12 Kasım 2014 Çarşamba

"Tanrı"ya özgürlük!

Tanrı...
Kendi memleketinde,
Kendi milleti tarafından mahpus edildi...
Onlarca yıldır tabutluklarda yatıyor...
Zikreden nerdeyse kafir ilan edilecek...
"Tanrım" diye başlasan yakarmaya;
- Tövbe de ulan deyyus
Deyiverirler hemen...
Tövbe tövbeeee!...
***
İsmet İnönü döneminde Ezan'ın Türkçe okunmasının dayatılmasından bu yana dillerde mahkumdur Tanrı kelimesi...
Öz be öz Türkçe olan bu kelime Türk yurdunda mahkum...
Türk milleti "Tanrı"dan öylesine korkuyor ki; Tanrı dediği an dinden çıkmış sanıyor kendini...
Tanrımız Allah (CC) kutsal kitabında milletleri yarattığını ve her millete de bir lisan lütfettiğini söyler...
Yani Türk milletini yaratan Türkçe'yi de yaratmıştır...
Arap milletini yaratan Arapçayı da yaratmıştır...
Yine Tanrımız Allah-ü Teala'nın buyurduğu üzere "hiçbir milletin bir diğer millete üstünlüğü olmadığı" gibi hiç bir dilin de bir başka dile üstünlüğü yoktur...
***
Bugün kullandığımız Tanrı kelimesinin kökeni "Tengri" kelimesidir...
Günümüz Türkçesi'ne Tanrı olarak gelmiş...
Tanrı, Arapça'daki "Rab" ve "İlah" kelimelerinin Türkçe karşılığıdır...
Rab ve İlah kelimeleri Tanrımız Allah-ü Teala'nın isimlerinden biri değildir...
"Ya Rabbi!.." nidasıyla başlayan dualarımızı Türkçe'ye çevirirken "Ey Tanrım!.." diye çeviririz...
Ancak "Ya Allah!.." nidasını dilimize "Ey Tanrı!.." diye çeviremeyiz çünkü Allah kelimesi Tanrı'nın adıdır...
Bugün yeryüzündeki bütün İslam milletleri Rab ya da İlah kelimelerinin karşılığında kendi dillerinin kelimelerini rahatça kullanabilirken sadece biz Türkler kendi dilimizde bu iki kelimenin karşılığı olan Tanrı kelimesini kullanamıyoruz...
***
Son derece gereksiz bir çaba olarak gördüğüm Ezan'ın Türkçeleştirilmesinde yapılan büyük bir hata bugün Tanrı kelimesi dilimize mahkum eden tek etkendir.
Ezan'da geçen bütün "Allah" kelimeleri "Tanrı" olarak çevrilince milletin vicdanında Tanrı kelimesinin mahkumiyeti de başlamıştı.
Bunu aslında bir hata olarak görmemek lazım...
Çünkü bu çeviriyi yapanlar nerdeyse bir edebiyat abidesi...
Bir özel ismin hiçbir dile tercüme edilemeyeceğini, olduğu gibi kullanılacağını çok iyi biliyorlardı...
Türkçe'yi yaygınlaştırmak maksadıyla yapıldığı söylenen Türkçe ezan uygulaması aslında Türkçe'ye karşı bir cephe oluşturmaktan başka hiç bir işe yaramamıştır...
Belki Cumhuriyet tarihinin en büyük yanılgısı bu uygulama, bu dayatma olmuştur...
***
Türkçe sevdalısı her Türk bundan böyle Tanrı kelimesinin özgürleşmesi için elinden geleni yapmalıdır.
Hem bu kelimeyi bolca kullanmalı, hem de bu kelimenin Tanrımız Allah-ü Teala'nın isimlerinden birinin yerine değil de, Arapça'daki Rab ve İlah kelimelerinin karşılığı olarak kullanıldığını milletimize anlatmalıdır.
Bu dil bize Allah'ın bir lütfudur...
Allah'ın lütuflarına sahip çıkmak ne kadar değerli ve gerekli ise Türkçe'ye sahip çıkmakta o kadar gerekli ve değerlidir...
Türkçe diline sahip çıkmayan bir Türk Allah'ın nimetlerinden birini elinin tersiyle itiyor demektir...
"TÜRKÇE KONUŞALIM, TÜRKÇE YAŞAYALIM!"

24 Ekim 2014 Cuma

Dindar bir nesil yetişiyor !

Öyle demişti sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan iken...
"Dindar nesiller yetiştireceğiz"
Önceki nesiller dinsizdi ya!
Şimdi dindar nesiller yetişecek...
Bakalım nasıl olacak dedik.
Bekledik...
Bekliyoruz.
***
AKP iktidara geleli 12 yılı geçti.

Bu arada neler değişti.
Gençlerimiz ne kadar dindarlaştı bir bakalım dedik.
Kadına şiddet katlanarak artmış mesela...
Rüşvet, yolsuzluk almış başını gitmiş...
Torpil, adam kayırmaca, ihalede fesat gırla kıyamet...
Gelir dağılımında eşitsizlik had safhada...
***
Taşeron sistemi azalmadı bilakis artarak sürüyor.
Biliyorsunuz taşeronluk bir nevi modern kölelik ve dinimiz en çok da bu kölelik meselesine karşıdır.
Faiz hakeza.
İnsanlar bankalardan kredi alarak ev araba almaya devam ediyor.
Vatandaşın sırtındaki faiz yükü ağırlaştıkça ağırlaşıyor.
Biliyorsunuz faiz hakkında İslam her iki tarafı da lanetler...
***
Sokaklara bakıyoruz.
Evet başörtülü kızların sayısı oldukça arttı.
Ancak bu kızlarımız "altı Şişhane üstü kaval" misali.
Başları örtülü, belaltı ise, kot pantalonlu...
Hani başını örtsün de gerisi önemli değil der gibi...
Camiler de genç cemaat yine yok.
Dindar olarak nitelediğimiz bazı okul ve dersaneler hain ilan edildi kapatılmaya çalışılıyor.
Dün dindar dediklerini bugün hain ilan ettiler.
***
Bir de TV ekranları var tabii...
Bir dizi var mesela.
Gültepe...
İzmir'in Gültepe semtinden yaşam kesitleri verecek diye bekliyorduk...
Dizi maşallah Dallas'ı bile geride bıraktı.
Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Bir üfürükçü vardı.
Kadınları üfürüyorum hikayesine, işi bitiriyor.
Bir kadın var. Kocası hapiste ve o kocasının en yakın arkadaşıyla işi pişiriyor.
Bir başka kadın, kızkardeşinin sevdiği adamı ayartmış ve nikahsız evlilik yapmış.
Adam sonra bunu kovuyor.
kadın tekrar baba evine dönüyor ama kızkardeş bundan rahatsız.
Kolay değil, ablası denen bu kadın sevdiği adamı elinden almış.
Neyse bir iki bölüm geçti bir baktık, kadın yine kızkardeşinin yeni sevdiğine göz koyuyor...
Vay arkadaş yahu!
Bu kadar mı namussuz bizim milletimiz!
***
Diğer kanallardaki dizilerde aynı.
En dindar dediğimiz kanallardaki dizilerde bile yasak aşklar pek revaçta.
Bir kadına iki erkek aşık, bir erkeğe üç kadın aşık...
O aslında Onun babası değilmiş,,,
Filancanın anası aslında o bilinen kişi değilmiş.
Filanca ağanın kızı aslında çiftliğin kahyasındanmış...
Daha nice ahlaksızlıklar...
Düşünüyorum eskiden bir RTÜK vardı.
Öpüşme sahnelerine bile ceza kesen bu RTÜK şimdilerde dindarlaştığı için herhalde bu namussuzluk abidesi dizilere sesini çıkarmıyorlar...
***
Hani şu dindarlaşan gençlik var ya!
Bonzai denen belanın kucağında can çekişiyor...
Nasıl bir dindarlaşma ise;
Tam da bu dindar nesiller yetiştirileceği bir dönemde bu bela gençlerimizin başına örüldü.
Sokaklar uyuşturucu tezgahları ile dolu.
Şam baba tatlısı satar gibi uyuşturucu satıyorlar.
Dindar nesil yetiştirecek olanlar ise; bir zamanlar dindar dedikleri efsane kahraman dedikleri bir kesim imle uğraşıyor halen...
***
Evet dindar bir nesil ne zaman yetişecek, nasıl yetişecek büyük bir merakla bekliyoruz.
Sanırım hükümet, AKP'li bakanların yolsuzluklarını ortaya çıkaran "kahramanlarla" uğraşmaktan, onlardan bunun intikamını almaktan fırsat bulabilirse bu konuya da eğilecektir...

7 Ekim 2014 Salı

Tükenen değerlerimiz... (Tahta Kaşık sanatkarı Hüseyin Salim'in ardından)


Gelişen teknolojiye boyun eğen el sanatlarımızdan biridir tahta kaşıkçılık...
Ülkemizdeki geçmişi 1071'den öncelere dayanır...
Türklerin Anadolu(ya girmesinden evvel Hoca Ahmed Yesevi'nin müridleri gelmiş bu topraklara...
Horasan Erenleri denilen bu müridlerin yaklaşık 400 kişi olduğu söylenir...
Anadolu'nun değişik bölgelerine gelip yerleşmişler...
Hepsi bir sanatkar...
Hepsi bir el sanatının ustası...
İşte bunlardan ikisi "Sinan Dede" ve "Kenan Dede" adlı müridler de bizim köyümüzün kurucuları...
Köyümüzün içinden akıp giden derenin Boriçi olarak adlandırılan noktasına yerleşmişler ve burada tahta kaşık yaparak yakınlardaki Rum köyüne satarak geçimlerini sağlamışlar...
Bir yandan da bu Rum köyündeki insanlara İslam'ı tebliğ etmişler...
***
O gün bu gündür köyümüzün tek geçim kaynağıdır tahta kaşık sanatı...
Anadolu'nun bir çok yerinde yapılan kaşıklardan çok farklıdır köyümüzde yapılanlar...
Adeta bir teknoloji ürünü gibi...
Milimetrik hesaplamalarla yapılır...
Kesici aletler dışında hiçbir alet kullanılmadan bu kadar mükemmel bir tasarım yapmak mümkün değil gibi görünür...
Tahta kaşık sanatını bilenler arasında "Herkes kaşık yapar ama Bodamyalı gibi sapını ortaya getiremez" şeklinde bir deyim dahi oluşmuştur...
Öylesine harika bir el terazisi vardır ki;
Kaşığın tam orta yerinden terazilediğiniz vakit ağız kısmı ile sap kısmı aynı ağırlıkta olur...
Bunu yapmak için sadece el ve göz ayarı kullanılır...
***
Muazzamlık bir mühendislik örneğidir...
Ama bu mühendislik harikasını yapabilen ustalar ne matematikten anlar, ne de ölçüp biçmeden...
Sadece el ve göz hesabı...
Alışkanlık bir nevi...
İşte bu ustalardan, (hatta sanatkar demek daha doğru olur) birini daha geçtiğimiz günlerde ebedi yolculuğuna uğurladık...
Hayatı boyunca yaşadığı tüm zorluklara rağmen, yüzünden tebessüm eksik olmayan,
Bembeyaz sakalıyla ve yüzündeki tebessümle insanın içine ayrı bir huzur veren Hüseyin Salim Çakmakçı ağabeyimizi son yolculuğuna uğurlamanın hüznüne bir de yüzlerce yıllık tahta kaşık sanatının son ustalarından birini daha kaybetmiş olmanın hüznü eklendi yüreklerimize...
***
Hüseyin Salim Çakmakçı, hayatı boyunca edindiği tecrübeleri her daim yüzündeki tebessümle birlikte biz gençlerle paylaşan, bizlere yol gösteren, bizlere sevgi ve dostluğun kıymetini anlatan değerli bir şahsiyetti...
Böylesi güzel insanları kaybetmek insanı gerçekten büyük bir üzüntüye sevkediyor...
Üzülüyoruz, çünkü biliyoruz ki, gelişen teknoloji ile birlikte yok olup giden sadece el sanatlarımız değil, Hüseyin Salim Çakmakçı gibi gün görmüş, aydınlık yüzüyle ufkumuzu aydınlatan büyüklerimiz de yok olup gidiyor...
Teknoloji belki el sanatlarımızın yerini dolduracak ürünler geliştirebiliyor, ancak yolumuzu aydınlatan insanlarımızın yerini dolduramıyor...
Hüseyin Salim Çakmakçı ile birlikte, yolda karşılaştığımız zaman tebessümle bizlere selam verecek bir büyüğümüz daha eksildi...
***
Belki büyük çoğunluğunuz Hüseyin Salim Çakmakçı'yı tanımıyorsunuz...
Onu hiç görmediniz...
Ama şunu da kesinlikle biliyorum ki, sizin de çevrenizde mutlaka bir Hüseyin Salim Çakmakçı vardır...
Yüzüne baktığınız vakit içinize huzur dolan,
Elini öptüğünüz vakit büyük bir haz duyduğunuz,
Sohbetinden nice dersler çıkardığınız,
Göremediğiniz vakit özleyip merak ettiğiniz, bir Hüseyin Salim Çakmakçı mutlaka vardır....
Bu paha biçilemez değerli insanlarımızın kıymetini bilelim...
Ölüp gittikten sonra inanın çok büyük pişmanlık duyuyor insan ve eksikliğini muazzam derecede hissediyorsunuz...
***
Hüseyin Salim amcamızı rahmet ve minnetle anıyor, ailesine özellikle de hastalığı boyunca elinden gelen her şeyi yapmak için büyük gayretler sarfeden sevgili evladı İsmail Çakmakçı kardeşime sabırlar diliyorum.
Bizler sana hakkımızı son damlasına kadar helal ettik sevgili Hüseyin Salim dayı...
Umarım sen de bize olan haklarını helal etmişsindir...
Mekanın cennet olsun, evliyalar şehitler ahirette komşun olsun yüzünde güller açan adam...

3 Ekim 2014 Cuma

Hacıhüsrevli Ender Konca (2) "Ender Spor"

Hangi seneydi tam olarak anımsayamadım...
80'lı yılların sonu, 90'lı yılların başı...
Mahalle takımlarının revaçta olduğu bir dönem...
Hemen hemen her mahallede bir takım vardır...
Hatta bazılarında 2 -3 takım...
Kasımpaşa'da mahalle takımlarının maç yaptıkları sahalar vardı.
Dolapdere, Bayramyeri, Kulaksız ve Fetih sahaları...
Amatör küme takımlarının yanısıra bir de gayri federe olarak sınıflandırılan, bizimse "Mahalle Takımı" dediğimiz ve tamamen oyuncuların katkılarıyla kurulan takımlar...
***
Çoğu zaman bir takım içinde çıkan anlaşmazlıklardan dolayı yeni bir takım çıkardı.
Bu ikinci takımların adının başında "Öz" ibaresi olurdu.
Hani demeleri odur ki; hakiki olan biziz diğer takım çakma"
Mesela bir Öz Bayramyeri vardı.
O günlerde Beyoğlu ilçesinde en güçlü takım Öz Bayramyeri idi.
Bu takımı yenmek mümkün değildi.
Bayramyeri sahasını da onlar sahiplenmişti.
Onların sahasıydı.
Diğer takımlar maç oynadığında onlar kira bedeli alırlardı.
***
Kasımpaşa'nın en iyi oyuncularını onlar alırdı hemen.
Tam bir kolej takımı havası vardı.
Biz de yaşadık bu ihtilaf durumunu.
Köyümüz "Bademli" adına kurulmuş bir takım vardı.
Ancak biz genç gurup olarak bir şekilde ters düşmüştük.
Sanırım eski oyuncuların artık takımdan ayrılması ve genç oyuncuların oynatılmasını istiyorduk.
Öyle şimdiki halı saha takımları gibi değildik.
Başkanı, yöneticisi ve teknik direktörü olan takımlardık...
***
Neyse lafı fazla uzatmadan mevzuya inceden bir giriş yapalım.
Yaşımın henüz çok genç olmasına rağmen bir takım kurup hem teknik direktör hem de başkan olmayı kafaya koymuştum.
Takımın renkleri konusunda tek tercihim Siyah - Kırmızı idi.
Sirkeci'de forma yapan spor mağazaları vardı.
Bir kaç kez oradaki mağazalara gidip forma örneklerine baktım.
Bir taraftan da takımda oynayacak oyuncuların transfer görüşmeleri vardı.
Transfer dedimse para pul yok ortada.
Tamamen gönül meselesi...
İyi bir takım oluşturmak üzereyim.
Fakat takımdakilerin çoğu GS ve FB taraftarı.
Bunların Eskişehirspor'un renkleri olan Siyah - Kırmızı renklere itiraz edecekleri kesin görünüyordu.
***
Takımın adının başına da "Öz" koymak istemiyordum.
Herkes gibi olmamak adına yeni bir ad bulmalıydım.
Renklerinin Siyah - Kırmızı olması öncelikli amacımdı ancak GS ve FB taraftarı olan arkadaşlarımın da gönlünü almak istiyordum.
Tam bir çıkmazdaydım doğrusu...
İkilemde kalmıştım.
Derken parlak bir fikir geldi aklıma...
Gassaray ve Fenerlileri "Arkadaşlar GS'nin Kırmızısı FB'nin de Lacivertini alarak takımın renklerini Lacivert Kırmızı yapalım" diyerek kandırmayı planladım ve başardım.
İsmin de en azından kısaltması ESES'in ES'i olsun diye düşünüyordum fakat bir türlü bu kısaltmayı sağlayacak ismi bulamıyordum.
***
Türlü isimler geçti aklımdam.
Fakat bir türlü ES kısaltmasını elde edemiyordum...
Birden aklıma Ender Konca geldi.
Ender Spor yaparsam, hem Eskişehirspor'un efsane futbolcusunun adını kullanmış olacaktım hem de ES kısaltması hayalim gerçek olacaktı.
Arkadaşlara bu önerimi ilettim.
Herkes makul karşıladı.
Ancak bir arkadaşım ayrıldığımız Bademli takımının da adını kullanalım deyince Takımın adı Bademli Ender Spor olarak ortaya çıktı.
Renklerimiz de Lacivert - Kırmızı olmuştu...
***
O günlerde Ender Konca'nın Hacı Hüsrevli olduğunu bile bilmiyordum.
Tek bildiğim Eskişehirspor'un yıldızı ve İstanbul takımları dışında Avrupa'ya transfer olan ilk Türk futbolcusu olduğuydu.
Ve tabii kendisinin hayranı olduğum...
İsmail Arca bir Ender Konca iki...
Belki de bu takım ülkemizde bir futbolcunun adına kurulmuş ilk futbol takımıydı, bilemiyorum...

NOT: Bu takımla ilgili bulabildiğim tek fotoğrafı da paylaşıyorum. İlerleyen yıllarda bir de genç takım oluşturmuştuk ve Bayramyeri sahasında bir maça hazırlanırlarken biz de A takım kalecimiz Ali ile böyle poz vermişiz...

23 Eylül 2014 Salı

40 Yıllık Dostluklar...

Dile kolay...
Tam Kırk yıl...
Okullarımızın eğitim ve öğretime açıldığı bu Eylül alında 40 yılı doldurmuş olduk bizler de...
Biz, Melek Çırtlık öğretmenin çocukları...
Bakkal Nuri'nin "eşşek herifleri"...
Biz, annemin "anarşitleri"...
Ahmet Kaplan müdürümüzün "uzun oğlan" ile "sarı oğlan"ı...
Biz Kasımpaşa'nın büyümeyen çocukları...
***
Çocuktuk henüz tanıştığımızda.
Annelerimiz okula yazdırırken konu komşuya "büyüdü artık koca adam oldu" dese de biz çocuktuk...
Halen çocuğuz.
Büyüyemedik bir türlü.
Annemi aradım dün.
- Anne dün çocukluk arkadaşlarımla buluşup, kabir ziyareti yaptık
Dediğim de;
Telefonun diğer ucundan;
- Oğlum Hakan'ın burnu halen akıyor mu? hiç duraksamadan.
Akmıyordu artık Hakan Kızılbey'in burnu, sinüzit olmuştu...
Hakan;
- Keşke yine aksa da sümüklerim, Ayşe teyze "Oğlum Hakan git şu burnunu temizle de gel" dese...
Diyor şimdilerde...
***
Murat Şişman en uzun süredir göremediğim arkadaşımdı.
Hani derler ya, gönül görmediğine katlanır diye, bende de bu hal vardı. Rahmetli babasının kabrine gidene kadar bir türlü anımsayamamıştım Ergün amcanın şeklini şemalini...
Mezar'ın başına geçip Fatiha okumak için ellerimizi açtığımızda gözümün önüne dikiliverdi adeta.
Gözlüklü, kısa boylu, hafif etine dolgun tonton bir amcamızdı. Mekanı cennet olsun. Gülümsediği vakit yüzünde güller açardı...
Kasımpaşa'da Cami-i Kebir Mahallesi'nde Hoca Ahmet sokakta otururlardı.
İki ya da üç katlı eski bir betonarme binaydı.
Şimdi yerinde daha çok katlı tipsiz bir bina var.
Betonarme olmasına rağmen tıpkı ahşap evler gibi pek sevimliydi halbuki Murat Şişmanların evi...
***
Sonra Mehmet Ali Keleş'in babası Necati amcanın kabrine vardık.
Sanırım aramızdan en erken ayrılan "babamız" Necati amca idi.
Necati amca, bugün Ülker'in karşısındaki BİM mağazasının bulunduğu yerde demircilik yapardı.
Her evin ihtiyacı bir adamdı o.
Karyola, divan ve soba boruları yapardı.
O zamanlar öyle lüks yataklar, kanepeler, çekyatlar yok.
Her evde en az 4-5 tane divan vardır.
Divanlar Necati amcanın imalatı.
Soba boruları ve tabii çingene sobaları...
Hepsi rahmetli Necati Keleş amcamızın el emeği göz nuru idi...
***
Necati amcanın kabrinden ayrılıp, anneannemin kabrine gitmek için yola çıktık.
Yolumuzun üzerinde ülkemize uluslararası müsabakalarda önemli başarılar kazandıran Kasımpaşalı güreşçimiz Tevfik Aydeniz ağabeyimizin de ruhuna birer Fatiha okumayı ihmal etmedik.
Anneannem Şerife Tekin vefat ettiğinde ben henüz 5. sınıfa gidiyordum.
Hayatı çile çekmekle geçmiş, 4 kız 1 erkek evladı tek başına büyütmüş büyük bir insandı.
Kendi evlatlarını yetiştirip büyüttüğü yetmiyormuş gibi bir de torunu için doğup büyüdüğü toprakları bırakıp İstanbul'a göçmüştü. Torununu da büyüttü. Genç denilebilecek bir yaşta, 53-54 yaşında vefat etti.
O günü hiç unutamam.
Beni okul var diye cenazeye götürmemişlerdi.
Okulda hastalanıp ateşlenmiştim üzüntümden.
Her ne kadar "büyüdü kocaman adam oldu" deseler de biz henüz çocuktuk.
***
Yıllar sonra bir araya gelişimizde gerçekleştirdiğimiz kabir ziyaretimizde son durağımız hepimizin üzerinde çok fazla emeği ve hakkı olan "Nuri Amcamız"a gittik.
Selam verdik...

"Bak Nuri bakkal, eşşek heriflerin yıllar sonra bir araya gelip sana geldiler" dedik...
Cevap veremedi tabii...
Çocukluk yıllarımızın en uğrak sığınağıydı Nuri babamızın bakkal dükkanı...
Evvelce Büyük Camii'nin arkasındaydı dükkanı...
kırık dökük bir yer.
Ama bize saray gibiydi.
Sığınağımızdı orası...
Aç kalsak, yalnız kalsak ordaydık...
Orda buluşurduk.
Orda dertleşirdik...
Bazen arkadaşımız Murat'a yardıma giderdik...
Sonra o dükkanlar yıkılınca Kızılay Meydanı'na geçti...
Yıkılan Tanzim Satış binasının yerine yapılan dükkanlarda yıllarca sığınağımız oldu Nuri Bakkal...
Ve vakti saati gelince o da yaradana kavuştu.
***
Biz...
Biz bu adamların büyümeyen çocuklarıyız.
40 yıl önce başlayan kader birliğimizi bugün de sürdürmeyi başarabilen, yürekleri sevgi dolu adamlarız...
Kimimiz zengin, kimimiz fakir...
Kimimiz sağcı, kimimiz solcu olduk...
Kimimiz medreselerde büyüdük, kimimiz rakı sofralarında vakit geçirdik...
Ama hiç büyümedik...
Hep Melek öğretmenin çocukları olarak kaldık...
Birbirimizi hep çocukça sevdik...
Özledik ve kavuştuk...
Darısı sizlerin başına...

6 Eylül 2014 Cumartesi

Hacıhüsrevli Ender Konca...


Henüz ilkokul 1. sınıfa giderken başlamıştı benim Eskişehirspor sevdam.
Evet doğru. Eskişehirli değilim.
Aslen Aksekili olup, doğma büyüme Kasımpaşalı diyebilirim kendime.
Eskişehir ile de uzaktan yakından bir bağım yoktu.
Sadece memlekete giderken Eskişehir Şeker Fabrikası'nın önünden geçtiğini anımsarım otobüsümüzün...
***
Sebebi anlaşılmayan bir sevda.
Zaten şarkılar da böyle demiyor mu!?
" Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir "
İlk aşkım diye bahsederim her zaman Eskişehirspor'dan...
Neyse bu mevzu derin mevzu.
Fazlaca kafanızı ütülemeyelim.
***
O yıllarda Eskişehirspor adeta yaşayan bir efsane olmuştu.
Çok kısa bir zamanda bir çok futbol takımının yıllarca elde edemediği başarılara 5-6 sene içinde ulaşmıştı ESES...
Mükemmel bir kadrosu vardı.
Kadroda yer alan bütün isimlerin ayrı bir hikayesi var.
Hepsi ayrı bir değer.
Ben o günlerde arkadaşlarla oynadığımız maçlarda hep İsmail Arca olurdum.
Onun sahadaki duruşu benim idolüm olmasına yetmişti.
***
"Fethi Nihat Ender, filelere gönder" tezahüratının Ender'inin Hacıhüsrevli olduğunu bile bilmiyordum o günlerde.
Yıllar sonra öğrendim.
Ender Konca Eskişehirspor forması ile büyük başarılar elde edip Milli Takım forması giymeyi haketmiş ve Milli Takım ile de çok başarılı bir dönem geçirmişti.
ESES taraftarının sevgilisi olan Ender Konca ülkemiz futbol tarihine FB, GS, BJK takımları dışında Avrupa'ya transfer yapan ilk Türk futbolcusu olarak geçti.
Eskişehirspor da bu anlamda Avrupa'ya futbolcu transfer eden ilk Anadolu takımı olarak tarihe not düşülmüştü.
***
Ender Konca'nın ben de ayrı bir yeri vardır.
Bugün Avrupa'da tuttuğum takımın Eintracht Frankfurt olmasının tek sebebi Ender Konca'dır.
Eskişehirspor'dan E. Frankfurt'a transfer olan Ender Konca böylesi ilginç bir rahatsızlığıma daha imza atmış oldu.
Renklerinin de siyah - kırmızı olması E. Frankfurt'a olan sevgimi daha da pekiştirdi.
O gün bugündür varsa yoksa bir ESES, bir de E. Frankfurt...
***
Dün (5 Eylül 2014) Hacıhüsrev'e gittim.
Ender Konca'nın doğup büyüdüğü evini gördüm.
Bildiğimiz Hacıhüsrev kondularından biri.
Top oynadığı sokakta, arkadaşlarıyla konuştum.
Birlikte top oynadığı mahalle arkadaşı İsmail Erşeker; "Şu meydanlıkta bir naylon top bulabilirsek bir arkadaşımızı kaleci yapar atıştırırdık Ender ile birlikte" diyor...
***
Yıllar sonra buralarda olmak apayrı bir mutluluk veriyor insana.
Yıllarca imrendiğiniz, yanına yaklaşabilmek için çaba sarfettiğiniz, ülkemizin en ünlü futbolcularından birinin sizinle aynı semtte doğup büyüdüğünü, aynı sokaklarda tek kale maç yaptığını, aynı havayı soluduğunu, aynı duyguları paylaştığını ve aynı çileleri çektikten sonra alınteriyle zirveye ulaştığını görebilmek gerçekten harika bir duygu.
İnşaallah gelecek yazımızda mahalle arkadaşlarının Ender Konca ile ilgili anılarını da sizlerle paylaşacağım...

31 Ağustos 2014 Pazar

Kızılay Meydanı'na gömülen ''Sosyal Devlet''

Kasımpaşa'da bir ikindi vakti...
Bir tür çay bahçesine dönüştürülen Kızılay Meydanı'nındayım...
Meydan cıvıl cıvıl.
Genç, yaşlı,
Bay, bayan,
Çoluk çocuk doldurmuşlar meydanı...
Anlayacağınız Kızılay Meydanı'nda herkese yer var...
Güvercinler bile yerli yerinde.
Tıpkı çocukluğumda olduğu gibi.
Onlar da çeşme etrafında rızıklarını tüketmeye devam ediyorlar.
***
Meydanı çevreleyen kafelerden Kantin Kafe'nin en ön masasına oturdum.
Bir taraftan cıgaramı tüttürürken bir yandan da genç garson arkadaşın getirdiği tavşan kanı çayımı da yudumluyor ve meydanı izliyorum.
Bu meydanda unutulmaz anılarım var.
Örneğin ilk polis copunu bu meydanda yemiştim...
Öyle eylemden dolayı falan değil.
Değil siyasallaşmamış yaşlardaydım.
Ben diyeyim 11 siz deyin 12...
Henüz ilkokul yıllarımızdayız.
Bu yaşta bir çocuk polisten neden dayak yiyebilir ki!?
1 Paket margarin yağı için.
Evet yanlış okumadınız.
1 Pake margarin yağı alabilmek için çocuk yaşta polis copunun tadına bakmıştım.
***
Yokluk ve anarşi yıllarıydı.
Her şey karaborsa...
Dükkanların önlerinde kuyrukların uzayıp gittiği hatta ve hatta ''kuyruk sırası'' ticaretinin bile yapıldığı yıllar...
O dönemlerde Kızılay Meydanı'nda devasa bir Tanzim Satış mağazası vardı.
Devlete ait bir ucuzluk mağazası.
O zamanlar market kavramını henüz bilmiyorduk.
Sadece Tanzim Satış'ı bilirdik.
Hemen hemen her ilçede 1 tane vardı sanırım.
Buralarda ürünler bakkallardan daha ucuza satılır, ancak alış veriş yapmak biraz zahmetli olurdu.
Kuyruğa girmeniz gerekirdi.
1977 yılında merhum Bülen Ecevit hükümeti döneminde İzmir'de başlatılan bu uygulama sosyal devlet anlayışı içinde zamanla bütün ülkeye yayılmıştı.
Amaç hem enflasyonla mücadele, hem de temel gıda maddelerinin gariban halka daha ucuza ulaştırılmasıydı.
***
12 Eylül cunta yönetimi ve arkasından gelen Turgut Özal hükümeti ile birlikte bu Tanzim Satış mağazaları kapatıldı.
Uygulama farklı bir şekle büründü.
O dönemlerde insanlar bu mağazalardan alış veriş etmek için fakir olduklarını devlete tescil ettirmek gibi onur kırıcı bir zorunluluk içinde değillerdi.
Özal hükümeti ile birlikte insanımızın fakirliğinin devlet tarafından tescil edildiği günlere geldik.
O an anladım ki;
Bir insan için fakirliğini tescil ettirmenin acısı, margarin yağı almak için yediğim polis copunun acısından çok daha ağır...
Günümüzde artık insanlarımızın fakir olup olmadığı özel ekipler tarafından araştırılıyor ve uygun görülürse bir ''Fakir Belgesi'' veriliyor...
Peki ''Ben fakirim'' diyemem onurlu insanlar ne olacak?
***
Mevzu derin.
Genç garson arkadaştan bir çay daha istiyorum.
Önümdeki kül tablası nerdeyse dolmuş.
Cıgaramdan çektiğim her nefes bir sancı alıyor sanki yüreğimden.
Bir zamanlar, ''sağ elin verdiğini sol el görmemeli'' zihniyetinde olan milletimiz bugün fakirlik testine tabi tutuluyor.
Ve dünyaya sosyal devlet anlayışının en güzel örneklerini sergileyen Osmanlı İmparatorluğu'nun varisleri olarak bugün bizim devletimiz insanları resmen fakir olarak tescil etmek gibi onur kırıcı bir uygulamaya imza atıyor.
Biz nasıl bu hale geldik.
Ne millet devletine güveniyor, ne de devlet milletine...
Halbuki;
Fatih Sultan Mehmed Han şu Kasımpaşa kıyılarına karadan gemiler yürütecek gücü milletine olan güvenden almamış mıydı?
***
Evet, benim ilk polis copunu yediğim Tanzim Satış artık yok.
Şimdi 'sosyal market' var.
Milletimizin fakirliğini tescil ettirmeden onurunu zedelemeden ihtiyacını giderebildiği Tanzim Satış mağazalarının kapatılmasıyla birlikte sosyal devlet anlayışı da kapanmıştı Kızılay Meydanı'nda.
Artık onun yerine tescilli fakirlerin ihtiyaçlarını karşıladıkları 'sosyal' market var Kızılay Meydanı'nda...

26 Ağustos 2014 Salı

Suriyeliler, sığınmacı mı, işgalci mi, yatırımcı mı?

''Suriyeli kardeşlerimiz MUHACİR, bizler de ENSAR'ız''
Bu cümle ile AKP hükümeti izlemiş olduğu Suriyeli mülteci politikasını dini bir çerçeveye oturtmak istemişti.
Neden böyle bir gereksinim duydu AKP?
Çünkü izlediği bu mülteci politikasının yanlış olduğunu biliyor ve halka bunu yutturmak için dini motiflerle süslemekten başka çaresi yoktu.
Suriye'deki iç savaştan kaçıp ülkemize sığınanlar öylesine kontrolsüz bir şekilde alındı ki ülkemize kelimenin tam anlamıyla kantarın topuzu kaçtı.
***
AKP ülkemize kabul ettiği sünni Arapların büyük çoğunluğunu vatandaş yaptı.
Vatandaş yapılan bu Arap sığınmacıların hepsinin AKP'ye oy atması sağlandı.
Kendi vatandaşına sağlamadığı imtiyazları Arap vatandaşlarına sağlayan AKP hükümeti, kısa bir süre sonra sayıları 3 milyona yaklaşan bu sığınmacıların bulundukları kentlerde büyük bir asayiş sorunu yaratacaklarını düşünememişti.
Maaş bağlandı.
İş imkanı sağlandı.
Bir çok devlet hizmetinden ücretsiz faydalandırıldılar.
Üniversitelere sınavsız girmeleri sağlandı.
Saymakla bitiremeyeceğimiz bir çok imtiyaz Arap sığınmacıların emrine amade edildi.
***
Bugün geldiğimiz durum gerçekten büyük bir vehamet manzarası sunuyor bizlere.
Muhacir olarak bize yutturulan imtiyazlı Sünni Araplar;
Yerleştikleri kentlerde sahipsiz metruk binaları işgal etti.
İstanbul gibi büyük kentlerin cadde ve sokakları Suriyeli dilenciler tarafından işgal edildi.
Öyle gönlünüzden kopanı istemiyorlar.
Sülük gibi yakanıza yapışıp, adeta masum bir gasp yapıyorlar.
Küçük yaştaki Suriyeli çocuklar 6-7 kişilik guruplar halinde semt pazarlarında pazar esnafının tezgahından, bakkallardan, seyyar satıcılardan ufak tefek meyve, sebze, eşya ve bunlara benzer küçük tüketim mallarını çalıp kaçıyorlar.
İstanbul'da kendi çevremizde yaşadığımız olaylara baktığımız vakit artık ''Bunlar muhacir mi yoksa işgalci mi?'' diye sormadan edemiyoruz.
***
Gezip gördüğümüz bir çok mahallede Arapça tabelalar aldı başını gidiyor.
Savaştan kaçıp gelen zavallı muhacir olarak bize yutturulan Sünni Araplar;
Bakkal dükkanı açıyor,
Giyim mağazası açıyor,
İnternet kafe açıyor,
Cep telefonu dükkanı açıyor,
Seyyar satıcılık yapıyor...
Zaten işsizlik içinde büyük sıkıntı yaşayan esnafımız, bir de muhacir olarak gelen Arapları karşılarında rakip işletmeci olarak görünce haliyle çileden çıkıyor.
Hangimiz çileden çıkmayız ki?
***
Düşünün!..
İşsizlikten bir çok gün siftah etmeden dükkan kapatıyorsunuz
Banka kredileri ve kredi kartlar ile vergi ödemeye çalışıyorsunuz.
Her mahallede mantar gibi artan süper marketlerle mücadele edip ayakta kalmaya çalışırken, bir de bakıyorsunuz savaştan kaçıp ölüm korkusu olmadan yaşayabilmek için ülkenize sığınan ve sizin de yardımlarda bulunduğunuz insanlar size rakip oluyor.
Bu ruh hali içinde bu durumu kabullenebilecek kaç insan vardır?
***
Bizim insanımız yardımseverdir.
Sabırlıdır.
Ancak bıçak kemiğe dayandığı vakit de kurunun  yanında yaşı da yakar geçer.
Hükümetin sığınmacılar konusundaki umursamaz tavrı bir çok kentimizde acı sonuçlar doğurmaktadır.
Bir Suriyeli'nin Gaziantep'te bir vatandaşımızı öldürmesiyle başlayan olaylar yavaş yavaş bütün kentlerimize yayılmaktadır.
Vatandaşlarımız ''Bunlara sessiz kalırsak yarın bir gün bizi de öldürmeye kalkışırlar'' düşüncesiyle en ufak bir kıvılcımda hiç de arzu etmediğimiz sonuçlarla karşılaşacağımız büyük bir öfke patlaması yaşayabilir.
***
İstanbul adeta saatli bir bomba durumunda.
Hükümet acilen tedbir almazsa, o bomba patlar.
İstanbul'da yaşanacak olası bir öfke patlaması, Anadolu'da yaşananlardan çok daha vahim sonuçlar doğurur.
Biz sokaklarda yaşayanlar olarak, sırça köşklerden ülkemizi yönetenleri uyarıyoruz.
Lütfen acil tedbir alın!..

22 Ağustos 2014 Cuma

Çocuklarını dövebilecek kadar güçlü olan anne babalar....

Tanrımız Allah-ü Teala'ya verdiği ömür için şükürler olsun.
50 yıla yakın zamandır yaşıyoruz bu fani dünyada.
Bu yaşam süresince insanları anlamaya çalışım.
İnsanların ortaya koyduğu çelişkileri çözmeye çalıştım.
Akıl erdirmeye çalıştım...
Bunca zamandır aklımın almadığı,
Aklımın ermediği,

Vicdanımın kabullenemediği en büyük muamma,
Anne ve babaların henüz bacak kadar bile olmamış,
Onları yaratan Allah-ü Teala'nın bile melek gibi görüp,
Hiç bir şeyden sorumlu tutmadığı çocuklarını dövebilmeleridir...
***
Evde
Sokakta
Çarşıda
Pazarda
Öylesine çok rastlıyorum ki,
Bu el kadar çocuklarını dövebilecek kadar güçlü olan anne babalara,
Hangisine kızacağımı,
Hangisine bozuk atacağımı bilemez oldum.
Düşünün bir kere...
Onların, bizleri, kainatı yaratan Tanrımız Allah-ü Teala bile onları her türlü sorumluluktan munezzeh tutarken, onları, peygamberler ve hatta melekler kadar tertemiz kabul ederken, o çocukları dövebilecek kadar kendini güçlü gören anne babalar var...
***
Hani Kur'an- Kerim'de bir kıssa vardır.
Hz. Musa kendisine iman etmeyen ve zulmeden bir müşriki zındana atmış ve yemek dahi vermemiş de Allah-ü Teala O'na '' Ey Musa biz onu yaratan olarak bunca yıldır rızkını veriyoruz. Sen kim oluyorsun ki, onun rızkını kesiyorsun'' diye seslenmişti.
Allah-ü Teala'nın bu seslenişi çocuklarını dövenler için de geçerli değil midir?
Allah'ın bile hiçbir ceza uygulamadığı, o yaşlarda vefat etmeleri durumunda sorgusuz sualsiz cennetine koyduğu çocukları ana - babaları nasıl dövebilir.
Buna nasıl cüret edebilir ki bir fani kul?
***
- Ama efendim çok yaramazlık ediyor!
Çocuğun yaramazlık etmesi kadar doğal ne var ki...
Bilmez misiniz Peygamber Efendimiz'in torunları da yaramazlık ederlerdi.
Secdeye gittiği vakit sırtına binen torunları rahatsız olmasın diye dakikalarca secdede kalan bizim Peygamberimiz değil mi?
Çocuklarını sevip öpmeyen döven kişilere ''Allah sizin kalbinizden merhameti almışsa ben ne yapayım?'' diyen Hz. Muhammd (SAV) değil mi?
Kendisini taşlayan müşriklerin çocuklarına bile merhamet eden Peygamber'in ümmeti değil miyiz biz?
***
Son günlerde TV ekranlarında gazete sayfalarında görüyoruz...
İslam coğrafyasında yaşanan kanlı savaşlarda katledilen çocukları yüreğimiz yanarak izliyoruz...
Bu zulüm ve katliam görüntüleri en azından çocuklarımıza olan merhamet ve şefkatimizi arttırmalıdır.
O yürek yakan görüntüleri izlerken Allah'ın yeryüzündeki melekleri olan çocuklarımıza attığımız tokat için tövbe kapılarına varalım.
Allah bu acı görüntülerin akabinde çocuklarımıza olan merhamet ve şefkatimizi arttırır inşallah...


19 Ağustos 2014 Salı

PASSOLİG ve ESES Camiası...

Passolig denen icat tam bir nifak tohumu halini aldı.
Her zaman ''halk''edebiyatı yapan iktidarın halka rağmen dayattığı bir rant kapısı.
Yandaş ve akraba bir bankaya daha çok para kazandırmak ve toplum en önemli direnç noktalarından biri olan futbol taraftarını fişleyerek sindirmek amacıyla dayatılan bir uygulama.
Bu uygulama ile ilgili söylenecek çok sözümüz var.
Futbol taraftarını yolunacak kaz gibi görmenin yanısıra terörist muamelesi yapılması da cabası.
***
Bu uygulamaya en sert tepki, hatta aynı zamanda tek tepki Fenerbahçe kulüp yönetiminden geldi.
Eskişehirspor camiası olarak isterdik ki, Türk Futbol tarihine ''Anadolu Futbolunun Devrimcisi'' olarak adını yazdıran Eskişehirspor'un yönetimi de aynı sertlikte tepki verebilsin.

Ama olmadı.
Fenerbahçe kulübü dışında hiç bir kulüp yönetimi en ufak bir direnç dahi göstermeden bu halka rağmen dayatmayı kabul etti.
Biz Passolig karşıtları olarak bu eleştirilerimizde sonuna kadar haklı olduğumuzu düşünüyoruz.
Hatta bana göre Passolig sistemine dahil olan ESES sevdalıları da kesinlikle bizimle aynı düşünceleri paylaşıyorlardır.
***
Yıllardır ''Kara&Kızıl sevda'' ortak paydası ile, siyasi düşüncelerimizi dahi gözardı ederek omuz omuza sevdamıza destek olduğumuz, bizleri bir arada tutan ortak sevdamız Eskişehirspor'a ne kadar büyük bir aşk ve sadakat ile bağlı olduğumuzu hepimiz çok iyi biliyoruz.
Şimdi bu Passolig uygulamasında fikir ayrılığına düşmüş olabiliriz.
Bu fikir ayrılığı neticesinde birbiri ile iki ayrı kutup haline gelebilecek en son camia Eskişehrspor camiasıdır. Çünkü bizler kendimize ''ESES taraftarı'' denilmesini bile hazmedemeyecek kadar büyük birer ''ESES aşıklarıyız''...
Biz AŞK ve Sadakati en iyi bilen bir camiayız.
***
Bugün geldiğimiz noktada birbirimizi hainlikle suçlayarak yaralamak yerine;
Passolig sistemine girenler olarak:
- Evet bu sistemi biz de istemiyoruz. Ancak yüreğimizdeki aşk ve sadakat bizi ne pahasına olursa olsun bizi bu tribünlere çekiyor. Sizin mücadelenize ve direnişinize saygı duyuyor ve olumlu sonuç almanızı bekliyoruz ama biz sevdamızın peşinden koşmaya devam edeceğiz.
diyebilmeliyiz.
Passolig uygulamasını boykot edenler olarak da;
- Aşkımıza olan sadakatiniz bizim de sadakatimizdir. Ancak bizim de kulübümüzün kurulduğu günden bu yana ortaya koyduğu isyankar tavrı ve futbolun emperyalist üçlüsü karşısındaki dik duruşu kanımıza işlemiş. Bu haksızlığa karşı durmak ESES sevgimizin bir gereğidir. Takımımız tribünlerde sizlere emanet, biz dışarda futbolun ağababalarına karşı direnişimizi sürdüreceğiz.
diyebilmeliyiz.
***
Şunu unutmamalıyız ki;
Eskişehirspor'un tek sahibi, Türkiye'ye tribün kültürünü kazandıran Kara&Kızıl sevdalılar olarak bizleriz...

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Açma - Kapama zulmü sona erdi...

AKP iktidarı döneminde vatandaştan HARAÇ gibi toplanan Açma - Kapama parası nihayet tarihe karışıyor. Bundan böyle devlet kurumları ya da özel kurumlar bu haraç parasını milletimizden alamayacak. Hazırlanan Abonelik Sözleşmeleri Yönetmelik Taslağı’na göre tüketiciler artık elektrik, internet ve telefon gibi abonelik sözleşme lerini cezasız feshetme hakkına sahip olacak. Ayrıca tüketiciden açma-kapama ve kesme-bağlama ücreti gibi bedeller alınamayacak.
***
Tüketiciler elektrik, su, doğalgaz, internet ve telefon gibi abonelik sözleşmelerini koşulsuz ve cezasız feshetme hakkına sahip olacak. Aboneliklerin bildirim tarihinde sonlandırılmaması halinde aradan geçen sürede verilen hizmet için tüketiciden bedel talep edilemeyecek. Tüketiciden açma-kapama ve kesme-bağlama ücreti gibi bedeller alınamayacak. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan Abonelik Sözleşmeleri Yönetmelik taslağına göre tüketici, belirsiz süreli veya süresi bir yıl ve daha uzun olan belirli süreli abonelik sözleşmesini herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin istediği zaman feshetme hakkına sahip olacak. Süresi bir yıldan az olan belirli süreli abonelik sözleşmesinde satıcı tarafından sözleşme koşullarında değişiklik yapılması halinde de tüketici sözleşmeyi feshedebilecek. Ancak, tüketicinin hizmetten yararlanmasına engel olabilecek geçerli bir sebebin varlığı halinde tüketiciye her durumda sözleşmeyi feshetme hakkı tanınacak. Abonelik sözleşmesinin feshi için sözleşmenin tesis edilmesini sağlayan yöntemden daha ağır koşullar içeren bir yöntem belirlenemeyecek.
***
Satıcılar fesih bildiriminin kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç 24 saat içinde tüketiciye bildirmekle yükümlü olacak. Satıcı veya sağlayıcı, tüketicinin aboneliğe son verme isteğini, bildirimin kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç 7 gün içerisinde yerine getirmek zorunda olacak. Süreli yayınlarda aboneliğe son verme isteğinin yerine getirilme süresi, günlük süreli yayınlarda 15 gün, haftalık yayınlarda bir ay, aylık yayınlarda ise üç ay olacak. Aboneliğin belirlenen süreler içinde sona erdirilmediği durumlarda, bu sürelerin bitiminden itibaren mal veya hizmetten yararlanılmış olsa dahi, tüketiciden herhangi bir bedel talep edilemeyecek.
***
Satıcı veya sağlayıcı, varsa tüketiciden güvence, depozito veya teminat adı altında alınan ücretlerin güncel tutarlarını kesinti yapmaksızın iade etmekle yükümlü olacak. Tüketicinin süresinden önce taahhütlü aboneliğini sonlandırması halinde, satıcılar yalnızca taahhüt kapsamında yapılan indirimleri, taahhüt kapsamında ilave bir mal veya hizmet verilmesi durumunda ise söz konusu malın bedelinin ödenmeyen kısmına ilişkin taksit tutarlarını tüketiciden talep edebilecek. Belirli süreli abonelik sözleşmelerine, sözleşmenin belirlenen süre kadar uzayacağına ilişkin hükümler konulamayacak.

14 Ağustos 2014 Perşembe

MHP, CHP'leşiyor mu?

'' CHP Atatürk'ün kurduğu gibi bir parti olarak kalsaydı, ben MHPyi kurmazdım.''. 
BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ

Algı yönetiminin usta sanatkarlarının oynadığı son oyun MHP'nin CHP çizgisine yöneldiği zaman zaman CHP ile ittifak yaptığı algısını ve dolayısıyla MHP'nin kuruluş amacından saparak bir başka partinin güdümüne girdiği algısını aziz milletimizin beynine işlemektir. Kontrol altına alınmış medya unsurları ile sürekli olarak bu durum millete aktarılıyor ve hatta bazı kişiler ''MHP, CHP'nin metresi olmuştur'' tarzı ahlak dışı söylemlerle aziz milletimizin kafasını karıştırmaya çalışmaktadır.
***
AKP yandaşları ve yandaş medya unsurları tarafından yürütülen bu kampanya kısmen de olsa başarılı olmuştur. MHP lideri başlatılan bu savaşa karşı yaptığı mücadele ile bu saldırı sonuçlarının çok daha vahim boyutlara ulaşmasına mani olmuştur. Belki MHP Genel Başkanı olduğu dönemden bu yana katıldığı tüm seçimlerde 1. parti olamayarak seçim kaybetmiş olabilir ancak bu kaybetmiş olma durumunu dahi kazançlı bir hale dönüştürmeyi de bilmiştir. AKP tarafından sıkça dillendirilen bu söylem ile ''9 seçimden yenik olarak ayrılan bir genel başkan o koltukta oturmamalıdır'' söylemini geliştiren Ülkücü camiadaki Bahçeli muhaliflerine de şu soruyu sormak gerekli: ''MHP kurucusu Başbuğ Alparslan Türkeş de hiçbir seçimin mutlak galibi olamadı. Bu durum da Başbuğ Alparslan Türkeş'e de aynı sözleri söyleyebildiniz mi?
***
AKP'nin algı yönetiminde ülke tarihinin en iyisi olduğu bir gerçektir. Özellikle MHP seçmeni ve Ülkücü camia üzerinde yaptıkları algı yönetimi çalışmalarında önemli başarılar elde ettiler. Özellikle son iki seçimde oy kaybına uğrayan AKP'nin özellikle MHP seçmeni üzerinde yoğunlaşmasının sebebi de kaybettiği oyları MHP tabanından telafi etmektir. Bunda da kısmen başarılı oldukları açıktır.


Gelelim MHP, CHP'leşiyor mu sorusunun cevabına...
Yazımızın başında sizlerle paylaştığımız sözler bize çok şey anlamaktadır.

Bir kere şu kesindir ki, MHP kurucusu Başbuğ Alparslan Türkeş bu sözleriyle MHP'yi CHP'ye alternatif olarak kurduğunu ifade etmektedir. MHP'nin Atatürk'ün kurduğu ancak daha sonra İsmet İnönü tarafından SOL çizgiye oturtulan CHP'nin alternatifi olması ya da Atatürk CHP'sinin devamı olması gerçeği Başbuğ'un bu sözleriyle açıkça ortaya konulmaktadır.
***
Başbuğ Türkeş, CHP'nin 6 Ok ilkesini de geliştirip 9 IŞIK doktrini adıyla aziz milletimize armağan etmiştir. Atatürk'ün başlattığı Türk'ün bağımsızlık hareketini geliştiren Türkeş, 9 IŞIK ile siyasi hayatımıza girmiş ve çatışma ortamında gerçek manada siyaset yapamamıştı. O dönem ülkemizin karanlık bir dönemi olarak tarihe geçti. Dış mihrakların oyunları ile ülkemiz bir kardeş kavgasına sahne oldu.
***
12 Eylül darbesi sonunda ülkemizde yeni bir dönem başlamıştı.
Bu dönemde MHP, Türk - İslam kimliğinin bu topraklarda yaşaması için silahlı mücadele döneminin bittiği ve siyasi mücadelenin başladığı gerçeğiyle yüzleşti. Başbuğ Alparslan Türkeş Ülkücü hareketin siyasettten dışlanmasına yönelik gayretleri boşa çıkarmak için zaman zaman sağ partilerle ittifaklar yapmış ve MHP'yi baraja rağmen TBMM çatısı altına sokmayı başarmıştı....
***
Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatı sonrasında görevi devralan Devlet Bahçeli, aynı yolda ilerleyerek MHP'yi ittifak yapmadan ve baraj sorunu yaşamadan TBMM çatısı altında milleti için hizmet eden bir parti konumuna getirdi. Başta da ifade ettiğimiz gibi, iktidar partisinin tüm kara propaganda çalışmalarına rağmen MHP tarihinin en büyük seçim başarılarına Devlet Bahçeli ile imza atmışttır. Bu sözlerimizden kimse Başbuğ Alparslan Türkeş ile Devlet Bahçeli kıyaslaması yaptığımız sonucunu çıkarmasın.
***
Yüzeysel olarak baktığımız vakit seçimden 1. parti olarak çıkamayan yenilmiş sayılsa da, bugün camiamızın ''Neden 1. parti olamıyoruz''u tartışması dahi büyük bir kazanımdır. Bu kazanımı sağlarken elbette alışık olmadığımız durumlar ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Başbuğ Alparslan ürkeş'in danışmanlığını yapan bir adayın ''Çatı aday'' olarak CHP tarafından kabullenilmesi ve bu adaya destek verilmesi MHP'nin CHP'ye yaklaşması değil; CHP'nin MHP'ye yaklaşmasıdır.
***
Türkiye Cunhuriyeti'nde başkanlık sistemi tartışılıyor.
Görünen o ki, başkanlık sisteminin hemen arkasından da ABD modeli 2 partili sisteme geçiş olabilir. MHP yönetimi bu gerçeği de göz ardı etmeden ''Atatürk Milliyetçiliği'' ya da günümüzün moda deyimiyle ''Ulusalcı'' kimlikle CHP çatısında kendilerini ifade eden kitleyi de kendi partisine taşıyarak olası 2 partili sistemin AKP - MHP şeklinde olması için de son derece olumlu bir yol izlemektedir.
***
Elbette bu gerçekleri CHP yönetimi de görüyor.
Bu sebepledir ki, ''Ulusalcı'' söylem ile varlığını sürdürmeye çalışıyor.
Yani SOL şeride sabitlenen CHP sağ şeride geçiş yapabilmenin telaş ve sancısı içindedir.
Bu nokta da algı yöneticilerinin söylediklerinin aksine CHP'nin ekseninden çıkıp MHP'leştiğini söylemek çok daha doğru olacaktır...

13 Ağustos 2014 Çarşamba

CHP yolun sonuna mı geldi?

Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatı sonrasında ''Türkçü'' çizgiden hızla uzaklaşıp siyasetin ''SOL''una kayan ve çok kısa bir zamanda sol şeritte sabitlenen CHP İnönü dönemiyle birlikte milletin değerleriyle kavga etmenin bedelini bugün çok ağır ödemektedir. CHP, Atatürk'ten sonra yaptığı iki tarihi hata ile dini kaynak olarak kullanan partileri yaratmış ve bugün milletin beynine ''CHP din düşmanıdır'' düşüncesini kendi elleriyle yerleştirmiştir.
***
Bu tarihi hatalardan ilki 'Türkçe ezan' dayatmasıdır.
Geçmişi Osmanlı'nın son dönemlerine kadar uzanan Türkçe ezan konusu Atatürk döneminde de gündeme gelmiş, bazı 'Türkçü' aydınların ısrarlarıyla deneme mahiyetinde uygulamalar yapılmış ancak, millet tarafından benimsenmediği için dayatılmamıştı. İsmet İnönü tamamen Osmanlı döneminden bu yana Türkçü aydınların milletimiz üzerindeki Arap ve Fars kültür emperyalizmine karşı geliştirdikleri Türkçe ezan uygulamasını CHP'yi tamamen sola kaydırmasına rağmen sahiplenip bir dayatma ile uygulamaya sokması da son derece düşündürücüdür.
***
Sonuç itibariyle sol CHP Türkçe ezanı kanunla zorunlu hale getirmiş, bu durumu siyasi malzeme olarak kullanan bir gurup CHP milletvekili Demokrat Parti (DP)'yi kurarak, genç Türkiye Cumhuriyeti'nde yeni bir dönemin ilk adımını atmışlardı. DP Genel Başkanı Adnan Menderes ve arkadaşları ''Türkçe ezanı kaldıracakları'' vaatleriyle büyük bir seçim zaferi kazanmış ve dedikleri gibi Türkçe ezan uygulamasına da son vermişlerdi. Bu seçimle birlikte CHP millet nezdinde ''Din düşmanı'' yaftasını boynuna asmış oldu.
***
İkinci tarihi hata ise, 12 Eylül Cunta yönetiminin getirdiği ''Başörtüsü Yasağı''nı sahiplenmesi ve can siperane savunması olmuştur. Merhum Bülent Ecevit ile 1970'li yıllarda toparlanma sürecine giren yine sol şeritte yoluna devam etmesine rağmen ''HALKÇI ECEVİT'' ve ''KIBRIS FATİHİ KARAOĞLAN'' sloganlarıyla ülke yönetiminde yeniden söz sahibi olabilmeyi başaran CHP, 12 Eylül Darbesi ile başörtüsünün altında ezilmiştir...
***
İsmet İnönü döneminde hem Türkçülük karşıtı olup, hem de Türkçü aydınların geliştirdiği Türkçe ezanı sahiplenen ve dayatan CHP, 12 Eylül sonrasında da hem darbe karşıtı olup, hem de darbecilerin yasaklarını savubarak iki büyük çelişki yaşamış ve ülkemizde bugün din merkezli siyasi partilerin iktidar olmasına en büyük katkıyı sağlamıştır.
***
!2 Eylül sonrasında Başörtüsü yasağına karşı olduğunu ön plana çıkaran Anavatan Partisi (ANAP) Turgut Özal önderliğinde büyük bir seçim zaferi kazanmış ve tek başına ikidar olmuştur. ANAP Başörtüsü yasağını kaldırmakta başarılı olamamış, ancak bunu bir siyasi malzeme olarak kullanmaktan da geri kalmamıştır. CHP (Bir dönem SHP)  ise sürekli Anayasa Mahkemesi'ne giderek başörtüsü yasağının kaldırılmasını engellemiştir.
***
CHP, 12 Eylül cunta yönetiminin yasağı olan başörtüsü yasağını savundukça kan kaybemeye devam etmiş, İslam'ı kaynak alan partiler ise sürekli güçlenmiştir. Son olarak da Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) oraya çıkmış ve bir anda büyük bir seçim zaferi kazanarak ülke yönetiminde tek söz sahibi olmayı başarmıştır. Bugün ''Ülkemizi dini siyasete alet edenler yönetiyor'' diye hayıflanmaya CHP'nin hiçbir hakkı yoktur. Bugün geldiğimiz noktada CHP, başörtüsü yasağının kaldırılmasına destek vermek zorunda kalmış ve bu yasak kaldırılmıştır. Bir demokrasi ayıbı olan bu yasak konusunda CHP direnmese acaba bugün AKP olur muydu?
***
CHP, son Cumhurbaşkanlığı seçimi neticesinde bir kez daha 'lider' tartışmasının içine düştü.
Halk desteği yüzde 25'lere kadar düşen CHP, Deniz Baykal'ı liderlik koltuğundan indirip, büyük umutlarla getirdiği Kemal Kılıçdaroğlu'nu da tartışır hale geldi. Aslında sorun liderlik sorunu değil, anlayış sorunudur. CHP halkın değerleriyle kavga etme zihniyetini sürdürdüğü sürece hangi lider gelirse gelsin halkın zihnindeki ''Din düşmanı'' algısını değiştiremeyecek ve azınlıkta kalan yüzde 15-20 arası sol kesimin temsilcisi olarak kalacaktır. Tabii ki, ulusalcı kitleyi MHP'ye kaptırmazsa...


12 Ağustos 2014 Salı

Bingöl'ün yiğit evladı : Hikmet Tekin


HİKMET TEKİN (13.08.1979)


1950 yılında Bingöl'de doğan Hikmet Tekin Üniversite mezunudur. 1977 Belediye seçimlerinde, MHP'den Bingöl Belediye Başkan adayı olmuştur. MHP'nin Bingöl'de %33 oy oranı ile birinci parti olmasıyla birlikte Bingöl Belediye Başkanlığı'na seçilmiştir.

MHP'li Bingöl Belediye Başkanı Hikmet Tekin, olay günü bir ziyaretten otomobiliyle dönerken yaylım ateşine tutularak şehit edildi. Olayda, Hikmet Tekin'in annesi Hamdiye Tekin ve kardeşi İhsan Tekin de şehit oldular. Cenazesi Bingöl'de toprağa verildi. Ruhu şad olsun.


BİR ŞEHİDİN ÖYKÜSÜ
  

1976 senesinin sonbahar aylarıydı... İstanbul'a gelirken Cezayir Baysal isimli Bingöl'lü arkadaşım, Hikmet Tekin'e bir mektup yollamıştı. Bu vesile ile tanışmış ve köklü bir kardeşlik oluşturmuştuk. Bazen Beyazıt semtinde ki "küllük" isimli kafeterya'ya birlikte gider saatlerce sohbet ederdik.

1977 yılının başlarında, İstanbul'da ki Atatürk Öğrenci Sitesi müdürü rahmetli Oktay Aras idari binada bir odayı bize tahsis etmişti. Yanımızda ki odada ise Hikmet Tekin kalıyor aynı zamanda yurdumuzun ikinci müdürlüğünü yapıyordu. Bizde yurtta spor faaliyetlerini yürütürdük. On bloktan oluşan AÖS ağır bir çatışma ortamının sinyallerini veriyordu. Onuncu blokta Polis , dokuzuncu blokta ise kızlar kalmakta idi. Bir, iki, üç ve sekizinci blok bizde diğer dört blok ise komünistlerde idi. Yurt kapısının girişinde ufak tefek çatışmalar oluyor fakat topyekün bir kavgaya dönüşmüyordu. Beyazıt bölgesine giden Sabah 8;15 otübüsü bizde, 8;30 ise karşı gurupta idi.

Nihayet o kutsal gün gelmiş "yurt ya bizim ya hiç kimsenin" sloganı her tarafı kaplamıştı. İki tarafta bu güne hazırlanmış ve kozların paylaşılacağı muhteşem an gelip çatmıştı. Üç gün üç gece devam eden ve ağır silahların kullanıldığı bu çatışmanın orta yerinde Hikmet Tekin ve başkan konumunda ki bir kaç kişiyi, açtığımız bir güvenlik koridorundan lojmanların olduğu arka tarafa geçirmek istediğimizde hepsi buna karşı çıkmıştı. Hikmet Tekin kavga gürültüyü sevmeyen ama inadına cesur ve yiğit bir ülkücüydü. Bize ;

-Siz burada ateş yağmuru altında iken ben nasıl bırakıp giderim, binlerce can verdiğimiz bu yüce vatan toprağına bir de Hikmet Tekin verseniz ne çıkar.

-Aman abi ağzından yel alsın diye söze atıldı "Ringo Metin". Metin de Bingöllü idi ve o da birkaç ay sonra vurularak şehit olacaktı.

Üçüncü günün sonunda karşı taraftan ateş kesilmişti, neden sonra dört bloğunda boşaltıldığı ve yurdun tamamında ülkücülerden başka kimse olmadığını farkettik. Kale artık bizimdi ve nazlı bayrağımız dalgalanmaya başladı.

Biz o dönemlerde hapishane ye düştük. Seçimlerde Hikmet Tekin Bingöl'den Belediye Başkan adayı idi ve biz sonuçları radyolardan merakla takip ediyorduk. Hikmet Tekin Bingöl belediye başkanı seçilmiş ama sevincimiz fazla uzun sürmemişti. Kalleş pusu onu 13.08.1979 günü yolda yakalıyor ve ailesi ile birlikte şehit ediliyordu...


Yusuf Ziya Arpacık

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Kerkük'te dinmeyen gözyaşları

Osmanlı İmparatorluğu'nun en zayıf döneminde Haçlı Orduları ile işbirliği yaparak, Batı'da Hristiyan birliğinden oluşan işgal güçlerine karşı savaşan ordularımızı sırtından vuran Arapların bir bir bağımsızlık ilan etmeleriyle başlayan sürecin sonunda adeta Ortadoğu cehenneminin "Yetim Türk Evladı" olarak kalan Kerkük'te yıllardır dinmeyen gözyaşları çöl kumlarını suluyor...
***
Bu gün Kerkük Türkleri'nin maruz kaldığı katliamlar, geçmişe baktığımız vakit hiç de yabancı gelmiyor bizlere.
Bugün IŞİD adlı, siyonizmin hizmetçisi terör örgütünün yaptığı katliamların belki daha vahşicesini 1959 yılında yine söyonistlerin hizmetçiliğini yapan komünist militanlar yapmıştı. Ortadoğu'nun yetim Türk evlatları ne yazıkki, hemen yanı başlarında bulunan dünyanın en güçlü bağımsız Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin bulunmasına rağmen bu vahşice katliamlara maruz kalmaktan kurtulamıyor.

***
14 Temmuz 1959...
Kerkük Türkleri, 1958 yılında gerçekleştirilen Irak İhtilali'nin 1. yılının kutlama törenlerine katılmak üzere evlerinden çıkıyorlar.
Hain eller,
Siyonist hizmetçisi köpekler pusuda bekliyorlar...
Hain eller,
Çocuk katilleri,
Türk düşmanları
Kahpe pusular atmış,
Cadde, sokak köşelerine...
***
Evlerinden çıkan Türkleri tek tek vuruyorlar...
Güçlerinin yettiğini palas pandıras yakalayıp, işkencelere tabi tutuyorlar...
Sokaklarda şehit edilen Türkler, araçlara bağlanmak suretiyle teşhir ediliyor...
Şehitlerin cesetleri ters yöne giden araçlara bağlanmak suretiyle vahşice parçalanıyor...
Parçalanan cesetler elektrik direklerine asılıyor...
Hz. Hamza gibi şehit ediliyordu Kerkük Türkleri..
Ne büyük vahşet...
Ne büyük bir acı Allah'ım!...
***
Kerkük Türkleri bu yaşananlarla sindiriliyor, susturuluyor...
İsrail ve İngiliz gizli servislerine hizmet eden vahşi katiller, kendilerine verilen vazifeyi yerine getiriyorlar...
Dünya sessiz kalmıyor bu zulme...
Tüm dünya basınında bu zulmün fotoğrafları en açık şekilde yayınlanırken Türkiye'de basın da hükümet de suskun kalıyordu...
Ortadoğu'nun yetim Türk evlatları en yakın akrabasının şefkatinden bile mahrum kalıyordu...
Tüm dünya bu olayları konuşurken Türk hükümeti ve basını sessiz kalmayı tercih ediyordu.
***
SSCB'nin dünya milletlerinin tepkileri üzerine olayın "Kerkük petrol bölgesini ilhak etmek isteyen TC'nin eseri olduğu" yönündeki iftirası üzerine bir açıklama yapmak zorunda kalan TC hükümeti "olayların tek müsebbi ve faili uluslararası Komünist örgütlerdir" demekle yetiniyordu.
Olaylar sonrasında Irak'tan kaçarak İstanbul'a gelmeyi başaran A. Haluk Beyatlı adlı bir genç bir basın toplantısıyla yaşananları Türk Milleti'ne duyurmak ister.
A. Haluk Beyatlı, 24 Temmuz 1959 tarihinde Cağaloğlu'nda bulunan eski Halkevi binasında basın toplantısı yapmak için hazırlanır.
Basın mensupları bu davete büyük ilgi gösterir.
Ancak hükümetin emriyle polis bu toplantıya izin vermez ve basın mensuplarını dağıtır.
Basın toplantısı yasaklanmıştır.
Kerkük Türkleri'nin acısını Türk Milleti'nin öğrenme hürriyeti yasaklanmıştır...
***
Polis bu basın toplantısını dağıtsa da, artık surda bir delik açılmıştı....
O günlerde faaliyet gösteren Türk Haberler Ajansı bir şekilde A. Haluk Beyatlı ile görüşüp olayın ayrıntılarını öğrenmiş ve ertesi gün bütün gazeteler olayları manşetlerine taşımıştır.
Olayın belki de en acı taraftlarından birisi de budur.
Kerkük'te yaşanan tarihin en vahşi katliamlarından birini Türk Milleti 2 hafta sonra böylesi bir zorlama ile öğrenebilmektedir.
Türk düşmanlığının ne zaman başladığını anlamak için bu olayı unutmamak gerekli.
Bugün de aynı duyarsızlıkları yaşamıyor muyuz?
Bugün de aynı zihniyet ile karşı karşıya değil miyiz?
Bugün de Kerkük ve Musul'da Türklerin katliamına sessiz kalan büyük bir basın ve hükümet ordusu yok mu karşımızda?
***
Bu yazdıklarımızdan dolayı kimse bizi ırkçılık yapmakla suçlamasın!
Bu yazılanlar hakikattir.
Türk düşmanlığının bir belgesidir bu yaşananlar...
Kerkük Katliamı'nı ve o katliama sessiz kalmak için direnenleri asla unutmayacağız...
Allah Kerkük Şehitlerimizin mekanlarını cennet eylesin...
Vücutları parçalanarak şehit edilenleri, organları sökülüp çiğnenerek şehit edilen Hz. Hamza'ya komşu eylesin ulu Allah (CC)...

6 Temmuz 2014 Pazar

"Zor" mantının "kolay" şekli HOLUSKA...


Efendim hep siyaset yazıyoruz...
Bir de Eskişehirspor...
Bu gün bir değişiklik yapalım dedik.
Sizlere bir yemek tanıtımıyla sesleneceğiz bugün...
Mantı yemeği dillere destandır.
Sabır ve incelik isteyen ülkemize has lezzetlerden biri...
Hemen hemen her meşhur yemekte olduğu gibi mantı için de "bizim" der birçok memleketin insanı...
Sahipleniriz yemeğimizi, lezzetimizi...
***
Bugün bahsedeceğim Holuska ise, sadece Antalya yöresinde bilinir ve halen de yapılır.
Mantıya yenik düşmemiş bir lezzet olarak halen yaşamını sürdürür Antalya - Akseki civarında ve yörük obalarında...
Holuska mantı tanelerinden çok daha büyüktür.
Bir kaşıkta ancak bir tane mideye indirebilirsiniz.
Mantı gibi susuz ve yoğurtlu olmaz.
Sulu bir yemek türüdür holuska...
İster mantının kolay türü diyelim,
İster mantının tembel işi diyelim.
Sulu olması hasebiyle biraz farklı olabilir ama mantının lezzetini bulacağınızdan eminim.
***
Annelerimizin sürekli holuska yaptığı dönemlerde mantının adını bile bilmezdik.
Yeni nesil ev hanımları biraz da özentiyle mantı kültürüne teslim olmaya başladılar.
Ama yine de yaşamını sürdürmesini biliyor annelerimiz sayesinde holuska.
Genelde Ramazan aylarında ve sahurlarda yapılır.
Oruçlu kişileri tok tuttuğuna inanılır.
Ramazan aylarının değişmez ikilisiyde bir zamanlar erişte ve holuska...
Tabii üzüm hoşafını da unutmamak lazım...
***
Efendim gelelim holuska nasıl yapılır sorusunun cevabına.
TC Kültür Bakanlığı'nın "Kültür Portalı" sitesinde yer verilmiş yemeğin tarifine.
Ben de oradan tırtıklayıp sizlerle paylaşıyorum...
Yapıp yiyenlere yarasın diyoruz ve bu vesileyle de uzun zamandır holuska yapmayanlara bir mesaj veriyoruz...
***

MALZEMELER 

Hamur Malzemeleri 
- Un: 4 su bardağı 
- Su: 1 çay bardağı ( yaklaşık ) 
- Tuz: 1 tatlı kaşığı 
Harç Malzemeleri 
- Kıyma: 250 gram 
- Soğan : 2 adet 
- Zeytinyağı: 1 kahve fincanı 
- Karabiber: 1 tatlı kaşığı 
- Tuz: 1 tatlı kaşığı 
Üst Malzemeleri 
- Tereyağ: 3 yemek kaşığı 
- Kırmızı pul biber: 1 tatlı kaşığı 
- Yoğurt: 2 su bardağı
- Sarımsak: 2 diş 
- Tuz: 1 tatlı kaşığı 

HAZIRLANIŞI 


Hamur Hazırlama 
Unu hamur yoğurma kabına ekleyiniz. Ortasını havuz gibi açınız. Tuz ve azar azar su ilavesi ile yoğurarak sert bir hamur tutturunuz. Üzerine bez örtünüz. 20 dakika bekletiniz. 
Harç Hazırlama 
1.Rendelenmiş soğanları orta ateşte zeytinyağı ile birlikte sararıncaya kadar karıştırarak kavurunuz ve ocaktan alınız. 
2.Kavrulmuş soğanlara kıymayı, tuzu ve karabiberi katıp, karıştırınız. 

Holuska Hazırlama 
1. Hazırladığınız hamuru, nohut büyüklüğü bezelere ayırınız. Her bir bezeyi parmaklarınızla 
3 – 4 cm. çapında dairesel şekilde açınız. 
2. Elle daire şeklinde açılmış hamur parçacıklarının yarılarına nohut büyüklüğü harç koyunuz. Diğer yarıyı harcın üzerine kapatınız. Yarım daire şekli almış hamurların uçlarını hafif sıkarak birbirine yapıştırınız. 
3. Hazırladığınız Holuskaları harlı ateşte kaynayan tuzlu suda yumuşayıp, diri kalacak şekilde haşlayınız. 
4. Holuskaları sulu sulu servis kabına çıkartınız. Üzerine önce tuz, ezilmiş sarımsak ile çırpılmış yoğurdu sonra da kırmızı biberli kızdırılmış tereyağını gezdiriniz. Sıcak sıcak sofraya veriniz. 

NOTLAR : 
1.Kıymalı harç yerine peynirli, fesleğenli harç kullanabilirsiniz. 
2.Kıyma harcına da ayrıca kıyılmış fesleğen katabilirsiniz. 

Kaynakça: ATAV - Antalya'nın Lezzetleri Kitabı 

29 Haziran 2014 Pazar

Müderris İhsan Efendi ve Mehmed Akif kaçtı mı!?

Ülkemizde insanlarımızı kandırmak çok kolay.
Hele ki dini referans göstererek kandırmak çok daha kolay.
İlk kez halk oylaması ile seçilecek olan Cumhurbaşkanlığı için AKP henüz aday göstermemişken başta MHP ve CHP olmak üzere bir çok muhalefet partisi tek isim üzerinde birleşerek ortak bir aday gösterdiler...
Ekmeleddin İhsanoğlu...
Dindar bir ailenin dindar bir evladı...
Geçmişi tamamen İslam'a hizmet ile dolu.
AKP böyle bir aday beklemiyordu.
Hele ki CHP gibi bir partinin böyle bir adaya destek vermesini hiç beklemiyordu.
Muhalefet partilerinin bir aday üzerinde uzlaşmamaları için de elinden geleni yapmıştı.
Ancak toplumsal mutabakat sağlandı ve halkın değerlerine saygılı, halkın inançları doğrultusunda bir aday üzerinde mutabakat sağlandı.
Milli İrade tecelli buldu...
***
AKP kurmayları bu noktada ne yapacaklarını şaşırmış durumda kaldı.
Bir nevi sert bir yumrukla yere düşen ve hakem tarafından sayılan bir boksör gibi kaldı....
Bir türlü bir eleştiri ekseni oluşturulamadı.
İlk telaşla adıyla alay etmeyi seçtiler.
Bu tutmadı.
Ardından Mısır doğumlu olmasını öne sürdüler, bu da tutmadı...
Mısır'da doğmasına rağmen nüfus kaydının Yozgat'ta bulunması bu tezi de çürüttü...
Dış güçlerin adayı dediler...
Fakat bu hiç olmadı.
Çünkü Ekmeleddin İhsanoğlu onlarca Müslüman ülkeden devlet nişanı almış, İslam adına yaptığı çalışmalar nedeniyle yine birçok İslam ülkesinden ödüller ve nişanlar almış.
AKP'nin muhtemel adayı Recep Tayyip Erdoğan'ın ise, aldığı belki de tek ödül ABD'de faaliyet gösteren bir Yahudi Düşünce Kuruluşu'ndan alınmış olan bir Üstün Cesaret Madalyası var...
***
Son olarak AKP  yandaşı medya yalakları ortaya en ciddi eleştirel argümanı koydular. Buna AKP yöneticileri de destek verdi. Her yerde artık bunu konuşuyorlar.
"Ekmeleddin İhsanoğlu'nun babası 1924 yılında Mehmed Akif ile birlikte CHP zulmünden Mısır'a kaçtı. Oğlu da şimdi CHP adayı oldu!"
Alın size tarihi bir yalan!
Hele ki Mehmed Akif Ersoy'un kaçtığı tamamen bir yalandır.
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun babası Yozgatlı Müderris İhsan Efendi, o zamanların en büyük üniversitelerinden biri olan El-Ezher'de okumak için Mısır'a gitmiştir. Bu bir kaçma değildir.
Mehmed Akif Ersoy'un ise gidiş sebebi altında Halk Fırkası ve TBMM'nin devrim yasalarına olan muhalefeti vardır. Her ne kadar birileri çıkıp "sürekli takip ediliyordu, kara listeye alınmıştı ve öldürülmekten korktuğu için Mısır'a kaçtı" şeklinde sözler etse de, 1924 yılı ortalarında Mısır'a kaçan (!) birine aynı parti ve aynı meclis tarafından "Kur'an-ı Kerim'i tercüme etme vazifesi nasıl verilebilirdi?
Düşünün;
Arada belki 1 yıl bile olmayabilir.
Büyük bir zulüm altında inleyen bir adam bu zulümden kaçıyor Mısır'a...
Ve bu adama bu zulmü yapan TC Meclisi ya da hükümeti 1 yıl sonra bu adama TBMM kararıyla Kur'an-ı Kerim'i tercüme vazifesi veriyor, bu adam bu vazifeyi kabul ediyor ve 1000 Lira da avans alıyor.
Bu nasıl bir zulumdür?
Bu nasıl bir zalimdir?
Bu nasıl bir mazlumdur?
Bu nasıl bir kaçıştır?
***
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun babası Müderris İhsan Efendi'nin de şapka giyme zorunluluğuna karşı çıktığı için kaçtığı söylense de şapka kanunun Müderris İhsan Efendi'nin Mısır'a gitmesinden 1 sene sonra çıktığı da tarihi bir gerçektir. Türkiye'de olmasa da Müderris İhsan Efendi'nin şapka kanununa muhalefet etmesi de çok doğaldır bunu da belirteyim.
AKP taraftarlarınca bu yalan çok tuttu.
Yalan olduğunu bilseler bile iyi bir yalan olarak görülüyor ve her yerde konuşuluyor.
Nasılsa halk muhalif medyayı takip etmiyor.
Etseler bile "onlar zaten şeytan" zihniyeti var.
Biz bu gerçekleri ortaya koyarken çok zorlanmadık.
Ancak bu gerçekleri görenler inanmakta zorluk çekiyorlar ne hikmetse...
***
Sonuç olarak AKP Ekmeleddin İhsanoğlu'nun dini kimliği ve geçmişi karşısında ezildiği çok açık bir gerçek.
Henüz dişe dokunur bir eleştiri merkezi oluşturamadılar.
CHP ile MHP'nin ortak aday göstermiş olması şu an için en önemli eleştiri noktaları.
MHP seçmenini "Siz CHP ile nasıl bir arada olabilirsiniz?" sorusuyla kandırmaya çalışıyorlar.
Ancak Ekmeleddin İhsanoğlu'nun zamanında merhum Alparslan Türkeş'in danışmanlığını yaptığı gerçeği de ortaya çıkınca bu saçmalık da kuru bir gürültü olarak ortada kaldı.
Siyaset dürüstçe yapılmalı.
Yalanlar siyaset yaparsanız, çürük bir bina inşa etmiş olursunuz ve o bina er geç çöker...

19 Haziran 2014 Perşembe

19 Haziran 1965... Hoşgeldin AŞK...

Ondokuz Haziran Bindokuzşüzaltmışbeş...
Ve hoşgeldin AŞK...
İyi ki doğdun ESES...
***
Futbolun üç ilin takımları arasına sıkıştığı bir dönemde,
Bir yıldız doğar Anadolu'nun bağrında...
Bir yıldız ki, parıltısı göz kamaştırır...
Tüm Anadolu halkının gönlünde taht kurar,
İstanbul takımlarını uzaktan sevmek yerine,
Anadolu'nun bağrında doğan yıldıza gönül verir Anadolu insanı...
Siyah kaderimiz
Kırmızı sevdamız deyip,
AŞK ile bağlanırlar Eskişehirspor'a...
Ve bu sevda ANADOLU YILDIZI olarak yansır gazete manşetlerine...
***
ANADOLU YILDIZI
Eskişehirspor, girmiştir gönüllere...
Dr. Aziz Bolel ve arkadaşları bir sevdanın ateşini yakmışlardır,
Devrim'in doğum yerinde...
Eskişehir'de
Devrim otomobillerinin üretildiği kentte,
Adeta yeni bir devrim yaratılıyordu...
Adı Eskişehirspor...
Renkleri Kara bahtımızı ve Sevdamız...
SİYAH ve KIRMIZI
ANADOLU YILDIZI....
***
Sadece bir futbol takımı değildi kurulan,
Urfa'dan Edirne'ye,
Antalya'dan, Samsun'a
Kars'tan, Muğla'ya
Tüm Anadolu halkının yüreğindeki
İsyan, Aşk ve Onur olacaktı kısa zamanda bu takım...
Kurulur kurulmaz,
Yani daha ilk profesyonel mücadelesini verdiği yılda,
Dünya tarihine geçti...
2. Ligde tamamladığı 1 sezonun sonunda, "Dünya'da kurulduğu yıl 1. Lig'e çıkma başarısı gösteren 2. takım" ünvanını alarak dünya futbol tarihine adını yazdırmıştı...
***
Artık 1. ligdeydi Anadolu insanının sevinci, hüznü...
İsyanı,
Coşkusu,
Haykırışı...
Yani Anadolu'nun Yıldızı,
ANADOLU YILDIZI  ünvanıyla artık 1. Lig'deydi...
Bu yıldız kısa zamanda öylesine parlamıştı ki;
Sadece Eskişehir halkının değil,
Tüm Anadolu halkının karanlıkta kalanlarını aydınlatıyordu...
Yüzlerinde tebessüm oluyordu...
Gönüllerinde coşku ve tabii ki hiç bitmeyecek bir AŞK...
Hoşgeldin AŞK...
İyi ki doğdun ESES...
***
Sonra?
Öylesine büyük başarılar kazandı ki;
Birilerinin korkulu rüyası oldu...
Birbirleriyle ezeli düşman olanlar,
Gazetelerin spor sayfalarında haykırıyorlardı:
"Eskişehirspor'a karşı birleşmeliyiz..."
Bu kadar kısa bir zamanda
Korku salmıştı ESES...
Tek gücü vardı Anadolu halkının AŞK'ı, sevdası...
Bu sevda öylesine bir sevdaydıki,
Eskişehirspor'a öylesine kutsal bi güç veriyordu ki;
Sevenlerini yüceltiyor, rakiplerine ise korku salıyordu...
Şimşek gibi çakıyordu...
Her çakışında korku büyüyor,
Coşku bentlerini yıkıyordu...
***
Anadolu semalarında birleşen sevda bulutları,
Şimşekler yaratıyordu...
KIRMIZI ŞİMŞEKLER!...
Yağmurlar yağıyor,
Şimşekler çakıyor...
SİYAH ile KIRMIZI'da birleşen yürekler
Yeri göğü inletiyor...
KIRMIZI ŞİMŞEKLER!!!
Onlar ne kanarya,
Ne kartal,
Ne de Aslandı...
Onlar ANADOLU YILDIZI,
Onlar KIRMIZI ŞİMŞEKLER'di...
Sevda yüklü bulutların birleşmesiyle,
Futbolumuzun üzerine çakan KIRMIZI ŞİMŞEKLER!
***
Takım tutmadık biz...
Eskişehirspor'a aşık olduk...
Şampiyonluk peşinde koşmadık...
Onurlu mücadelenin,

Onurlu yaşamanın,
Zevkini tattık ESES sevdamızda...

Sevinmek için sevmedik,
Üçüncü liglere dahi düşsek,
Onurlu bir sevdanın hazzını yaşadık...
Bugün Ondokuz Haziran...
İyi ki doğdun AŞK...
İyi ki yüreklerimizi yaktın ESES...

17 Haziran 2014 Salı

2 Kutuplu Türkiye ve Ekmeleddin İhsanoğlu

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Başbakan sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın çizdiği "Yeni Türkiye" resmi iki kutuplu bir yönetim sistemini işaret ediyor.
ABD'deki başkanlık sisteminin bir benzerini ancak başkanın "padişah" yetkileriyle donatılmış olanını "Yeni Türkiye" düzeninde uygulamaya çalışacaklar.
Başkanlık sistemi ile birlikte gerek iki turlu seçim sistemiyle gerekse yapılacak yasal düzenlemelerle iki partili bir sistem getirilecek.
Bu yeni düşünülmüş bir sistem değil.
AKP'nin kuruluşundan bu yana hazırlanan "Yeni Türkiye" projesinin bir parçası.
Hatta en önemli parçası.
AKP'nin tüzüğüne koymuş olduğu 3 dönem kuralı o günlerde başkanlık sistemine geçiş için biçilen süre idi. 15 yılda bu geçiş sağlanacaktı ve şu ana kadar gördüğümüz bu sistem normal seyrinde devam ediyor.
***
Halkın dini ve manevi değerlerini çok iyi kullanan "karizmatik" lider Recep Tayyip Erdoğan sayesinde ülkemizde (en az) yüzde 30 civarında Tayyip Erdoğan'ın her dediğine biat edebilecek bir halk kitlesi oluştu.
Onu halife olarak gören,
Osmanlı Sultanı olarak gören,
Evliya olarak gören,
Ve hatta çok daha ileri gidenleri hepimiz biliyoruz...
13 yıl içinde böyle bir kitle oluşturuldu.
Bu çok basit bir şekilde yapıldı.
Başörtüsü serbestisi ve kılık kıyafet konusundaki rahatlık...
Bunun dışında İslam adına hiçbir şey yapılmadı.
Bilakis tam aksi oldu.
Çağdaş kölelik sistemi olan Taşeron sistemi Özal ile başladı Erdoğan ile tavan yaptı.
Cumhuriyet döneminde hiçbir zaman ülkemizde kumar bu kadar yaygınlaşmadı, üstelik devlet elinde...
Alkol ürünlerine reklam yasağı getirilirken kumar oyunları teşvik edildi.
Buna rağmen din kullanılarak başbakana biat kültürü ile bağlı olan çok büyük bir kitle oluşturuldu.
***
Başkanlık sistemi için halk hazır.
Bütün direnç noktaları baskıcı bir tutum ile kırıldı.
Halkın çok az bir kısmı artık direnebiliyor.
Hal böyle olunca iki partili sistemde yer alacak ilk parti net olarak belli oldu.
Yeni Türkiye'nin mimarı AKP...
Şimdi ikinci partinin belirlenmesinde sıra.
Bu belirleme sürecini de yine AKP yönetiyor.
İki partili sistemin 2. partisi olmaya aday iki parti var.
Türkiye'nin en köklü, en eski iki partisi
Cumhuriyet Halk Partisi...
Milliyetçi Hareket Partisi...
***
Bu iki partinin Yeni Türkiye sisteminde varlıklarını sürdürebilmeleri için adeta bir soğuk savaş yaşanacak.
Bunun ilk izlerini 30 Mart 2014 Yerel seçimlerinde gördük.
AKP, bu seçimleri "Sağ-Sol" seçimleri bandına oturtup MHP'li seçmenin oylarını çalmaya çalıştı.
Bunu bir çok yerde de başardı:
Bir çok yerel seçim bölgesinde AKP'liler "MHP'ye verirseniz oyunuz CHP'ye gider" propagandası ile Milliyetçi iradeyi tahakküm altına almaya çalıştı.
Böylesi bir propagandaya rağmen MHP oylarını 2 buçuk milyon civarında arttırarak, varlığını sürdüreceğinin işaretini verdi.
AKP'nin 3 milyona yakın oy kaybettiği bu seçimlerde CHP ise çok düşük bir oy artışı ile yeni sistemde zor bir duruma düşeceğinin işaretlerini verdi.
***
30 Mart 2014 Yerel Seçimleri'nin ardından başlayan Cumnurbaşkanlığı seçimi de yine bir soğuk savaş gibi...
AKP adayını henüz net olarak açıklamadı.
Bir takım işaretler veriliyor.
Ancak kesin açıklamalar yapılmıyor.
Bunun sebebi de yapılan anketler...
Anketlerde Recep Tayyip Erdoğan açık ara fark atabiliyor olsaydı aday çoktan açıklanırdı.
Bir de muhalefetin adayının belirlenmemiş olması da bunda etkili olmuştur.
Şimdi anket sonuçları AKP için daha da önem kazanacak.
AKP halkın nabzını tutmayı çok iyi biliyor.
Ekmeleddin İhsanoğlu adının açıklanmasından sonra belki de Recep Tayyip Erdoğan adaylıktan vazgeçecek ve "Yeni Türkiye" projesi rötar yapacak.
***
MHP Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de yeni sistemin ikinci partisi olma yolunda önemli bir adım attı.
Devlet Bahçeli'nin "Çatı Aday" formülü CHP'nin elini ayağını bağladı.
Ve sonuçta zamanında merhum Alparslan Türkeş'in danışmanlığını da yapmış olan, Türkiye'nin yetiyştirdiği en önemli bürokrat ve bilim insanlarından biri olan Ekmeleddin İhsanoğlu adı üzerinde iki parti uzlaşmak durumunda kaldı.
Her ne kadar adayı CHP açıklamış olsa da, anlaşılan o ki, MHP'nin önerdiği bir aday ve CHP de bunu kabullenmek durumunda kaldı.
Doğru olan da buydu zaten.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde R. Tayyip Erdoğan'ın halkın dini ve milli hissiyatını kullanarak propaganda yapamayacağı bir aday var artık karşısında.
AKP'nin bu noktaya ortaya koyabileceği tek eleştirel nokta CHP ve MHP'nin uzlaşmış olmasıdır.
***
CHP ve MHP arasında yapılan bu uzlaşma halkımız açısından tarihi bir uzlaşma olmuştur.
AKP, hem bu uzlaşıdan dolayı hem de MHP'nin Yeni Türkiye projesinde ikinci parti olma yolunda emin adımlarla ilerliyor olması sonucunda hırçınlaşıyor ve yandaşlarınca Ekmeleddin adıyla alay etmekten öteye bir eleştirel yaklaşım getirilemiyor.
MHP lideri özellikle son 1 yılda yürüttüğü politikalar sayesinde, AKP'nin milliyetçi ve mukaddesatçı söylemlerle kendi tabanının erimesine mani oldu ve daha da ileri giderek böylesine yoğun bir karapropagandaya karşı oylarını en çok arttıran parti durumuna getirdi partisini.
Dikkat ederseniz AKP son zamanlarda sürekli MHP'nin CHP ile ittifak yaptığı yönünde algı yönetimi yapmaya çalışıyor.
Bunun tek sebebi, Yeni Türkiye projesinde karşılarında MHP gibi milli ve manevi değerlere sahip bir partinin değil, geçmişte Türkçe Ezan, Başörtüsü Yasağı gibi din karşıtı eylemlerde ön plana çıkan CHP'nin olmasını istiyor olmalarıdır.
Sırf Türkçe ezan ve başörtüsü yasağını kullanarak CHP'yi yıllar boyu çok kolay bir şekilde saf dışı bırakabilirler.
Ancak MHP onlar için her an iktidarı kaptırabilecekleri bir parti durumundadır.
***
Sosyal Medya ve fısıltı gazetesini çok iyi kullanan AKP yandaşlarının Ekmeleddin İhsanoğlu adının açıklanmasıyla birlikte MHP'ye yönelik tek eleştirileri bizi doğrular niteliktedir.
Söyledikleri tek şey, "Yıllar önce savaştığınız, şehit Ülkücülerin katilleri ile ittifak mı yapacaksınız?" şeklindeki safsata oluyor...
Binlerce askerimizin, binlerce polisimizin, binlerce vatandaşımızın katili olan terör örgütü ile müzakere yapanların kendileri olduğu gerçeğini bir kenara bırakarak 40-45 yıl önceki yaraları kaşımaya çalışıyorlar.
Hatta ülkenin yeniden bir "sağ - sol çatışması"nın içine düşmesi için adeta dua ediyorlar...
Sonuç itibariyle baktığımız vakit MHP, bu süreçte son derece akıllıca politikalarla üstlendiği misyonun sonsuza dek savunucusu ve bayraktarı olacağını bir kez daha göstermiştir.
Ekmeleddin İhsanoğlu, gibi halkın milli ve manevi değerleri ile aynı doğrultuda bir aday ile yola çıkarak Ülkücü camiayı rahatlatmıştır.
Oyumuz Ekmeleddin İhsanoğlu'na helal olsun...