27 Mart 2013 Çarşamba

Görmek ve Bakmak - Başbakan versiyonu (2)

Yahudiler kurnazdır.
Kaz gelecek yerden tavuğu esirgemezler.
Bu adamlar bir Müslüman'a durduk yere bir ödül vermezler...
Peki bizim başbakanımıza neden "Üstün Cesaret" ödülü verdi bu adamlar...
Nasıl bir cesaret gösterdi!?
Yahudilerin hoşuna gidebilecek nasıl bir hizmet içinde bulundu!?
Şimdi bunu anlamaya çalışıyoruz.
Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP öncesinde bir belediye başkanlığı dönemi var.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde Yahudilerin hoşuna gidebilecek tarzda bir hizmetine rastlayamadık.
Belki de dedik, Başbakan olduktan sonra ki cesur hizmetleri dolayısıyla bu ödülü peşinen vermek istemiş olabilirler....
***
AKP kurulup, iktidara geçtikten sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakan olmasıyla birlikte Türkiye kendisini yeni bir dönemin içinde bulur. Bu yeni dönem Recep Tayyip Erdoğan'ın çıraklık dönemidir. 
Başbakan'ın kendi deyimiyle, çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerinin ilk yılları...
AKP iktidarının ilk yıllarında hükümet Ottawa Sözleşmesi'ne imza atar.
Ottawa Sözleşmesi, bu sözleşmeye imza veren ülkelerin tüm mayınları yok etmesini ve mayın üretimini durdurmasını öngörür. 3 Aralık 1997 tarihinde imzaya açılan bu sözleşmeye Türkiye 25 Eylül 2003 tarihinde imza atar.
Bu tarihe kadar TC hükümetleri bu sözleşmeye imza verme gereği duymazlar.
Çünkü Türkiye'nin mayınlarını temizleyeceği sınır komşularının hiç birisi bu sözleşmeye katılmamıştır.
Ermenistan, Irak, Suriye, İran...
Bu ülkeler sınırlarındaki mayınları temizlemeyeceklerini bildirmişler...
Gerekçe açık; Güvenlik...
Türkiye de aynı gerekçe ile, yani sınır güvenliği gerekçesiyle bu sözleşmeye imza vermez...
14 Mart 2003 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde kurulan 59. Hükümet en önemli icraatını Ottawa Sözleşmesi'ne imza vererek yapar. Göreve geldikten 5 ay gibi kısa bir sürede bu sözleşmeye imza veren hükümet Suriye sınırındaki mayınları temizleyeceğini beyan eder. 
***
O günlerde bu sözleşmeye imza verilmesi pek de gürültü çıkarmamıştı.
Türkiye 2014 yılına kadar Suriye sınırındaki mayınları temizleyeceğini belirtmişti.
3-4 Yıl içerisinde bu mayınlarının tamamının temizlenebileceği yetkili firmalar tarafından açıkça belirtilirken neden bu kadar uzun bir zaman dilimi verildiğini sancılı geçen bu süreçte anladık.
Hükümet bu temizlik meselesinin epeyce sancılı geçeceğini o günlerde tahmin etmiş olmalı ki, böylesine uzun bir zaman dilimini sözleşmede beyan etmiş.
Şu ana kadar bu sözleşmeye 156 ülke imza vermiş.
İmza vermeyen ülkeler için bir sorun yok, ancak imza verip de bu sözleşmenin gereğini yapmazsanız bir çok yaptırımlar ve yükümlülükler geliyor.
***
AKP hükümeti bu konuda hemen çalışmalara başlar.
Bir ihale kanunu hazırlanır.
Alelacele hazırlanan ihale çeşitli sebeplerle iptal edilir.
2004 yılında ihale yenilenir ve bu noktada İsrail ortaya çıkar...
İhale'de en iyi teklifi veren Pekkan şirketler gurubunun bir ortağı İngilizler diğer ortağı da İsrail'dir.
İsrail firması bu temizlemeyi yapacak teknolojiyi sağlıyor.
Ancak ortak olarak ihalenin de içinde olmak istiyor.
İhale'yi kazanmasa da teknolojiyi vererek yine kazanmış olacak.
İngiliz ortak ise, aynı zamanda petrol işi yapıyor.
Onların teklifi "temizleme işini ücretsiz yapalım ama yeraltı kaynaklarını da biz işletelim" şeklinde.
Yani bölgede yoğun bir petrol rezervi var.
Pekkan şirketi ise, "ben parama bakarım" havasında...
Adeta paravan şirket...
***
Bu ihale süreci CHP'nin anayasa mahkemesine gitmesiyle sekteye uğrar.
Muhalefet ve halk bu mayın temizliği işinde yabancıların olmamasını istiyor.
Özellikle de Filistin büyük bir katliam yapan İsrail'in adının bile geçmesi muhalefeti ve halkı ayağa kaldırıyor.
Hükümet ise, bu temizliğin İsrail olmadan yapılamayacağı görüşünü savunuyor.
Genelkurmay ve Emniyet teşkilatı bu temizliği çok daha ucuza kendilerinin yapabileceğini belirtse de hükümet yapamayacaklarını düşünüyor olmalı ki, bu temizliği yapabilecek tek firmanın İsrailli firma olduğu görüşünü savunuyor. İsrail firması olmadan bu iş olmaz noktasına geliniyor.
Bugünlere geldiğimizde Anayasa Mahkemesi kararıyla duran ihale sürecinin sessiz sedasız yeniden başladığını görüyoruz.
Şubat 2012'de yapılan ihaleye 50'ye yakın firma teklif verir.
Hükümet bu firmaların sayısını 20'ye indirdi.
Kasım 2012'de hükümet nihai ihale sonucunu açıklayacaktı. Ancak bu yapılamadı.
Muhtemelen Suriye'de çıkan iç savaş ve sınırdan ülke topraklarına girerek büyük saldırılar gerçekleştiren Pkk'nın varlığı bu ihale sonucunun açıklanmamasında büyük etken oldu.
***
Kasım 2012'de ihale sonucunun açıklanmaması üzerine yapılan yorumlarda bu temizlik çalışmalarının başlayabilmesi için barış sürecinin başlatımması gerektiği yönünde çeşitli yorumlar yapıldı. Kısa bir süre sonra da hükümet sözde barış sürecini başlattı. Terör örgütü ile gizli yapılan görüşmeler aleni olarak yapılmaya başlandı.
AKP hükümetinin Ottawa Sözleşmesi'ne imza atmasıyla birlikte bu temizliğin yapılması şart oldu.
Bu temizliğin yapılması için de İsrail ile işbirliği yapılmasının şart olduğunu hükümet vurguluyor.
Şimdi düşünüyoruz...
Görmek ve bakmak arasındaki farkı bir kere daha anlamaya çalışıyoruz...
Yaşanan sürece bakıyoruz...
Ve gerçekleri görmeye çalışıyoruz...
Genelkurmay ve Emniyet teşkilatının "bu temizliği biz daha ucuza yapabiliriz" demesine rağmen hükümet İsrail'in bir şekilde içinde olması kaçınılmaz olan bu ihale sürecinde neden bu kadar ısrarcı.
Halkın Filistin konusundaki hassasiyetini bilmesine rağmen bu süreçte ısrarcı olması gerçekten "Büyük Cesaret" değil mi!?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder