27 Mart 2013 Çarşamba

Görmek ve Bakmak - Başbakan versiyonu (2)

Yahudiler kurnazdır.
Kaz gelecek yerden tavuğu esirgemezler.
Bu adamlar bir Müslüman'a durduk yere bir ödül vermezler...
Peki bizim başbakanımıza neden "Üstün Cesaret" ödülü verdi bu adamlar...
Nasıl bir cesaret gösterdi!?
Yahudilerin hoşuna gidebilecek nasıl bir hizmet içinde bulundu!?
Şimdi bunu anlamaya çalışıyoruz.
Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP öncesinde bir belediye başkanlığı dönemi var.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde Yahudilerin hoşuna gidebilecek tarzda bir hizmetine rastlayamadık.
Belki de dedik, Başbakan olduktan sonra ki cesur hizmetleri dolayısıyla bu ödülü peşinen vermek istemiş olabilirler....
***
AKP kurulup, iktidara geçtikten sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakan olmasıyla birlikte Türkiye kendisini yeni bir dönemin içinde bulur. Bu yeni dönem Recep Tayyip Erdoğan'ın çıraklık dönemidir. 
Başbakan'ın kendi deyimiyle, çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerinin ilk yılları...
AKP iktidarının ilk yıllarında hükümet Ottawa Sözleşmesi'ne imza atar.
Ottawa Sözleşmesi, bu sözleşmeye imza veren ülkelerin tüm mayınları yok etmesini ve mayın üretimini durdurmasını öngörür. 3 Aralık 1997 tarihinde imzaya açılan bu sözleşmeye Türkiye 25 Eylül 2003 tarihinde imza atar.
Bu tarihe kadar TC hükümetleri bu sözleşmeye imza verme gereği duymazlar.
Çünkü Türkiye'nin mayınlarını temizleyeceği sınır komşularının hiç birisi bu sözleşmeye katılmamıştır.
Ermenistan, Irak, Suriye, İran...
Bu ülkeler sınırlarındaki mayınları temizlemeyeceklerini bildirmişler...
Gerekçe açık; Güvenlik...
Türkiye de aynı gerekçe ile, yani sınır güvenliği gerekçesiyle bu sözleşmeye imza vermez...
14 Mart 2003 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde kurulan 59. Hükümet en önemli icraatını Ottawa Sözleşmesi'ne imza vererek yapar. Göreve geldikten 5 ay gibi kısa bir sürede bu sözleşmeye imza veren hükümet Suriye sınırındaki mayınları temizleyeceğini beyan eder. 
***
O günlerde bu sözleşmeye imza verilmesi pek de gürültü çıkarmamıştı.
Türkiye 2014 yılına kadar Suriye sınırındaki mayınları temizleyeceğini belirtmişti.
3-4 Yıl içerisinde bu mayınlarının tamamının temizlenebileceği yetkili firmalar tarafından açıkça belirtilirken neden bu kadar uzun bir zaman dilimi verildiğini sancılı geçen bu süreçte anladık.
Hükümet bu temizlik meselesinin epeyce sancılı geçeceğini o günlerde tahmin etmiş olmalı ki, böylesine uzun bir zaman dilimini sözleşmede beyan etmiş.
Şu ana kadar bu sözleşmeye 156 ülke imza vermiş.
İmza vermeyen ülkeler için bir sorun yok, ancak imza verip de bu sözleşmenin gereğini yapmazsanız bir çok yaptırımlar ve yükümlülükler geliyor.
***
AKP hükümeti bu konuda hemen çalışmalara başlar.
Bir ihale kanunu hazırlanır.
Alelacele hazırlanan ihale çeşitli sebeplerle iptal edilir.
2004 yılında ihale yenilenir ve bu noktada İsrail ortaya çıkar...
İhale'de en iyi teklifi veren Pekkan şirketler gurubunun bir ortağı İngilizler diğer ortağı da İsrail'dir.
İsrail firması bu temizlemeyi yapacak teknolojiyi sağlıyor.
Ancak ortak olarak ihalenin de içinde olmak istiyor.
İhale'yi kazanmasa da teknolojiyi vererek yine kazanmış olacak.
İngiliz ortak ise, aynı zamanda petrol işi yapıyor.
Onların teklifi "temizleme işini ücretsiz yapalım ama yeraltı kaynaklarını da biz işletelim" şeklinde.
Yani bölgede yoğun bir petrol rezervi var.
Pekkan şirketi ise, "ben parama bakarım" havasında...
Adeta paravan şirket...
***
Bu ihale süreci CHP'nin anayasa mahkemesine gitmesiyle sekteye uğrar.
Muhalefet ve halk bu mayın temizliği işinde yabancıların olmamasını istiyor.
Özellikle de Filistin büyük bir katliam yapan İsrail'in adının bile geçmesi muhalefeti ve halkı ayağa kaldırıyor.
Hükümet ise, bu temizliğin İsrail olmadan yapılamayacağı görüşünü savunuyor.
Genelkurmay ve Emniyet teşkilatı bu temizliği çok daha ucuza kendilerinin yapabileceğini belirtse de hükümet yapamayacaklarını düşünüyor olmalı ki, bu temizliği yapabilecek tek firmanın İsrailli firma olduğu görüşünü savunuyor. İsrail firması olmadan bu iş olmaz noktasına geliniyor.
Bugünlere geldiğimizde Anayasa Mahkemesi kararıyla duran ihale sürecinin sessiz sedasız yeniden başladığını görüyoruz.
Şubat 2012'de yapılan ihaleye 50'ye yakın firma teklif verir.
Hükümet bu firmaların sayısını 20'ye indirdi.
Kasım 2012'de hükümet nihai ihale sonucunu açıklayacaktı. Ancak bu yapılamadı.
Muhtemelen Suriye'de çıkan iç savaş ve sınırdan ülke topraklarına girerek büyük saldırılar gerçekleştiren Pkk'nın varlığı bu ihale sonucunun açıklanmamasında büyük etken oldu.
***
Kasım 2012'de ihale sonucunun açıklanmaması üzerine yapılan yorumlarda bu temizlik çalışmalarının başlayabilmesi için barış sürecinin başlatımması gerektiği yönünde çeşitli yorumlar yapıldı. Kısa bir süre sonra da hükümet sözde barış sürecini başlattı. Terör örgütü ile gizli yapılan görüşmeler aleni olarak yapılmaya başlandı.
AKP hükümetinin Ottawa Sözleşmesi'ne imza atmasıyla birlikte bu temizliğin yapılması şart oldu.
Bu temizliğin yapılması için de İsrail ile işbirliği yapılmasının şart olduğunu hükümet vurguluyor.
Şimdi düşünüyoruz...
Görmek ve bakmak arasındaki farkı bir kere daha anlamaya çalışıyoruz...
Yaşanan sürece bakıyoruz...
Ve gerçekleri görmeye çalışıyoruz...
Genelkurmay ve Emniyet teşkilatının "bu temizliği biz daha ucuza yapabiliriz" demesine rağmen hükümet İsrail'in bir şekilde içinde olması kaçınılmaz olan bu ihale sürecinde neden bu kadar ısrarcı.
Halkın Filistin konusundaki hassasiyetini bilmesine rağmen bu süreçte ısrarcı olması gerçekten "Büyük Cesaret" değil mi!?

26 Mart 2013 Salı

Görmek ve Bakmak - Başbakan versiyonu (1)

Görmek ve bakmak demiştik anımsayacaksınız...
Bakıp da göremeyenlerden mevzu ettik...
Yani bakar körlerden dem vurmuştuk...
Geçmişten örneklemeler yapmıştık...
Peki günümüzde yok mu bu örneklemelerden...
Elbette var...
Hem de sürüsüyle...
İnsanlık var olduğu günden bu yana olduğu gibi bundan böyle de var olacak bakar körler...
***
Efendim bir başbakan düşünün...
Yüzde doksan dokuzunun Müslüman olarak kabul edildiği bir ülkede dindar bir başbakan...
Beş vakit namaz kılar...
Bunu müteaddit defalar medya önünde ima ettiği için biliyoruz...
Cuma namazlarını kaçırmaz...
Yanındaki tayfaya da sebep olur...
Bayram namazları miting gibidir zaten...
Seçim dönemindeysek mümkün olduğunca daha çok camiye gidilir ve cami girişi çıkışı miting havasına büründürülür...
Fazla lakırdıya gerek yok, anladık ki, sayın başbakanımız oldukça dindar biri...
Her vesile de bunu gördük...
***
İslam dininin düşmanları vardır...
Allah düşmanları...
Peygamber düşmanları...
Bunların en önemlisi hepimizin bildiği üzere İsrailoğulları, yani Yahudiler...
Hem Kur'an-ı Kerim'de hem de Hadis-i Şerifler'de bu İsrailoğulları lanetlenirler...
Müslüman ümmet bunlara karşı sürekli uyarılır...
İslam tarihinde meydana gelen bir çok iç savaş bu Yahudilerin Müslümanlar üzerine oynadıkları oylunlar neticesinde gerçekleşmiş. Yani öylesine fetbazlar ki; Müslüman'ı Müslüman'a kırdırıyorlar yüzlerce yıldır...
Hz. Peygamber'in vefatından sonra başlar oyunlar...
Osmanlı'da bile devam eder...
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de hep vardır bu oyunlar...
***
Ve bir başbakan çıkıyor...
Dindar bir başbakan...
Bütün dindar kesimi etkileyen söylemleriyle ümmetin umudu olur...
Adalet ve Kalkınma Partisi kurulur...
Parti'nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yasağı nedeniyle milletvekili bile olamaz...
Genel Başkan sıfatıyla düşer Amerika yollarına...
Artık onlar mı davet etti, yoksa kendiliğinden mi gitti bilemeyiz...
Fakat şunu biliyoruz ki; dünyanın gelmiş geçmiş en büyük emperyalist gücü olan ABD Başkanı o güne kadar Başkan ya da Başbakan düzeyindeki kişilere bile 1-2 yıl sonrasına randevu verirken, çat kapı gelen AKP Genel Başkanı'nı hemen huzuruna kabul eder...
Şimdi burada bir şeyi atlamamak lazım...
Sayın Genel Başkan belki de Beyaz Saray'ın kapısına dayanıp, daha sonraları İsraillilere "Van Minut" dediği gibi, "Kaçılın ulen önümden başkanınızla görüşücem" de demiş olabilir...
Orasını bilemiyoruz...
O an kanka olurlar...
Yıllar sürecek bir kankalık başlar...
İsimler değişse de AKP Genel Başkanı ABD başkanlarıyla hep kanka olarak kalacaktır...
***
Ne olduysa oldu;
Genel Başkan memlekete gelir gelmez kısa bir süre içersinde AKP tek başına iktidar oldu...
Halkımız dindar ya!
Dedik herhalde bizim arslan yürekli dindar başbakanımız ABD'yi dize getirdi,
Gitti postasını koydu ve gelip ülkede iktidar oldu...
Takvimlerin 2004 yılını gösterdiği zamanlarda;
Çok ilginç bir olay yaşandı...
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yine ABD yollarına düşmüştü...
Oradaki Yahudi lobilerini hepimiz çok iyi biliriz...
Oradaki karagahlarında oturup, "şimdi hangi ülkeyi karıştıralım", Müslümanlar üzerinde hangi oyunu oynayalım" diye düşünüp strateji geliştirirler...
Bunların bir çoğuna "Düşünce Kuruluşu" derler...
İşte böyle bir Yahudi Lobi gurubu bir karar alır...
Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a "Üstün Hizmet Madalyası" anlamna gelen bir ödül vermek...
***
Bu ödül ilk kez bir Müslüman'a verilecekti...
Bu ödül kimlere ve neden veriliyor peki?
Herhangi bir ülkede üst düzey yönetici olmuş kişilere "SİYONİST DAVA" ya yaptıkları hizmetlerden dolayı veriliyor...
Pekala, Recep Tayyip Erdoğan Siyonist dava için nasıl bir hizmet yapmıştıki bu ödül kendisine verildi....
Üstelik sayın başbakan da bu ödülü reddetmedi...
Gitti onların, Siyonistlerin kıyafetlerini de giyerek, bu ödülü aldı...
Demek ki, var bi numara!...
Belki de ilk defa bir Müslüman Başbakan'a verilen bu ödülün veriliş şeklinde de bir değişiklik yapmışlardı Yahudiler...
Mesela "yaptıkları" hizmetler için değil de, "yapacakları" hizmetler için vermişlerdi bu ödülü...
***
Başbakan'ın ödülü almadan önceki icraatlarına baktığımız vakit Siyonist dava için yaptığı bir eylem yok...
Bir söylem yok!
Bir icraat yok!
Bir hizmet yok!...
Zaten olması da mümkün değil, çünkü o dindar bir Müslüman...
Bilakis, Yahudi, Siyonist ve Masonlar hakkında söylemediği laf yok!
Onları pek çok defasında şeytan ile bir tutuyor...
Ödül'den önce bir hizmet yoksa, ödül sonrasına bakmak lazım...
Bakmak lazım ki, bazı gerçekleri görelim...
Biz de bakar kör olmayalım....

25 Mart 2013 Pazartesi

Okçu Yücel ve Kasımpaşa'nın "vefa"lı çocukları...

Yücel Cavkaytar...
Nam-ı diğer, "Okçu Yücel"
Ecdadın vakfına, emanetine ve mirasına sahip çıkan yegane vatan evladı...
Fatih Sultan Mehmed Han tarafından, Kulaksız ile Okmeydanı arasındaki alan okçuluk için vakfedilmiş...
Memleketin gençleri bu alanda okçuluk eğitimi alsınlar ve kendilerini geliştirsinler diye...
Gel zaman git zaman, Okçuluk uluslararası bir spor branşı olur...
Ata sporumuz olan okçulukta ne yazık ki biz yokuz...
Cumhuriyet tarihi boyunca bir tek şampiyonumuz var...
Uluslararası düzeyde şampiyonluk kazanan bu vatan evladı;
Elbette Kasımpaşalı...
Kulaksız'dan...
Yani Fatih Sultan Mehmed Han'ın okçuluk sporu için vakfettiği yerden...
***
Okçu Yücel 1948 yılında dünyaya gelmiş ve küçük yaştan itibaren bu spora gönül vermiş...
14 Yaşına geldiğinde kendisini Milli Forma'nın içinde bulmuş...
Henüz çocuk yaşta Milli Forma'yı giyme şerefine nail olan Yücel Cavkaytar, aynı yıl yani 1962 yılında katıldığı ilk uluslararası şampiyona olan Avrupa Gençler Şampiyonası'nda kürsüye çıkarak Milli Marşımızı çaldırmış, bayrağımızı göndere çektirmiş...
O zamanlar Türkiye'nin ilk ve tek Avrupa Şampiyonu okçusu olarak Türkiye'de yılın sporcusu seçilmiş...
Aradan yıllar geçti Yücel Cavkaytar halen "ilk ve tek" olma ünvanını elinden bırakmadı...
Okçu Yücel, gençliğinin baharında,
Başarıdan başarıya koyarken amansız bir hastalığın pençesine düşer...
Genç bedeni bu hastalığa daha fazla dayanamaz ve 1967 yılında, henüz 19 yaşındayken hayata veda eder...
***
Kulaksız'da mütevazi bir kabristana defnedildi...
Başarılarıyla devleşen o koca yürekli genç adam yılın sporcusu seçildiği ülkemizde çok çabuk unutuldu...
Onun açtığı yoldan kimseler gidemedi...
Onun emanetine kimseler sahip çıkamadı...
O henüz çocuk yaşta Fatih'in emanetine sahip çıkarken, onun bıraktığı emanete kimseler sahiplenmedi...
O gün bu gündür bir tek şampiyon bile çıkaramadık...
Ölümünün ardından kısa bir süre üzülenler çok oldu...
Ailesi ve yakın arkadaşlarının yaşadığı acı yıllarca dinmedi...
***
Okçu Yücel'in ölümünün üzerinden 45 yıl geçti...
Nerdeyse yakınları bile Onu unutmuştu...
Sonra birileri çıktı ortaya...
Onun öldüğü yaşta gençler...
Onun gibi pırıl pırıl vefalı gençler...
Onu hiç görme şansı olmadan,
Onu tanıma fırsatını yakalayamadan Onu hatırladılar...
Onu sevdiler,
Onun manevi şahsiyyetine sahip çıktılar...
Onlar Kasımpaşa'nın "vefa"lı çocuklarıydılar...
Onlar Arma Altı Tayfa gurubunun pırıl pırıl gençleri...
***
22 Mart 2013...
Okçu Yücel'in ölüm yıldönümüydü ve Yücel Cavkaytar'ın mezarı başında sadece onlar vardı...
Ve onlar yine tribünlerde yoktular...
Ve onlar yine ARMA yoksa biz de yokuz diyorlardı...
Ve onlar yine yüreklerdeydiler...
Vefa'nın sadece İstanbul'da bir semt olmadığını bir kez daha hepimize gösterdiler ve yüreklerimizdeki yerlerini taçlandırdılar...
Teşekkürler çocuklar...
Teşekkürler Arma Altı Tayfa...
Yüreğinize, emeğinize sağlık...

24 Mart 2013 Pazar

Görmek ve Bakmak...

Görmek ve bakmak arasındaki farkı anlamak önemlidir...
Bakarsınız ama göremezsiniz...
İşi gücü bırakıp her konuda bir lakırdı ettiklerini düşündüğümüz atalarımız,
Bu konu hakkında bir şeyler söylemişler...
Bu durumu çok iyi anlatan bir atalar tanımlaması var...
Bakıp da göremeyenler için Anadolu'da;
"BAKAR KÖR!"
Derler...
Çok açıkgözlerdir bunlar,
Sürekli bakarlar,
Fırıldak gibi döner gözleri...
Her yere bakarlar ama göremezler...
***
Tanrı...
İlah ya da Rab...
Ecnebiler daha farklı kelimeler kullanırlar...
Biz Türkler Tanrı deriz...
Araplar Rab ya da İlah derler...
Bizim Tanrımız, Allah'tır...
Allah'ın 99 ismi daha vardır...
Bu isimlerinden birisi de "Zahir"dir...
Yani "görünen" anlamında...
Şekil olarak göremezsiniz, çünkü O, şekilden münezzehtir...
Kainatta bir toz zerresinden, gezegenlere kadar,
Her şeyin yaratıcısı olan Allah, şekil ve maddeden münezzehtir...
Peki neden Zahir'dir, yani neden görünendir...
Şeklen madden görebiliyor muyuz!?
Elbette hayır...
***
Allah'ı görebilmek aslında çok basittir...
Aynanın karşısına geçip,
Bakmak ile görmek arasındaki farki anlayarak,
Aynadaki yansımamızı görebilsek, Allah'ı da görebilmişiz demektir...
Allah'ın yarattığı en mükemmel yaratık olan insan kendinde Allah'ı göremiyorsa,
İşte o bakar kördür...
Bakar ama göremez...
O insan bir kronik vakıadır, elden bir şey gelmez...
***
Allah'ı göremeyen, Allah'ın gösterdiklerini görebilir mi!?
Elbette göremez...
Baktığı her güzellikte,
Allah'ı göremiyorsa bir insan hiçbir hakikati göremez...
Güzel bir çift göz görür, bakar o gözlere...
O güzel renklere hayran olur,
Fakat ne o gözlerdeki manalı bakmaları anlayabilir,
Ne de o güzelliği yaratan Allah'ı görebilir o gözlerin içinde...

***
Allah çok büyük mucizeler vermiş bizlere...
Kendisini görelim, O'nu anlayalım diye...
Anlamamışız, bakıp görmemişiz...
Peygamberler yollamış...
Onları vesile kılıp bizlere seslenmiş...
İyilik yapın,
Birbirinize zulmetmeyin,
Yetim hakkı yemeyin,

Dünyanın zenginliğine aldanmayın,
Dünyadaki güzelliklere kanmayın,
Ölçüde dürüst olun,
Ticarette sahtekarlık yapmayın,
Fukaraya yardım edin,
Komşularınızla iyi geçinin,
Zalimlere karşı direnin,
Zulme boyun eğmeyin...
Pek çok öğütte bulunmuş bizlere...
***
Son olarak "Sevgilisini" göndermiş bize...
Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa'yı...
Aynı öğütleri O'nun vesilesiyle bir kere daha tekrarlamış...
Canlı yayın gibi...
O an o insanların en şereflisinin vesile olduğu öğütleri bile bakıp göremeyenler,
Duyup anlayamayanlar olmuş...
Ne korkunç geliyor değil mi bizlere...
İnsanların en hayırlısını canlı canlı göreceksin ve O'nun bizlere ulaştırdığı Tanrı'nın öğütlerine kulak tıkayacaksın...
Ne garip!
***
O, Tanrı'nın yarattıklarına gönderdiği son elçi...
Son söz söylenmiş artık...
Ötesi berisi yok!
"Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve Allah'tan başka şefaatçi aramayın, sizlere ancak Allah şefaat edecek!" denilmiş...

Gerçekleri gördüğünü sananlar bile, meğerse gerçeklerden çok uzakmışlar...
Alemlerin Sultanı, Allah'ın rahmetine göçtükten hemen sonra,
Başlamış yine kardeş kavgaları...
Hz. Osman şehit edilmiş...
Hz. Hasan...
Hz. Ali...
Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt...
Meğerse görmemişler,
Bakar körlermiş hepsi...
***
Allah BİR...
Kur'an BİR...
Resul BİR...
Gidilen yol BİR...
Denilmiş ama;
Önce mezheplere,
Sonra da tarikatlara ayrılmışız...
Zaman ilerledikçe bölündükçe bölünmüşüz...
BİR lafta kaldı....
Biz bölündükçe bölündük,
Bölünmekle kalmadık, şaşkınlardan olduk...
Sapkınlardan olduk...
***
Liderler peygamber gibi görülmeye başlandı....
Allah'tan başka şefaatçilerin peşine düşüldü...
Yaşayan insanlara öğütler veren Kur'an-ı Kerim,
Ölülere rahmet olsun diye, anlamadan okundu...
Kur'an süslenip püslenip duvara asılırken,
Bazı liderlerin kitapları "gökten inmiş gibi" sahiplenildi...
***
Bakıyoruz ama göremiyoruz...
Hakikatler nerdeyse gözümüze girecek biz halen bildiğimizi okuyoruz...
HZ. Ali;
"Edebin ne kadar güzel olduğunu görebilseydiniz, Allah'tan rızık değil edeb isterdiniz" dedi ama;

Biz daha da zengin olabilmek için türlü çeşitli rızık duaları icat ettik...
Rızık peşine düştük...
Halbuki Tanrı; "Örümceğin sindirim sistemini yaratan Tanrı" onun rızkını da vermişti...
Elbette biz gafillere de rızık garantili bir yaşam verildi...
Ama biz yetinmedik,
Daha çok rızık peşinde koştuk...
Hz. Osman, Halife olduktan sonra bütün servetini tüketirken,
Günümüzde o makama yakın makamlarda olanlar servetlerine servet kattılar...
Biz bunu bile göremedik...
Hz. Ebubekir hep harcadı servetini...
Hz. Ömer serveti olmasa da manevi servetini insanlar arasında adaleti sağlamak için harcadı....
Hz. Ali ise; zaten hep fukara idi...
Evlenirken bile o dillere destan kılıcını satarak evlenmişti...
Biz bu gerçekleri göremeyip yine rızık peşinde koştuk...
***
Elma'nın yanına armut, armutun yanına, karpuz, karpuzun yanına, portakal, portakalın yanına, kavun...
Hep elimizde olanın yanına bir şeyler daha eklemenin derdine düştük...

22 Mart 2013 Cuma

Barış Süreci kimin için!? (2)

Öyle ya kardeşim!
Madem bir barış sürecinin içine girdik...
Madem ki, bebek katili teröristler ile, kanın durması için pazarlığa oturduk...
Madem ki, Ergenekon da bir terör örgütü...

Buyrun o zaman barış ve demokrasi için Ergenekoncularla da oturun pazarlık masasına...
Her ne kadar onların üzerine henüz bir suçu sabitleyememiş olsanız da;
Her ne kadar onların suçsuz olduklarını kendiniz de biliyor olsanız da,

Size göre onlar da bir terör örgütü (!)...
****

Bebek katili ile müzakere masasına oturdunuz...
O halde buyrun Ergenekon ile de oturun masaya...
Ama yapamazlar...
Yürekleri yetmez...
Çünkü onların gerçek amacı barış, kardeşlik, demokrasi falan değil...
Onların gerçek amaçları Atatürk ve silah arkadaşları tarafından,
Yedi düvele karşı verilen şanlı Kurtuluş Savaşı sonrasında, kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti'ni yok etmektir!
O günlerde işgalcilerle işbirliği yapan,
Amerikan mandası, İngiliz mandası peşinde koşan zihniyet,
Bugün barış ve demokrasi masalıyla insanlarımızı kandırıp ülkemizi bölünmenin eşiğine götürüyorlar...
***
Bunu aşama aşama yaptılar...
Faşist 12 Eylül Cuntacılarının açtığı yol üzerinde emin adımlarla ilerleyen günümüz iktidarı, halkı din sömürüsü ile uyutup hain emellerini gerçekleştirme yolunda ilerliyor...
Cumhuriyet tarihi boyunca tüm başbakanların yapmış oldukları "örtülü ödenek" harcamalarını nerdeyse 10 misli aşan bir başbakan kendisine saraylar yaptırırken, halk açlık sınırın çok altında kalan asgari ücretle karnını doyurmaya mahkum ediliyor. Ve bunun adı da "adalet" oluyor...
Üç beş zengin zümre paralarına para eklerken, büyük bir lüks içinde yaşarken fukara halk devlet yardımı ile geçinmeye çalışıyor. Ve bunun adı da "Kalkınma" oluyor...

ABD ve İngiltere'nin destekleriyle hükümet olan, bir Yahudi kuruluşundan "nişan" alan ilk Türk Başbakanı olarak tarihe geçen R. Tayyip Erdoğan'ın başkanlık ettiği ve bu güne kadar ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren bir oluşum var ve bunun adı da "Parti" oluyor...
Oldu mu size Adalet ve Kalkınma Partisi!
***
Barış ve demokrasi süreci diye bu halkı kandıramayacaksınız artık!
Teröristlerle el ele verip, bu ülkenin komutanlarını, gazetecilerini, yazarlarını, bilim insanlarını, siyasetçilerini kodese tıkmanızın mantığını bu millete artık masallarla anlatamayacaksınız!...

Biz biliyoruz!...
Seçimlere 1 yıl gibi bir zaman var...
Bu 1 yıllık zamanın ilk 3-4 ayı içinde, (içinde bulunduğumuz dönemdir) bu hain planlarınızı uygulayacaksınız...
Sonra yıllardır tek başınıza iktidarda olmanıza rağmen, bir türlü çözmediğiniz başörtüsü meselesini ortaya atacaksınız...
MHP size "Gelin bu meseleyi kökünden halledelim" çağrısı yaptığında siz; "henüz zamanı değil!" demiştiniz. İşte şimdi zamanı geldi. Bu ihanet planlarını halkın gözünden başrörtüsünü örterek gizleyeceksiniz...
Ama hayvan terli...
Artık bu millet sizin bu oyunlarınızı yemiyor!
***
Aziz milletimin...
3-4 aylık sürecin sonunda başörtüsü meselesi birden hortlayacak...
Şimdiden bunun altyapısı hazırlanıyor...
Bu ihanet planları sonuca ulaşmak üzere olduğu sıralarda bu iktidar sizi başörtüsü ile oyalayacak...
Yapay başörtüsü mağdurları türeyecek...
Bunlar yine mağdur edebiyatı ve din sömürüsü yapacak...
Türkiye Cumhuriyeti'nin temeline dinamitler yerleştirilirken bunlar sizi başörtüsü ile oyalayacaklar...
2014 Mart seçimleri arefesinde meydanlara çıkıp;
"Bize oy verin, bize oy verirseniz başörtüsü yasağını tamamen kaldıracağız" diyecekler...
Sizin dini inancınız gereği başınıza örttüğünüz örtüyü bunlar siyasi simge haline getirip çarşı pazar dolaştırıyorlar...
Örtünüz namusunuz ise eğer; namusunuza sahip çıkın, onu siyasi malzeme yapmalarına müsaade etmeyin...

21 Mart 2013 Perşembe

Barış Süreci kimin için!?

İktidara geldiği günden beri bizi süreç kelimesine çok alıştırdı AKP...
Sürekli yeni süreçler başlıyor...
Her şey kademe kademe ilerliyor...
Yeni süreç hepimizin malumu...
Barış ve Çözüm süreci...
Analar ağlamasın süreci...
Kan dursun süreci...
***
Ortada bir terör örgütü var...
Bütün dünya ülkeleri tarafından kabul edilmiş bir terör örgütü...
Yani dünyanın her yerinde bu örgüt terör örgütü olarak benimsenmiş...
Çöreklenmeye çalıştıkları bir çok ülkede bunlara karşı operasyonlar yapılıyor...
Uluslararası bir boyuta varmışlar artık...
Bir çok Avrupa ülkesi dahil olmak üzere, her yerde eylemler yapıyorlar...
Farklı ülkelerde tv kanalları kuruluyor...
Uluslararası uyuşturucu ticaretinin içindeler...
Bugüne kadar;
Çocuk, genç, yaşlı, sivil, asker, polis, korucu, kadın, erkek, Türk, Kürt ayrımı gözetmeksizin,
Onbinlerce insanın ölümünden sorumlular...
Toplu katliamlara imza attılar...
***
Örgüt ele başı yakalanarak hapse atıldı...
TBMM'de yapılan oylamada,
MHP Milletvekillerinin dışındaki bütün milletvekillerinin oylarıyla idamdan kurtuldu...
Devlet bu adamı yıllardır besliyor...
Yakalandığı günlerde "Ne isterseniz yaparım" diye adeta yalvaran adam,
AKP'nin süreçleri sayesinde bugün TC Devleti ile pazarlık masasına oturmuş durumda...
Ülkemizin her yerinde terör örgütünün paçavrası sallanıyor...
Apo'nun posterleri rahatça dolaştırılırken,
Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk'ün posteri ve Türk bayrağı tahrik unsuru olarak görülüyor...
Zaman zaman resmi dairelerden bayraklar indirildi...
Zaman zaman elinde bayrakla dolaşan vatandaşların ellerinden bayraklar alındı...
Bursa'da bir maç öncesinde kardeş ülke Azerbaycan'ın bayrakları toplatılıp çöp kutularına atıldı...
***

Bebek katillerinden oluşan terör örgütü ve yaşanan süreç özetle böyle...
Bir de iddialara göre terör örgütü olan bir yapılanma var...
TC savcıları devletin üst düzey komutanlarının,
Gazetecilerin, yazarların, siyasetçilerin, bilim insanlarının terörist olduklarını
Ve bunların bir araya gelerek Ergenekon terör örgütünü kurduklarını iddia ediyorlar...
Peki işledikleri suçlar nelermiş!?
Tek tek saymaya gerek yok...
İsnat edilen bütün suçlar henüz plan aşamasında...
Eylem yapılmamış...
Kimse öldürülmemiş...
***
Mesela bir Yalçın Küçük hangi bebeği öldürmüş olabilir!?
Bir Engin Alan kaç kere pusu kurup kaç askeri kurşuna dizmiş olabilir...
Bir Sinan Aygün uyuşturucu ticaretinin başında olabilir mi!?

Bir Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ hangi Jandarma Karakolu'na baskın emrini vermiş olabilir!?
Sorular çoğaldıkça çoğalabilir...
Ama cevaplar hep aynı olacak...

Bu kişiler plan yapmaktan öteye bir şey yapmamışlar, tabii ki o da iddia...
İspat edilmiş bir plan yok ortada henüz...
***
Karşımızda iki fotoğraf duruyor...
Birinde kan, gözyaşı, kin, nefret, ihanet...
Diğer fotoğrafta ise;
Kocaman bir soru işareti...
AKP Hükümeti şimdi yeni bir süreç başlattı...

Barış ve Çözüm süreci...
Bu süreç sadece terör örgütü olduğu bütün dünya tarafından kabul edilmiş, yaptığı katliamlar apaçık ortada olan bölücü hainler için çalışıyor.
Yıllardır süren tutukluluk ve yargı sürecine rağmen henüz haklarında kesinleşmiş hiçbir suç bulunmayan,
Devletin, komutanı, askeri, polisi...
Bu milletin bağrından çıkmış yazarı, bilim insanları için bu süreç işlemiyor...
Tam tersi, adeta eli kanlı teröristlerin özgürlüğü için mücadele verilirken, onlarla mücadele edenlerin mahkumiyeti için mücadele ediliyor...
***
Madem bu süreç bir barış süreci hiç bir suçları sabit olmayan,
Yıllardır yargılanmalarına rağmen henüz ispat edilmiş hiç bir suçları bulunmayan Ergenekon sanıkları, eli kanlı katiller kadar barış ve çözüm müzakaresi yapmayı haketmiyorlar mı!?
Madem bu ülkeyi bir barış sürecinin içine sokacaksınız neden Ergenekon sanıklarıyla da müzakereler yapmıyorsunuz!?
Bunu yapabilirler mi!?

Yapamazlar...
Çünkü...

(Sağolsun dostlarımız uzun yazı okumaktan sıkıldıkları için yazımıza yarın devam edeceğiz)

17 Mart 2013 Pazar

13 Yaşındaki çocuk nasıl öldürüldü!

Sezeryan'ı tartışırken bu ülkede;
Bir anda kadın cinayetleri aldı başını gitti...
Canı sıkılan karısını bıçakladı, kurşunladı, dayaktan gebertti...
Üç çocuk, beş çocuk derken;
Memleket utanç vesikası niteliğinde haberlerle sarsıldı...
13 Yaşında bir kıza onlarca kişi tecavüz ediyor...
Sonra bu kahpe evlatları mahkum ediliyorlar...
Ve mahkeme heyeti bu kahpe çocuklarına "İyi Hal" indirimi veriyor...
Bu kez 14 yaşında bir kız çocuğu...
Yine tecavüz...
Kahpe çocuğu yakalanıp hapse atılıyor ve mahkeme heyeti yine sahne alıyor...
Hapiste namaza başlayan kahpe evladına "İyi Hal" indirimi geliyor...
Yine basına düşen bir haber...
13 Yaşında bir çocuk...
Adı Ahmet...
Akranları gibi o da okula gidiyor...
Okul çıkışı, haftada 100 lira kazanıp ailesinin açlık sınırının üstüne çıkabilmesi için mücadeleye ortak oluyor...
***
Ahmet çalıştığı işyerinde, yerleri süpürecekti...
Temizlik yapıp, çalışanları çay getirecek,
Boşları toplayıp mutfağa götürecekti...
Ama öyle olmadı...
Zenginliğine zenginlik katmak için her şeyi göze alan patron;
Bu kadar parayı çay için mi vereceğim sana deyip,
Oturttu Ahmet'i devasa pres makinasının başına...
Henüz çocuk yaşta olan Ahmet bilemedi...
Bilseydi kafasını uzatır mıydı o canavarın ağzına...
Preste ezildi Ahmetçiğin kafası...
***
Patron telaşla çocuğu kaptığı gibi hastaneye koşturdu...
Trafik kazası deyip tedavi ettirmeye çalıştı...
Ahmet'in yaşayıp yaşamayacağını düşünüyordu...
Ama Ahmet için değil, kendisi için...
Ahmet ölürse biliyordu kendisinin hapse atılacağını,
O sebeple yalan söyledi, aracın plakasını da alamadık dedi...
***
Çok şükür ki, halen insanlığını yitirmemiş doktorlarımız var...
Patronun dediklerine inanmayıp, polise bilgi verdiler...
Cinayet masası araştırma yaptı...
Olay bir cinayetten ibaretti...
Eğer herhangi bir sürpriz çıkmazsa ortaya o katil patron hapse atılacak...
Bebek Katili'ne özgürlük istemeyi suç olmaktan zıkaran o mahkemeler,
Bakalım Ahmet'in katili için de iyi hal indirimi verecekler mi!?

14 Mart 2013 Perşembe

Yine tecavüz suçlusu ve yine "İYİ HAL" indirimi!!!

Referandum öncesi yargı sisteminde yapılacak değişiklikler ile yargının bağımsızlaşacağı, ve çok daha iyi çalışacağı zırvalarına kananlar, eminim şimdi Allah ile yüz yüze geldikleri an olarak kabul edilen secde'ye vardıklarında büyük bir huzur içindedirler. Referandum sonrasında öylesine garip mahkeme kararları ile karşılaşmaya başladık ki; bu kararları hiçbir vicdan, hiç bir din, hiç bir insani değer kabul edemez! 14 Yaşında bir kız çocuğuna tecavüz eden deyyus, suçu sabit bulunup hapse girdikten sonra namaza başlamış. Ve bunun sonucunda da mahkeme heyeti "iyi hal" indirimi uygulamış kendisine...
***

14 Yaşında bir kızcağız...
Henüz çocuk...

Çocukluktan çıkıp genç kızlığa ilk adımlarını atacağı çağda...
O kız çocuğunun bu tecavüz olayı sonrasında yaşadığı psikolojik travmayı hangi birimiz tahayyül edebiliriz...
Ya anacığının...

Ya babasının yaşadığı ruh hali...
Ağabeyi!?

Yakınları!?
Arkadaşları!?
Ve tecavüze uğrayana kötü gözle bakıp tecavüz edene sesini bile çıkarmayan yavşak toplum kitlesi...
Eminim ki, o kızın yakınlarında bulunanlar,

Tanıyanlar,
Bilenler,
Bu "iyi hal" indiriminden habersizdirler!
Ve yine eminim ki, bu yargı sisteminin başımıza bu çorapları örmesi için EVET oyu kullanmışlardır...
***
Düşünmek bile çıldırtabiliyor insanı...
Bir kahpe evladı...
Zonguldak'ta...
24 Yaşında...
Belki onun da aynı yaşta bir kız kardeşi vardır...
Ya da yeğeni...
Dayısın kızı...
Bir arkadaşının bacısı da olabilir...
Mutlaka çevresinde o yaşta bir kız evlat vardır...

O çocuk yaştaki kıza tecavüz ederken onlar aklına geldi mi acaba hiç!?
Böylesine haysiyyet yoksunu, bir insanlık müsveddesi...
21 Yıla mahkum olmuş ve içerde namaza başlamış...
Cübbe..
Sarık...
Şalvar...
Sakal...
Her şey tastamam...
***
Mahkeme heyeti durumu görüp basıyor iyi hal indirimini...
Kimsenin umurunda bile olmuyor...

Belki çoğu kişi okuduğu gazetede bir köşeye sıkıştırılan bu haberi farketmedi bile...
Cumhur suskun...
Cumhurbaşkanı suskun...
Millet suskun...
Milletin vekili suskun...
Aileden Sorumlu Devlet Bakanı...
O da suskun, görmüyor, duymuyor...
Başbakan...
O çok meşgul, her gün tv kanallarına çıkıp "En az 5 çocuk yapın" diye halka nasihat edin...
Öyle ya siz bol bol çocuk yapın,
Kahpe evlatları o çocuklara tecavüz etsinler,
Sonra abdest alıp namaz kılarak iyi hal indirimini kapsınlar...

Oh ne ala memleket...
***

Bu aziz milletin ne hale geldiğini görün işte...
Böylesine utanç verici bir olayda bile susuyorsunuz!
Görmüyorsunuz!

Duymuyorsunuz!
Bir çocuğa tecavüz edilmiş ve tecavüz eden deyyus namaza başlamış iyi hal indirimini kapmış...
Size değil mi ya!
Siz gidin Şınayder için havaalında yatın günlerce...
Drogba için muhteşem karşılama törenleri yapın!
Cinsiyet değiştiren kadının, kadın olarak mı yoksa erkek olarak mı emekli olacağını tartışın siz ey ülkemin medyatörleri!

Milliyetçiliği ayaklar altına alan başbakan, bir kez de şu tecavüzcüleri ayaklarının altına alsan ya!

11 Mart 2013 Pazartesi

Taraftar, medya ve polis...

Defalarca yazdım...
Bu memleketin en sahipsiz ve en büyük kitlesi "Taraftarlar"dır...
Yargılanmadan suçlu ilan edilen başka kim vardır bu memlekette...
Maç öncesi ya da maç sırasında,

Akla hayale gelmedik muamelelere tabi tutulan başka hangi kitle vardır bu memlekette...
Ben Eskişehir'de Atatürk Stadı'na girerken ayakkabılarım dahi çıkartılıyor...
Neredeyse pantolonlarınızı da indirin diyecekler...
Polis memurlarının en temiz hitap şekli "Ulan"...
1000 kişinin içinden birisi polise bir kötü laf mı etti!?

O kişiyi aramaya hiç gerek yok...
Polis memuru kafasına göre kameradan birini seçip "bu yaptı" dediği vakit olay bitmiştir..
Yargılama yok, mahkeme yok...

Anında suçlu damgasını yersiniz ve cezayı da keserler...
***

Çok değil bir kaç ay evveldi,
Bir basketbol maçında 4-5 polis memuru bir olup,
Bir astımlı basketbol taraftarını nasıl da öldüresiye dövmüşlerdi...
Taraftar olarak örnekleyeceğimiz bir çok olay vardır...
Polis'in aldığı tedbirlerin tamamı,
Taraftar kitlesinin "terörist" olduğu ön yargısı ile alınmıştır...
Bu ön yargı ile ortaya konulan davranış tarzı da olayların patlamasında en büyük etken oluyor...
Polis taraftarı küfür ve şiddete yönlendiriyor açıkça...

İstanbul'dan bir otobüs organizasyonu ile FB ile oynanacak bir maç için Eskişehir'e gidiyoruz...
Eskişehir girişinde polis ekipleri bizi durduruyorlar...
Otobüsten inip memurlar ile konuşuyoruz...

İstanbul'dan bir otobüs dolusu insanın Eskişehirspor taraftarı olarak Eskişehir'e gelmelerine akıl erdiremiyorlar...
"Siz FB taraftarısınız, kamufle olmak için ESES formaları giymişsiniz" deyip bizi kente almak istemiyorlar...
Ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı bilemedik...
Bizi bekletip, arkadan gelen FB otobüsleri ile bir araya getirecek ve olası bir kavganın içine atacaklar...
Görevli komiser amirine malumat veriyor.
Amir inanmıyor.
"Salmayın tutun orda" emrini veriyor...
Son çare hep birlikte FB'ye sövmeye başladık...
Komiser FB'ye sövdüğümüzü amirine bildirdi...
Amir telsizden "O zaman bırakın gelsinler!" emrini verdi...
Demek ki küfür edince ancak inandırabiliyormuşuz!
***
Şu taktım ya da bu takım...
Hangi takımın taraftarı olursak olalım,
Hepimizin ortak paydası futbol taraftarlığı...
Bu büyük kitlenin içinde elbette çürük elmalar vardır...
Fakat gerçekten takdire şayan büyük bir taraftar kitlesi de var ki;
Yaptıkları icraatları bir çok sivil toplum kuruluşu dahi zorlukla yapıyor...
Örneğin Kasımpaşa taraftarının "KARDEŞ OKUL KAMPANYASI"
Kimselerin elinin ulaşmadığı Anadolu'daki bir çok köy ilkokuluna yardım ellerini uzattılar...
Eskişehirspor taraftarı aynı şekilde...
Tribünde ezeli rakipleri olan illerin köylerine bile yardım ellerini uzattılar...
Bunların hiçbirisi medyada çıkmıyor...
Tartışma programlarına çıkarmıyorlar...

Oralarda konuşmuyorlar...
Gazetelerinde yazmıyorlar...
Yazarlarsa, konuşurlarsa belki diğer taraftar guruplarına da örnek olur da;
Bütün taraftarlar böyle güzel şeyler mi yapmaya başlar diye korkuyorlar belki de...
***
Kırk yılda bir FB-Bursa maçında yaşanan vahim olaylar olabiliyor...
Hiç birimizin tasvip etmeyeceği olaylar bunlar...
Böylesi durumlarda medya hemen ön plana çıkarıyor bunları...

Kanlar içindeki adamcağızı defalarca döndüre döndüre ekranlara taşıyorlar...
Babasının gözlerinin önünde bıçaklanmasının şokunu atlatamayan çocuk taşınıyor ekranlara...
Aynı görüntüleri 9 kez arka arkaya gösterdikten sonra;
Program yöneticisi "arkadaşlar lütfen bu görüntüleri kaldırın, bu tür görüntüleri göstermemek gerekli" diyor sanki bizimle alay eder gibi...
9 kez gösterilirken nerdeydin ulan!
Bu taraftar, sizin aklınıza bile getiremeyeceğiniz köylere yardım elini uzatırken nerdeydiniz...

Bu memlekette nasılsa milyonlarca taraftar kitlesi sahipsiz!
Vurun vurabildiğiniz kadar!
Alçakça yapılan bir bıçaklama olayını, bütün taraftarların üzerine yıkın bakalım!
Sizi izleyen milyonlarca yurttaşımıza taraftar kitlesini serseri olarak lanse edin bakalım!
***
Burada FB-Bursa maçında yaşanan olayı küçümsemek ya da basite indirgemek gibi bir niyetim asla yok...
Bu olayı bütün yüreğimle kınıyorum...
Delikanlı adam kavgada bıçak çekmez...
Delikanlı adam yumruğuna güvenir...
Bıçak çekmek, adam bıçaklamak kalleşlikle eşdeğerdir...
Hele ki, böyle evladını almış sevdası peşinde koşan savunmasız insanları bıçaklamak için belki de çok daha ağır kelimeler kullanmak gerekir...
FB taraftarlarından bazılarının "Elinde çocukla oraya gelmeseydi!" şeklindeki savunma tarzı da gerçekten çok manidar...
Hani onlara göre; bir gün herkes Fenerli olacak ya!
İnsanların başka takımlara sevdalanma gibi bir hakları yok onlara göre...
Yani bu bir futbol faşizmi...
FB faşizmi...
***
Sonuç olarak bu tür olayların önlenmesi için daha fazla polisiye tedbir alınması sonucu hiç bir şekilde değiştirmeyecektir... Alınan tüm tedbirlere rağmen bu olaylar yaşanıyor ve yaşanmaya da devam edecektir. Önemli olan polisin maçlarda taraftara karşı olan ön yargısının kırılması ve medyanın taraftarlarca yapılan güzel işleri sürekli gündeme getirerek, taraftarları böylesi güzellikler peşinde bir yarışa teşvik etmelidir. 

Taraftar
Medya
Polis
Üçgeninde işini en doğru yapan taraftardır.
Medyanın görevi, yapılan kötü örnekleri sürekli gündeme getirmek değil, bunları örterek güzellikleri ön plana çıkarmak ve taraftarlar arasında teşvik işlevini yerine getirmektir...
Polis, psikolojik eğitime tabi tutulmalı.

Polisler görev başında tuttukları takımın formasını evlerinde bırakmalı...
Polis taraftara terörist muamelesi yapmaktan vazgeçmeli...

Ancak bu şekilde bu tür üzücü olayları azaltabiliriz...

8 Mart 2013 Cuma

Bu ne sevgi ah! Bu ne ızrdırap!

Allah rahmet eylesin...
Merhum Abdullah Yüce'nin sesinden bu şarkıyı dinlemek ayrı bir zevktir...
Bu ne sevgi ah
Bu ne ızdırap
Zavallı kalbim
Ne kadar harap!

Herkesin cesaret edemeyeceği bir sevgi...
Ve o sevginin verdiği ızdırap...
Anlaşılan o ki;
Şair o ızdıraba bile aşık olmuş...
***
Bu güfte sanki bizleri anlatıyor...
Yani Eskişehirspor sevdalılarını...
Bizi tanıyanlar kıyıdan köşeden,

Anlam veremiyorlar...
"Bu nasıl bir sevgidir!?" diyerek,
Hayretler içinde kalıyorlar...
Bu öylesine büyük bir sevgidir ki; biz bile henüz tam olarak tanımlayabilmiş değiliz...
Yüreğinize sinmeye görsün...
Hayatınız iflah olmaz...
***
Şampiyonluk önemli değildir...
Yenmeler, kısa süren sevinçlerdir...
Yenilgiler...
Kaybetmeler!?
İşte o kaybetmeler bizim sevgimizi daha da alevlendirir...
Aşk yanmaktır ya hani...
Biz de yandıkça yanmak isteriz...
Kara&Kızıl sevdanın ateşinde sonsuza dek kalmak isteriz...
***
Ben şampiyonlukların en büyüğünü,
En büyük şampiyonların bile yaşamadığı kadar büyüğünü,
En coşkulusunu,
En ateşlisini,
Eskişehirspor'a sevdalandığım gün yaşamaya başladım...
Halen o sevinci, o mutluluğu, o coşkuyu yaşıyorum...
Bir gün süper ligi birinci bitirse ESES yemin ediyorum umurumda bile olmaz...
Benim yaşadığım şampiyonluğun yanında o birinçiliğe şampiyonluk denilmez...
***
Düştüğü yeri yakıp kavuruyor bu sevda...
Bu sevdaya son düşenler çok uzaklardan...
Soğuk memleketlerin, sıcak insanlarından...
İskoçya - St.Johnstone...
UEFA Avrupa Ligi ön eleme maçlarında Eskişehir'e gelmişlerdi...
Sonra biz oraya gitmiştik...
Arada öylesine güçlü bir dostluk bağı kuruldu ki, St. Johnstnoe taraftarları ESES'e sevdalandılar...
Sadece taraftarları mı!?
Yönetim, futbolcu, teknik heyet...
Topyekun bu sevdanın ateşine düştüler...

***
Kulüp yönetimi karar almış...
Bu sevdanın gereği önümüzdeki sezon deplasmanlarda Siyah - Kırmızı forma giyecekler...
Bu çok önemli bir olay...

Sadece sportif değil;
Ülkemizin tanıtımı açısından, çok çok önemli...
Avrupa bir kent düşünün ve o kentin insanlarının hepsi Eskişehirspor sevdalısı...
Var mı arkadaş bunun bir örneği!?
Yok!
O halde nerde bu ulusal medya!?
Neden bu olayı ekranlarına 

Sütunlarına taşımazlar!?
Aslında biz biliyoruz sebebini...
Üç İstanbul takımından biri olaydı bunu yapan,
Aylarca reklam ederlerdi eminim...

5 Mart 2013 Salı

Terörist, devlet kanalıyla devleti tehdit ediyor...


İhanet Planı'nın son perdesi deşifre olmuş...
Aslında deşifre olacak bir durum da yoktu...
Biz her şeyi biliyorduk...
Adı üstünde İhanet Planı...
Günlerdir tv ekranlarındalar...
Tartışıyorlar...
Epey hararetli tartışmalar...
Sanırsınız ki, deşifre olan içerik tartışılıyor...
Yok alakası yok...
İçerik kimsenin umurunda değil...
Tartıştıkları konu;
İhanet Planı'nın bu sahnesini kim deşifre etti...
İçlerindeki haini (!) arıyorlar...
Onlar için önemli olan bu...
Deşifre olan tutanaklara göre;
Bebek katili Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni alenen tehdit ediyor...
"Dediklerimiz olmazsa 50 bin kişi ile halk savaşı başlatırız!"
Bu tehdit kimsenin umurunda değil...
"Başbakan'ı yıllardır ayakta tutan benim!"
Buyuruyor, AKP'nin muhatap olarak kabul ettiği katil başı...
Bu da kimsenin umurunda değil!
***
Yıllardır MHP'ye terör'den, şehit cenazeleri üzerinden,
Siyaset yapıyor, oy avcılığı yapıyor diyenler,
Meğerse terör örgütü ile omuz omuza mücadele ediyormuş...
Kendi pisliklerini örtmek için MHP'ye çamur atıyorlarmış...
***
MHP ülke bütünlüğü üzerinde oynanan bu oyuna,
Şimdilik gazete sütunlarından ve tv ekranlarından cevap vermekle yetiniyor...
Sokaklarda ses seda yok!
CHP ise; "Barış istemiyorlar!" yaftası yememek için son derece temkinli...
Konuşmaktan kaçınıyorlar...
***
Halkın yarısı AKP'ye ve Gülen cemaatine iman etmiş durumda...
"Yukardakiler yapıyorsa bir bildikleri vardır"
Zihniyeti halkın yarısını zaten sus pus etmiş durumda...
***
Halkın diğer yarısı ise, "dur bakalım ne olacak" havasında...
Aslında büyük bir çoğunluğu
AKP'nin "din sömürüsü" ile örtmeye çalıştığı,
Geçim sıkıntısının pençesine düşmüş durumdalar...
Bırakın konuşmayı, boyunlarını çeviremiyorlar...
Yedikleri kazık öylesine büyük ki, hareket edecek dermanları yok...
***
Kısacası bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete...
Bu milletin bağrından yetişen,
Yazarları,
Bilim insanları,
Komutanları...
Hepsi terörist yaftası yemiş durumda...
Hepsi kodesteler...
Henüz ispatlanmış hiç bir suçları yok!
Bebek katili...
Asker katili...
Kürt halkının katili...
Polis katili...
Kahpe pusuların,
Kalleş mermilerin tek sorumlusu 
Devleti alenen tehdit ediyor...
Ama onlar;
Yani yazarımız, çizerimiz, gazetecimiz, bilim insanımız, komutanlarımız;
Terörist muamelesi görerek yıllardır, ispatlanmış hiç bir suçları olmadığı halde,
Kodeste tutuluyor...
***
Bütün bunlar AKP öncesinde hayal bile edilemezdi...
Şimdi hepsi AKP ile gerçek oldu!


1 Mart 2013 Cuma

Tribünde yine yoktular; Çocukların tertemiz yüreklerindeydiler...

Ülkemizdeki spor medyasını anlamak mümkün değil efendim!
Spor camiasını da anlamak mümkün değil!
Sporda şiddetin önlenmesi için olmadık işler yaparlar;
Fakat sporda örnek teşkil edecek davranışları görmezden gelirler...
Birileri tribünlere meşale sokmuşlar...

Günlerdir televizyon ekranlarında,
Gazete sütunlarında bu konu tartışılıyor...
Bir maçta, ufacık bir sürtüşme olsa taraftarlar arasında,

Sanki kıyamet kopmuş gibi günlerce yazılır, çizilir, tartışılır...
Sonuç!?

Sonuç hep aynı, değişen bir şey yok!
Aynı tas aynı hamam!
***
Sporda şiddetin önlenmesi için akla ziyan işlere imza atanlar
Ne yazık ki, tüm spor camiasına örnek teşkil edecek davranışları,
Etkinlikleri görmezden gelirler...
Bir çok tribün gurubu, taraftar gurupları,
Sosyal sorumluluk bilinci çerçevesinde hepimizin takdirini kazanan etkinliklere imza atıyor...
Fakat onların umurunda bile değil...
Onlar pusuya yatmış bekliyorlar...
"Şu taraftarlar bir dövüşseler, biraz küfür etseler, yasak maddelerle tribüne girseler de;
biz de günlerce bunları yazıp çizsek" diye...
***
Kasımpaşa tribünlerinin en güçlü guruplarından biri olan Arma Altı Tayfa'yı bilirsiniz...
Burada kendilerinin etkinliklerine elimizden geldiğince yer vermeye çalışıyoruz.

Sezon başında kulübü satın alanların Arma değişikliği sebebiyle başlattıkları boykot eylemini halen sürdürüyorlar...
Sezon sonuna kadar da bu boykot sürecek gibi...
Sosyal medyada demokratik haklarını kullanarak dertlerini anlatmaya çalıştılar;
Olmadı,,,
Seslerini duyan olmadı...
Onlara; "tribünlere girin olay çıkartın, ancak öyle medya sesinizi duyar" telkinleri yapıldı...
Onlar kendilerine yakışanı yaptılar ve sadece sosyal medyada yazarak Arma'ya sahiplendiler...

***
Arma Altı Tayfa gurubu tribünde yok...
Zaman zaman Arma Altı meydanında portatif tribün kurup,
Hep birlikte izlediler televizyondan maçlarını...
Arma sevdasının sadece tribünde yaşanmayacağını hepimize öğrettiler...
Dağılmadılar...
Daha da bütünleştiler...
Kasımpaşa taraftarının sosyal sorumluluk bilincini başlattıkları "Kardeş Okul" projesi ile tüm futbol camiasına ezberlettiler...
Kardeş camia Eskişehirspor sevdalısı olan öğretmenlerin görev yaptığı köy okullarına defalarca yardım paketleri yolladılar...
Ağrı'da bir köy okulunun bir sınıfının tadilatına katkıda bulundular...
Son olarak da Ardahan'da idiler...
***
Evet onlar tribünde yoktular...
Bir köy okulunda,
Minik yavruların yüreklerindeydi onlar...
Ülkemizin bir ucunda...
Ardahan'ın Gölbelen Köyü İlkokulu'ndaki minik yüreklerdeydi onlar...
Belki yolladıkları malzemeler son derece mütevaziydiler...
Fakat işin içinde sevda olunca,
Emek olunca o paketlerin her bir zerresinde...
Maddi değer görülmüyor bile...
***
Arma Altı Tayfa...
Bir kere daha gözlerimizi yaşarttınız...
Bir kere daha içimizi titrettiniz...

Bir kere daha ARMA SEVDASI'nın ne kadar değerli olduğunu bizlere anımsattınız...
Kasımpaşa sizleri unutmayacak...
Sağolun çocuklar...

Sizler varoldukça, içimizdeki umut ışığı hep yanacak!