla gezerken Bahçeli'nin ceketinin düğmesini bile açtığını görmedim ben. Devlet gibi adam valla.
- Adamlığına bir şey dediğimiz yok da abi, AKP'yi destekliyor her fırsatta.
Bu söze destek veren bir kaç kişi vardı.
Genel genç olanlar destek veriyor bu görüşe.
Anladığım kadarıyla devlet ağırlığını, devletin ne anlama geldiğini kavrama şansını yakalamış oyan ve yaşı 50'nin üzerinde olanlar Bahçeli'nin tam bir devlet adamı olduğu görüşünde birleşiyorlar.
***
Muhabbet devam ediyordu.
AKP'nin kötü yönetiminden dem vuranlar, AKP'nin ülkemizi lider ülke yaptığından dem vuranlar da vardı.
Ben ikinci çayımı söyledim.
Bir taraftan da içerdeki muhabbeti can kulağıyla dinliyordum.
Atlet Kamil'in "Tepebaşı yokuşundan çıkarken bi ter bi ter, bu oyun burda biter" diyerek yandaki oyuncuların ıstakalarını devirmesiyle bir sessizlik oldu.
Atlet Kamil abimiz sandalyeyi biraz geri çekip, "Peşin satan adam" oturuşuyla sandalyesine kuruldu ve
- Kahveci arkadaşların hesabını kesiver!
Diye seslendi.
***
Atlet Kamil siyasete ne zaman dahil olacak diye merak ederken girdi lafa bodozlama:
- Yahu kardeşim adam Devlet diyor, Millet diyor daha ne desin. Yani Tayyip düşmanlık olsun diye devletini korumasın mı? Onu kışkırtıp, bunu kışkırtıp millet 12 Eylül öncesinde olduğu gibi birbirini mi vursun sokaklarda. Siz tabii o günleri yaşamadınız! Bugün bu ülke iç savaşa girmediyse bu Bahçeli'nin sayesinde oldu. Biz adama oy verdik de o kötümü yönetti devleti, ülkeyi?
Atlet Kamil sıkı girdi mevzuya.
Bahçeli'ye koltuk değneği diyen gençler dahil herkes dinliyordu Kamil abiyi.
- Ben onu bunu bilmem. Önce devlet diyen, önce millet diyen adam iyi adamdır. 12 Eylül'den sonra Özalla Tayyipten başkasına oy vermedim ama hata etmişim. Bu ülkenin Devlet Bahçeli'ye ihtiyacı var. Bundan sonra ömrüm yeterse bütün oylarım Bahçeli'ye gider benim. Aklı olan bu adama sahip çıkar kardeşim. Hadi bakın dalganıza şimdi!!!
***
Eminim çoğu "adam haklı kardeşim" dedi içinden.
Başta dedim ya hayat sokakta.
Kahvelerde, berberlerde, çay ocaklarında...
Öyle şirketlere anket yaptırmakla olmaz.
TBMM'nin tatil olduğu şu günlerde sayın vekillerimiz sokaklara çıksınlar da milleti bir dinlesinler.
25 Ağustos 2017 Cuma
Tükenen Mahallemizden son çağrı: "KAÇAK RAKI İÇMEYCEN AGA!"
Mahallemiz tükeniyor!
Sadece bizim mahalle mi!?
Bütün mahalleler bir bir tükeniyor!
Ne "Aşağıki maalle kaldı, ne de yukarıki maalle"
Bir bir tüketiyorlar geçmişimizi, kültürümüzü.
Üzerimizi betonla örtüyorlar.
Bizi ve kültürümüzü yok etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Hoş bizim de yok olmamak adına hiç bi nane yediğimizde yok!
***
Tükenen mahalle kültürümüzün son demlerini yaşayabilmek için, bazen iş günlerinde bazen de pazar günleri sabah erken saatte evden çıkıp, yakınlarda mahalle kültürümüzün henüz sona ermediği yerlere gidiyorum.
Son demleri doya doya yaşamak için.
Gelecek nesillere yaşayarak tükettiğimiz o mahalle kültürünü anlatabilmek için geziyorum.
Geçenlerde yolumuz Dolapdere'ye düştü.
Dolapdere diye bir şey kalmamış.
Gençliğimde kalecilik yaparken bacak arasından gol yediğim top sahasının üstüne camdan bir bina dikmişler.
O bacak arasından gol yediğim topa o anki kızgınlığımla vurup bütün camlarını kırasım geldi ama olmadı.
***
Dolapdere caddesi olduğu gibi bu tür binalarla kaplanmış.
Bambaşka bir yer olmuş adeta.
Kendimi ecnebi memleketinde gezen saftorik bir köylü gibi hissettim o binalara bakarken.
Neyse bu mevzulara sonra dalacağız.
Asıl mevzu kaçak rakı mevzusu!
Durun hele anlatacağım işte!
Efendim karnım zil çalıyor, cadde üzerinde börekçiler var ama biraz kalın yerler.
Malum Dolapdere lüküs hayat sürenlerin mekanı olduğu için poğaça, börek ve çay fiyatları da kalınlaşıyor tabii...
Şöyle mahalle arasına dalayım da oralarda kesemize uygun poğaça, çay vardır dedim.
Henüz mahalle kültürünün tükenmediği bir kaç sokak var, oralara daldım.
İşte bu!
Salaş bir börekçi ve hemen yanında da küçük bir çay ocağı.
***
Börekçiye daldım hemen.
Malum göbek vaziyetinden dolayı sabahları 3 olan poğaça istihakkımızı 1'e düşürdük.
Gözleri uykulu, alnı kırışık, yüzü asık, buruşuk kırmızı iş ceketli adamın suratı ben; "1 tane peynirli poğaça verir misiniz?" deyince iyice asıldı.
İsteksizce poğaçalara uzandı.
Üç beş poğaça ya da porsiyon börek isteyenler olunca eline takmak için tezgahta duran buruşuk hijyen eldivenini bile takma gereği duymadan bir poğaça aldı tezgahtan.
Yüzüme bile bakmadan, "Poşet vereyim mi elde mi yiyecen" dedi.
Ben utangaç bir ses tonu ile, "Bir peçeteyle versen yeter" dedim.
Peçete de ayrı bir masraf tabii.
Ona da bozuldu adam.
"Nalet olsun al şunu da git başımdan" der gibi uzattı peçeteye tutturduğu poğaçayı.
***
Kabahat işlemiş ve azar yemiş bir çocuk edasıyla çıktım salaş börekçiden.
Çay ocağına döndüm.
Kaldırıma konulmuş dört masa ve masaların etrafında hasırla örülmüş küçük tabureler var.
Masanın ikisi dolu.
Mahallede yaşayan Çingenelerden oturanlar.
Bir masaya da ben oturdum.
Çay ocağında oturanların çoğu gece kağıt ve hurda toplayan vatandaşlar.
Yorgunlar.
Konuşmalardan anladığım kadarıyla, topladıkları malzemeleri satmak için arka mahalledeki hurdacının açılmasını bekliyorlar.
Masanın birinde sessizlik hakim.
İki adamın da yorgunluğu yüzlerine vurmuş.
Hepsi kara kuru adamlar.
Bir göbekli ben varım.
Elleri kirden kapkara olmuş.
Ama yürekleri tertemiz.
Her iki masadan da kesif bir koku geliyor ama beni hiç rahatsız etmiyor.
Çayımı söylemeden poğaçadan iki ısırık almıştım.
Pat diye masama çay geldi.
Söylemeye gerek yokmuş demek ki.
Poğaça kemiren adam ne yapacak çay ocağında çay içecek.
Pratik zeka işte bu!
***
Hemen yanımdaki masada oturan üç kişi hararetli bir sohbet içindeler.
Onlara kulak verdim.
Etrafa bakınır gibi yapıp, masadaki adamları tanımaya çalıştım.
İkisinin arkası dönük bana.
Diğer adam da en çok konuşan adam zaten.
Bilge birine benziyor.
Diğer ikisi, bir kabahat işlemiş gibi onu dinliyorlar başları eğik.
Adam sürekli onlara bir şeyler anlatıyor.
Poğaçamı bitirdim, cıgaramı yaktım.
Artık tüm dikkatimi o adamın anlattıklarına verebilirdim.
***
Adam kızdı ikisine!
- İçmeyceniz anam bu zıkkımı işte! Kaç kere demedim mi ben size!
Ötekilerin hiç sesi çıkmıyor.
Başları önde dinliyorlar.
- Bak ayakta duramıyorsunuz amk!
Kısa kısa her cümlenin ardında o malum küfür bir noktalama işareti gibi geliyordu.
Adamların başlarını kaldıramama sebebini de anladım 50 yaşlarındaki, kırık gözlüklerinin üstündekn bakarak konuşan adamın şu sözlerinden sonra.
- Bu kaçak rakıyı içmeyceniz be anam!
"İçmeyceniz" dedi adam kaç kere!
Sonra devam etti.
- Bak benim bir arkadaş vardı. Ona da dedim kaç kere içme şu kaçak rakıyı. Lavuk içti. Bi gün hastaneye zor yetiştirmişler. Doktor geldi gelecek derken bir de bakıyorlar lavuk mortingen!
Adam ölmüş!
Kaçak rakı içen adam ölmüş.
Mevzu ölüm bağlandı ama olmadı.
Kaçak rakı içen adamların başı hareket bile etmedi.
***
İşte böyle.
Mevzu derin.
Kaçak rakı içerseniz "Mortingen"!
Siz siz olun kaçak rakı içmen!
Mahalle kültürümüzü de unutmayın.
Kültürümüze sahip çıkın a dostlar!!!
Sadece bizim mahalle mi!?
Bütün mahalleler bir bir tükeniyor!
Ne "Aşağıki maalle kaldı, ne de yukarıki maalle"
Bir bir tüketiyorlar geçmişimizi, kültürümüzü.
Üzerimizi betonla örtüyorlar.
Bizi ve kültürümüzü yok etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Hoş bizim de yok olmamak adına hiç bi nane yediğimizde yok!
***
Tükenen mahalle kültürümüzün son demlerini yaşayabilmek için, bazen iş günlerinde bazen de pazar günleri sabah erken saatte evden çıkıp, yakınlarda mahalle kültürümüzün henüz sona ermediği yerlere gidiyorum.
Son demleri doya doya yaşamak için.
Gelecek nesillere yaşayarak tükettiğimiz o mahalle kültürünü anlatabilmek için geziyorum.
Geçenlerde yolumuz Dolapdere'ye düştü.
Dolapdere diye bir şey kalmamış.
Gençliğimde kalecilik yaparken bacak arasından gol yediğim top sahasının üstüne camdan bir bina dikmişler.
O bacak arasından gol yediğim topa o anki kızgınlığımla vurup bütün camlarını kırasım geldi ama olmadı.
***
Dolapdere caddesi olduğu gibi bu tür binalarla kaplanmış.
Bambaşka bir yer olmuş adeta.
Kendimi ecnebi memleketinde gezen saftorik bir köylü gibi hissettim o binalara bakarken.
Neyse bu mevzulara sonra dalacağız.
Asıl mevzu kaçak rakı mevzusu!
Durun hele anlatacağım işte!
Efendim karnım zil çalıyor, cadde üzerinde börekçiler var ama biraz kalın yerler.
Malum Dolapdere lüküs hayat sürenlerin mekanı olduğu için poğaça, börek ve çay fiyatları da kalınlaşıyor tabii...
Şöyle mahalle arasına dalayım da oralarda kesemize uygun poğaça, çay vardır dedim.
Henüz mahalle kültürünün tükenmediği bir kaç sokak var, oralara daldım.
İşte bu!
Salaş bir börekçi ve hemen yanında da küçük bir çay ocağı.
***
Börekçiye daldım hemen.
Malum göbek vaziyetinden dolayı sabahları 3 olan poğaça istihakkımızı 1'e düşürdük.
Gözleri uykulu, alnı kırışık, yüzü asık, buruşuk kırmızı iş ceketli adamın suratı ben; "1 tane peynirli poğaça verir misiniz?" deyince iyice asıldı.
İsteksizce poğaçalara uzandı.
Üç beş poğaça ya da porsiyon börek isteyenler olunca eline takmak için tezgahta duran buruşuk hijyen eldivenini bile takma gereği duymadan bir poğaça aldı tezgahtan.
Yüzüme bile bakmadan, "Poşet vereyim mi elde mi yiyecen" dedi.
Ben utangaç bir ses tonu ile, "Bir peçeteyle versen yeter" dedim.
Peçete de ayrı bir masraf tabii.
Ona da bozuldu adam.
"Nalet olsun al şunu da git başımdan" der gibi uzattı peçeteye tutturduğu poğaçayı.
***
Kabahat işlemiş ve azar yemiş bir çocuk edasıyla çıktım salaş börekçiden.
Çay ocağına döndüm.
Kaldırıma konulmuş dört masa ve masaların etrafında hasırla örülmüş küçük tabureler var.
Masanın ikisi dolu.
Mahallede yaşayan Çingenelerden oturanlar.
Bir masaya da ben oturdum.
Çay ocağında oturanların çoğu gece kağıt ve hurda toplayan vatandaşlar.
Yorgunlar.
Konuşmalardan anladığım kadarıyla, topladıkları malzemeleri satmak için arka mahalledeki hurdacının açılmasını bekliyorlar.
Masanın birinde sessizlik hakim.
İki adamın da yorgunluğu yüzlerine vurmuş.
Hepsi kara kuru adamlar.
Bir göbekli ben varım.
Elleri kirden kapkara olmuş.
Ama yürekleri tertemiz.
Her iki masadan da kesif bir koku geliyor ama beni hiç rahatsız etmiyor.
Çayımı söylemeden poğaçadan iki ısırık almıştım.
Pat diye masama çay geldi.
Söylemeye gerek yokmuş demek ki.
Poğaça kemiren adam ne yapacak çay ocağında çay içecek.
Pratik zeka işte bu!
***
Hemen yanımdaki masada oturan üç kişi hararetli bir sohbet içindeler.
Onlara kulak verdim.
Etrafa bakınır gibi yapıp, masadaki adamları tanımaya çalıştım.
İkisinin arkası dönük bana.
Diğer adam da en çok konuşan adam zaten.
Bilge birine benziyor.
Diğer ikisi, bir kabahat işlemiş gibi onu dinliyorlar başları eğik.
Adam sürekli onlara bir şeyler anlatıyor.
Poğaçamı bitirdim, cıgaramı yaktım.
Artık tüm dikkatimi o adamın anlattıklarına verebilirdim.
***
Adam kızdı ikisine!
- İçmeyceniz anam bu zıkkımı işte! Kaç kere demedim mi ben size!
Ötekilerin hiç sesi çıkmıyor.
Başları önde dinliyorlar.
- Bak ayakta duramıyorsunuz amk!
Kısa kısa her cümlenin ardında o malum küfür bir noktalama işareti gibi geliyordu.
Adamların başlarını kaldıramama sebebini de anladım 50 yaşlarındaki, kırık gözlüklerinin üstündekn bakarak konuşan adamın şu sözlerinden sonra.
- Bu kaçak rakıyı içmeyceniz be anam!
"İçmeyceniz" dedi adam kaç kere!
Sonra devam etti.
- Bak benim bir arkadaş vardı. Ona da dedim kaç kere içme şu kaçak rakıyı. Lavuk içti. Bi gün hastaneye zor yetiştirmişler. Doktor geldi gelecek derken bir de bakıyorlar lavuk mortingen!
Adam ölmüş!
Kaçak rakı içen adam ölmüş.
Mevzu ölüm bağlandı ama olmadı.
Kaçak rakı içen adamların başı hareket bile etmedi.
***
İşte böyle.
Mevzu derin.
Kaçak rakı içerseniz "Mortingen"!
Siz siz olun kaçak rakı içmen!
Mahalle kültürümüzü de unutmayın.
Kültürümüze sahip çıkın a dostlar!!!
24 Ağustos 2017 Perşembe
Milliyetçi-Ülkücü Hareket'in Yakasından Düşün Artık!
Ülkücülük!..
Kutlu bir davanın neferi olabilmektir Ülkücü olmak.
Ülkü Ocakları'nda başlar.
Ülkü Ocakları kutlu bir inancın, kutlu dergâhlarıdır.
Her gelen giremez o kapıdan.
Yunus misali eşiğinde beklemeyi bilmeli.
Çilesine gönül vermeli.
Sabrı gönlünün eğlencesi eylemeyi öğrenmeli.
Vatanı sevmeli,
Bayrak için ölmeli,
Ezan için savaşmalı,
Hak, Hukuk, Adalet ilkeleri çerçevesinde insan olmalı.
Yaradandan ötürü yaradılanı sevmeli Ülkücü!
***
LİDER
TEŞKİLAT
DOKTRİN
Başbuğ'un Ülkücü neferlere verdiği başarı reçetesi.
Bu reçeteyi anlamayan, anlayamayan, anlamamakta ısrar eden başarısızlığa ve yenilmeye mahkumdur.
Bu reçeteyi anlamazdan gelen MHP ve Ülkücü Hareket'in başarısını engellemeye çalışan şer odaklarının bilinçsiz ajanlarıdır.
Ülkücü olmak kolay değildir.
"Dünya bir yana Ülkümüz bir yana" diyemiyorsanız,
"Benim için en büyük makam Ülkücü olabilmektir" diyerek koltuk derdinden uzak kalamıyorsanız,
"Günahıyla sevabıyla Liderimin yanındayım" diyemiyorsanız,
Lütfen gidin!
***
Ocak terbiyesi ile edeplenen Ülkücüler vatana ve Türklük davasına hizmet edebilmek için MHP'ye terfi eder.
Ülkücülük Milliyetçi Hareket Partisi'nde devam eder.
Ülkücülük düşüncesinin iktidarını sağlamak için elinden gelen her türlü hizmeti MHP çatısı altında yapabilirsin.
Haksızlıklara uğrayabilirsin.
Koltuk sevdalılarının çiziklerine maruz kalabilirsin.
Üzülüp, yorulabilirsin.
Ancak bu davadan dönmek gibi bir lüksün asla yoktur.
Bu davadan dönenin adı Türkeş de olsa dava için ölmüştür o!
Ferman Ebedi Lider Başbuğ'undur!
***
Ülkücülük'ten istifa edilmez!
Ne o istifanın dilekçesi icat edilmiştir, ne de o dilekçeyi kabul edebilecek bir makam vardır!
Ülkücülük, Ülkü Ocakları'nda başlayıp, MHP'de devam etmişse bitiş noktası MUSALLA'dır!
Bir tabutun içinde musalla taşına uzanmadığın sürece Ülkü Ocakları ve MHP mensubu bir Ülkücüsündür.
Musalla'nın dışında bu davadan ayrılanlar, Ülkücü olamamışlar;
LİDER - TEŞKİLAT - DOKTRİN esasını anlayamamışlar,
Başbuğ'un "Bu davadan dönen Alparslan Türkeş de olsa VURUN!" sözünü kavrayamamışlar,
MHP içinde istedikleri makam ve mevkiye ulaşamamışlar ve kendi davaları olan "Koltuk Davası"ndan istifa etmişlerdir.
Artık koltuk davalarını başka partilerde sürdüreceklerdir.
MHP'nin ve Ülkücü Hareket'in sırtında kambur olmaktan vazgeçmişlerdir.
***
Miliyetçi Hareket Partisi arınma sürecindedir.
Bu süreçte, Lider - Teşkilat - Doktrin ilkemiz doğrultusunda Lider Devlet Bahçeli'ye itaat etmeyip, partide kalmayı düşünenlere dikkat edilmelidir.
Bu kişiler parti içinde fitne belasının devamı için partimizde kalacaklardır.
Bu süreçte parti içinde sürekli fitne kazanına odun atanlar bilinmektedir ve bu zevat derhal partiden uzaklaştırılmalıdır.
Bu yapılmazsa bir arınma olmayacaktır.
***
Samimiyetle MHP ideolojisine bağlı olan "ÜLKÜDAŞ"larımız "falanca niye gitti", !filanca neden istifa etti" gibi söylemleri derhal terketmelidir.
Gidenlerin gidişi bizleri mutlu etmiştir çünkü bu hareket büyük bir fitne belasını daha bertaraf etmiş oldu.
Bu kez arınma sürece kökten yapılmalı, temizlik tepeden tırnağa gerçekleştirilmelidir.
Her fitne döneminin sonunda kendini kamufle eden kerkenezler yeni bir fitne kazanını ateşe koymakta geç kalmıyorlar.
Kısa süre içinde de bu kazanı kaynatıp, partimizin seçim çalışmalarına sekte vurmaktadırlar.
MHP'nin iktidarından korkan şer odakları da bu fitnecileri besleyip, semirtmektedir.
"Parti içi demokrasi" ya da "denge hesapları" masalılları devam ederse yakın zamanda yeni bir fitne kazanı sacyağının üzerine konulacak ve kepçeciler kazanın başına geçerek karıştırmaya devam edeceklerdir.
Kutlu bir davanın neferi olabilmektir Ülkücü olmak.
Ülkü Ocakları'nda başlar.
Ülkü Ocakları kutlu bir inancın, kutlu dergâhlarıdır.
Her gelen giremez o kapıdan.
Yunus misali eşiğinde beklemeyi bilmeli.
Çilesine gönül vermeli.
Sabrı gönlünün eğlencesi eylemeyi öğrenmeli.
Vatanı sevmeli,
Bayrak için ölmeli,
Ezan için savaşmalı,
Hak, Hukuk, Adalet ilkeleri çerçevesinde insan olmalı.
Yaradandan ötürü yaradılanı sevmeli Ülkücü!
***
LİDER
TEŞKİLAT
DOKTRİN
Başbuğ'un Ülkücü neferlere verdiği başarı reçetesi.
Bu reçeteyi anlamayan, anlayamayan, anlamamakta ısrar eden başarısızlığa ve yenilmeye mahkumdur.
Bu reçeteyi anlamazdan gelen MHP ve Ülkücü Hareket'in başarısını engellemeye çalışan şer odaklarının bilinçsiz ajanlarıdır.
Ülkücü olmak kolay değildir.
"Dünya bir yana Ülkümüz bir yana" diyemiyorsanız,
"Benim için en büyük makam Ülkücü olabilmektir" diyerek koltuk derdinden uzak kalamıyorsanız,
"Günahıyla sevabıyla Liderimin yanındayım" diyemiyorsanız,
Lütfen gidin!
***
Ocak terbiyesi ile edeplenen Ülkücüler vatana ve Türklük davasına hizmet edebilmek için MHP'ye terfi eder.
Ülkücülük Milliyetçi Hareket Partisi'nde devam eder.
Ülkücülük düşüncesinin iktidarını sağlamak için elinden gelen her türlü hizmeti MHP çatısı altında yapabilirsin.
Haksızlıklara uğrayabilirsin.
Koltuk sevdalılarının çiziklerine maruz kalabilirsin.
Üzülüp, yorulabilirsin.
Ancak bu davadan dönmek gibi bir lüksün asla yoktur.
Bu davadan dönenin adı Türkeş de olsa dava için ölmüştür o!
Ferman Ebedi Lider Başbuğ'undur!
***
Ülkücülük'ten istifa edilmez!
Ne o istifanın dilekçesi icat edilmiştir, ne de o dilekçeyi kabul edebilecek bir makam vardır!
Ülkücülük, Ülkü Ocakları'nda başlayıp, MHP'de devam etmişse bitiş noktası MUSALLA'dır!
Bir tabutun içinde musalla taşına uzanmadığın sürece Ülkü Ocakları ve MHP mensubu bir Ülkücüsündür.
Musalla'nın dışında bu davadan ayrılanlar, Ülkücü olamamışlar;
LİDER - TEŞKİLAT - DOKTRİN esasını anlayamamışlar,
Başbuğ'un "Bu davadan dönen Alparslan Türkeş de olsa VURUN!" sözünü kavrayamamışlar,
MHP içinde istedikleri makam ve mevkiye ulaşamamışlar ve kendi davaları olan "Koltuk Davası"ndan istifa etmişlerdir.
Artık koltuk davalarını başka partilerde sürdüreceklerdir.
MHP'nin ve Ülkücü Hareket'in sırtında kambur olmaktan vazgeçmişlerdir.
***
Miliyetçi Hareket Partisi arınma sürecindedir.
Bu süreçte, Lider - Teşkilat - Doktrin ilkemiz doğrultusunda Lider Devlet Bahçeli'ye itaat etmeyip, partide kalmayı düşünenlere dikkat edilmelidir.
Bu kişiler parti içinde fitne belasının devamı için partimizde kalacaklardır.
Bu süreçte parti içinde sürekli fitne kazanına odun atanlar bilinmektedir ve bu zevat derhal partiden uzaklaştırılmalıdır.
Bu yapılmazsa bir arınma olmayacaktır.
***
Samimiyetle MHP ideolojisine bağlı olan "ÜLKÜDAŞ"larımız "falanca niye gitti", !filanca neden istifa etti" gibi söylemleri derhal terketmelidir.
Gidenlerin gidişi bizleri mutlu etmiştir çünkü bu hareket büyük bir fitne belasını daha bertaraf etmiş oldu.
Bu kez arınma sürece kökten yapılmalı, temizlik tepeden tırnağa gerçekleştirilmelidir.
Her fitne döneminin sonunda kendini kamufle eden kerkenezler yeni bir fitne kazanını ateşe koymakta geç kalmıyorlar.
Kısa süre içinde de bu kazanı kaynatıp, partimizin seçim çalışmalarına sekte vurmaktadırlar.
MHP'nin iktidarından korkan şer odakları da bu fitnecileri besleyip, semirtmektedir.
"Parti içi demokrasi" ya da "denge hesapları" masalılları devam ederse yakın zamanda yeni bir fitne kazanı sacyağının üzerine konulacak ve kepçeciler kazanın başına geçerek karıştırmaya devam edeceklerdir.
23 Ağustos 2017 Çarşamba
Köylünün Kucağındaki Pimi Çekilmiş bomba : BÜYÜKŞEHİR YASASI
İnsan bazen haklı çıkmaktan yoruluyor.
2012 yılında yapılan düzenleme ile getirilen Büyükşehir Yasası'nın köylerimizi ve köylümüzü yok edeceğini anlatmaya çalıştık ancak partizanlık sebebiyle kimseye derdimizi anlatamadık.
Milletimizin en büyük hastalıklarından biri olan bu partizanlık, gözlerimizi v kalplerimizi köreltiyor gerçekleri göremiyoruz.
Köyleri ve köylüyü yok edecek olan Büyükşehir Yasası da işte bunlardan biri.
Bu yasaya destek veren bütün köylülerimiz kendi iplerini kendilerini çekmiştir dedik ama kimseye dinletemedik.
***
Sizlere kendi memleketim olan Antalya-Akseki ilçesine bağlı Bademli Köyü, pardon MAHALLESİ'nde yaşanan olayları aktarmak istiyorum. Antalya Büyükşehir olduğu için diğer büyükşehirlerde olduğu gibi Antalya'da da "KÖY" kalmadı artık.
Bademli Köyü nüfusun yeterli olması sebebiyle belediyelik yapılmıştı. Yani belde olmuştu.
Daha sonra AKP'nin kurnaz siyaset bilimcileri hem köylerdeki su kaynaklarına, yeraltı kaynaklarına, meralarına ve oylarına daha kolay sahip çıkabilmek için büyükşehir yasasını çıkardılar.
Köylerimizin ve köylülerimizin yok edilmesi anlamına gelen bu yasaya da hemen hemen tüm köylülerimiz destek verdi. Ortaya koydukları tek sebep de "Büyükşehir Belediyesi'nin hizmetlerinden faydalanmak"
***
Dilimizin döndüğünce, sesimizin çıktığınca bu yasanın Köy ve Köylü katliamı olacağını anlatmaya çalıştık. Olmadı. Anlatamadık.
Bugün geldiğimiz noktada ise bir kez daha haklı çıktığımızı hep birlikte gördük.
Bademli Mahallesi'nde bulunan 360 bin metrekarelik bir arazi Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından satışa çıkarıldı.
İhale usulü yapılacak olan satışta önceliğin Bademli Mahallesi halkına verileceği söylenmiş.
İhaleye başka kimsenin girmeyeceği söylenmiş!
Bademli halkı köyün otlakiyesi olarak kullanılmak üzere burayı yıllar önce Hese Bey diye bir ağadan satın almış.
O dönemde bütün köy halkı alinde avucunda ne varsa vermiş.
Benim kayınpederim rahmetli Hüseyin Çınar da parası olmadığı için evindeki ineğini vermiş.
***
Yani tapusu olmasa da bu köylünün kendi parasıyla satın aldığı malını belediye bir yasa ile gaspediyor ve 400 bin lira bir bedel ile köylüye satmaya kalkıyor.
Tabii işin aslı böyle değildi.
İhale günü geldiğinde kıran kırana bir ihale yaşandı.
İhalede fiyat 2 milyon liraya kadar çıkmış.
Hal böyle olunca da kıyamet kopmuş.
2012'de bu yasanın köylerimiz için büyük fayda sağlayacağı masalına inanan köylülerimiz böylesi bir gasp durumu ile karşı karşıya kalınca akıllanmış ve isyan etmişler.
İhale durdurulmuş.
Akabinde iptal edilmiş.
Tüm mahalleler ayaklanınca, "Bir daha AKP'ye oy vermeyeceğiz" diye haykırınca AKP'li Büyükşehir Belediyesi ihalenin yapılmayacağını söylemiş.
Dikkat ederseniz hep "miş" ekiyle yazıyorum çünkü resmi bir durum yok.
***
AKP için en önemli şey oy,
Antalya gibi bir yerde köylerin oyları olmazsa AKP'nin Büyükşehir Belediyesi'ni alması mümkün değil.
Hal böyle olunca, millet de isyan edince ihale yapılmayacak denilmiş.
Arkasından da yeni bir masal anlatılmış.
"Bademli Mahallemizdeki bütün meralar Bademli halkının malıdır!"
Yok öyle!
Bu milletin karnı bu masallara tok.
Madem bu gerçeği görüyorsunuz, o halde Bademli Mahallesi'ndeki tüm meraları Bademli halkının resmi temsilcisi durumunda bulunan derneğe hibe edin ya da 99 yıllığına bedelsiz olarak kiralayın.
AKP şakşakçılarının oyunlarına gelmemeli halkımız.
Bu meralar, su kaynakları, yeraltı kaynaklarının tüm hakları resmi olarak Bademli Derneği'ne verilmediği sürece bilin ki o satış uygun bir zaman gelince mutlaka yapılacak!
Bunu kafanızdan çıkarmayın.
Atalarınızın nice zorluklarla elde ettiği topraklarınızın, sularınızın bir yasa ile kim olduğunu bilmediğiniz insanlara peşkeş çekilmesine göz yummayın.
***
AKP en kötü ihtimalle 2019 seçimleri sonrasında bu satışları gerçekleştirecektir.
Sizden istediği oyu aldığı takdirde artık sizin hiçbir değeriniz kalmayacaktır.
Allah hepimize akıl fikir vermiştir.
Bugün elimize bir fırsat geçmiştir ve bu fırsatı kullanamazsak atalarımızın emanetine ihanet etmiş olacağız.
Diğer mahallelerde yaşayan hemşehrilerimizle birlikte AKP'ye karşı sağlam bir direniş ortaya konulmalı ve tüm meralar ile su kaynakları derneklerin demirbaş defterlerine kayıt edilmelidir.
Aksi durum sadece ihanetin geciktirilmesi anlamına gelecektir.
2012 yılında yapılan düzenleme ile getirilen Büyükşehir Yasası'nın köylerimizi ve köylümüzü yok edeceğini anlatmaya çalıştık ancak partizanlık sebebiyle kimseye derdimizi anlatamadık.
Milletimizin en büyük hastalıklarından biri olan bu partizanlık, gözlerimizi v kalplerimizi köreltiyor gerçekleri göremiyoruz.
Köyleri ve köylüyü yok edecek olan Büyükşehir Yasası da işte bunlardan biri.
Bu yasaya destek veren bütün köylülerimiz kendi iplerini kendilerini çekmiştir dedik ama kimseye dinletemedik.
***
Sizlere kendi memleketim olan Antalya-Akseki ilçesine bağlı Bademli Köyü, pardon MAHALLESİ'nde yaşanan olayları aktarmak istiyorum. Antalya Büyükşehir olduğu için diğer büyükşehirlerde olduğu gibi Antalya'da da "KÖY" kalmadı artık.
Bademli Köyü nüfusun yeterli olması sebebiyle belediyelik yapılmıştı. Yani belde olmuştu.
Daha sonra AKP'nin kurnaz siyaset bilimcileri hem köylerdeki su kaynaklarına, yeraltı kaynaklarına, meralarına ve oylarına daha kolay sahip çıkabilmek için büyükşehir yasasını çıkardılar.
Köylerimizin ve köylülerimizin yok edilmesi anlamına gelen bu yasaya da hemen hemen tüm köylülerimiz destek verdi. Ortaya koydukları tek sebep de "Büyükşehir Belediyesi'nin hizmetlerinden faydalanmak"
***
Dilimizin döndüğünce, sesimizin çıktığınca bu yasanın Köy ve Köylü katliamı olacağını anlatmaya çalıştık. Olmadı. Anlatamadık.
Bugün geldiğimiz noktada ise bir kez daha haklı çıktığımızı hep birlikte gördük.
Bademli Mahallesi'nde bulunan 360 bin metrekarelik bir arazi Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından satışa çıkarıldı.
İhale usulü yapılacak olan satışta önceliğin Bademli Mahallesi halkına verileceği söylenmiş.
İhaleye başka kimsenin girmeyeceği söylenmiş!
Bademli halkı köyün otlakiyesi olarak kullanılmak üzere burayı yıllar önce Hese Bey diye bir ağadan satın almış.
O dönemde bütün köy halkı alinde avucunda ne varsa vermiş.
Benim kayınpederim rahmetli Hüseyin Çınar da parası olmadığı için evindeki ineğini vermiş.
***
Yani tapusu olmasa da bu köylünün kendi parasıyla satın aldığı malını belediye bir yasa ile gaspediyor ve 400 bin lira bir bedel ile köylüye satmaya kalkıyor.
Tabii işin aslı böyle değildi.
İhale günü geldiğinde kıran kırana bir ihale yaşandı.
İhalede fiyat 2 milyon liraya kadar çıkmış.
Hal böyle olunca da kıyamet kopmuş.
2012'de bu yasanın köylerimiz için büyük fayda sağlayacağı masalına inanan köylülerimiz böylesi bir gasp durumu ile karşı karşıya kalınca akıllanmış ve isyan etmişler.
İhale durdurulmuş.
Akabinde iptal edilmiş.
Tüm mahalleler ayaklanınca, "Bir daha AKP'ye oy vermeyeceğiz" diye haykırınca AKP'li Büyükşehir Belediyesi ihalenin yapılmayacağını söylemiş.
Dikkat ederseniz hep "miş" ekiyle yazıyorum çünkü resmi bir durum yok.
***
AKP için en önemli şey oy,
Antalya gibi bir yerde köylerin oyları olmazsa AKP'nin Büyükşehir Belediyesi'ni alması mümkün değil.
Hal böyle olunca, millet de isyan edince ihale yapılmayacak denilmiş.
Arkasından da yeni bir masal anlatılmış.
"Bademli Mahallemizdeki bütün meralar Bademli halkının malıdır!"
Yok öyle!
Bu milletin karnı bu masallara tok.
Madem bu gerçeği görüyorsunuz, o halde Bademli Mahallesi'ndeki tüm meraları Bademli halkının resmi temsilcisi durumunda bulunan derneğe hibe edin ya da 99 yıllığına bedelsiz olarak kiralayın.
AKP şakşakçılarının oyunlarına gelmemeli halkımız.
Bu meralar, su kaynakları, yeraltı kaynaklarının tüm hakları resmi olarak Bademli Derneği'ne verilmediği sürece bilin ki o satış uygun bir zaman gelince mutlaka yapılacak!
Bunu kafanızdan çıkarmayın.
Atalarınızın nice zorluklarla elde ettiği topraklarınızın, sularınızın bir yasa ile kim olduğunu bilmediğiniz insanlara peşkeş çekilmesine göz yummayın.
***
AKP en kötü ihtimalle 2019 seçimleri sonrasında bu satışları gerçekleştirecektir.
Sizden istediği oyu aldığı takdirde artık sizin hiçbir değeriniz kalmayacaktır.
Allah hepimize akıl fikir vermiştir.
Bugün elimize bir fırsat geçmiştir ve bu fırsatı kullanamazsak atalarımızın emanetine ihanet etmiş olacağız.
Diğer mahallelerde yaşayan hemşehrilerimizle birlikte AKP'ye karşı sağlam bir direniş ortaya konulmalı ve tüm meralar ile su kaynakları derneklerin demirbaş defterlerine kayıt edilmelidir.
Aksi durum sadece ihanetin geciktirilmesi anlamına gelecektir.
22 Ağustos 2017 Salı
Bir organ, Bir hayat, Bin Umut, sonsuz MUTLULUK!
Özellikle böbrek nakli bekleyen nice hastamız var.
Gazetelerde okuyoruz.
Televizyonlarda izliyoruz.
Dost sohbetlerinde duyuyoruz.
Genç ya da yaşlı, her can yaşamak ister.
Umutları tükenmemiştir.
Hayalleri bitmemiştir.
Hayata dolmamıştır.
Sevdiğine doymamıştır kimisi, evlatlarına doyamamıştır kimisi de...
***
Umutla bekliyorlar.
Bir iyi yürekli insan çıkıp da "Evet ben bir organımı bağışlayıp, bu umudun sönmesine izin vermeyeceğim" der mi umuduyla yaşıyorlar.
Yaşama tutunuyorlar.
İnsan uzakta olunca bunların çok da farkına varamıyor.
Fakat yakınlarınızda yaşanınca daha çok işliyor durumun vehameti yüreğinize.
Hem köylümüz hem de akrabamız olan Fuat Balakan'ın sevgili eşi Sevinç ablamız uzun zamandır böbrek yetmezliği sebebiyle diyalize giriyordu.
Sevinç abla, her zaman gülen yüzüyle hepimize yaşamın güzelliğini, yaşama umudunu taze tutmanın mutluluğunu veren bir insandır.
Gün geldi o gülen yüzü hüzün bürüdü, gözlerin geri soldu.
Ama umutları hiç tükenmedi.
Allah''tan hep çare bekledi, çare umdu, çare istedi.
***
Öylesine güzel istemiş ki, Allah en yakınından bir çare vermiş Sevinç ablamıza.
Fuat Balakan abimizin kardeşi Abdullah Balakan abim, "Ben yengeme böbreklerimden birini veririm, onun gülen yüzünü soldurmam, gülen gözlerindeki ışığı söndürmem" diyen bir kahraman gibi çıkmış ortaya.
Abdullah Balakan...
Kelimenin tam anlamıyla bir Allah adamı!..
Rahmetli can yoldaşım Rafet Ünal'dan sonra kapısını hesapsızca çalabildiğim ve kapımı hesapsızca çalan tek adam.
Tertemiz yüreği, hesapsız kitapsız aklıyla gönlümüzün en güzel köşesinde yerini bulan güzel yürekli adam.
Ne dedikodusu vardır, ne de içten pazarlıklıdır.
Yüreği neyse sözü de odur.
Hani derler ya "Özü sözü bir adam!" işte öylesine güzel bir adamdır benim Abdullah abim!
***
Geçmişte yaşananların hepsi bir silgiyle silindi gitti.
Bir İYİLİK SİLGİSİ...
Bir güzel yürek masalı...
Allah'a şükürler olsun, ameliyat gerçekleşti.
Hiçbir sorun yaşanmadı.
Sevinç ablamız o şen şakrak kahkahalarına devam ediyor.
Abdullah abim, hiç değişmeyen mütevaziliğiyle yaşamaya devam ediyor.
Sanki canından bir parçayı söküp bir başkasına vermiş gibi değil, hiç bir şey olmamış gibi yaşıyor.
Ne güzel yürektir Allahım bu!
***
Sağlıklı bireyler olarak hepimize örnek olmalı benim yaşadığım bu olay.
Böylesi bir mutluluk anlatılmaz.
Tarif edilmez bir güzellik.
Şu satırları yazarken bile tüylerimin diken diken olduğu, gözlerimin dolduğu bir güzellik.
Hepimiz yaşayabiliriz bu güzelliği.
Böbrek bekleyen nice mahzun insan var şu ar bilemeyiz.
Gönülleri buruk,
Hayalleri umutsuz,
Gözleri fersiz,
Kırık bir umutla bekliyorlar onlara can verecek bir güzel yürekli insanı.
O güzel yürekli insan neden biz olmayalım ki!?
***
Bu vesile ile hem tüm Balakan ailesine hem geçmiş olsun diyorum, hem de gözünüz aydın diyorum.
Allah böyle güzel yürekli insanları aramızdan eksik etmesin...
Gazetelerde okuyoruz.
Televizyonlarda izliyoruz.
Dost sohbetlerinde duyuyoruz.
Genç ya da yaşlı, her can yaşamak ister.
Umutları tükenmemiştir.
Hayalleri bitmemiştir.
Hayata dolmamıştır.
Sevdiğine doymamıştır kimisi, evlatlarına doyamamıştır kimisi de...
***
Umutla bekliyorlar.
Bir iyi yürekli insan çıkıp da "Evet ben bir organımı bağışlayıp, bu umudun sönmesine izin vermeyeceğim" der mi umuduyla yaşıyorlar.
Yaşama tutunuyorlar.
İnsan uzakta olunca bunların çok da farkına varamıyor.
Fakat yakınlarınızda yaşanınca daha çok işliyor durumun vehameti yüreğinize.
Hem köylümüz hem de akrabamız olan Fuat Balakan'ın sevgili eşi Sevinç ablamız uzun zamandır böbrek yetmezliği sebebiyle diyalize giriyordu.
Sevinç abla, her zaman gülen yüzüyle hepimize yaşamın güzelliğini, yaşama umudunu taze tutmanın mutluluğunu veren bir insandır.
Gün geldi o gülen yüzü hüzün bürüdü, gözlerin geri soldu.
Ama umutları hiç tükenmedi.
Allah''tan hep çare bekledi, çare umdu, çare istedi.
***
Öylesine güzel istemiş ki, Allah en yakınından bir çare vermiş Sevinç ablamıza.
Fuat Balakan abimizin kardeşi Abdullah Balakan abim, "Ben yengeme böbreklerimden birini veririm, onun gülen yüzünü soldurmam, gülen gözlerindeki ışığı söndürmem" diyen bir kahraman gibi çıkmış ortaya.
Abdullah Balakan...
Kelimenin tam anlamıyla bir Allah adamı!..
Rahmetli can yoldaşım Rafet Ünal'dan sonra kapısını hesapsızca çalabildiğim ve kapımı hesapsızca çalan tek adam.
Tertemiz yüreği, hesapsız kitapsız aklıyla gönlümüzün en güzel köşesinde yerini bulan güzel yürekli adam.
Ne dedikodusu vardır, ne de içten pazarlıklıdır.
Yüreği neyse sözü de odur.
Hani derler ya "Özü sözü bir adam!" işte öylesine güzel bir adamdır benim Abdullah abim!
***
Geçmişte yaşananların hepsi bir silgiyle silindi gitti.
Bir İYİLİK SİLGİSİ...
Bir güzel yürek masalı...
Allah'a şükürler olsun, ameliyat gerçekleşti.
Hiçbir sorun yaşanmadı.
Sevinç ablamız o şen şakrak kahkahalarına devam ediyor.
Abdullah abim, hiç değişmeyen mütevaziliğiyle yaşamaya devam ediyor.
Sanki canından bir parçayı söküp bir başkasına vermiş gibi değil, hiç bir şey olmamış gibi yaşıyor.
Ne güzel yürektir Allahım bu!
***
Sağlıklı bireyler olarak hepimize örnek olmalı benim yaşadığım bu olay.
Böylesi bir mutluluk anlatılmaz.
Tarif edilmez bir güzellik.
Şu satırları yazarken bile tüylerimin diken diken olduğu, gözlerimin dolduğu bir güzellik.
Hepimiz yaşayabiliriz bu güzelliği.
Böbrek bekleyen nice mahzun insan var şu ar bilemeyiz.
Gönülleri buruk,
Hayalleri umutsuz,
Gözleri fersiz,
Kırık bir umutla bekliyorlar onlara can verecek bir güzel yürekli insanı.
O güzel yürekli insan neden biz olmayalım ki!?
***
Bu vesile ile hem tüm Balakan ailesine hem geçmiş olsun diyorum, hem de gözünüz aydın diyorum.
Allah böyle güzel yürekli insanları aramızdan eksik etmesin...
18 Ağustos 2017 Cuma
Futbol taraftarına "TERÖR OPERASYONU"
TFF 1. Lig Play Off maçı esnasında sahaya atılan havai fişek ve meşaleler sebebiyle yürütülen soruşturma neticesinde kamera görüntülerinden elde edilen bilgiler ile suçlular tespit edilmiş. Bu durum hepimizi sevindirdi.
Çünkü böylesine kritik bir maçta maçın uzun süre durması her iki takımı da olumsuz etkilemiştir.
Yasak olan bir fiil gerçekleştirilmiş ve bir suç ortaya çıkmıştır.
Bunun akabinde yapılan soruşturma neticesinde kamera kayıtları incelenmiş ve gerçek suçlular tespit edilmiştir.
Buraya kadar her şey normal...
***
Suçluların tespit edilmesiyle birlikte yaşananlar ise, akıllara durgunluk verecek derecede.
Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı bu kişiler hakkında gözaltı kararı alıyor.
Durum hem İzmir polisine, hem de Eskişehir polisine bildirilip, gereğinin yapılması isteniyor.
Ve bu sabaha karşı Eskişehir'de operasyon başlatılıyor.
İnsanların henüz uykuda olduğu bir saatte.
Tıpkı vatan haini teröristlere karşı yapılan operasyonlar gibi.
***
Böylesine büyük bir operasyonun sebebi nedir!?
O maça gidenlerin hemen hemen tamamı 18-25 yaş aralığında gençler.
Kimisi işçi, kimisi öğrenci.
Böylesine kritik bir maçın verdiği heyecan ile hiçbir zaman tasvip etmediğim bir suçu işlemişler.
Mesela trafik kurallarının ihlal edilmesi gibi bir suç.
Mesela "Köprüde balık tutmak yasaktır" tabelasının dibinde balık tutmak gibi bir suç.
Mesela beklediği otobüs bir türlü gelmeyince sinirlenip otobüs durağının camını kırmak gibi bir suç.
Mesela trene biletsiz binmek gibi bir suç.
Yani sıradan bir suç.
Suçu savunmak değil maksadımız.
Bu suç için yapılan uygulamayadır karşı duruşumuz.
***
Bir şafak operasyonu ile yapılan gözaltıların muhataplarının işlediği suç;
Asla bir polis otosuna atılan molotof suçu gibi değil.
Bir askere kurşun sıkmak gibi hiç değil.
Bir polisi darp etmek gibi değil.
Devletin manevi şahsiyetine karşı işlenmiş bir suç gibi de değil.
Teröriste yardım ve yataklık gibi bir suç da değil.
O halde bu insanlara terörist muamelesi yapmak neden?
Bu insanların kaç tanesi normal bir şekilde karakola çağrıldığı vakit gitmeyecek insanlardır?
Bu insanlar işledikleri suçtan dolayı yurt dışına mı kaçacaklardı?
Evlerinde yapılan aramalar nedir?
Evlerinde terör örgütü dökümanları mı vardı?
Evlerinde canlı bomba eyleminde kullanılacak bombaları mı imal ediyorlardı?
***
Bir maçta sahaya meşale, torpil, ya da havai fişek atmanın cezası nedir?
Bu suçu işleyen insanlara "vatan haini" mi diyoruz?
Futbol taraftarı neden hep sahipsiz kalıyor?
Bu maddelerin stada sokulmasında ihmali olanlara ne olacak?
Bir Passolig belası çıkardınız başımıza.
Ne işe yarıyor bu Passoliginiz?
Bu güne kadar tribünlerde şiddeti azaltmak yönünde ne faydası olmuştur bu Passolig'in?
Tek amaç futbol taraftarının armasına olan sevgisini kullanıp bir bankaya para kazandırmak mıydı?
***
Futbol taraftarı artık uyanmalıdır!
Futbol taraftarı yönetimler tarafından "Müşteri"
Futbolcular tarafından "Enayi"
Devlet tarafından "Terörist" olarak görülmeye devam etmektedir.
Yaşanan bu son gelişme ile futbol taraftarının yalnızlığı bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Futbol taraftarı harcadığı paralar ile futbol endüstrisinin acımasız çarklarını beslerken iyi oluyor ama en ufak bir hatasında terörist oluyor.
***
Artık bu çark durdurulmalıdır.
Futbol taraftarı kendisine yapılan terörist muamelesinin hesabını sormalıdır.
Kulüp yönetimleri sezon boyunca "Taraftara güveniyoruz" masalını bırakıp taraftarına sahip çıkmalıdır.
Taraftara güvenmeyi bırakın, bir kere de "Taraftar bize güvensin" demeyi öğrenin.
Onlar öğrenmiyorsa taraftar öğretmelidir bunu!
Son olarak tekrar belirtmek istiyorum:
Ortada bir suç var.
Bu suçu işleyenler tespit edildiyse kanun gereğince cezaları mutlaka verilmelidir.
Ama futbol taraftarına terörist muamelesi yapmadan verilmelidir.
BU VATAN EN GÜZEL TRİBÜNLERDEN SEVİLİR!!!
Çünkü böylesine kritik bir maçta maçın uzun süre durması her iki takımı da olumsuz etkilemiştir.
Yasak olan bir fiil gerçekleştirilmiş ve bir suç ortaya çıkmıştır.
Bunun akabinde yapılan soruşturma neticesinde kamera kayıtları incelenmiş ve gerçek suçlular tespit edilmiştir.
Buraya kadar her şey normal...
***
Suçluların tespit edilmesiyle birlikte yaşananlar ise, akıllara durgunluk verecek derecede.
Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı bu kişiler hakkında gözaltı kararı alıyor.
Durum hem İzmir polisine, hem de Eskişehir polisine bildirilip, gereğinin yapılması isteniyor.
Ve bu sabaha karşı Eskişehir'de operasyon başlatılıyor.
İnsanların henüz uykuda olduğu bir saatte.
Tıpkı vatan haini teröristlere karşı yapılan operasyonlar gibi.
***
Böylesine büyük bir operasyonun sebebi nedir!?
O maça gidenlerin hemen hemen tamamı 18-25 yaş aralığında gençler.
Kimisi işçi, kimisi öğrenci.
Böylesine kritik bir maçın verdiği heyecan ile hiçbir zaman tasvip etmediğim bir suçu işlemişler.
Mesela trafik kurallarının ihlal edilmesi gibi bir suç.
Mesela "Köprüde balık tutmak yasaktır" tabelasının dibinde balık tutmak gibi bir suç.
Mesela beklediği otobüs bir türlü gelmeyince sinirlenip otobüs durağının camını kırmak gibi bir suç.
Mesela trene biletsiz binmek gibi bir suç.
Yani sıradan bir suç.
Suçu savunmak değil maksadımız.
Bu suç için yapılan uygulamayadır karşı duruşumuz.
***
Bir şafak operasyonu ile yapılan gözaltıların muhataplarının işlediği suç;
Asla bir polis otosuna atılan molotof suçu gibi değil.
Bir askere kurşun sıkmak gibi hiç değil.
Bir polisi darp etmek gibi değil.
Devletin manevi şahsiyetine karşı işlenmiş bir suç gibi de değil.
Teröriste yardım ve yataklık gibi bir suç da değil.
O halde bu insanlara terörist muamelesi yapmak neden?
Bu insanların kaç tanesi normal bir şekilde karakola çağrıldığı vakit gitmeyecek insanlardır?
Bu insanlar işledikleri suçtan dolayı yurt dışına mı kaçacaklardı?
Evlerinde yapılan aramalar nedir?
Evlerinde terör örgütü dökümanları mı vardı?
Evlerinde canlı bomba eyleminde kullanılacak bombaları mı imal ediyorlardı?
***
Bir maçta sahaya meşale, torpil, ya da havai fişek atmanın cezası nedir?
Bu suçu işleyen insanlara "vatan haini" mi diyoruz?
Futbol taraftarı neden hep sahipsiz kalıyor?
Bu maddelerin stada sokulmasında ihmali olanlara ne olacak?
Bir Passolig belası çıkardınız başımıza.
Ne işe yarıyor bu Passoliginiz?
Bu güne kadar tribünlerde şiddeti azaltmak yönünde ne faydası olmuştur bu Passolig'in?
Tek amaç futbol taraftarının armasına olan sevgisini kullanıp bir bankaya para kazandırmak mıydı?
***
Futbol taraftarı artık uyanmalıdır!
Futbol taraftarı yönetimler tarafından "Müşteri"
Futbolcular tarafından "Enayi"
Devlet tarafından "Terörist" olarak görülmeye devam etmektedir.
Yaşanan bu son gelişme ile futbol taraftarının yalnızlığı bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Futbol taraftarı harcadığı paralar ile futbol endüstrisinin acımasız çarklarını beslerken iyi oluyor ama en ufak bir hatasında terörist oluyor.
***
Artık bu çark durdurulmalıdır.
Futbol taraftarı kendisine yapılan terörist muamelesinin hesabını sormalıdır.
Kulüp yönetimleri sezon boyunca "Taraftara güveniyoruz" masalını bırakıp taraftarına sahip çıkmalıdır.
Taraftara güvenmeyi bırakın, bir kere de "Taraftar bize güvensin" demeyi öğrenin.
Onlar öğrenmiyorsa taraftar öğretmelidir bunu!
Son olarak tekrar belirtmek istiyorum:
Ortada bir suç var.
Bu suçu işleyenler tespit edildiyse kanun gereğince cezaları mutlaka verilmelidir.
Ama futbol taraftarına terörist muamelesi yapmadan verilmelidir.
BU VATAN EN GÜZEL TRİBÜNLERDEN SEVİLİR!!!
17 Ağustos 2017 Perşembe
Gecenin uğultusuyla ölüme selam vermek...
Ne kadar da mutluyduk...
Yıllardır hasret çektiğim kız çocuğumun doğumu yaklaşıyordu.
Belki 1 ay, belki de 1 aydan da az bir zaman kalmıştı.
Asker ocağında gün sayan Mehmetçikler gibiydim.
Kız çocuğum olacaktı.
Adam olan adamın bir kız çocuğu olmalı diyordum hep.
Ve benim de bir kız çocuğum olacaktı nihayet.
Onun mutluluğu ve hayaliyle uykuya dalmıştık.
Huzurluyduk.
Rahat uyumuştuk.
Ve o an.
Saat 03:02
***
Gece kızgın bir boğa gibi uğulduyordu.
Yerden, bizi üzerinden atmak istercesine vurulan bir darbe.
Adeta yer yerinde oynuyor ve gece hepimize hiddetle bağırıyordu sanki.
Uyandık.
Çaresizdik.
Yatağın kenarına oturdum.
- Lailaheillalah!
- Allahuekber!
Eşim paniklemiş ve ne yapacağını bilemez bir vaziyette sağa sola koşturuyordu.
Kolundan tuttum.
- Otur şuraya birazdan öleceğiz dedim.
Oturmadı.
Bir yandan kızımızı tutuyordu karnındaki, bir yandan "Lailaheillallah" diyordu.
***
- Allahım demek ki bana bir kız çocuğumun olmasını nasip etmeyeceksin. Keşke görebilseydim onu. Bir kere de olsa koklayabilseydim.
O bir kaç saniye içersinde ne kadar da çok dua etmişim.
Ama oğlumuz vardı!
Evet evet oğlumuz.
Diğer odada uyuyan oğlumuz.
Hemen ona doğru koşturduk.
Koşarken o korkunç uğultu bizi kovalıyordu, ve bastığımız yer sallanıyordu.
En azından oğlumuzu kucaklayabilseydik ölmeden önce.
Ölümü çok rahat kabullenmiştim.
Dipten gelen darbeler ve o korkunç uğultu ölümü kabullendirmişti bana.
***
Elhamdulillah!
Oğlumuza sarılmıştık.
Koklamıştık!
Öpebilmiştik onu bir kere daha!
Sonra ne yaptık!?
Hiç bilemiyorum.
Oğlumuzla birlikte ve tabii kızımla huzur içindeydik.
Eşimin panik hali ile tam ters durumdaki benim sakinliğim ve rahatlığım halen benim bile inanamadığım bir durumdu.
Neden bu kadar sakindim ve neden ölümü bu kadar rahat kabullenmiştim.
Dördümüz bir aradaydık ve aklıma başkaca hiçbir şey gelmiyordu.
En azından onlarla birlikteydim ve onların kucağında ölecektim.
Tükenmek bilmeyen o 45 saniye ömrümün en uzun gecesi olmuştu belkide.
O 45 saniye içinde en çok aklıma gelen kızım ve kelime-i şehadet getirmekti.
Oğlum, eşim ve kızım...
Bir aradaydık.
Bir olmuştuk, birleşmiştik...
***
45 Saniye sonrasında, merdivenlerden inişimiz, sokağa çıkışımız, koşturmacalarımız...
Hiçbirisini anımsamıyorum.
Oğlumu kucaklayıp, eşimle sarıldığımız andan sokaktaki otoparka geliş anımıza kadar anımsadığım tek şey ölüme selam vermem ve kelime-i şehadet getirmemdi.
Başka ne yaptık?
Nasıl kaçtık?
Merdivenlerde kimlerle karşılaştık?
Kimler ağlıyordu?
Kimler çığlık atıyordu?
Hiçbirisi zihnimde halen yok!
***
Canım arkadaşım rahmetli Rafet Ünal vardı yanımda otoparkta.
Onlar binanın giriş katında oldukları için erkenden kaçmışlar.
Abimler, kardeşim,
Komşular...
Hepimiz otoparkta toplandık.
O 45 saniye tükenmişti.
Ölmemiştik...
Yaşıyorduk.
Oğlumuzda, kızımızda iyiydi elhamdulillah...
***
O gece hiç unutamayacağım, anımla sonlandırmak istiyorum yazımı.
Ahmet abim bizden bir kaç bina aşağıda oturuyordu.
Onlara bakmak için oturduğumuz sokaktan aşağıya doğru indim.
Evlerinin önünde göremedim onları.
Biraz daha aşağıda meydanlık bir yer vardı. Belki oraya inmişlerdir diye meydana doğru yürüdüm.
Evler bomboştu.
Pencerelerde, balkonlarda hiç kimse yoktu.
Birden balkonlardan birinde bir adamın sokaktaki halka doğru bağırdığını gördüm.
Biraz hızlıca gittim ve adamın sözlerini duyduğumda şok olmuştum.
Adam serhoştu.
Elinde tuttuğu rakı bardağını arada bir ahaliye sallayarak.
- Ulan deyyuslar nereye kaçıyorsunuz, Allah sizi sokakta yakalayamaz mı sanıyorsunuz!? Çabuk girin evlerinize salaklık yapmayın!!!
***
Ulu Tanrımız Allah'ın neyi kime nasıl söyleteceğini kim bilebilir ki!?
İşte bir serhoş hepimizin kaçtığı hakikati bize haykırıyordu!
Ölüme selam verdiğim o korkunç gece bana neden o kadar korkunç gelmemişti bilemiyorum.
O kadar rahattım ki, rahmetli arkadaşım Rafet Ünal'ın evine girip uyumak istedim.
O gece hayatlarını kaybeden sevdiklerimiz oldu.
Tanımadıklarımız...
Binlerce insanımız o gece hayatlarının son nefesini aldıklarını farketmediler bile.
Nice sevdalar,
Nice hayaller,
Nice umutlar,
Nice güzel yürekler o gece ölüme selam verip sonsuz yaşama adım attılar.
Mekanları cennet olur inşaallah.
Allah tüm insanlığı daha beter afetlerden korusun ve kollasın!
Yıllardır hasret çektiğim kız çocuğumun doğumu yaklaşıyordu.
Belki 1 ay, belki de 1 aydan da az bir zaman kalmıştı.
Asker ocağında gün sayan Mehmetçikler gibiydim.
Kız çocuğum olacaktı.
Adam olan adamın bir kız çocuğu olmalı diyordum hep.
Ve benim de bir kız çocuğum olacaktı nihayet.
Onun mutluluğu ve hayaliyle uykuya dalmıştık.
Huzurluyduk.
Rahat uyumuştuk.
Ve o an.
Saat 03:02
***
Gece kızgın bir boğa gibi uğulduyordu.
Yerden, bizi üzerinden atmak istercesine vurulan bir darbe.
Adeta yer yerinde oynuyor ve gece hepimize hiddetle bağırıyordu sanki.
Uyandık.
Çaresizdik.
Yatağın kenarına oturdum.
- Lailaheillalah!
- Allahuekber!
Eşim paniklemiş ve ne yapacağını bilemez bir vaziyette sağa sola koşturuyordu.
Kolundan tuttum.
- Otur şuraya birazdan öleceğiz dedim.
Oturmadı.
Bir yandan kızımızı tutuyordu karnındaki, bir yandan "Lailaheillallah" diyordu.
***
- Allahım demek ki bana bir kız çocuğumun olmasını nasip etmeyeceksin. Keşke görebilseydim onu. Bir kere de olsa koklayabilseydim.
O bir kaç saniye içersinde ne kadar da çok dua etmişim.
Ama oğlumuz vardı!
Evet evet oğlumuz.
Diğer odada uyuyan oğlumuz.
Hemen ona doğru koşturduk.
Koşarken o korkunç uğultu bizi kovalıyordu, ve bastığımız yer sallanıyordu.
En azından oğlumuzu kucaklayabilseydik ölmeden önce.
Ölümü çok rahat kabullenmiştim.
Dipten gelen darbeler ve o korkunç uğultu ölümü kabullendirmişti bana.
***
Elhamdulillah!
Oğlumuza sarılmıştık.
Koklamıştık!
Öpebilmiştik onu bir kere daha!
Sonra ne yaptık!?
Hiç bilemiyorum.
Oğlumuzla birlikte ve tabii kızımla huzur içindeydik.
Eşimin panik hali ile tam ters durumdaki benim sakinliğim ve rahatlığım halen benim bile inanamadığım bir durumdu.
Neden bu kadar sakindim ve neden ölümü bu kadar rahat kabullenmiştim.
Dördümüz bir aradaydık ve aklıma başkaca hiçbir şey gelmiyordu.
En azından onlarla birlikteydim ve onların kucağında ölecektim.
Tükenmek bilmeyen o 45 saniye ömrümün en uzun gecesi olmuştu belkide.
O 45 saniye içinde en çok aklıma gelen kızım ve kelime-i şehadet getirmekti.
Oğlum, eşim ve kızım...
Bir aradaydık.
Bir olmuştuk, birleşmiştik...
***
45 Saniye sonrasında, merdivenlerden inişimiz, sokağa çıkışımız, koşturmacalarımız...
Hiçbirisini anımsamıyorum.
Oğlumu kucaklayıp, eşimle sarıldığımız andan sokaktaki otoparka geliş anımıza kadar anımsadığım tek şey ölüme selam vermem ve kelime-i şehadet getirmemdi.
Başka ne yaptık?
Nasıl kaçtık?
Merdivenlerde kimlerle karşılaştık?
Kimler ağlıyordu?
Kimler çığlık atıyordu?
Hiçbirisi zihnimde halen yok!
***
Canım arkadaşım rahmetli Rafet Ünal vardı yanımda otoparkta.
Onlar binanın giriş katında oldukları için erkenden kaçmışlar.
Abimler, kardeşim,
Komşular...
Hepimiz otoparkta toplandık.
O 45 saniye tükenmişti.
Ölmemiştik...
Yaşıyorduk.
Oğlumuzda, kızımızda iyiydi elhamdulillah...
***
O gece hiç unutamayacağım, anımla sonlandırmak istiyorum yazımı.
Ahmet abim bizden bir kaç bina aşağıda oturuyordu.
Onlara bakmak için oturduğumuz sokaktan aşağıya doğru indim.
Evlerinin önünde göremedim onları.
Biraz daha aşağıda meydanlık bir yer vardı. Belki oraya inmişlerdir diye meydana doğru yürüdüm.
Evler bomboştu.
Pencerelerde, balkonlarda hiç kimse yoktu.
Birden balkonlardan birinde bir adamın sokaktaki halka doğru bağırdığını gördüm.
Biraz hızlıca gittim ve adamın sözlerini duyduğumda şok olmuştum.
Adam serhoştu.
Elinde tuttuğu rakı bardağını arada bir ahaliye sallayarak.
- Ulan deyyuslar nereye kaçıyorsunuz, Allah sizi sokakta yakalayamaz mı sanıyorsunuz!? Çabuk girin evlerinize salaklık yapmayın!!!
***
Ulu Tanrımız Allah'ın neyi kime nasıl söyleteceğini kim bilebilir ki!?
İşte bir serhoş hepimizin kaçtığı hakikati bize haykırıyordu!
Ölüme selam verdiğim o korkunç gece bana neden o kadar korkunç gelmemişti bilemiyorum.
O kadar rahattım ki, rahmetli arkadaşım Rafet Ünal'ın evine girip uyumak istedim.
O gece hayatlarını kaybeden sevdiklerimiz oldu.
Tanımadıklarımız...
Binlerce insanımız o gece hayatlarının son nefesini aldıklarını farketmediler bile.
Nice sevdalar,
Nice hayaller,
Nice umutlar,
Nice güzel yürekler o gece ölüme selam verip sonsuz yaşama adım attılar.
Mekanları cennet olur inşaallah.
Allah tüm insanlığı daha beter afetlerden korusun ve kollasın!
8 Ağustos 2017 Salı
Bir Hasan Topçular varmış, varolsun!
Sosyal medya doğru kullanıldığı sürece insanlık için büyük bir lütuf.
"Gâvur" deyip geçtiğimiz insanların icat ettiği ve sosyal yaşam dünyamızı küçücük elektronik kutulara sığacak kadar küçülten bu muhteşem icat sayesinde hayatımız çok daha kolaylaştı, çok daha renklendi ve çok daha genişledi.
Bu sosyal medya sayesinde;
Yeni dostluklar,
Yeni arkadaşlıklar,
Yeni kardeşlikler,
ve yeni yaşamlar başlıyor.
***
Bizim hayatımızda da çok önemli bir yeri var sosyal medyanın.
Gençlerin "Sanal Alem" dedikleri bu aleme düştüğümüzden bu yana nice güzellikler yaşadık.
Nice güzel yürekler ile gönül soframıza oturduk.
İşte bunlardan birisi de Hasan Topçular...
Bir gönlü güzel adam!..
***
Hasan Topçular, MHP Yalova İl Başkanı.
Ömrünü davasına adamış bir iyi yürek...
Kendisiyle sosyal medya vasıtasıyla tanıştık.
İl başkanı olarak yürüttüğü çalışmalarındaki samimiyetten duyduğumuz memnuniyeti dile getirdik.
Tavsiyelerde bulunduk.
Zaman zaman elimizden geldiğince, hani denir ya "Karınca kararınca" bazı çalışmalarına destek olmaya çalıştık.
Kısa bir zaman dilimi içersinde ve birbirimizi hiç görmeden ağabey - kardeş bağını kuruverdik.
***
Yalova'da çok sevilen, siyaseti milletine hizmet için yapabilen değerli bir siyaset adamı Hasan Topçular.
Kendisini tanıdığım 1 yıllık kısa zaman dilimi içersinde yaptığı çalışmalarla sürekli olarak Yalova yerel basınında gündem yaratan adam oldu.
Yalova'da AKP ve CHP'li milletvekillerinden daha çok çalıştı Yalova için.
Sokaklarda, caddelerde, köylerde, taksi duraklarında,. mahalle kahvehanelerinde her gün milletiyle oturdu, gezdi, yürüdü...
Milletine doğruları anlatmak için sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar mücadele verdi.
***
Dedik ya güzel yürekli insanlara bu güzelliklerini söylemek için acele etmek gerekir.
Bugün sevgili Hasan Topçular başkanımızın doğum günü.
Biz de affınıza sığınarak kendisine bu yazımızla varlığından dolayı teşekkür etmek istedik.
Siyasi görüşü ne olursa olsun böylesine iyi yürekli insanlara sahip çıkmak, onları sevmek ve saygı duymak hepimizin insanlık görevidir.
İyi bir aile babası ve iyi bir insan olabilmeyi başaran sevgili Hasan Topçular başkanımıza iyi ki doğdun, iyi varsın diyor ve ulu Allah'tan uzun ömürler diliyorum.
Doğum gününüz kutlu olsun başkanım...
"Gâvur" deyip geçtiğimiz insanların icat ettiği ve sosyal yaşam dünyamızı küçücük elektronik kutulara sığacak kadar küçülten bu muhteşem icat sayesinde hayatımız çok daha kolaylaştı, çok daha renklendi ve çok daha genişledi.
Bu sosyal medya sayesinde;
Yeni dostluklar,
Yeni arkadaşlıklar,
Yeni kardeşlikler,
ve yeni yaşamlar başlıyor.
***
Bizim hayatımızda da çok önemli bir yeri var sosyal medyanın.
Gençlerin "Sanal Alem" dedikleri bu aleme düştüğümüzden bu yana nice güzellikler yaşadık.
Nice güzel yürekler ile gönül soframıza oturduk.
İşte bunlardan birisi de Hasan Topçular...
Bir gönlü güzel adam!..
***
Hasan Topçular, MHP Yalova İl Başkanı.
Ömrünü davasına adamış bir iyi yürek...
Kendisiyle sosyal medya vasıtasıyla tanıştık.
İl başkanı olarak yürüttüğü çalışmalarındaki samimiyetten duyduğumuz memnuniyeti dile getirdik.
Tavsiyelerde bulunduk.
Zaman zaman elimizden geldiğince, hani denir ya "Karınca kararınca" bazı çalışmalarına destek olmaya çalıştık.
Kısa bir zaman dilimi içersinde ve birbirimizi hiç görmeden ağabey - kardeş bağını kuruverdik.
***
Yalova'da çok sevilen, siyaseti milletine hizmet için yapabilen değerli bir siyaset adamı Hasan Topçular.
Kendisini tanıdığım 1 yıllık kısa zaman dilimi içersinde yaptığı çalışmalarla sürekli olarak Yalova yerel basınında gündem yaratan adam oldu.
Yalova'da AKP ve CHP'li milletvekillerinden daha çok çalıştı Yalova için.
Sokaklarda, caddelerde, köylerde, taksi duraklarında,. mahalle kahvehanelerinde her gün milletiyle oturdu, gezdi, yürüdü...
Milletine doğruları anlatmak için sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar mücadele verdi.
***
Dedik ya güzel yürekli insanlara bu güzelliklerini söylemek için acele etmek gerekir.
Bugün sevgili Hasan Topçular başkanımızın doğum günü.
Biz de affınıza sığınarak kendisine bu yazımızla varlığından dolayı teşekkür etmek istedik.
Siyasi görüşü ne olursa olsun böylesine iyi yürekli insanlara sahip çıkmak, onları sevmek ve saygı duymak hepimizin insanlık görevidir.
İyi bir aile babası ve iyi bir insan olabilmeyi başaran sevgili Hasan Topçular başkanımıza iyi ki doğdun, iyi varsın diyor ve ulu Allah'tan uzun ömürler diliyorum.
Doğum gününüz kutlu olsun başkanım...
6 Ağustos 2017 Pazar
Avukat gibi adamdı Amcam Ahmet Erdoğan...
İlkokulu bitirmek bile büyük bir başarıymış o dönemlerde.
İlkokulu bitirebilenler devlet dairesine memur bile olabiliyormuş.
Fakat bizim sülalenin en büyük korkusu "Yetim Hakkı" yemektir.
Amcalarım sağolsunlar hep bu korkuyla genelde el emeği göz nuru işlere dalmışlar.
Rızkını kazanırken, terleyeceksin, yorulacaksın...
Akşam başını yastığa koyduğunda rahat uyuyacaksın!
***
Amcalarımın en iyi yüreklilerinden Mehmet (Kopuk) amcamı yıllar önce ebedi istirahatgahına uğurladık. Arkasından halamızı gönderdik. Bugün de sülalemizin "avukat gibi adam"ı Ahmet amcamızı yaratıldığı toprağa geri veriyoruz.
Amcamın en belirgin özelliği siyasetçiliğiydi.
Çok iyi bir Adalet Partili idi.
Demirel'e hayrandı.
Elinden geldiğince gazete okur, radyo ya da televizyondan ülke gündemini takip eder ve eş dost muhabbetlerinde yaptığı sohbetlerde değme siyasetçiye taş çıkartırdı.
***
Siyasetçiliğinin yanısıra devlet kapısını da iyi bilirdi.
Kimin ne derdi varsa o kapıda ona gelirdi.
Yol yordam bilirdi.
Devlet işlerinden iyi anlardı.
Sürekli yanında taşıdığı fermuarlı evrak çantasında mutlaka kağıdı, kalemi, gözlükleri hazır olurdu.
Çoğu zaman gazetesini de koyardı çantasına.
AP ve Demirel ile alakalı bazı gazete haberlerini keser çantasına koyardı.
Bir dost meclisinde herhangi bir tartışma olursa bir belge olarak çıkartır koyardı ortaya o küpürleri.
***
Haklı çıktığı zamanlardaki bıyık altı gülüşlerine hayrandım.
"Eeee amcam biz de boş adam değiliz!" sözü kulaklarımdan hiç gitmez.
Biz aklımızın yettiğince ona MHP'yi anlatmaya kalktığımızı son derece ciddi bir tavırla bize Adalet Partisi ve Demirel'in ülkeye yaptığı hizmetleri anlatırdı.
Gözlüklerini takıp çantasından bir şeyler çıkartarak TV programlarındaki siyasi parti temsilcileri gibi sallayarak bize gösterir ve gözlüklerinin üstünden bakarak; "Bu işler basit işler değil amcam" diyerek sözünü bitirirdi.
***
Akıllı adamdı.
Bir çok üniversite bitirmiş insanın aksine kendi kendini geliştirebilen zeki bir Anadolu köylüsü.
70'li yıllarda tüm dünyayı kasıp kavuran dizi Komiser Kolombo'nun ülkemizde oynadığı dönemlerde dostları ona Kolombo lakabını takmışlardı. Onun kadar zeki ve alçakgönüllü bir adamdı. Hatta Komiser Kolombo'nun pardesüsüne benzer bir de pardesüsü vardı rahmetlinin.
***
İşte böylesine dolu dolu olan bir adam gün geldi bir hastalığın pençesine düştü ve 15 yıla yakın bir zaman yatağa mahkum yaşadı.
4 Evladı ve sevgili yengem uzun zamandır onun rahat edebilmesi için gecelerini gündüzlerine kattılar.
Amcamı anlatırken sevgili yengemin çile dolu yaşamını da anlatmak gerekir ama burası yetmez buna. Hastalandıktan sonra amcamın bitmek tükenmek bilmeyen isteklerini yüzünü ekşitmeden yerine getiren, tüm hırçınlıklarına eyvallah diyerek hayat arkadaşına yıllarca bakan sevgili Kiraz yengemden Allah milyonlarca kere razı olsun.
Evlatları, Hacer, Hüseyin, Emine, Dursun...
Hepsinden Allah razı olsun.
***
Sevgili amcam;
Bu son yolculuğuna giderken eğer varsa tüm haklarımız helal olsun.
Umarım sen de bize haklarını helal edersin.
Mekanın cennet olsun benim "Avukat gibi adam" olan amcam....
İlkokulu bitirebilenler devlet dairesine memur bile olabiliyormuş.
Fakat bizim sülalenin en büyük korkusu "Yetim Hakkı" yemektir.
Amcalarım sağolsunlar hep bu korkuyla genelde el emeği göz nuru işlere dalmışlar.
Rızkını kazanırken, terleyeceksin, yorulacaksın...
Akşam başını yastığa koyduğunda rahat uyuyacaksın!
***
Amcalarımın en iyi yüreklilerinden Mehmet (Kopuk) amcamı yıllar önce ebedi istirahatgahına uğurladık. Arkasından halamızı gönderdik. Bugün de sülalemizin "avukat gibi adam"ı Ahmet amcamızı yaratıldığı toprağa geri veriyoruz.
Amcamın en belirgin özelliği siyasetçiliğiydi.
Çok iyi bir Adalet Partili idi.
Demirel'e hayrandı.
Elinden geldiğince gazete okur, radyo ya da televizyondan ülke gündemini takip eder ve eş dost muhabbetlerinde yaptığı sohbetlerde değme siyasetçiye taş çıkartırdı.
***
Siyasetçiliğinin yanısıra devlet kapısını da iyi bilirdi.
Kimin ne derdi varsa o kapıda ona gelirdi.
Yol yordam bilirdi.
Devlet işlerinden iyi anlardı.
Sürekli yanında taşıdığı fermuarlı evrak çantasında mutlaka kağıdı, kalemi, gözlükleri hazır olurdu.
Çoğu zaman gazetesini de koyardı çantasına.
AP ve Demirel ile alakalı bazı gazete haberlerini keser çantasına koyardı.
Bir dost meclisinde herhangi bir tartışma olursa bir belge olarak çıkartır koyardı ortaya o küpürleri.
***
Haklı çıktığı zamanlardaki bıyık altı gülüşlerine hayrandım.
"Eeee amcam biz de boş adam değiliz!" sözü kulaklarımdan hiç gitmez.
Biz aklımızın yettiğince ona MHP'yi anlatmaya kalktığımızı son derece ciddi bir tavırla bize Adalet Partisi ve Demirel'in ülkeye yaptığı hizmetleri anlatırdı.
Gözlüklerini takıp çantasından bir şeyler çıkartarak TV programlarındaki siyasi parti temsilcileri gibi sallayarak bize gösterir ve gözlüklerinin üstünden bakarak; "Bu işler basit işler değil amcam" diyerek sözünü bitirirdi.
***
Akıllı adamdı.
Bir çok üniversite bitirmiş insanın aksine kendi kendini geliştirebilen zeki bir Anadolu köylüsü.
70'li yıllarda tüm dünyayı kasıp kavuran dizi Komiser Kolombo'nun ülkemizde oynadığı dönemlerde dostları ona Kolombo lakabını takmışlardı. Onun kadar zeki ve alçakgönüllü bir adamdı. Hatta Komiser Kolombo'nun pardesüsüne benzer bir de pardesüsü vardı rahmetlinin.
***
İşte böylesine dolu dolu olan bir adam gün geldi bir hastalığın pençesine düştü ve 15 yıla yakın bir zaman yatağa mahkum yaşadı.
4 Evladı ve sevgili yengem uzun zamandır onun rahat edebilmesi için gecelerini gündüzlerine kattılar.
Amcamı anlatırken sevgili yengemin çile dolu yaşamını da anlatmak gerekir ama burası yetmez buna. Hastalandıktan sonra amcamın bitmek tükenmek bilmeyen isteklerini yüzünü ekşitmeden yerine getiren, tüm hırçınlıklarına eyvallah diyerek hayat arkadaşına yıllarca bakan sevgili Kiraz yengemden Allah milyonlarca kere razı olsun.
Evlatları, Hacer, Hüseyin, Emine, Dursun...
Hepsinden Allah razı olsun.
***
Sevgili amcam;
Bu son yolculuğuna giderken eğer varsa tüm haklarımız helal olsun.
Umarım sen de bize haklarını helal edersin.
Mekanın cennet olsun benim "Avukat gibi adam" olan amcam....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)