27 Mayıs 2018 Pazar

MHP ve Ülkücü Camia sokak kavgasına çekilmek isteniyor!

MHP'liler, İP'lilere saldırdı!
Dediler.
Bütün ulusal ve sosyal medyada olayın ilk sıcaklığıyla MHP ve Ülkücü kesim suçlu ilan edildi. MHP'yi bir kaşık suda boğmak için pusuda bekleyen bütün dinamik güçler YALAN VE İFTİRA dolu bu haberle yatıp kalktılar.
Kısa sürede olayın iç yüzü ortaya çıktı.
İP'li bir dangalak yoldan geçen bir kadına sözlü tacizde bulunuyor. Polis olan kadın durumu kocasına haber veriyor ve kocası da arkadaşlarıyla gelip gerekeni yapıyor.
Ortada ne MHP var ne de Ülkücüler var!
Peki olayın aslı ortaya çıktıktan sonra MHP'yi bir anda suçlu ilan edenler nerde?
Hani Hak hukuk adalet!?
***
MHP'liler SP'lilere saldırdı!
Evet saldırdı.
Ancak SP'lilerin saldırısına karşılık verdi MHP'liler.
Şu pusuda bekleyen kronik MHP düşmanları ise sadece ''MHP'liler SP'lilere saldırdı'' diyor.
Sen kalk MHP bayraklarını indirdi, buna müdahale edenlere karşı silah çek, yetmedi rast gele ateş et. Sonra sopayı yiyince ''MHP'liler bizi dövdü!'' diye kıyameti kopar!
***
Yapmayın efendiler yapmayın!
Bu milleti birbirine kinlendirmek için böyle yalan ve iftiralara sarılmayın.
Bu iki olay bize bir kere daha gösterdi ki MHP Genel Merkezi tarafından teşkilatların sürekli olarak provakasyonlara karşı uyarılması son derece isabetliymiş. Seçim dönemine girdiğimiz günden bu yana Ankara'da yaşanan tahrik girişimleri hemen hemen yurdumuzun her yerinde yapılıyor.
MHP bayrakları sökülüyor, pankartlar kesiliyor.
Amaç çok net ortada Ülkücü camia bir sokak kavgasının içine çekilecek ve milletimizin MHP'ye olan teveccühü ''MHP'liler anarşist'' algısıyla durdurulmak isteniyor. Durum çok açık ve net!
*** 
İstanbul Bağcılar'da yaşanan iftira olayı ve Ankara'da yaşanan tahrik olayı MHP ve Ülkücü camianın ne kadar dikkatli olması gerektiği hususunu bir kez daha ortaya koymuştur. Lider Devlet BAHÇELİ'nin 15 Temmuz'dan bu yana devlet idaresi ve hükümet icraatları üzerindeki etkisi, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin çözüm süreci çizgisinden tamamen ayrılıp Kızıl Elma çizgisine gelmesi bazı kesimleri fazlasıyla rahatsız etmiş durumdadır. MHP Lideri sayın Devlet BAHÇELİ'nin erken seçim süreciyle birlikte yaptığı hiç b,r hamleye karşılık veremeyenler şimdi MHP ve Ülkücü camiayı sokakların karanlıklarına çekerek sinsice bir plan kurmaktadırlar.
*** 
MHP Genel Başkanlığı için aday olarak ''MHP'yi iktidar yapacağım, Başbakan olacağım'' safsatasıyla yola çıkan ve İP'i kurararak ''Başkan olacağım'' safsatasıyla Milliyetçi - Ülkücü oy avcılığına soyunan ''DYP'nin çöpü ve hurdası'' sayın Akşener çıktığı meydanları dolduramayınca kirli ve basit oyunların kurgusunda rol oynamaya başladı. Sivas - Madımak katliamında oteli ateşe veren yobazlara ''Gazanız Mübarek olsun'' diye 'yol veren' Karamollaoğlu 3-5 vekillik kapabilmek için MHP üzerine kurulan oyunlara maşa oluyor. Merhum Erbakan Hoca'nın mirasını yiye yiye tüketemeyenler şimdi Fatih Erbakan bu mirasa el koyunca CHP ve HDP'nin tarafında MHP'ye tuzak kurmanın derdine düştü.
***
Kimin ne yaptığından ziyade MHP ve Ülkücü camianın ne yaptığı önemlidir. Mayası VATAN-MİLLET-BAYRAK-EZAN sevdası olan Milliyetçi Hareket'in mensupları bu dönemde daha da uyanık olmalıdırlar. Milliyetçi-Ülkücü Hareket'in Başbuğ'u Alparslan Türkeş'in ''Benim evlatlarım dik başlı değil; BAŞI DİK ANADOLU ÇOCUKLARIDIR!'' sözü bu dönemde daha çok önem kazanmıştır. 
''Bunlar bizim bayrağımızı yırttı''
''Bunlar bizim pankartımızı kesti''
''Bunlar bizim adayımıza ya da Liderimize hakaret etti'' diyerek onların istediğini yapmayalım. Unutmayalım ki, şu 1 aylık süreçte yapılan her türlü fiili ve sözlü saldırının tek amacı vardır; Ülkücüleri sokakların karanlığına çekerek, siyasetin aydınlığından uzaklaştırmaktır. MHP, Lider Devlet Bahçeli'nin yaptığı bilgece hamleler sonucunda milletimizin gönlünü fethetmiş ve 25 Haziran sabahı ''Ya Ülkücüler Devletleşecek, ya da Devlet Ülkücüleşecek!'' idealimize uyanacağımızı görenler bizi durdurmaya çalışıyor, Ülkücülerin Devletleşmesine engel olmanın yollarını arıyorlar.
*** 
Devletimizin Ülkücüleşmesi ya da Ülkücülerin Devletleşmesinin yolu karanlık sokaklardan değil siyasetin aydınlığından geçmektedir. Bir kesim tarafından kirletilen siyaset Atatürk İlkeleri ve 9 Işık'ın gücüyle, Lider Devlet Bahçeli'nin Lider Ülke Türkiye hedefiyle Ülkücüler tarafından temizlenecek, arındırılacak ve Atatürk'ün bıraktığı yerden Kızıl Elma yürüyüşümüz devam edecektir. Lider Devlet Bahçeli'nin dediği gibi; ''Tarihi bir fırsat önümüzde duruyor! Türk Milleti'nin sesi olarak, gönülleri fethetmenin zamanı gelmiştir! Gün doğmuş şafak sökmüştür! Tereddüt göstermeyiniz!''

24 Mayıs 2018 Perşembe

Ülke siyaseti geçmişin karanlığına mahkum edilemez

24 Haziran'da yapılacak olan genel seçimlerin propaganda dönemi büyük bir hızla devam ediyor.
Cumhurbaşbakanı adayları ve milletvekili adayları olanca güçleri ile seçimi kazanan taraf olabilmek için yarışıyor.
Bu seçimler ülkemizde hiç tükenmeyen siyasi kutuplaşmayı ''CUMHUR İTTİFAKI'' ve ''MİLLET İTTİFAKI'' adlarıyla resmileştirmiş oldu.
Bu seçimlerde 2 kutup yarışacak.
BU iki kutup halka kendilerini anlatarak seçimi kazanan taraf olmak için elinden geleni yapacak.
***
Buraya kadar her şey normal.
Yaşananların hepsi demokrasi kuralları çerçevesinde yaşanıyor.
Bana göre normal olmayan, hatta acayip derecede saçma olan bir durum var bu seçimlerde.
Özellikle Millet İttifakı tarafında olanların hemen hemen tamamı Cumhur İttifakı içinde yer alacağını erken seçim kararının alınmasıyla birlikte açıklayan MHP Lideri Devlet BAHÇELİ'ye ağır eleştiriler getiriyorlar.
Söylemleri de şu:
AKP ve sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN geçmişte hem MHP camiasına hem de Devlet BAHÇELİ'ye seçim meydanlarında ağır eleştiriler getirmiş hatta hakaretler etmişti. Aynı şekilde Devlet BAHÇELİ ve MHP camiası da Cumhurbaşkanı ve AKP'ye ağır eleştirilerde bulunmuştu. Şimdi nasıl olur da Devlet BAHÇELİ ve Ülkücü camia AKP ile bir ittifak kurabilir!?
***
Millet İttifakı mensuplarının bu söylemi halka da yansıyor.
İlk bakışta haklı denilebilir.
Örneğin bir mahalle kavgasında olsa bu durum, evet insanların bir daha bir araya gelmemeleri normal karşılanabilir.
Kaldı ki, günümüzde kan davaları bile sona erdiriliyor, hatta bu kan davalarının sona ermesi için devlet aracı olabiliyor.
Mahalle kavgalarında da durum aynı.
Örneğin bizim mahallede Mediha abla ile Türkan teyze 3 senedir kavgalı idiler ve konuşmuyorlardı. Ramazan başında konu komşu bir araya gelip bu iki ablamızı barıştırdılar. Şimdi can ciğer kuzu sarması oldular.
Ancak bizim bahsettiğimiz durum bir kan davası ya da mahalle kavgası değil.
Biz Ülke siyasetinden bahsediyoruz.
Devlet meselesi,
Ülke meselesi,
Millet meselesi kinle, nefretle çözülmez.
***
Hani bir de atalar sözü vardır.
''Dinime küfreden bari Müslüman olsa'' demiş atalarımız.
MHP ve Devlet BAHÇELİ'yi fütursuzca eleştiren CHP, İYİ PARTİ, SAADET PARTİSİ ve HDP bloğu aynaya dönüp kendilerine bakma gereği duymuyorlar. Çünkü aynaya baktıkları vakit, geçmişte yaşananlar ile siyaset yapılacaksa kendilerinin de nasıl bir araya gelebildiklerine kendileri de hayret edecekler.
Eğer MHP, ''Tüm milliyetçilikleri ayaklar altına aldım'' diyen AKP ile bir araya gelemez ise;
Toplantı salonlarında, mitin alanlarında bir tek TÜRK Bayrağı bulundurmayan, bir tek Atatürk posteri bulundurmayan, olanları indiren, CHP'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün ''Ne Mutlu Türküm Diyene'' sözünü ayakları altına alan, bölücü terör örgütü liderinin heykelini dikme vaadinde bulunan HDP ile nasıl bir araya gelebiliyor!?
Aynı CHP, ülkemizde yaşanan en vahim olaylardan biri olan Sivas Katliamı sırasında belediye başkanı olan ve Madımak Oteli'ni yakanlara hitaben ''Gazanız Mübarek Olsun'' diye seslenen daha sonra bu sözünü dil sürçmesi diye açıklayan Temel Karamollaoğlu ile nasıl bir araya gelebiliyor ve bunların hayal bile edemeyeceği milletvekili sayısını kendilerine armağan edebiliyor.
Aynı CHP, temsil ettiği sol kesimin İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemdeki uygulamalarıyla ''Faşist katil'' olarak tanımladığı Meral Akşener ile nasıl bir araya gelebiliyor ve onun aday olabilmesi için 15 solcu vekili bir ticaret malı gibi İyi Parti'ye nasıl ödünç verebiliyor!?
***
Birilerini eleştirirken insan dönüp kendisine bir bakmalı.
Geçmişte yaşananlar her ne olursa olsun;
Mesele memleket meselesi ise, her parti kendisine daha yakın gördüğü parti ile ittifak yapabilir ve yapmalıdır da.
Burada sorun, bir partiyi eleştirirken eleştirilen eylemlerin daha fazlasını kendilerinin yapmasıdır.
Artık bu siyaset yöntemi bırakılmalıdır.
Mahalle kavgası yapar gibi siyaset yapılmamalıdır.
MHP Lideri Devlet BAHÇELİ'nin yaptığı gibi ''Devlet'in Bekası ve Millet'in huzuru için'' siyaset geçmişin karanlığından çıkartılıp, geleceğin aydınlık yarınları için çalışması sağlanmalıdır.
Özellikle şuursuzca Devlet BAHÇELİ düşmanlığı yapanlar, Devlet BAHÇELİ'yi anlamak için birazcık kafa yorsalar 24 Haziran sabahı Türkiye bambaşka bir dünyaya uyanır.
Ancak birileri geçmişte kendi başarısızlıklarını örtmek ve bugün halkımızın beklentilerini, halkımızın haykırışlarını duyurmamak için körü körüne bir Devlet BAHÇELİ düşmanlığı ile arz-ı endam ediyorlar.
Devlet BAHÇELİ'nin ''Önce Ülkem ve Milletim, sonra Partim ve ben'' sözünü dahi anlasanız siz de Devlet BAHÇELİ'nin dizinin dibine oturur, Türkiye'nin geleceğinin aydınlatılması için çalışırdınız.


20 Mayıs 2018 Pazar

Her şehir ESKİŞEHİR olursa, Türk futbolu çağ atlar!

Öncelikle Süper Lig'de zorlu bir mücadelenin sonunda şampiyonluk ipini göğüsleyen Galatasaray'ı, Süper Lig'e çıkma başarısını yakalayan Rizespor, Ankaragücü ve Erzurumspor ile Türkiye Kupası'nı kazanan Akhisarspor'u ve bu takımlara gönül verenleri kutluyorum.
Bu takımlarımızdan Avrupa kupalarında ülkemizi temsil etme hakkı kazananlara da Türk Milleti'nin bir ferdi olarak üstün başarılar diliyorum.
***
Bugün ulusal medya ve sosyal medyada Galatasaray ve Erzurumspor'un şampiyonlukları kadar Eskişehir kenti de konuşuluyor.
Süper Lig şampiyonu Galatasaray taraftarlarının sadece Eskişehir'de şampiyonluk kutlaması yapamamış olması ulusal basının ve sosyal medyanın gündemindeydi.
Halbuki bu durum ilk defa olmuş değil.
Her sene hangi takım şampiyon olursa olsun Eskişehir halkı Eskişehir'de kutlama yapılmasına izin vermiyor.
Ve her sene ulusal medya bunu ilk defa oluyormuş gibi görüyor sütunlarında.
***
Öncelikle şunu çok net bir şekilde belirtmek isterim.
Eskişehir bir futbol kentidir.
İnsanlar futbol ile yatar futbol ile kalkar.
Eskişehirli, kentinin takımı Eskişehirspor'a öylesine bir sevda beslemektedir ki, Eskişehirspor bu sevda sayesinde bugün Eskişehir'in en büyük markası haline gelmiştir.
Bunu daha net anlatmak için şöyle bir örnek verelim:
Memleketimizin her kentinin meşhur bir ürünü vardır.
O ilin adı geçince hemen o ürün akla gelir.
Bursa denilince şeftali,
Malatya denilince kayısı,
Rize denilince çay
Antalya denilince portakal gibi...
Türkiye'nin neresinde olursanız olun Eskişehir adı geçer geçmez söylenen ilk cümle ''Vaaaayyy ESES'' olur...
***
Kentinin takımına bu kadar sevdalı başka bir kent halkı yoktur ülkemizde.
Türkiye futbol varolduğundan bu yana memleketimizin her yanında GS, FB, BJK takımlarının tutulması nerdeyse farz olmuş durumda.
Çünkü diğer takımlar güçlü değil ve şampiyon olamıyorlar.
İnsanlarımız da ''en azından futbol oyununda bari güçlü olanın yanında olayım da ben de sevinebileyim'' düşüncesiyle bu takımlardan birini tutuyorlar.
1965 yılında merhum Dr. Aziz BOLEL liderliğinde Eskişehirspor kurulur ve ülke genelinde hakim olan ''üç takımdan birini tutma'' zorunluluğu sona erer.
Eskişehirspor öylesine bir mücadele verir ki, sadece Eskişehirlilerin değil, tüm Anadolu insanının sevgisini kazanır.
İşte Eskişehir böylesine kendi kentinin takımına sevdalıdırlar.
***
Futbolun geliştiği hangi ülkeyi ele alırsanız alın, hemen hemen her kenti bir ''Eskişehir''dir.
Her kentin insanı kendi kentinin takımını tutar, hatta kendi kasabasının takımını tutar.
Kent halkı tüm maddi ve manevi imkanlarını kentinin takımı için harcar.
Kendi takımının formasını alır,
Kendi takımının maçına gider,
Kendi takımına üye olur...
Bunun sonucu olarak da kendi kentinin takımı gelişir, büyür ve güçlenir.
Bununla birlikte ülke genelindeki futbol rekabeti daha üst seviyelere çıkar, uluslararası maçlarda bu ülkelerin takımları daha başarılı olur.
Biz de ise durum tam tersidir.
Edirne'den Kars'a, Sinop'tan Hatay'a her kent insanı bütün maddi ve manevi kaynağını sadece 3 takım için kullanır.
Böyle olunca da futbol oyunu ve futbol sektörü üç kulüp arasında döner...
***
Bugün ülkemizde futbol geri kalmışsa, uluslararası alanda bir istisna ile yıllarca övünüyorsak bunun en büyük sebebi kent halkının kendi kent takımına sahip çıkmamasıdır.
Bir kent hariç.
Eskişehir!
Tarihinde hiç şampiyonluk kazanamamış olmasına rağmen, yıllarca alt liglerde hayatta kalabilme mücadelesinin ötesine geçememiş olmasına rağmen, kötü yönetimler sonucunda mali kriz ile boğuşuyor olmasına rağmen, bir kentin insanları kendi kentlerinin takımlarına aşk ile bağlanabiliyorlarsa bütün futbol taraftarları bu insanlara saygı duymalıdırlar.
Bugün bütün futbol kamuoyu ''Eskişehir'de şampiyonluk kutlamasına izin verilmedi'' diye ortalığı velveleye vereceğine ''Şampiyon takımın taraftarları Eskişehir'de kutlama yapmadı'' şeklinde konuşsa çok daha güzel olmaz mıydı?
***
Sonuç olarak, artık Türkiye'de futbol taraftarları şunu bir kez daha anladı ki, Eskişehir halkı diğer kentler gibi değildir. Kendi kentinin takımı amatör kümede de olsa aşk ile bağlıdırlar takımlarına ve herkes de buna saygı duymalıdır.
Son olarak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Eskişehir halkı seçkin özelliklerle bezenmiş bir halktır'' övgüsüne mazhar olan Eskişehirliler, bizleri bu şekilde öven Atatürk'ün ülkemizi işgal eden Yunanlıların bayraklarının dahi ayaklar altına alınmasına müsaade etmediğini unutmamalıyız.
Eskişehirspor taraftarı arma aşkını en iyi yaşayan bir topluluk olarak başkalarının da arma aşkına, forma aşkına, renk aşkına da saygı duymalı ve sosyal medyada bazı görüntüleri paylaşmamalıdır...
''Sevdalar küme düşmez'' derken sevdaların ayakları altına alınayacağı gerçeğini de unutmamak gerekli...

18 Mayıs 2018 Cuma

Saray sofralarını bırakın 'DİŞ KİRASI''na bakın

Efendim ömrü yetenlere bir Ramazan daha geldi çattı.
Her ne kadar, her yeni Ramazan'da ''Nerdeeeee o eski Ramazanlar'' diye hayıflananların sayısı kat be kat artsa da Ramazan ayının farklı bir yeri vardır Türk Milleti'nin hayatında.
Her geçen sene değerleri, tadı, lezzeti eksilse de elde kalan değerleriyle bile güzeldir Ramazan...
***
Evet dedik ya hep kaybediyoruz eski tatları, lezzetleri...
Öyle lezzet dediysek yediklerimizin,içtiklerimizin lezzeti değil; o lezzetlere daha fazlası ekleniyor ancak manevi lezzetler tükeniyor...
Bu sene dikkatimi çeken en acı durum şu oldu:
Eskiden evin erkeği zaman zaman iftar yemeğine geç kalırdı.
Ezan okunurken evin erkeği kan ter içinde koşturarak, sofradakileri daha fazla bekletmemek için çabalardı.
Sofradakiler de okunan ezan ile birlikte sularını içer, zeytin ya da hurma iftariyelik ne varsa birer tane yiyerek iftarlarını açar, evin babasını beklerdi.
Şimdi ise, evin annesi de iftara geç kalabiliyor!
Evet belki de Ramazanların tadını kaçıran en vahim durumlardan biri bu.
Çünkü içinde bulunduğumuz ekonomik şartlar öyle bir hale geldi ki artık evin annesi de bir iş bulup çalışmak zorunda.
***
Her sene Ramazan ayı boyunca TV ekranlarına çıkıp, acıklı İslam tarihi öyküleri anlatan hocaefendiler bu vahim durumdan hiç bahsetmezler...
70-80'li yıllarda kadının çalışması toplumun büyük bir kesiminde hayal bile edilemezken, bugünkü ekonomik durum bunu zorunlu hale getirdi.
Toplumsal hayatın en büyük yaralarından biri budur aslında.
***
Bir de şu saray sofraları var...
Evlerde, lüküs restoranlarda, otel salonlarında koca koca masalara kurulan saray sofraları...
Eş, dost, akraba birbirini daha güzel bir sofrada ağırlama yarışına giriyor...
Fakir - zengin ayrımı yapmak yok artık.
''Efendim ben o davete gelemem, bugün bir iki yoksul ile birlikte bolkepçe lokantasına gideceğim'' deseniz Allah muhafaza sizi tefe koyar tımbır tımbır oynatırlar!
Sonra da karşınıza geçip, Osmanlıcılık oynarlar!
Evet ahali hepten Osmanlıcı oldu!
Ramazan gelince daha bir Osmanlıcı oluyorlar maşşallah!
***
Efendim o kadar kolay mı Osmanlı olabilmek!
Türk Milleti'nin asırlar boyu dünyaya hükmettiği Osmanlı olabilmek hangi babayiğidin harcıdır ki!?
Hani derler ya ''Lafla peynir gemisi yürümez!''
Belki de bugün Osmanlıcılık teraneleri atanların alayının bilmediği bir gelenek var ki, o bile yeter bunların Osmanlıcılık naralarının susmasına.
Kısaca bahsedeyim efendim.
Saray sofralarına kurulmadan önce belki bir okuyan çıkar.
DİŞ KİRASI!
Evet diş kirası...
Osmanlı'da Ramazan aylarının en can alıcı geleneklerinden biridir diş kirası...
Osmanlı döneminde hali vakti yerinde olan mahallenin zengini mahalle ahalisini iftara davet eder...
İftara gelen mahalle ahalisi, zenginin sahip olduğu bütün nimetlerden faydalanır.
Zengin de baş köşeye kurulup, gelen ahaliyi ayağına getirtmezmiş.
Kapıda el pençe divan bekler, muazzam bir saygı ve minnet duygusu ile gelenlere hoşgeldiniz dermiş...
***
Tabii hoşgeldiniz demekle de hoş gelinmiyor.
İftara katılan ve iftar sahibinin sevap kazanmasını sağlayan ahaliye hizmet etmek de vardır o zengin iftar sahibinde.
Çoğu zaman iftar bile açmadan misafirlere hizmet ederlermiş...
Şimdi var mı böyle bir zengin!?
Ya efendiler Osmanlı olmak öyle basit bir mesele değildir.
***
Efendim bitmedi meselemiz.
İftar yemekleri yenilir, tatlılar ikram edilir ve ardından sohbetler, muhabbetler...
Teravih vakti yaklaşınca iftar sahibi zenginimiz yine kapıya dikilir ve gidenleri tek tek kucaklayarak uğurlar, minnet duygularını sunarmış...
Sadece lafta değil tabii ki!
Evden ayrılan her misafire ev sahibi bir hediye verirmiş.
Kadife keseler içinde değerli hediyeler...
İşte bu hediyelere de ''DİŞ KİRASI'' denirmiş...
***
Ecdat, böyleydi işte!
İftarına katıldı, onun sevap kazanmasına vesile oldu, dişleriyle onun ikram ettiği yiyecekleri çiğnedi, zahmet çekti diye o dişlerin kirasını ödeyecek kadar yüce bir gönüle sahip olan ecdadımızın adını bile anmak insanın gönlünü titretmez mi!?
Kolay mı ulen öyle Osmanlı olmak!?
Kolay mı, diş kirası ödemek!?
Haydi bakalım şimdi saray sofralarınıza kurulun da kendinize ''Osmanlıcılık'' masalları anlatın!

16 Mayıs 2018 Çarşamba

İslam, İbadet ve Hakikat

Müslüman coğrafyalarda her Ramazan olduğu gibi bu Ramazan ayında da konuşulanlar belli.
İbadetler nasıl ve ne kadar yapılacak?
Oruç ne vakitten ne vakte kadar tutulacak?
Teravih namazı evde mi camide mi kılınacak?
ve diğer taraftan;
Dünyanın çeşitli bölgelerinde Müslüman'a karşı gayrimüslimlerin zulmü!
Ve tabii ki;
Müslüman'ın Müslüman'a zulmü!
***
Ramazan'ın ilk gününde TV ekranlarında pek meşhur bir hoca efendi ağlamaklı ses tonuyla anlatıyor:
- Alemlere rahmet olan Peygamber efendimiz vefat ettikten sonra Müslümanlar daha çok ibadet etmeye başladı. 5 vakit namaz kılınıyorsa 10 vakit kıldılar. Teheccüd namazını daha uzun süre kılmaya başladılar...
Bu arada fon müziği daha acıklı, hocaefendinin sesi de daha titrek olmaya başlıyor...
Meşhur hocaefendi devam ediyor...
- Sordular onlara. Neden daha çok ibadet etmeye başladınız. Peygamber size bunları emretmedi, Allah size bu kadar ibadet farz kılmadı. Neden siz bu kadar fazla ibadet yapnaya başladınız!?
Hocaefendi susuyor.
Yanık sesli ilahi sanatkarı ağlamaklı ses tonuyla bir dörtlük okuyor, hocaefendi de bu arada soluklanıyor, ses ayarı yapıyor.
Sonra yeniden acıklı fon müziği giriyor ve söz yine meşhur hocaefendide:
- Ne dedi biliyor musunuz!?
Burada ses daha yüksek ve etkileyici.
- Peygamber hayatta iken Onun yüzü suyu hürmetine Allah bize azap etmedi, üzerimize yıldırımlar indirmedi, şimdi Peygamber yok! Şimdi Peygamber yok!
Ses daha ağlamaklı bir hale geliyor.
Hoca ağlayabilir düşüncesiyle kamera gözlere zumlanıyor ama nafile, hoca ağlayamadı.
- Bakınız nafile ibadetler bile 2 - 3 misli daha fazla yapıldı ve farz ibadetlerde mis misli fazlasıyla yapılıyordu. Günde 1 saat Kur'an okunuyorsa bütün gün Kur'an okunmaya başlandı. Haftada 1 oruç tutuluyorsa haftanın 5 günü oruç tutuldu. Ve adam anlatıyor bakın ne diyor: Evet artık Peygamber efendimiz yok, onun için Allah bizim üzerimize yıldırımlar yağdırmasın diye biz artık daha çok ibadet ediyoruz!!!
***
Yani bu hoca efendinin anlattığından ne anlıyor vatandaş.
Allah Müslüman da olsanız sizin üzerinize yıldırımlar yağdırabilir, sizlere büyük afetler yaşatabilir.
Onun için hiç durmadan ibadet edin!
Onlar da öyle yapmışlar.
Bu arada Hz. Ömer katledilmiş!
Hz. Hasan katledilmiş!
Hz. Osman katledilmiş!
Hz. Ali katledilmiş!
İnsanlık tarihinin ve İslam tarihinin en büyük katliamlarından biri olan Kerbela vakası yaşanmış Hz. Hüseyin katledilmiş, Peygamber'in soyu bir soykırıma tabi tutulmuş.
Peki bu katliamları kimler yapmış!?
Yahudiler mi!?
Hristiyanlar mı!?
Mecusiler mi!?
Hindular mı!?
Putperestler ya da Ateistler mi!?
Hayır, hayır bütün bu katliamları o daha çok namaz ibadet yapmaya başlayan Müslümanlar yapmış.
Tabii bu kısım hoca efendinin TV programında yer almadı.
***
Yüzyıllardır mezhep, tarikat, cemaat kavga ve çekişmeleri bir yanda, mezhep savaşları bir yanda ve bir türlü çözülemeyen ibadet meselesi bir yanda...
Ve sonuç dünyaya hakim olan ve dünyayı yöneten gayrimüslimlerin Müslüman milletlere zulmü...
Yüzlerce yıldır mezhepler arasındaki savaşı durduramayan Müslümanların, Filistin'deki, Arakan'daki, Doğu Türkistan'daki, Ortadoğu'da ve dünyanın bir çok yerindeki Müslüman katliamlarını durdurabilmesini ümit etmek benim için hayal bile edilemeyecek bir fasa fisodur!
***
Müslüman ibadet etsin!
Eyvallah!
Peki nedir ibadet!?
Namaz, Oruç, Kur'an okumak, Hacca gitmek (Paran varsa), Zekat vermek!
Otomobili icat etmek ve dünya sermayesine hükmederek bütün insanlığa Allah'ın adaletini ulaştırmak ibadet değilmiş demek ki!
Televizyonu icat ederek, İslam'ın adaletini hoşgörüsünü, güzelliklerini dünya insanlarına en hızlı şekilde anlatmak ibadet değilmiş demek ki!
Yaz yaz bitmez ki!
Ben yazsam da okuması gereken okumaz ki!
***
Yüzyıllardır Müslümanları Namaz, Oruç ve Kur'an okuma ibadetlerine sıkıştıranların vebali daha büyük değil midir bugün Müslümanlara yapılan zulümlerde!?
Dünya ekonomisi neden anlatılmadı bu hoca efendiler tarafından!?
Neden Müslümanlar dünya ticaretinin lideri olamadı!?
Neden Müslümanlar süper güç olamadı!?
Ve neden Allah bütün bu belaları Müslümanlara zulmedenlere değil de ''daha çok ibadet yapma'' derdine düşen Müslümanlara verdi!?
***
Evet...
Allah'a iman etmek ''Allah vardır, birdir'' demekle olmuyor.
Allah'a iman etmek Allah'ı anlamaktır.
Kur'an-ı Kerim'i okumak değil, Kur'an-ı Kerim'i anlamak ibadettir.
Bu daha çok Kur'an okuyanlar Kur'an-ı Kerim'i, Allah'ı ve Peygamberlerini anlamış olsalardı ''Müslüman'ın kanı Müslüman'a haramdır'' ayetine riayet eder ve yüzyıllardır birbirlerinin kanını akıtmak yerine dünyanın her neresinde olursa olsun, hangi din ve ırk mensubu olursa olsun, nerede biz mazlum varsa imdadına yetişip, zalimin kafasını ezen bir topluluk olurlardı.
***
Peygamber Efendimiz (SAV)'in dünya sürgünün sona ermesiyle birlikte fitne çukuruna düşen Müslümanlar aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen bu fitne çukurundan çıkamamış ve halen insanları 7 gün 24 saat namaz kılmaya oruç tutmaya davet ediyorlar!
Bu mendeburlar düşünmüyorlar ki; Allah'ın sevgili kulu, Peygamberi bile onca ibadet yapmasına rağmen zulme maruz kalmış ve dişi kırılmış, topuğundan yaralanmıştı!
Sizin ibadetleriniz daha mı makbul ki, Allah sizi koruyup kollayacak deyyuslar!