Fair Play kuralları ile birlikte ülkemizde yeni bir futbol sistemi oluştu...
Üstün beceri (!) sahibi teknik direktörler futbolcularına artık bu sistemi öğretiyorlar...
Aynı üstün beceri(!)ye sahip olan futbolcular da bunu çok iyi uyguluyorlar...
Bu tür takımlardan bir örneğini dünkü Eskişehirspor - Orduspor maçında gördük...
Eskişehirspor takımı her zaman olduğu gibi seyir zevki üst seviyede bir futbol karşılaşması izlettirmek için yoğun çaba sarfederken, ünlü teknik direktör Cuper'in öğrencileri oyunu çirkinleştirmek adına her şeyi yaptılar.
Orduspor'lu oyuncular çirkeflik ve çirkinli sergileme konusunda ne denli beceri sahibi olduklarını tüm futbol kamuoyuna gösterdiler...
***
Daha oyunun başında sadece çirkin futbol değil, uzak doğu sporlarında da oldukça becerikli olduklarını gösteren Ordusporlular zaman zaman Eskişehirsporlu hakiki futbol emekçilerini durdurmak için, judo, Aikido, Kung-Fu gibi savunma ve saldırı sporlarının ince ayrıntılarını bizlere izlettirdiler.
Macı izlerken Cuper'in hafta boyunca oyuncularına şu nasihatleri defalarca verip ezberlettirdiğini net bir şekilde anladık: "Sert oynayın, rakibe futbol oynatmayın, kırmızı da görseniz kale önünde etten duvar örün, girdiğiniz her ikili mücadelede yere yatıp oyunu soğutun ve vakit kazanın!"
Ne yazık ki bi zihniyetle futbol oynayan takım sayısı sadece Orduspor ile sınırlı değil.
Atatürk Stadı'nda FB dahi aynı taktikle oynamış, yata yata maçı bitirerek kazandıkları 1 puanı birbirlerine sarılarak kutlamışlardı...
Bu aciz futboldan da öte çirkef futboldur...
***
Eskişehirspor şu an Türkiye'de futbolun bütün güzelliklerini stada akın eden taraftarlara izlettirmek için mücadele eden tek takım görüntüsünde. Puan almak için her yol mübahtır anlayışından uzak, güzel oynayarak puan kazanmak peşinde koşan, futbolun gerçek emekçilerinin bulunduğu bir takım.
Bunun karşılığında korkunç transfer ücretleriyle ecnebi ağırlıklı takımlar kuran kulüpler dahi Eskişehirspor'un bu güzel futbolu karşısında zaman zaman acze düşüp "Yatak Futbolu"na sergilemektedirler.
Fair Play kuralları gereğince rakip takımın sakat futbolcusu varsa oyunun durdurulması kuralı ne yazık ki, ülkemizde hiçbir zaman gerçek anlamda işletilmedi ve işletilmeyecekte...
Dün bunu bir kez daha gördük...
Her ikili mücadelede yere yatan ve bir türlü kalkmak bilmeyen Ordusporlu futbolcular, golü yedikten sonra ne hikmetse adeta pilot olup havada uçmaya başladılar.
***
Hakemler bu durumu iyi değerlendirmelidirler.
Bazı faul pozisyonlarında kullanılan "hakemi aldatma" takdiri bu tür pozisyonlarda da kullanılmalı ve kart ile cezalandırılmalıdır.
Aksi takdirde yatak futbolu ülkemizde büyük bir hızla gelişecek ve ne yazık ki, Avrupa'nın çok gerilerinde kalacağız...
90 Dakika boyunca futbolu güzelleştirmek için uğraşan futbolcuların, yatak futbolu oynayan rakiplerinin sahtekarlıklarıyla emeklerinin çalınmasına artık göz yumulmamalıdır.
Federasyon ve MHK bu duruma bir çare bulmazsa kaybeden sadece Eskişehirspor değil Türk Futbolu olacaktır...
29 Ocak 2013 Salı
27 Ocak 2013 Pazar
Başbakan milletle eğleniyor!
2011 yılında Ankara Ticaret Odası (ATO)'da bir toplantı...
Toplantının onur konuğu başbakan sayın Recep Tayyip Erdoğan...
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı ve Başbakan sıfatıyla toplantıda ticaret erbabının sorunlarıyla ilgili açıklamalarda bulunacak!
Fakat öyle olmuyor...
Seçim arefesinde olduğu için seçime yönelik söylemlere devam ediyor...
Toplumun tüm direnç noktalarına "korku salmak" için gereken yapılıyor!
Başbakan bu toplantıda da orada bulunan büyük tüccarlara gözdağı verecek ya!
Konuyu "Ergenekon Davası"na getiriyor...
***
"Biz geldiğimizde ayağa kalkamayanların halini de görüyorsunuz. Biz geldik ayağa kalkmadılar gereği yapıldı"
Bu sözlerde adı zikredilmeyen kişi Korgeneral Engin Alan...
O dönemde MHP milletvekili adayı...
MHP'nin yükselişini önlemek için bütün şer odakları işbaşında...
Bunlar yetmiyor...
Başbakan Korku İmparatorluğu'nun mekanizmalarını çalıştırıyor ve bu sözlerle orada bulunanlara "Siz de ayağınızı denk alın" mesajını veriyor...
Sadece bu vakıa değil elbette başbakan ve AKP hükümetinin korku salan sözleri ve icraatları...
Son 4-5 senedir bu korku imparatorluğunu iliklerimize kadar hissediyoruz...
Şurada yazdığımız kıçı kırık bir iki yazı için bile sağdan soldan eş dost sürekli uyarıyor...
"Aman hoca dikkat et çok ileri gitme, ne olacağı bilinmez"
Artık böyle bir hale geldik...
***
Neyse dönelim konumuza...
Başbakan ATO toplantısında kendi ağzıyla Engin Alan'ın mahkumiyetinin asıl sebebini ikrar etti...
Ergenekon bahane asıl mesele intikam duygusu...
Sırf ayağa kalkmadığı için "gereken yapılmış" ve Engin Alan içeri tıkılmış...
Bunu biz söylemedik AKP Hükümetinin başbakanı sayın Recep Tayyip Erdoğan 2011 yılında ATO toplantısında söyledi bunu. Daha sonra seçim mitinglerinde de halka hitaben "Biz geldiğimiz vakit ayağa kalkmayanların halini de görüyorsunuz işte!" diyerek halka da gözdağı vermeyi ihmal etmedi.
Bu sözler toplumun bütün kesimlerine uygulanan psikolojik bir işkencedir...
Korku imparatorluğunun temel taşlarıdır...
***
Aynı başbakan bugün çıkıyor ve Ergenekon sürecinde yaşananların "Yenilir yutulur cinsten" olmadığını söylüyor...
Paşaların yok yere tutuklanmasının büyük bir üzüntü kaynağı olduğunu söylüyor...
Yargı sürecinin bu kadar uzamasının kabul edilemez olduğunu söylüyor...
Şimdi hem kendime;
Hem AKP'ye oy verenlere;
Hem de Başbakan'ı neredeyse ikinci peygamber ilan edecek olanlara soruyorum:
Biz hangi başbakana inanacağız!?
Siz hangi başbakana inandınız da onu bu kadar yücelttiniz!?
Toplantının onur konuğu başbakan sayın Recep Tayyip Erdoğan...
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı ve Başbakan sıfatıyla toplantıda ticaret erbabının sorunlarıyla ilgili açıklamalarda bulunacak!
Fakat öyle olmuyor...
Seçim arefesinde olduğu için seçime yönelik söylemlere devam ediyor...
Toplumun tüm direnç noktalarına "korku salmak" için gereken yapılıyor!
Başbakan bu toplantıda da orada bulunan büyük tüccarlara gözdağı verecek ya!
Konuyu "Ergenekon Davası"na getiriyor...
***
"Biz geldiğimizde ayağa kalkamayanların halini de görüyorsunuz. Biz geldik ayağa kalkmadılar gereği yapıldı"
Bu sözlerde adı zikredilmeyen kişi Korgeneral Engin Alan...
O dönemde MHP milletvekili adayı...
MHP'nin yükselişini önlemek için bütün şer odakları işbaşında...
Bunlar yetmiyor...
Başbakan Korku İmparatorluğu'nun mekanizmalarını çalıştırıyor ve bu sözlerle orada bulunanlara "Siz de ayağınızı denk alın" mesajını veriyor...
Sadece bu vakıa değil elbette başbakan ve AKP hükümetinin korku salan sözleri ve icraatları...
Son 4-5 senedir bu korku imparatorluğunu iliklerimize kadar hissediyoruz...
Şurada yazdığımız kıçı kırık bir iki yazı için bile sağdan soldan eş dost sürekli uyarıyor...
"Aman hoca dikkat et çok ileri gitme, ne olacağı bilinmez"
Artık böyle bir hale geldik...
***
Neyse dönelim konumuza...
Başbakan ATO toplantısında kendi ağzıyla Engin Alan'ın mahkumiyetinin asıl sebebini ikrar etti...
Ergenekon bahane asıl mesele intikam duygusu...
Sırf ayağa kalkmadığı için "gereken yapılmış" ve Engin Alan içeri tıkılmış...
Bunu biz söylemedik AKP Hükümetinin başbakanı sayın Recep Tayyip Erdoğan 2011 yılında ATO toplantısında söyledi bunu. Daha sonra seçim mitinglerinde de halka hitaben "Biz geldiğimiz vakit ayağa kalkmayanların halini de görüyorsunuz işte!" diyerek halka da gözdağı vermeyi ihmal etmedi.
Bu sözler toplumun bütün kesimlerine uygulanan psikolojik bir işkencedir...
Korku imparatorluğunun temel taşlarıdır...
***
Aynı başbakan bugün çıkıyor ve Ergenekon sürecinde yaşananların "Yenilir yutulur cinsten" olmadığını söylüyor...
Paşaların yok yere tutuklanmasının büyük bir üzüntü kaynağı olduğunu söylüyor...
Yargı sürecinin bu kadar uzamasının kabul edilemez olduğunu söylüyor...
Şimdi hem kendime;
Hem AKP'ye oy verenlere;
Hem de Başbakan'ı neredeyse ikinci peygamber ilan edecek olanlara soruyorum:
Biz hangi başbakana inanacağız!?
Siz hangi başbakana inandınız da onu bu kadar yücelttiniz!?
25 Ocak 2013 Cuma
Türk ölsün!
Yaşasın Araplar!
Yaşasın Ermeniler!
Yaşasın Kürtler!
Yaşasın Gürcüler!
Yaşasın Lazlar!
Yaşasın Siyahiler!
Yaşasın Hindular!
Yaşasın Sırplar!
Yaşasın Rumlar!
Bir tek Türk ölsün!
Türk yok olsun!
Türk kalmasın yeryüzünde...
***
Tam bu noktaya gelmiş durumdayız...
10 yıldır sürdürülen psikolojik harekat öyle bir noktaya getirdi ki, milletimizi nerdeyse Türkler bile Türklüğe düşman hale geldiler. Herkesin Türk ve Türklükle bir sorunu var.
Nedir sorununuz a kuzum!?
Derdiniz nedir bizimle!?
- Türkler asimilasyon yaptılar!
Hadi ordan deyyus!
Bana yeryüzünde bir topluluk, bir ulus, bir halk gösterin ki; Türklerin uyguladığı asimilasyon sonucunda, dillerini, ırklarını, dinlerini, geleneklerini, göreneklerini yani ulus olmalarında ne şart varsa hangisini kaybetmişler bir bakalım!
600 yıllık Osmanlı hükümranlığında bilakis Türklük adına büyük kültürel kayıplar yaşanmıştır.
Osmanlı hanedanı Türk gelenek ve göreneklerini bir kenara bırakarak Arap & Acem kültürünün etkisi altına girmiş daha sonraları da batılılaşma özentisi sonucunda bir çok Türk gelenek ve göreneği yok edilmiştir.
Buysa eğer asimilasyondan kastınız ve Osmanlı ise; "Türkler" den kastınız biz ancak kendi kendimizi asimile etmişizdir...
Dünya tarihinin hiçbir noktasında Osmanlı Devleti kadar adil bir yönetim olmamıştır.
Elbette hataları vardır.
Elbette benim de şiddetle karşı çıktığım ve kabullenemediğim hususlar vardır.
Tarihteki diğer imparatorluklarla kıyasladığınız vakit o zaman Osmanlı'nın adaletini çok daha iyi anlarsınız...
***
Tutturdular bir hikaye gidiyor...
Bütün mesele Türk düşmanlığında...
Herkes yaşasın bir tek Türkler ölsün deniliyor...
Araplar birbirini öldürüyor, bizimkiler gözyaşı döküyor...
Gözyaşı yetmez...
Yardımlar toplanıyor...
Devasa pankartlar caddelerde kol geziyor...
Cepten mesaj at Arap kardeşine 5 lira yolla...
O da yetmez...
Fitre, zekat, sadaka ne varsa yolla Arap kardeşine...
Kurban etini de yolla...
Cebindeki 5 kuruşa bile göz dikerler adamın...
İstedikçe isterler...
Osmanlı'ya ihanet edip bağımsızlıklarını ilan edenler İsrail'in kucağına düştükten sonra anladılar Türkler'in kıymetini. Ama nafile, Türkler yaşadıkları ihanetlerin bedelini öyle ağır ödediler ki; onları düşünecek halleri bile kalmadı...
***
Çok değil bir iki sene önce o Araplar için ölümü göze alıp gemiyle Gazze'ye gidenler, Kerkük'teki katliamı şimdi görmüyorlar bile. Zamanında Hocalı'yı da görmedi onlar. Doğu Türkistan'ı da görmediler. Şimdi Kerkük'ü görseler şaşardım zaten.
Kerkük'te yerel seçimler yaklaşırken Türkmenlere saldırı üstüne saldırı yapılıyor...
Son bir kaç aydır yaşanan saldırılar sonucunda yüzlerce Türkmen şehit oldu...
Hangi gazete yazdı!
Hangi TV ekranında Nagehan Alçı gibi tetikçiler "Türkmenleri katleden Peşmergeleri kınıyorum" açıklaması yaptı!?
Başbakan'ın eşi Türkmenler için gözyaşı döktü de biz mi görmedik yoksa!?
Başbakan yardımcısı sayın Arınç; sulu gözlerle Türkmenlere taziye mesajı verdi de biz mi duymadık...
***
Artık her şey yavaş yavaş netleşiyor...
Türk milleti tarihten silinmek isteniyor...
Türk milleti 1071'de adım attığı Anadolu'da yok edilmek isteniyor!
Bu çabalar Atatürk'ün ölümüyle başlayan bir psikolojik süreçtir...
Bu süreç AKP iktidarı ile son noktaya gelmiştir...
Fakat bu son noktada dikkat etmek gerekli...
Türk Milleti son noktaya gelindiğinde neler yapabileceğini "KURTULUŞ SAVAŞI"nda 7 düvele göstermişti...
Bunu bir kere daha görmek istiyorsanız oyununuza devam edebilirsiniz...
Oyunun son perdesinde sahneye biz çıkarız bunu unutmayın!
Yaşasın Ermeniler!
Yaşasın Kürtler!
Yaşasın Gürcüler!
Yaşasın Lazlar!
Yaşasın Siyahiler!
Yaşasın Hindular!
Yaşasın Sırplar!
Yaşasın Rumlar!
Bir tek Türk ölsün!
Türk yok olsun!
Türk kalmasın yeryüzünde...
***
Tam bu noktaya gelmiş durumdayız...
10 yıldır sürdürülen psikolojik harekat öyle bir noktaya getirdi ki, milletimizi nerdeyse Türkler bile Türklüğe düşman hale geldiler. Herkesin Türk ve Türklükle bir sorunu var.
Nedir sorununuz a kuzum!?
Derdiniz nedir bizimle!?
- Türkler asimilasyon yaptılar!
Hadi ordan deyyus!
Bana yeryüzünde bir topluluk, bir ulus, bir halk gösterin ki; Türklerin uyguladığı asimilasyon sonucunda, dillerini, ırklarını, dinlerini, geleneklerini, göreneklerini yani ulus olmalarında ne şart varsa hangisini kaybetmişler bir bakalım!
600 yıllık Osmanlı hükümranlığında bilakis Türklük adına büyük kültürel kayıplar yaşanmıştır.
Osmanlı hanedanı Türk gelenek ve göreneklerini bir kenara bırakarak Arap & Acem kültürünün etkisi altına girmiş daha sonraları da batılılaşma özentisi sonucunda bir çok Türk gelenek ve göreneği yok edilmiştir.
Buysa eğer asimilasyondan kastınız ve Osmanlı ise; "Türkler" den kastınız biz ancak kendi kendimizi asimile etmişizdir...
Dünya tarihinin hiçbir noktasında Osmanlı Devleti kadar adil bir yönetim olmamıştır.
Elbette hataları vardır.
Elbette benim de şiddetle karşı çıktığım ve kabullenemediğim hususlar vardır.
Tarihteki diğer imparatorluklarla kıyasladığınız vakit o zaman Osmanlı'nın adaletini çok daha iyi anlarsınız...
***
Tutturdular bir hikaye gidiyor...
Bütün mesele Türk düşmanlığında...
Herkes yaşasın bir tek Türkler ölsün deniliyor...
Araplar birbirini öldürüyor, bizimkiler gözyaşı döküyor...
Gözyaşı yetmez...
Yardımlar toplanıyor...
Devasa pankartlar caddelerde kol geziyor...
Cepten mesaj at Arap kardeşine 5 lira yolla...
O da yetmez...
Fitre, zekat, sadaka ne varsa yolla Arap kardeşine...
Kurban etini de yolla...
Cebindeki 5 kuruşa bile göz dikerler adamın...
İstedikçe isterler...
Osmanlı'ya ihanet edip bağımsızlıklarını ilan edenler İsrail'in kucağına düştükten sonra anladılar Türkler'in kıymetini. Ama nafile, Türkler yaşadıkları ihanetlerin bedelini öyle ağır ödediler ki; onları düşünecek halleri bile kalmadı...
***
Çok değil bir iki sene önce o Araplar için ölümü göze alıp gemiyle Gazze'ye gidenler, Kerkük'teki katliamı şimdi görmüyorlar bile. Zamanında Hocalı'yı da görmedi onlar. Doğu Türkistan'ı da görmediler. Şimdi Kerkük'ü görseler şaşardım zaten.
Kerkük'te yerel seçimler yaklaşırken Türkmenlere saldırı üstüne saldırı yapılıyor...
Son bir kaç aydır yaşanan saldırılar sonucunda yüzlerce Türkmen şehit oldu...
Hangi gazete yazdı!
Hangi TV ekranında Nagehan Alçı gibi tetikçiler "Türkmenleri katleden Peşmergeleri kınıyorum" açıklaması yaptı!?
Başbakan'ın eşi Türkmenler için gözyaşı döktü de biz mi görmedik yoksa!?
Başbakan yardımcısı sayın Arınç; sulu gözlerle Türkmenlere taziye mesajı verdi de biz mi duymadık...
***
Artık her şey yavaş yavaş netleşiyor...
Türk milleti tarihten silinmek isteniyor...
Türk milleti 1071'de adım attığı Anadolu'da yok edilmek isteniyor!
Bu çabalar Atatürk'ün ölümüyle başlayan bir psikolojik süreçtir...
Bu süreç AKP iktidarı ile son noktaya gelmiştir...
Fakat bu son noktada dikkat etmek gerekli...
Türk Milleti son noktaya gelindiğinde neler yapabileceğini "KURTULUŞ SAVAŞI"nda 7 düvele göstermişti...
Bunu bir kere daha görmek istiyorsanız oyununuza devam edebilirsiniz...
Oyunun son perdesinde sahneye biz çıkarız bunu unutmayın!
23 Ocak 2013 Çarşamba
Hz. Muhammed (SAV)'i Sevmek...
Sevmek...
Günümüzde içi en çok boşaltılmış kelimelerden biridir sevmek...
Seviyoruz ama nasıl seviyoruz!?
Hep bizim istediğimiz gibi olursa seviyoruz...
Ya da sevmek istediğimizi bizim istediğimiz şekle sokuyoruz...
Olduğu gibi sevmek yok...
Mecnun gibi sevmek yok...
Ferhat gibi, Şirin gibi sevmek yok...
Romeo ve Jülyet gibi sevmek, sevilmek yok artık...
- Bebeğim seni çok seviyorum...
- Ben de seni çok seviyorum aşkitom...
- Ama bi tanem önce, çok para kazanacağın bir iş, sonra bir ev, sonra bir araba alsan da öyle mi evlensek biz seninle!?
İşte günümüz sevmeleri böyle artık...
***
Aşk sadece iki cins arasında mıdır!?
Elbette değil...
Aşk herhangi birini, herhangi bir şeyi sonunda vuslat bile olamayacağını kabullenerek sevebilmektir...
Hz. Ali'nin, Hz. Muhammed'i sevmesidir aşk...
Hz. Fatıma'nın babasına olan bağlılığıdır aşk...
Bir taraftarın ARMA'sına olan tutkusudur...
Bir rengi severiz bazen,
Bazen de bir hayvanı, ama ölesiye seversiniz...
Öyle abidik gubidik değil...
Gel deyince geleni, git deyince gideni sevmek değildir aşk...
Yüreğini neticesi ne olursa olsun emanete bırakmaktır aşk sonsuz yaşama doğana kadar...
***
Bugün Hz. Muhammed'in doğum günü...
Eskiden, bir de halen var olan eskiler doğum günü kutlamanın Hristiyan geleneği olduğunu söyler ve neredeyse doğum günü kutlayanlara kafir gözüyle bakarlar.
Peki neden Hz. Muhammed'in doğum gününü kutluyoruz!?
- Aman efendim o farklı bu farklı
- Nasıl farklı!?
- Bu kandil, doğum günü değil!
Öyle ya hep işimize geldiği gibi yontmayı severiz biz.
Yüzlerce yıldır haram olan faiz, adı "KAR PAYI" olarak değiştirilince birden helal oluvermedi mi!?
Neyse mevzumuz faiz değil şimdi...
En azından bir örnekleme yaptık.
Hani dedik ya hep işimize geldiği gibi yontuyoruz diye...
***
Bugün Hz. Muhammed'in doğum günü...
O'nu sevmek aşkların en güzeli olmalı...
Ama dediğimiz gibi O'nu bile adam gibi sevemiyoruz...
Hep işimize gelen yönlerini seviyoruz...
Mesela; son günlerde sosyal paylaşım sitelerinde bir moda var;
Peygamber Efendimiz'in yatış şeklini gösteren temsili resimler kullanılarak yapılan bir paylaşımda ayrıntılı bir şekilde Hz. Muhammed'in yatış şekli gösteriliyor.
Eğer onu seviyorsanız siz de öyle yatmalısınız!?
Uyku da insan yarı ölüdür, ölü bir insan yatış şeklini nasıl düzenlesin!?
Efendim bana ne, nasıl düzenlersen düzenle, Peygamber efendimiz öyle yatmış, O'nu seviyorsan sen de öyle yatacaksın.
Tamam peki, bunu yapmaya çalışacağız...
***
Bu yatış meselesine takıldım.
Aslında yatış şeklinde ziyade yattığı yatağa takılmıştım ben...
Allah'ın "Sevgilim" diye hitap ettiği bu büyük insan nerede yatıyordu acaba!?
Artık merak ettiklerimiz konusunda bilgi edinmek için işimiz kolay.
Allah razı olsun bilgisayar dene bu mereti icad edenden.
Bir de internet icat olunmuş ki, kaymaklı ekmek kadayıfı...
Hemen yazdık arama motoruna...
Peygamber Efendimizin yatağı ile alakalı çok az bilgi var...
Yatış şeklini de bir araştırayım dedim...
Aman Allahım!
Yüzlerce sayfa çıkıyor karşımıza...
Her önüne gelen yazmış...
Peygamber Efendimiz şöyle yatar böyle yatar diye...
Gerçi hemen hemen hepsi aynı yola çıkıyor ama bu bilginin bu kadar yer alması bana ilginç geldi...
Neden ilginç geldi!?
Yatış şekliyle ilgili dünya kadar bilgi sayfası olmasına rağmen yatağıyla ilgili çok az bilgi olması ilginç geldi...
***
İşte bizim sevgimiz böyle...
Yatış şekli ile çok ilgileniriz...
Yatarken O'nun gibi yatmak çok kolay çünkü...
O'nun gibi yatar ve bir de böbürlenirsiniz, "Ben Peygamberim gibi yatttım ne mutlu bana" diye...
Merak etmeden de duramazsınız "Acaba bu hareketimden dolayı ne kadar sevap kazanmışımdır" diye...
Ama asıl mesele yatakta efendi yatakta...
Edindiğim bilgiye göre Tanrımız Allah'ın "sevgilim" diye hitap ettiği, insanlık tarihinin en önemli şahsiyeti olan Hz. Muhammed (SAV) hurma liflerinden yapılmış, oldukça sert ve engebeli bir şiltede uyumuş ömrü boyunca...
Eski köy evlerinde yaşayanlar bilirler, yeniler de belki otantik mekanlarda görmüşlerdir...
sırtımızı dayadığımız hasır yastıklar vardı...
İşte en az onlar kadar sert...
Kuş tüyü yataklarımıza Peygamber Efendimizin yattığı gibi yattık diye böbürlenirken acaba onun yattığı o sert yatak hiç aklımıza gelir mi!?
Hayatımızda bir kere olsun, onun yattığı yatakta yatabilir miyiz!?
***
İşte aşk burada başlar...
Son teknoloji ile donatılmış salonlarda,
Neticemizi koyduğumuz yumuşacık koltuklarda yapılan anma toplantılarında anlatılan acıklı hikayelere gözyaşı akıtmak mıdır O'nu sevmek!?
Süslü laflarla kandil kutlama mesajları atmak mıdır O'nu sevmek!?
Saçını, sakalını, elbiseni, yatış şeklini vs taklit edip, yattığı yatağı görmezden gelmek midir O'nu sevmek!?
Yani işimize gelenler sevip, işimize gelmeyen yönlerini görmezden gelmek midir O'nu sevmek!?
Ulu Tanrım, Allah'a şükürler olsun ki, O'nun sevgilisini, her haliyle sevmek için bir gayret verdi yüreğimize...
Yapabildiklerimizle böbürlenmekten Allah'a sığınırız...
Yapamadıklarımızdan da Hz. Muhammed'in merhametine sığınırız...
Allah'ın elçi olarak tayin ettiği Hz. Muhammed'in doğumunu bir kere daha anarken bizlere O'nu gerçek anlamda sevmeyi nasip etmesini bir kere daha diliyoruz yüce yaratandan...
Günümüzde içi en çok boşaltılmış kelimelerden biridir sevmek...
Seviyoruz ama nasıl seviyoruz!?
Hep bizim istediğimiz gibi olursa seviyoruz...
Ya da sevmek istediğimizi bizim istediğimiz şekle sokuyoruz...
Olduğu gibi sevmek yok...
Mecnun gibi sevmek yok...
Ferhat gibi, Şirin gibi sevmek yok...
Romeo ve Jülyet gibi sevmek, sevilmek yok artık...
- Bebeğim seni çok seviyorum...
- Ben de seni çok seviyorum aşkitom...
- Ama bi tanem önce, çok para kazanacağın bir iş, sonra bir ev, sonra bir araba alsan da öyle mi evlensek biz seninle!?
İşte günümüz sevmeleri böyle artık...
***
Aşk sadece iki cins arasında mıdır!?
Elbette değil...
Aşk herhangi birini, herhangi bir şeyi sonunda vuslat bile olamayacağını kabullenerek sevebilmektir...
Hz. Ali'nin, Hz. Muhammed'i sevmesidir aşk...
Hz. Fatıma'nın babasına olan bağlılığıdır aşk...
Bir taraftarın ARMA'sına olan tutkusudur...
Bir rengi severiz bazen,
Bazen de bir hayvanı, ama ölesiye seversiniz...
Öyle abidik gubidik değil...
Gel deyince geleni, git deyince gideni sevmek değildir aşk...
Yüreğini neticesi ne olursa olsun emanete bırakmaktır aşk sonsuz yaşama doğana kadar...
***
Bugün Hz. Muhammed'in doğum günü...
Eskiden, bir de halen var olan eskiler doğum günü kutlamanın Hristiyan geleneği olduğunu söyler ve neredeyse doğum günü kutlayanlara kafir gözüyle bakarlar.
Peki neden Hz. Muhammed'in doğum gününü kutluyoruz!?
- Aman efendim o farklı bu farklı
- Nasıl farklı!?
- Bu kandil, doğum günü değil!
Öyle ya hep işimize geldiği gibi yontmayı severiz biz.
Yüzlerce yıldır haram olan faiz, adı "KAR PAYI" olarak değiştirilince birden helal oluvermedi mi!?
Neyse mevzumuz faiz değil şimdi...
En azından bir örnekleme yaptık.
Hani dedik ya hep işimize geldiği gibi yontuyoruz diye...
***
Bugün Hz. Muhammed'in doğum günü...
O'nu sevmek aşkların en güzeli olmalı...
Ama dediğimiz gibi O'nu bile adam gibi sevemiyoruz...
Hep işimize gelen yönlerini seviyoruz...
Mesela; son günlerde sosyal paylaşım sitelerinde bir moda var;
Peygamber Efendimiz'in yatış şeklini gösteren temsili resimler kullanılarak yapılan bir paylaşımda ayrıntılı bir şekilde Hz. Muhammed'in yatış şekli gösteriliyor.
Eğer onu seviyorsanız siz de öyle yatmalısınız!?
Uyku da insan yarı ölüdür, ölü bir insan yatış şeklini nasıl düzenlesin!?
Efendim bana ne, nasıl düzenlersen düzenle, Peygamber efendimiz öyle yatmış, O'nu seviyorsan sen de öyle yatacaksın.
Tamam peki, bunu yapmaya çalışacağız...
***
Bu yatış meselesine takıldım.
Aslında yatış şeklinde ziyade yattığı yatağa takılmıştım ben...
Allah'ın "Sevgilim" diye hitap ettiği bu büyük insan nerede yatıyordu acaba!?
Artık merak ettiklerimiz konusunda bilgi edinmek için işimiz kolay.
Allah razı olsun bilgisayar dene bu mereti icad edenden.
Bir de internet icat olunmuş ki, kaymaklı ekmek kadayıfı...
Hemen yazdık arama motoruna...
Peygamber Efendimizin yatağı ile alakalı çok az bilgi var...
Yatış şeklini de bir araştırayım dedim...
Aman Allahım!
Yüzlerce sayfa çıkıyor karşımıza...
Her önüne gelen yazmış...
Peygamber Efendimiz şöyle yatar böyle yatar diye...
Gerçi hemen hemen hepsi aynı yola çıkıyor ama bu bilginin bu kadar yer alması bana ilginç geldi...
Neden ilginç geldi!?
Yatış şekliyle ilgili dünya kadar bilgi sayfası olmasına rağmen yatağıyla ilgili çok az bilgi olması ilginç geldi...
***
İşte bizim sevgimiz böyle...
Yatış şekli ile çok ilgileniriz...
Yatarken O'nun gibi yatmak çok kolay çünkü...
O'nun gibi yatar ve bir de böbürlenirsiniz, "Ben Peygamberim gibi yatttım ne mutlu bana" diye...
Merak etmeden de duramazsınız "Acaba bu hareketimden dolayı ne kadar sevap kazanmışımdır" diye...
Ama asıl mesele yatakta efendi yatakta...
Edindiğim bilgiye göre Tanrımız Allah'ın "sevgilim" diye hitap ettiği, insanlık tarihinin en önemli şahsiyeti olan Hz. Muhammed (SAV) hurma liflerinden yapılmış, oldukça sert ve engebeli bir şiltede uyumuş ömrü boyunca...
Eski köy evlerinde yaşayanlar bilirler, yeniler de belki otantik mekanlarda görmüşlerdir...
sırtımızı dayadığımız hasır yastıklar vardı...
İşte en az onlar kadar sert...
Kuş tüyü yataklarımıza Peygamber Efendimizin yattığı gibi yattık diye böbürlenirken acaba onun yattığı o sert yatak hiç aklımıza gelir mi!?
Hayatımızda bir kere olsun, onun yattığı yatakta yatabilir miyiz!?
***
İşte aşk burada başlar...
Son teknoloji ile donatılmış salonlarda,
Neticemizi koyduğumuz yumuşacık koltuklarda yapılan anma toplantılarında anlatılan acıklı hikayelere gözyaşı akıtmak mıdır O'nu sevmek!?
Süslü laflarla kandil kutlama mesajları atmak mıdır O'nu sevmek!?
Saçını, sakalını, elbiseni, yatış şeklini vs taklit edip, yattığı yatağı görmezden gelmek midir O'nu sevmek!?
Yani işimize gelenler sevip, işimize gelmeyen yönlerini görmezden gelmek midir O'nu sevmek!?
Ulu Tanrım, Allah'a şükürler olsun ki, O'nun sevgilisini, her haliyle sevmek için bir gayret verdi yüreğimize...
Yapabildiklerimizle böbürlenmekten Allah'a sığınırız...
Yapamadıklarımızdan da Hz. Muhammed'in merhametine sığınırız...
Allah'ın elçi olarak tayin ettiği Hz. Muhammed'in doğumunu bir kere daha anarken bizlere O'nu gerçek anlamda sevmeyi nasip etmesini bir kere daha diliyoruz yüce yaratandan...
19 Ocak 2013 Cumartesi
Hoşcan ve ekibi kurtarıcı olabilecek mi!?
Bizi bilmeyenler soruyorlar:
- Eskişehirspor yıllar sonra yeniden Süper Lig'e çıktı. Halil Ünal takım Süper Lig'e çıktığından bu yana takımı hem ligde tuttu, hemde üst sıralarda tuttu. Yıllar sonra ilk kez camianız şampiyonluk hayalleri kurmaya başladı. Yıllar sonra ilk kez Eskişehirspor Avrupa sahnesine çıktı. Halen ne diye Halil Ünal'ı eleştiriyorsunuz!?
Bu sorunun sorulmasının tek sebebi Eskişehirspor sevdasının bilinmemesi.
Yıllardır hep söylüyorum.
Eskişehirspor'u sevmek futboldaki sömürü düzenine karşı çıkmaktır.
Bir dik duruştur.
İsyandır.
Halil Ünal ya da bir başka isim bu takımı şampiyon da yapsa biz yanlışı adamın suratına vururuz.
Öyle bir şampiyonluk için kimseye boyun eğmeyiz.
Eğseydik zaten deplasmana en çok taraftar ile gitme dünya rekorunu Üçüncü Lig'de değil Süper Lig'de kırardık..
***
Elbette Halil Ünal yönetiminin sportif anlamda başarısı oldukça önemlidir.
İyi bir takım kurdu.
Bu takımı iyi yerlerde tutmasını bildi.
Ancak bu her şey değil.
Eskişehirspor taraftarının sportif başarıdan öte değerleri vardır.
Eskişehirspor sevdalısı olmanın sebeplerini sayacak olursak sportif başarı en son sırada gelir.
Bu sebepledir ki, bizler değerlerimiz uğruna tüm sportif başarıları siler atarız.
Eskişehirspor camiasında yaşanan sancıların bütün sebebi budur.
Eskişehirspor kuruluş yıllarındaki ruhu kaybetmiştir.
1965 ruhunun yeniden kazandırılması için Eskişehirspor sevdalıları ellerinden geleni yapacaktır.
Belki karınca misali bu uğurda ömrümüzü tüketeceğiz.
Bir adım yol alamayacağız.
Ama en azından bu mücadeleyi vereceğiz.
***
Haziran ayında yapılacak olan kongrede iyi bir mücadele yaşanacak.
Yıllarca Halil Ünal ile birlikte çalışmış bazı yöneticiler gördükleri yanlışlıklar sonucunda Halil Ünal ile yollarını ayırmışlar.
Şimdi bir araya gelerek, Halil Ünal'a karşı mücadele verecekler.
Buraya kadar her şey çok güzel.
Bu noktadan sonra biz ESES sevdalıları olarak son derece dikkatli olmalıyız.
İki gurubun vereceği mücadeleden Eskişehirspor'un galip çıkması bizim elimizdedir.
Her iki gurubun söylemlerine, vaatlerine ve icraatlarına temkinli yaklaşmalı, önceki dönemlerde olduğu gibi laf kalabalığının arasında Eskişehirspor'un bir mağlubiyet daha yaşamasına engel olmalıyız.
***
Mesut Hoşcan ve ekibi kurtarıcı olabilecek mi!?
Bu sorunun cevabı çok önemlidir.
Elbette cevap Mesut Hoşcan ve ekibinin söylemlerinde gizli olacaktır.
Yıllardır, Halil Ünal'ın söylemlerinin ne kadar boş olduğunu gördük.
Zamanında Halil Ünal da çok süslü laflar etmişti.
Bir çoğumuz onun bu süslü laflarını alkış yağmuru ile büyüttük.
Fakat sonuçta sevdaya konulan bir kota ile karşılaştık.
Şu an yönetime aday olanların bir çoğu da aslında üyelikler konusundaki kota uygulamasının yapıldığı dönemlerde yönetimdeydiler. Yani onlar da bu kotanın altına imza atmışlardı. Bu gün yanlış olarak gördüğümüz her icraatta onlarında katkısı var. Fakat en azından onlar bu yanlışları görerek çekilmişler bir kenara.
***
Şimdi bu dönemde bizler boş vaatlere kanmadan, içi dolu lafları bekleyeceğiz.
Hiç kimseye peşinen destek vermeyeceğiz.
Kimsenin adamı olmayacağız.
Kimsenin şakşakçısı olmayacağız.
Kimsenin propagandacısı olmayacağız.
Onlar bize propaganda yapacaklar.
Bizi inandıracaklar.
Bizi ikna edecekler.
Denize düşen yılana sarılır pozisyonuna düşmeyelim bir kez daha.
Proje görelim.
İcraat görelim.
Lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini çok iyi anladık artık...
***
Ben kendi adıma şu an itibariyle tüm yanlışlarına rağmen Halil Ünal'ın tarafındayım.
En büyük arzum ise, Mesut Hoşcan ve ekibinin beni ikna etmesidir.
Halil Ünal'ın tarafından Mesut Hoşcan'ın tarafına geçmem an meselesidir.
Sınırdayım.
Mesela Mesut Hoşcan ve ekibi "Üyelikler üzerindeki kota uygulamasını kaldıracağız. İlk etapta üye sayımızı 5 bine çıkarmak için her türlü imkanı zorlayacağız" açıklamasını yaptığı anda sınır çizgisinin öbür tarafına atlayıveririm.
Elbette hepsi bu kadar değil.
Örneğin geçtiğimiz mali kongrede verilen hesaplarda yönetim kurulu üyelerinin kulübe yaptığı maddi katkılar görünmüyordu. Mesut Hoşcan yönetiminde bulunan kişilerin kulübe verdikleri maddi desteği bu mali tablolarda görebilecek miyiz!? Mesut Hoşcan bunu net bir şekilde açıklayabilecek mi!?
Halil Ünal döneminde açıklanan ve çokça eleştirdiğimiz "Temsil Giderleri" adlı gider hanesi kaldırılacak mı!? En azından bu temsil giderlerinin ne olduğunu taraftara açıklayabilecekler mi!?
***
Ben iki gurup arasına bir sınır çizgisi koydum.
Bu sınır çizgisinin tarafları arasında en fazla bir adım mesafe bıraktım.
Eskişehirspor'un menfaatlerine kim bir adım yaklaşırsa ben hemen o adımı atar taraf değiştiririm.
Eskişehirspor sevdalısı olarak yapmamız gereken budur.
O çizgiyi hepimiz koymalıyız ve kesinlikle bir adımdan fazlasını atmamalıyız.
- Eskişehirspor yıllar sonra yeniden Süper Lig'e çıktı. Halil Ünal takım Süper Lig'e çıktığından bu yana takımı hem ligde tuttu, hemde üst sıralarda tuttu. Yıllar sonra ilk kez camianız şampiyonluk hayalleri kurmaya başladı. Yıllar sonra ilk kez Eskişehirspor Avrupa sahnesine çıktı. Halen ne diye Halil Ünal'ı eleştiriyorsunuz!?
Bu sorunun sorulmasının tek sebebi Eskişehirspor sevdasının bilinmemesi.
Yıllardır hep söylüyorum.
Eskişehirspor'u sevmek futboldaki sömürü düzenine karşı çıkmaktır.
Bir dik duruştur.
İsyandır.
Halil Ünal ya da bir başka isim bu takımı şampiyon da yapsa biz yanlışı adamın suratına vururuz.
Öyle bir şampiyonluk için kimseye boyun eğmeyiz.
Eğseydik zaten deplasmana en çok taraftar ile gitme dünya rekorunu Üçüncü Lig'de değil Süper Lig'de kırardık..
***
Elbette Halil Ünal yönetiminin sportif anlamda başarısı oldukça önemlidir.
İyi bir takım kurdu.
Bu takımı iyi yerlerde tutmasını bildi.
Ancak bu her şey değil.
Eskişehirspor taraftarının sportif başarıdan öte değerleri vardır.
Eskişehirspor sevdalısı olmanın sebeplerini sayacak olursak sportif başarı en son sırada gelir.
Bu sebepledir ki, bizler değerlerimiz uğruna tüm sportif başarıları siler atarız.
Eskişehirspor camiasında yaşanan sancıların bütün sebebi budur.
Eskişehirspor kuruluş yıllarındaki ruhu kaybetmiştir.
1965 ruhunun yeniden kazandırılması için Eskişehirspor sevdalıları ellerinden geleni yapacaktır.
Belki karınca misali bu uğurda ömrümüzü tüketeceğiz.
Bir adım yol alamayacağız.
Ama en azından bu mücadeleyi vereceğiz.
***
Haziran ayında yapılacak olan kongrede iyi bir mücadele yaşanacak.
Yıllarca Halil Ünal ile birlikte çalışmış bazı yöneticiler gördükleri yanlışlıklar sonucunda Halil Ünal ile yollarını ayırmışlar.
Şimdi bir araya gelerek, Halil Ünal'a karşı mücadele verecekler.
Buraya kadar her şey çok güzel.
Bu noktadan sonra biz ESES sevdalıları olarak son derece dikkatli olmalıyız.
İki gurubun vereceği mücadeleden Eskişehirspor'un galip çıkması bizim elimizdedir.
Her iki gurubun söylemlerine, vaatlerine ve icraatlarına temkinli yaklaşmalı, önceki dönemlerde olduğu gibi laf kalabalığının arasında Eskişehirspor'un bir mağlubiyet daha yaşamasına engel olmalıyız.
***
Mesut Hoşcan ve ekibi kurtarıcı olabilecek mi!?
Bu sorunun cevabı çok önemlidir.
Elbette cevap Mesut Hoşcan ve ekibinin söylemlerinde gizli olacaktır.
Yıllardır, Halil Ünal'ın söylemlerinin ne kadar boş olduğunu gördük.
Zamanında Halil Ünal da çok süslü laflar etmişti.
Bir çoğumuz onun bu süslü laflarını alkış yağmuru ile büyüttük.
Fakat sonuçta sevdaya konulan bir kota ile karşılaştık.
Şu an yönetime aday olanların bir çoğu da aslında üyelikler konusundaki kota uygulamasının yapıldığı dönemlerde yönetimdeydiler. Yani onlar da bu kotanın altına imza atmışlardı. Bu gün yanlış olarak gördüğümüz her icraatta onlarında katkısı var. Fakat en azından onlar bu yanlışları görerek çekilmişler bir kenara.
***
Şimdi bu dönemde bizler boş vaatlere kanmadan, içi dolu lafları bekleyeceğiz.
Hiç kimseye peşinen destek vermeyeceğiz.
Kimsenin adamı olmayacağız.
Kimsenin şakşakçısı olmayacağız.
Kimsenin propagandacısı olmayacağız.
Onlar bize propaganda yapacaklar.
Bizi inandıracaklar.
Bizi ikna edecekler.
Denize düşen yılana sarılır pozisyonuna düşmeyelim bir kez daha.
Proje görelim.
İcraat görelim.
Lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini çok iyi anladık artık...
***
Ben kendi adıma şu an itibariyle tüm yanlışlarına rağmen Halil Ünal'ın tarafındayım.
En büyük arzum ise, Mesut Hoşcan ve ekibinin beni ikna etmesidir.
Halil Ünal'ın tarafından Mesut Hoşcan'ın tarafına geçmem an meselesidir.
Sınırdayım.
Mesela Mesut Hoşcan ve ekibi "Üyelikler üzerindeki kota uygulamasını kaldıracağız. İlk etapta üye sayımızı 5 bine çıkarmak için her türlü imkanı zorlayacağız" açıklamasını yaptığı anda sınır çizgisinin öbür tarafına atlayıveririm.
Elbette hepsi bu kadar değil.
Örneğin geçtiğimiz mali kongrede verilen hesaplarda yönetim kurulu üyelerinin kulübe yaptığı maddi katkılar görünmüyordu. Mesut Hoşcan yönetiminde bulunan kişilerin kulübe verdikleri maddi desteği bu mali tablolarda görebilecek miyiz!? Mesut Hoşcan bunu net bir şekilde açıklayabilecek mi!?
Halil Ünal döneminde açıklanan ve çokça eleştirdiğimiz "Temsil Giderleri" adlı gider hanesi kaldırılacak mı!? En azından bu temsil giderlerinin ne olduğunu taraftara açıklayabilecekler mi!?
***
Ben iki gurup arasına bir sınır çizgisi koydum.
Bu sınır çizgisinin tarafları arasında en fazla bir adım mesafe bıraktım.
Eskişehirspor'un menfaatlerine kim bir adım yaklaşırsa ben hemen o adımı atar taraf değiştiririm.
Eskişehirspor sevdalısı olarak yapmamız gereken budur.
O çizgiyi hepimiz koymalıyız ve kesinlikle bir adımdan fazlasını atmamalıyız.
18 Ocak 2013 Cuma
Barış isteyen parmak kaldırsın!
AKP göreve geldiğinden bu yana barış (!) için mücadele ediyor...
10 Yılı aşkın bir zamandan bu yana verilen mücadele neticesinde artık:
* Apo (eski bebek katili ve namaz kılıcısı) artık "sayın" oldu...
* Vatan savunması adına şehit olanlar "kelle" oldu...
* Ayyıldızlı Türk Bayrağı "tahrik unsuru" olduğu için resmi görevlilerce toplatıldı, toplattırıldı...
* Pkk'nın sözde bayrağı artık rahatça her yerde taşınabilir hale geldi...
* Eski namaz kılıcısı ve bebek katili Apo bey TC Mahkemelerinin kararıyla resmen "önder" olarak tanındı...
* Yine aynı mahkeme Apo bey için özgürlük istemenin bir hak olduğuna karar verdi. AKP'den önce bu suçtu..
* Pkk terör örgütünün elemanlarından herhangi birisinin çatışmada ölmesi ya da farklı şekillerde ölmesi sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Misak-ı Milli sınırları dahilinde görkemli törenler yapılabiliyor ve bu törenlere başta milletvekilleri olmak üzere bir çok resmi görevli katılabiliyor.
* Yine başta milletvekilleri olmak üzere herkes alenen bu cenazeler için taziye ziyaretleri yapabiliyor...
* İmralı'da istirahatte bulunan Apo bey için şartların iyileştirilmesi adına her türlü konfor sağlanıyor. Kader kurbanı mahkumlarımızın hayal bile edemeyecekleri konfor bebek katiline, pardon namaz kılıcısına, yoksa sayın mı demeliydim. Her neyse işte o adama sağlanabiliyor...
* Oslo'da yapılan 1. müzakereler sürecinde Mit müsteşarı tarafından terör örgütü mensuplarına "sizinle savaşanları tek tek içeri tıktık, daha ne istiyorsunuz" denilerek ima edildiği gibi terör ile mücadele eden tüm rütbeli komutanlar hapse atıldı.
* Milletvekilleri terör örgütü yandaşlarının Pkk bayraklarıyla yaptıkları gösterilerde onlara destek verdi ve bizzat katılım sağladı...
* Terörle mücadele sırasında şehit olan askerlerimizin cenaze törenlerinin halkın katılımıyla gerçekleştirilen bölümlerine yayın yasağı getirildi. Yani sansür uygulandı.
***
Evet bu saydıklarımıza daha nicelerini ekleyebiliriz...
Bütün bunlar barış için yapılmış...
Daha fazla kan akmasın için yapılmış...
Fakat halen kan akmaya devam ediyor.
Hain pusular devam ediliyor...
Kahpe kurşunlar, kadın, kız, çoluk, çocuk, asker, polis ayrımı yapmadan;
Yani adres sormadan bir bir geliyor üzerimize...
Bakmayın bu aralar pek şehit haberi gelmediğine...
Tamamen mevsim şartlarından dolayı...
Kar, kış, kıyamet...
Teröristler pusu atamıyorlar...
Şehit haberlerinin ardının kesilmesi bundan...
İşte bu boşluğu da her zaman olduğu gibi "barış" teraneleri ile geçiştiriyorlar...
***
"Barış İstiyorum" demekle gerçekten barış istenmiş olur mu!?
Öyle ise, atalarımız "ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz" demişler...
Atalarımız çok doğru demişler...
TV kanallarındaki sözde aydınların,
AKP'nin ileri gelenlerinin,
BDP'lilerin barış istiyoruz teranelerini bir kenara bırakıp vatandaş olarak şöyle bir düşünelim...
Ortada uluslararası bir terör örgütü var...
Bütün dünya bu örgütü bir terör örgütü olarak kabul etmiş...
Eğer gerçekten barış istiyorsanız lafın dışında bir şeyler yapmanız gerekli...
Mesela çıkıp bir terör örgütü "önder"i "Arkadaş yeter artık biz barış istiyoruz ve bu isteğimizdeki ciddiyetimizi 400 dağ kadromuzu silahlarıyla birlikte TC makamlarına teslim ederek gösteriyoruz desin de görelim bakalım gerçekten barış istiyorlar mı istemiyorlar mı!?
Onlar ne yapıyorlar!?
Yurtdışında öldürülen teröristler için yapılan cenaze merasimine terör örgütü bayraklarıyla katılıp adeta gövde gösterisi yapıyorlar!
Hani siz barış istiyordunuz!?
Bir cenaze merasimini bile gövde gösterisine dönüştürerek mi barış istiyorsunuz!?
***
Hiçbir şekilde teslim olmaktan bahsedilmiyor...
Silah bırakmaktan bahsedilmiyor...
Bilakis tüm terör faaliyetleri son sürat devam ediyor, sonra da kalkıp barış istiyoruz diyorlar...
Onu da geçtim, bu duruma karşı çıkan, böyle barış olmaz diyen Ülkücü camiayı da "barış düşmanı" ilan ediveriyorlar!
Hadi ordan şark kurnazı!
Bu ülkenin %50'sini "Allah" diyerek kandırabilirsiniz belki ama Ülkücü camia Allah adını kullanarak siyaset yapanlara asla kanmadı, bundan sonra da kanmayacak...
Terör örgütü ve yandaşları, tüm faaliyetlerine devam edecekler, biz de buna rağmen barış isteyeceğiz...
Yemezler!
***
Bu uyanık kerizler, bir de "Devlet ateşkes ilan etsin, silah bıraksın" falan zırvalıklarıyla da ortaya çıkıyorlar zaman zaman...
Devlet ancak bir devlet ile savaşıyorsa ateşkes ilan eder...
Bunun dışında bir devlet hangi terör örgütüne karşı ateşkes ilan etmiş bir deyin de biz de bilelim...
Devletin bu aşamada ateşkes ilan etmesi terör örgütüne teslim olması anlamına gelir...
Silahı kime bırakacak bu devletin ordusu...
Terör örgütüne mi!?
Mevcut askeri birlikleri boşaltacak mı!?
Nasıl bir ateşkes ve silah bırakma bekliyorlar çok merak ediyorum...
***
AKP 10 yılı aşkın zamandır oynanan bu tiyatroda rolünü başarıyla gerçekleştiriyor...
AKP'ye oy verenler din sömürüsüne alet olmadan iyice düşünsünler...
Öldürülen teröristler için üzüntülerini açıklayan Bülent Arınç milyon kere Allah dese ne fayda eder...
Askerin cenazesine gidemeyen adamlar gece gündüz Allah dese ne olur...
Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki; " İnsanların namaz ve abdestleri sizleri yanıltmasın, insanlara ibadetleriyle değer vermeyin, insanların hal ve davranışlarına bakarak onlara değer verin!" bunu biz neticemizden uydurmuyoruz.
Bu söz Hz. Muhammed (SAV)"in hadisidir...
Müslüman akıllı olmak zorundadır...
Akıllı olmazsa tarih boyunca olduğu gibi bundan sonra da bir çok Kerbelalar yaşamaya mahkum olur...
***
Milletle dalga geçiyorlar...
Üç tane teröristin cenazesi için memleket ayağa kalkıyor ve bir ülkenin başbakanı polisi, askeri uyarıyor "provakasyonlara gelmeyin!"
Hiç kimse demiyor ki; "Yahu arkadaş sen başbakan değil misin!? Bu ülkenin güvenliği sizden sorulmaz mı!? Bu teröristlerin cenazelerinin bu ülkede ne işi var!? Hadi bir şekilde geldi diyelim. Bunca büyük gösterilerin yapılmasına neden müsaade ediyorsun!?"
Terör örgütü ve yandaşları her şeyi yapsın ama asker, polis uzaktan seyretsin!?
Böyle barış olmaz mı!?
Olur elbette!
Ama şunu da bilin ki bunun adı barış olmaz, teslim olmak olur...
***
Milletle dalga geçmeye devam ediyorlar...
Nerdeyse ilkokula yeni başlamış çocuklara sordukları gibi bize de soracaklar:
"Barış isteyenler parmak kaldırsın!"
Biz de bebeyiz ya!
Bir tarafta Allah deyip diğer tarafta eşek yüküyle mal varlığına sahip olan herkese eyvallah deriz ya!Bir iki paket makarna ile .birkaç torba kömüre tav oluyoruz ya!
Hemen kaldıracağız parmağımızı!
Oldu canım!
Böyle barış olacaksa, kusura bakmayın benim de kanım aksın sonra olacaksa olsun bu barış dediğiniz illet!
10 Yılı aşkın bir zamandan bu yana verilen mücadele neticesinde artık:
* Apo (eski bebek katili ve namaz kılıcısı) artık "sayın" oldu...
* Vatan savunması adına şehit olanlar "kelle" oldu...
* Ayyıldızlı Türk Bayrağı "tahrik unsuru" olduğu için resmi görevlilerce toplatıldı, toplattırıldı...
* Pkk'nın sözde bayrağı artık rahatça her yerde taşınabilir hale geldi...
* Eski namaz kılıcısı ve bebek katili Apo bey TC Mahkemelerinin kararıyla resmen "önder" olarak tanındı...
* Yine aynı mahkeme Apo bey için özgürlük istemenin bir hak olduğuna karar verdi. AKP'den önce bu suçtu..
* Pkk terör örgütünün elemanlarından herhangi birisinin çatışmada ölmesi ya da farklı şekillerde ölmesi sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Misak-ı Milli sınırları dahilinde görkemli törenler yapılabiliyor ve bu törenlere başta milletvekilleri olmak üzere bir çok resmi görevli katılabiliyor.
* Yine başta milletvekilleri olmak üzere herkes alenen bu cenazeler için taziye ziyaretleri yapabiliyor...
* İmralı'da istirahatte bulunan Apo bey için şartların iyileştirilmesi adına her türlü konfor sağlanıyor. Kader kurbanı mahkumlarımızın hayal bile edemeyecekleri konfor bebek katiline, pardon namaz kılıcısına, yoksa sayın mı demeliydim. Her neyse işte o adama sağlanabiliyor...
* Oslo'da yapılan 1. müzakereler sürecinde Mit müsteşarı tarafından terör örgütü mensuplarına "sizinle savaşanları tek tek içeri tıktık, daha ne istiyorsunuz" denilerek ima edildiği gibi terör ile mücadele eden tüm rütbeli komutanlar hapse atıldı.
* Milletvekilleri terör örgütü yandaşlarının Pkk bayraklarıyla yaptıkları gösterilerde onlara destek verdi ve bizzat katılım sağladı...
* Terörle mücadele sırasında şehit olan askerlerimizin cenaze törenlerinin halkın katılımıyla gerçekleştirilen bölümlerine yayın yasağı getirildi. Yani sansür uygulandı.
***
Evet bu saydıklarımıza daha nicelerini ekleyebiliriz...
Bütün bunlar barış için yapılmış...
Daha fazla kan akmasın için yapılmış...
Fakat halen kan akmaya devam ediyor.
Hain pusular devam ediliyor...
Kahpe kurşunlar, kadın, kız, çoluk, çocuk, asker, polis ayrımı yapmadan;
Yani adres sormadan bir bir geliyor üzerimize...
Bakmayın bu aralar pek şehit haberi gelmediğine...
Tamamen mevsim şartlarından dolayı...
Kar, kış, kıyamet...
Teröristler pusu atamıyorlar...
Şehit haberlerinin ardının kesilmesi bundan...
İşte bu boşluğu da her zaman olduğu gibi "barış" teraneleri ile geçiştiriyorlar...
***
"Barış İstiyorum" demekle gerçekten barış istenmiş olur mu!?
Öyle ise, atalarımız "ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz" demişler...
Atalarımız çok doğru demişler...
TV kanallarındaki sözde aydınların,
AKP'nin ileri gelenlerinin,
BDP'lilerin barış istiyoruz teranelerini bir kenara bırakıp vatandaş olarak şöyle bir düşünelim...
Ortada uluslararası bir terör örgütü var...
Bütün dünya bu örgütü bir terör örgütü olarak kabul etmiş...
Eğer gerçekten barış istiyorsanız lafın dışında bir şeyler yapmanız gerekli...
Mesela çıkıp bir terör örgütü "önder"i "Arkadaş yeter artık biz barış istiyoruz ve bu isteğimizdeki ciddiyetimizi 400 dağ kadromuzu silahlarıyla birlikte TC makamlarına teslim ederek gösteriyoruz desin de görelim bakalım gerçekten barış istiyorlar mı istemiyorlar mı!?
Onlar ne yapıyorlar!?
Yurtdışında öldürülen teröristler için yapılan cenaze merasimine terör örgütü bayraklarıyla katılıp adeta gövde gösterisi yapıyorlar!
Hani siz barış istiyordunuz!?
Bir cenaze merasimini bile gövde gösterisine dönüştürerek mi barış istiyorsunuz!?
***
Hiçbir şekilde teslim olmaktan bahsedilmiyor...
Silah bırakmaktan bahsedilmiyor...
Bilakis tüm terör faaliyetleri son sürat devam ediyor, sonra da kalkıp barış istiyoruz diyorlar...
Onu da geçtim, bu duruma karşı çıkan, böyle barış olmaz diyen Ülkücü camiayı da "barış düşmanı" ilan ediveriyorlar!
Hadi ordan şark kurnazı!
Bu ülkenin %50'sini "Allah" diyerek kandırabilirsiniz belki ama Ülkücü camia Allah adını kullanarak siyaset yapanlara asla kanmadı, bundan sonra da kanmayacak...
Terör örgütü ve yandaşları, tüm faaliyetlerine devam edecekler, biz de buna rağmen barış isteyeceğiz...
Yemezler!
***
Bu uyanık kerizler, bir de "Devlet ateşkes ilan etsin, silah bıraksın" falan zırvalıklarıyla da ortaya çıkıyorlar zaman zaman...
Devlet ancak bir devlet ile savaşıyorsa ateşkes ilan eder...
Bunun dışında bir devlet hangi terör örgütüne karşı ateşkes ilan etmiş bir deyin de biz de bilelim...
Devletin bu aşamada ateşkes ilan etmesi terör örgütüne teslim olması anlamına gelir...
Silahı kime bırakacak bu devletin ordusu...
Terör örgütüne mi!?
Mevcut askeri birlikleri boşaltacak mı!?
Nasıl bir ateşkes ve silah bırakma bekliyorlar çok merak ediyorum...
***
AKP 10 yılı aşkın zamandır oynanan bu tiyatroda rolünü başarıyla gerçekleştiriyor...
AKP'ye oy verenler din sömürüsüne alet olmadan iyice düşünsünler...
Öldürülen teröristler için üzüntülerini açıklayan Bülent Arınç milyon kere Allah dese ne fayda eder...
Askerin cenazesine gidemeyen adamlar gece gündüz Allah dese ne olur...
Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki; " İnsanların namaz ve abdestleri sizleri yanıltmasın, insanlara ibadetleriyle değer vermeyin, insanların hal ve davranışlarına bakarak onlara değer verin!" bunu biz neticemizden uydurmuyoruz.
Bu söz Hz. Muhammed (SAV)"in hadisidir...
Müslüman akıllı olmak zorundadır...
Akıllı olmazsa tarih boyunca olduğu gibi bundan sonra da bir çok Kerbelalar yaşamaya mahkum olur...
***
Milletle dalga geçiyorlar...
Üç tane teröristin cenazesi için memleket ayağa kalkıyor ve bir ülkenin başbakanı polisi, askeri uyarıyor "provakasyonlara gelmeyin!"
Hiç kimse demiyor ki; "Yahu arkadaş sen başbakan değil misin!? Bu ülkenin güvenliği sizden sorulmaz mı!? Bu teröristlerin cenazelerinin bu ülkede ne işi var!? Hadi bir şekilde geldi diyelim. Bunca büyük gösterilerin yapılmasına neden müsaade ediyorsun!?"
Terör örgütü ve yandaşları her şeyi yapsın ama asker, polis uzaktan seyretsin!?
Böyle barış olmaz mı!?
Olur elbette!
Ama şunu da bilin ki bunun adı barış olmaz, teslim olmak olur...
***
Milletle dalga geçmeye devam ediyorlar...
Nerdeyse ilkokula yeni başlamış çocuklara sordukları gibi bize de soracaklar:
"Barış isteyenler parmak kaldırsın!"
Biz de bebeyiz ya!
Bir tarafta Allah deyip diğer tarafta eşek yüküyle mal varlığına sahip olan herkese eyvallah deriz ya!Bir iki paket makarna ile .birkaç torba kömüre tav oluyoruz ya!
Hemen kaldıracağız parmağımızı!
Oldu canım!
Böyle barış olacaksa, kusura bakmayın benim de kanım aksın sonra olacaksa olsun bu barış dediğiniz illet!
14 Ocak 2013 Pazartesi
ESES'te Hoşcan ile yeni dönem...
Yazımızın başlığından yanlış manalar çıkarılmasın...
Daha şimdiden sayın Mesut Hoşcan'ı seçimin galibi ilan etmiş değiliz...
Bilakis şu anki kanaatime göre eğer aday olursa seçimlerde başarılı olamayacağını düşünüyorum.
İnsanımız ne yazık ki, leb demeden leblebiyi anlama yeteneğini en üst seviyede tuttuğu için, yazımızın tamamını okumadan başlığa bakarak "Selahattin Erdoğan seçimi yapmış bitirmiş, Mesut Hoşcan'ı başkanlık koltuğuna oturtmuş" der hemen...
Bahsedeceğimiz yeni dönem çok farklı...
Kongre öncesinde yepyeni bir dönem yaşayacağız...
Peki nedir bu yeni dönem?
***
Hepimizin bildiği gibi yıllardır Eskişehirspor kongreleri başlamadan önce biter...
Seçim gününden önce görüşmeler pazarlıklar yapılır, tek adayla seçime girilir ve usulen yapılan seçimle o tek aday seçimi kazanır...
Eğer Mesut Hoşcan'ın aday olacağı konusu gerçekten doğru ise, artık bu dönem kapanıyor...
6 Ay sonra Eskişehirspor camiası 2 adaylı bir seçime gidecek...
Gerçek bir seçim olacak...
Bu 6 aylık süreçte Halil Ünal ve Mesut Hoşcan, icraatlarıyla, vaatleriyle, projeleriyle kıyasıya bir yarışa girecekler...
Tek beklentimiz bu kıyasıya mücadeleden tek galip olarak Eskişehirspor'un çıkmasıdır....
***
Gelişmiş ülkelerde seçim sürecinde yapılan anketler son derece etkilidir.
Şunu herkes biliyor ki, Eskişehirspor'un bugünkü delege yapısı adil bir seçim için müsait değildir.
Ülkemizin genel yapısına baktığımız vakit son derece doğal olarak karşılanabilecek bir üye kayıt sistemi var Eskişehirspor'un...
Bu sistem hem spor kulüpleri için, hem sivil toplum kuruluşları için, hem de siyasi partilerimiz için aynıdır...
Bir partinin ilçe başkanı göreve geldiği ilk günden itibaren gelecek kurultayda kendisine oy vermesi muhtemel kişileri üye defterinin baş tarafına yazmaya başlar...
Her hangi bir köy derneğinde bile bu durum geçerlidir...
Spor kulüplerinde de aynı durum geçerlidir maalesef...
Dernek statüsünde yönetilen tüm spor kulüplerimiz ne yazık ki, bu cendereden kurtulabilmiş değiller...
***
Sayın Halil Ünal ve sayın Mesut Hoşcan'a burada çok önemli bir görev düşmektedir.
Eskişehirspor'u bu genel hastalıktan kurtarmak her iki adayımızın da ilk görevi olmalı.
Ben her iki adaydan da ilk olarak bu yönde açıklama bekleyeceğim...
Proje, transfer, alt yapı hepsi hikaye...
Eskişehirspor'a üyelik sisteminde sevgiye konulan kota kaldırılacak mı, kaldırılmayacak mı!
Her iki aday da öncelikle bu konuya açıklık getirmelidirler...
Bu konuya açıklık getirilmiyorsa ve net bir şekilde bu kotanın kaldırılacağı beyan edilmiyorsa ben bir Eskişehirspor taraftarı olarak her iki adayın da birbirinden farkı olamayacağına inanırım...
Halil Ünal görev başında yapacağı bir açıklama ile bu kotanın kaldırıldığını ve uygulamaya geçildiğini hemen açıklayabilir...
Mesut Hoşcan da seçimleri kazandığı günün ertesinde ilk işinin bu kotanın kaldırılacağını açıklamalıdır...
***
Her iki aday için bir başka önemli görev de sadece delege ile değil Eskişehirspor sevdalıları ile bu kongreye gitmek olmalıdır. Eskişehirspor kongresi artık küçük salonlarda değil, en azından spor salonlarında yapılmalıdır. Bu kulübün tek sahibi 2 senede bir kongre salonundaki sandalyelere oturanlar değil, senelerdir bu takımı desteklemek için tribün koltuklarını aşındıranlardır. Bu kongreyi izlemek en çok onların hakkıdır.
Bu nedenledir ki, her iki adayda bu konuda uzlaşmalı ve Eskişehirspor kongresi büyük bir izleyici kitlesinin katılımıyla gerçekleştirilmelidir.
***
Eskişehirspor taraftarı yıllar sonra ortaya çıkan bu iki adaylı seçim sürecini iyi değerlendirmelidir. Bu süreçte herhangi bir adayın kayıtsız şartsız taraftarı olmak yerine yüreklerimizdeki Eskişehirspor sevdası ile ESESimiz için en iyi sonucu elde edebileceğimiz bir kongre süreci yaşanmasında ne gibi katkılarımızın olabileceği düşünülmelidir. Unutmayalım ki, yöneticiler gelir geçer biz ise, her zaman baki kalırız...
Daha şimdiden sayın Mesut Hoşcan'ı seçimin galibi ilan etmiş değiliz...
Bilakis şu anki kanaatime göre eğer aday olursa seçimlerde başarılı olamayacağını düşünüyorum.
İnsanımız ne yazık ki, leb demeden leblebiyi anlama yeteneğini en üst seviyede tuttuğu için, yazımızın tamamını okumadan başlığa bakarak "Selahattin Erdoğan seçimi yapmış bitirmiş, Mesut Hoşcan'ı başkanlık koltuğuna oturtmuş" der hemen...
Bahsedeceğimiz yeni dönem çok farklı...
Kongre öncesinde yepyeni bir dönem yaşayacağız...
Peki nedir bu yeni dönem?
***
Hepimizin bildiği gibi yıllardır Eskişehirspor kongreleri başlamadan önce biter...
Seçim gününden önce görüşmeler pazarlıklar yapılır, tek adayla seçime girilir ve usulen yapılan seçimle o tek aday seçimi kazanır...
Eğer Mesut Hoşcan'ın aday olacağı konusu gerçekten doğru ise, artık bu dönem kapanıyor...
6 Ay sonra Eskişehirspor camiası 2 adaylı bir seçime gidecek...
Gerçek bir seçim olacak...
Bu 6 aylık süreçte Halil Ünal ve Mesut Hoşcan, icraatlarıyla, vaatleriyle, projeleriyle kıyasıya bir yarışa girecekler...
Tek beklentimiz bu kıyasıya mücadeleden tek galip olarak Eskişehirspor'un çıkmasıdır....
***
Gelişmiş ülkelerde seçim sürecinde yapılan anketler son derece etkilidir.
Şunu herkes biliyor ki, Eskişehirspor'un bugünkü delege yapısı adil bir seçim için müsait değildir.
Ülkemizin genel yapısına baktığımız vakit son derece doğal olarak karşılanabilecek bir üye kayıt sistemi var Eskişehirspor'un...
Bu sistem hem spor kulüpleri için, hem sivil toplum kuruluşları için, hem de siyasi partilerimiz için aynıdır...
Bir partinin ilçe başkanı göreve geldiği ilk günden itibaren gelecek kurultayda kendisine oy vermesi muhtemel kişileri üye defterinin baş tarafına yazmaya başlar...
Her hangi bir köy derneğinde bile bu durum geçerlidir...
Spor kulüplerinde de aynı durum geçerlidir maalesef...
Dernek statüsünde yönetilen tüm spor kulüplerimiz ne yazık ki, bu cendereden kurtulabilmiş değiller...
***
Sayın Halil Ünal ve sayın Mesut Hoşcan'a burada çok önemli bir görev düşmektedir.
Eskişehirspor'u bu genel hastalıktan kurtarmak her iki adayımızın da ilk görevi olmalı.
Ben her iki adaydan da ilk olarak bu yönde açıklama bekleyeceğim...
Proje, transfer, alt yapı hepsi hikaye...
Eskişehirspor'a üyelik sisteminde sevgiye konulan kota kaldırılacak mı, kaldırılmayacak mı!
Her iki aday da öncelikle bu konuya açıklık getirmelidirler...
Bu konuya açıklık getirilmiyorsa ve net bir şekilde bu kotanın kaldırılacağı beyan edilmiyorsa ben bir Eskişehirspor taraftarı olarak her iki adayın da birbirinden farkı olamayacağına inanırım...
Halil Ünal görev başında yapacağı bir açıklama ile bu kotanın kaldırıldığını ve uygulamaya geçildiğini hemen açıklayabilir...
Mesut Hoşcan da seçimleri kazandığı günün ertesinde ilk işinin bu kotanın kaldırılacağını açıklamalıdır...
***
Her iki aday için bir başka önemli görev de sadece delege ile değil Eskişehirspor sevdalıları ile bu kongreye gitmek olmalıdır. Eskişehirspor kongresi artık küçük salonlarda değil, en azından spor salonlarında yapılmalıdır. Bu kulübün tek sahibi 2 senede bir kongre salonundaki sandalyelere oturanlar değil, senelerdir bu takımı desteklemek için tribün koltuklarını aşındıranlardır. Bu kongreyi izlemek en çok onların hakkıdır.
Bu nedenledir ki, her iki adayda bu konuda uzlaşmalı ve Eskişehirspor kongresi büyük bir izleyici kitlesinin katılımıyla gerçekleştirilmelidir.
***
Eskişehirspor taraftarı yıllar sonra ortaya çıkan bu iki adaylı seçim sürecini iyi değerlendirmelidir. Bu süreçte herhangi bir adayın kayıtsız şartsız taraftarı olmak yerine yüreklerimizdeki Eskişehirspor sevdası ile ESESimiz için en iyi sonucu elde edebileceğimiz bir kongre süreci yaşanmasında ne gibi katkılarımızın olabileceği düşünülmelidir. Unutmayalım ki, yöneticiler gelir geçer biz ise, her zaman baki kalırız...
13 Ocak 2013 Pazar
Kasımpaşa'dan Ağrı'ya kardeşlik köprüsü...
Türkiye'nin bir ucunda neredeyse Kasımpaşa...
Ağrı da öbür ucunda...
Öyle bir köprü kuruldu ki, bu uzun mesafede anlatmak mümkün değil...
Bir sevgi köprüsü...
Bir kardeşlik köprüsü...
Alabildiğince uzun bir köprü...
Olabildiğince candan yürekten bir köprü...
Arma Altı Kasımpaşa'nın güzide bir taraftar gurubu...
"Sadece Kasımpaşalıyız" diyerek yola çıkıp, çift takım tutanlara inat, Lacivert - Beyaz renklere sevdalı, ARMA peşinde koşan bir avuç genç, yürekli insan topluluğu Arma Altı...
***
Kuruldukları günden bu yana sadece tribün peşinde koşmadılar...
Düzenledikleri sosyal etkinliklerle de üzerlerine düşen sosyal sorumluluğu en üst düzeyde gerçekleştirmeye çalıştılar...
Arma Altı gurubu son olarak, Ağrı ilimizde bulunan Arslangazi İlkokulu'na bir yardım kampanyası başlattılar...
Kapı kapı dolaşıp, memleketin bir ucunda zorlu şartlar altında okumaya çalışan minik kardeşleri için yardım malzemesi topladılar...
"Arma Altı Kardeş Okul" projesinin bu seferki durağı Eskişehirli bir öğretmenin görev yaptığı Arslangazi İlkokulu oldu...
Bir taraftan Arma için mücadele verirlerken bir taraftan da sosyal sorumluluklarını unutmadılar ve böylesine muhteşem bir projeyi gerçekleştirdiler...
kendilerine destek olan esnaf ve taraftarlar başta olmak üzere emeği geçen herkesi tebrik etmek gerek...
***
Öyle kolay olmuyor günümüzde bu tür kampanyalar...
Birilerinin kapısını yardım için çalmak, zor iş...
Adeta dilenci gibisiniz...
"Allah versin" diyenler bile çıkabilir aralarından...
Ama o gençler yılmadılar...
Böylesine kutsal bir görev için her türlü zorlu yendiler...
Son olarak önlerinde bir engel olan ulaşım ücretini temin etmek içinde az miktarda bir takvim yapıp satarak bu sorunu da çözdüler...
Hepsinin alınlarından öpmek lazım bu gençlerin...
***
Türk Futbolu'nun bu gençlere ihtiyacı var...
Bu gençleri anlamak lazım...
Türk Futbolu'ndaki şiddet görüntülerini sonlandırmak için kafa patlatanların bu gençlere sahip çıkması lazım...
Her şey polisiye tedbirlerle çözülmüyor...
Bugün terör olaylarının sona erdirilmesi için bile terör örgütüyle müzakereden yana tavır koyan ülke yöneticilerinin futboldaki şiddeti önlemek için polisiye tedbirleri daha da arttırmaya çalışması gerçekten son derece anlamsız kalıyor...
Bir kere daha tebrikler Arma Alta Tayfa...
Ağrı da öbür ucunda...
Öyle bir köprü kuruldu ki, bu uzun mesafede anlatmak mümkün değil...
Bir sevgi köprüsü...
Bir kardeşlik köprüsü...
Alabildiğince uzun bir köprü...
Olabildiğince candan yürekten bir köprü...
Arma Altı Kasımpaşa'nın güzide bir taraftar gurubu...
"Sadece Kasımpaşalıyız" diyerek yola çıkıp, çift takım tutanlara inat, Lacivert - Beyaz renklere sevdalı, ARMA peşinde koşan bir avuç genç, yürekli insan topluluğu Arma Altı...
***
Kuruldukları günden bu yana sadece tribün peşinde koşmadılar...
Düzenledikleri sosyal etkinliklerle de üzerlerine düşen sosyal sorumluluğu en üst düzeyde gerçekleştirmeye çalıştılar...
Arma Altı gurubu son olarak, Ağrı ilimizde bulunan Arslangazi İlkokulu'na bir yardım kampanyası başlattılar...
Kapı kapı dolaşıp, memleketin bir ucunda zorlu şartlar altında okumaya çalışan minik kardeşleri için yardım malzemesi topladılar...
"Arma Altı Kardeş Okul" projesinin bu seferki durağı Eskişehirli bir öğretmenin görev yaptığı Arslangazi İlkokulu oldu...
Bir taraftan Arma için mücadele verirlerken bir taraftan da sosyal sorumluluklarını unutmadılar ve böylesine muhteşem bir projeyi gerçekleştirdiler...
kendilerine destek olan esnaf ve taraftarlar başta olmak üzere emeği geçen herkesi tebrik etmek gerek...
***
Öyle kolay olmuyor günümüzde bu tür kampanyalar...
Birilerinin kapısını yardım için çalmak, zor iş...
Adeta dilenci gibisiniz...
"Allah versin" diyenler bile çıkabilir aralarından...
Ama o gençler yılmadılar...
Böylesine kutsal bir görev için her türlü zorlu yendiler...
Son olarak önlerinde bir engel olan ulaşım ücretini temin etmek içinde az miktarda bir takvim yapıp satarak bu sorunu da çözdüler...
Hepsinin alınlarından öpmek lazım bu gençlerin...
***
Türk Futbolu'nun bu gençlere ihtiyacı var...
Bu gençleri anlamak lazım...
Türk Futbolu'ndaki şiddet görüntülerini sonlandırmak için kafa patlatanların bu gençlere sahip çıkması lazım...
Her şey polisiye tedbirlerle çözülmüyor...
Bugün terör olaylarının sona erdirilmesi için bile terör örgütüyle müzakereden yana tavır koyan ülke yöneticilerinin futboldaki şiddeti önlemek için polisiye tedbirleri daha da arttırmaya çalışması gerçekten son derece anlamsız kalıyor...
Bir kere daha tebrikler Arma Alta Tayfa...
12 Ocak 2013 Cumartesi
Sömürü düzenine karşı çıkmak...
Nedir sizce sömürü düzenine karşı çıkmak!?
Don Kişot ve Sanço Panço'nun öyküsü müdür!?
Zengin'den çalıp fakire dağıtan film ya da roman kahramanlarının öyküsü mü yoksa!?
Münir Özkul'un tüfeğinin namlusunun ucundaki hedef midir!?
İnsanlık tarihi boyunca hep bu soruya cevap aradı birileri...
Sizce bu cevabı bulabilen var mıdır!?
***
Düşünüyorum...
Bir futbolcu transfer oluyor...
Ecnebi bir ülkeden ülkemize gelecek...
Özellikle son üç gündür ülkemizde milyonlarca insan bu "mutlu" haberi bekliyor...
Geldi mi, gelecek mi, doğru mu, yalan mı!?
Ajanslar takip ediliyor...
Yolda yürürken meraktan çatlayan eleman arkadaşını arıyor;
- Oğlum noldu lan yok mu Şınaydır'dan bir haber!
Belli ki aldığı haber olumsuz...
Suratını ekşitip, telefon etmek için yere bıraktığı oldukça ağır iki koliyi tekrar iki eline alıp yürümeye devam ediyor...
***
Çarşı, pazar karışmış...
Eli kulağında oldu olacak...
Eminim bir maden ocağında çalışan garibanlardan bazıları da kazmayı salladıkça bu haberin geleceği anı bekliyordur bir yerlerde...
Bir delikanlı aldırış etmeden cebinde bir sigara parası bile olmamasına Şınayder'in gelip gelmeyeceğini bekliyordur büyük bir merakla...
Hepsi düşük gelir düzeyinden insanlar...
Yani bizim insanlarımız...
Gece gündüz çalışan, çabalayan, üç kuruş ekmek parası için ağız kokusu çeken insanlarımız...
Emekçilerimiz...
Verdikleri emeğin karşılığını hiçbir zaman alamayan emekçilerimiz...
Hepsi günlerdir Şınaydır ile yatıp Şınaydır ile kalkıyorlar...
Vay anasına sayın seyirciler!
***
Milyonlarca emekçi, gece gündüz çalışıp para kazanıyorlar...
Kazandıkları paraya da para demiyorlar gerçi...
Asgari geçim düzeyinde bir para...
İşte bir çoğu o azıcık paradan bir miktarını ayırıp, maça gidiyorlar...
Forma, kaşkol, eldiven, çorap, don, sutyen, atlet, fanila, karyola örtüsü, bebe takışirketleşen kulüplerine ait bir ürün alıyorlar...
Hepsi Şınayder 6 milyon dolar para alabilsin diye...
Milyonlarca insan bir adam o milyonlarca insanın bir tanesinin bile rüyalarında dahi göremeyecekleri parayı alsın diye ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar...
Sonra bunlardan bazıları çıkıp "Sömürü düzenine karşı" sloganlar atıyor İstiklal caddesinde yürüyerek...
Birileri facebok'ta paylaşımlar yapıyor "Sömürü düzenine karşı"...
***
Yani bu sömürü düzenine gönüllü mağlup olan da biziz, karşı çıkan da biziz...
"Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" lafının mucidi de biziz...
Şu an sadece sömürü düzeninin en etkili silahı olan futboldan bir örnek veriyorum.
Şınaydır örneği de bildik tanıdık diye...
Yoksa 6 milyon değil 60 milyon dolardan kapı açanlarda var...
Hatta 100 milyonları aşanlar bile var...
Ne yapıyorlar bunu haketmek için...
Güzel top oynuyorlar...
Peki bunca parayı onların almasını sağlayanlar ne yapıyorlar!?
Don Kişot ve Sanço Panço'nun öyküsü müdür!?
Zengin'den çalıp fakire dağıtan film ya da roman kahramanlarının öyküsü mü yoksa!?
Münir Özkul'un tüfeğinin namlusunun ucundaki hedef midir!?
İnsanlık tarihi boyunca hep bu soruya cevap aradı birileri...
Sizce bu cevabı bulabilen var mıdır!?
***
Düşünüyorum...
Bir futbolcu transfer oluyor...
Ecnebi bir ülkeden ülkemize gelecek...
Özellikle son üç gündür ülkemizde milyonlarca insan bu "mutlu" haberi bekliyor...
Geldi mi, gelecek mi, doğru mu, yalan mı!?
Ajanslar takip ediliyor...
Yolda yürürken meraktan çatlayan eleman arkadaşını arıyor;
- Oğlum noldu lan yok mu Şınaydır'dan bir haber!
Belli ki aldığı haber olumsuz...
Suratını ekşitip, telefon etmek için yere bıraktığı oldukça ağır iki koliyi tekrar iki eline alıp yürümeye devam ediyor...
***
Çarşı, pazar karışmış...
Eli kulağında oldu olacak...
Eminim bir maden ocağında çalışan garibanlardan bazıları da kazmayı salladıkça bu haberin geleceği anı bekliyordur bir yerlerde...
Bir delikanlı aldırış etmeden cebinde bir sigara parası bile olmamasına Şınayder'in gelip gelmeyeceğini bekliyordur büyük bir merakla...
Hepsi düşük gelir düzeyinden insanlar...
Yani bizim insanlarımız...
Gece gündüz çalışan, çabalayan, üç kuruş ekmek parası için ağız kokusu çeken insanlarımız...
Emekçilerimiz...
Verdikleri emeğin karşılığını hiçbir zaman alamayan emekçilerimiz...
Hepsi günlerdir Şınaydır ile yatıp Şınaydır ile kalkıyorlar...
Vay anasına sayın seyirciler!
***
Milyonlarca emekçi, gece gündüz çalışıp para kazanıyorlar...
Kazandıkları paraya da para demiyorlar gerçi...
Asgari geçim düzeyinde bir para...
İşte bir çoğu o azıcık paradan bir miktarını ayırıp, maça gidiyorlar...
Forma, kaşkol, eldiven, çorap, don, sutyen, atlet, fanila, karyola örtüsü, bebe takışirketleşen kulüplerine ait bir ürün alıyorlar...
Hepsi Şınayder 6 milyon dolar para alabilsin diye...
Milyonlarca insan bir adam o milyonlarca insanın bir tanesinin bile rüyalarında dahi göremeyecekleri parayı alsın diye ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar...
Sonra bunlardan bazıları çıkıp "Sömürü düzenine karşı" sloganlar atıyor İstiklal caddesinde yürüyerek...
Birileri facebok'ta paylaşımlar yapıyor "Sömürü düzenine karşı"...
***
Yani bu sömürü düzenine gönüllü mağlup olan da biziz, karşı çıkan da biziz...
"Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" lafının mucidi de biziz...
Şu an sadece sömürü düzeninin en etkili silahı olan futboldan bir örnek veriyorum.
Şınaydır örneği de bildik tanıdık diye...
Yoksa 6 milyon değil 60 milyon dolardan kapı açanlarda var...
Hatta 100 milyonları aşanlar bile var...
Ne yapıyorlar bunu haketmek için...
Güzel top oynuyorlar...
Peki bunca parayı onların almasını sağlayanlar ne yapıyorlar!?
9 Ocak 2013 Çarşamba
Yalan Dünya!
Lafın gelişidir aslında Yalan Dünya lafı...
Yaşadığımız onlarca sene arasında inandığımız Tanrı'nın büyüklüğünü anımsama zahmetine katlandığımız çok kısa anlarda aklımıza gelir bu laf. Bunun dışında Neşet Baba'nın türküsünde anımsarız. Onun nağmelerine kaptırdığımız anlarda kendimizi, dünyanın yalan olduğunu söyleriz onunla birlikte...
Sonra unuturuz yine bu dünyanın yalan olduğunu...
Hakiki dünyanın sonsuzluk alemi olduğunu...
İnandığımız gibi yaşamayı bırakır, yaşamak istediğimiz gibi inanmaya başlarız...
Kimimiz ibadet eder bolca...
Maksat cenneti kazanmak ebedi dünyada...
Kainatın sahibi ulu Tanrımız Allah (CC) her ne kadar tüm ibadetlerin sadece O'nun rızası için yapılacağını söylese de, biz cennetin kapısına dayanmak için yaparız tüm taat ve dualarımızı...
***
"Bu dünya yalan dünya, imtihan dünyasıdır burası" dese de hocaefendiler hemen arkasından sıralamaya başlarlar;
"Allahım bizi yoklukla imtihan etme!"
"Allahım bizi zorlukla imtihan etme!"
"Allahım bizi sevdiklerimizle imtihan etme!"
Peki başka ne ile imtihan olur ki, bir insan!?
Hocaefendiler eskiden camilerde kürsülerden vaaz ederlerdi.
Şimdi tv ekranlarında milyonlarca insana ulaşıyorlar..
Teknolojinin nimetlerinden faydalanmaktalar...
Halbu ki, 20-25 sene önce birçok hocaefendi TV izlemeyi "Gavur İcadı" olduğu için caiz saymıyorlardı...
Şimdi aynı hocaefendiler TV ekranlarında arz-ı endam ediyorlar...
***
Yalan Dünya deyip geçiyoruz...
Bir yakınımız vefat ettiği vakit...
Dünyanın yalan olduğunu anlarız...
Sadece o an..
Sonra biz yalan oluruz, dünya gerçek olur...
İftira etmekten korkmayız...
Allah ile pazarlık etmekten çekinmeyiz...
Hz. Peygamber'in işimize gelen sünnetlerini alır, diğerlerini görmezden geliriz...
"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" sözünü duymazdan gelip;
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" zihniyetinin önde giden savunucularından oluruz...
Kısacası yalan oluruz...
***
Mesela Kur'an-ı Kerim satılıyor bu ülkede...
Çok önemli bir ticaret kalemidir Kur'an-ı Kerim...
Bazı hocaefendilerin "güllü Yasin" diye tabir edilen Yasin suresinin yer aldığı kitapları rekor satışlara ulaşıyor bu memlekette. Allah'ın kanunları üzerinden para kazanılıyor.
Dini mekanlara gittiğimiz vakit tam bir din pazarına düşmüşüzdür...
Her şey satılır orada...
Bütün sureler satılıktır...
Bütün dini semboller satılır oralarda...
Bir de çığırtkanlar vardır tezgahların başında ki onlara hiç değinmemek daha iyi...
***
Bu nasıl bir yalan dünya!?
Dünya için hayatımızı mahvediyoruz ama yine de arada bir bu safsatayı seslendiriyoruz...
Yalan Dünya!
Bu dünya yalan ise, sonsuz dünya;
Yani Yaratıcının bizlere vaat ettiği sonsuz dünya...
Cennet - Cehennem Hakikat ise;
Biz niye böyleyiz yahu!?
Yaşadığımız onlarca sene arasında inandığımız Tanrı'nın büyüklüğünü anımsama zahmetine katlandığımız çok kısa anlarda aklımıza gelir bu laf. Bunun dışında Neşet Baba'nın türküsünde anımsarız. Onun nağmelerine kaptırdığımız anlarda kendimizi, dünyanın yalan olduğunu söyleriz onunla birlikte...
Sonra unuturuz yine bu dünyanın yalan olduğunu...
Hakiki dünyanın sonsuzluk alemi olduğunu...
İnandığımız gibi yaşamayı bırakır, yaşamak istediğimiz gibi inanmaya başlarız...
Kimimiz ibadet eder bolca...
Maksat cenneti kazanmak ebedi dünyada...
Kainatın sahibi ulu Tanrımız Allah (CC) her ne kadar tüm ibadetlerin sadece O'nun rızası için yapılacağını söylese de, biz cennetin kapısına dayanmak için yaparız tüm taat ve dualarımızı...
***
"Bu dünya yalan dünya, imtihan dünyasıdır burası" dese de hocaefendiler hemen arkasından sıralamaya başlarlar;
"Allahım bizi yoklukla imtihan etme!"
"Allahım bizi zorlukla imtihan etme!"
"Allahım bizi sevdiklerimizle imtihan etme!"
Peki başka ne ile imtihan olur ki, bir insan!?
Hocaefendiler eskiden camilerde kürsülerden vaaz ederlerdi.
Şimdi tv ekranlarında milyonlarca insana ulaşıyorlar..
Teknolojinin nimetlerinden faydalanmaktalar...
Halbu ki, 20-25 sene önce birçok hocaefendi TV izlemeyi "Gavur İcadı" olduğu için caiz saymıyorlardı...
Şimdi aynı hocaefendiler TV ekranlarında arz-ı endam ediyorlar...
***
Yalan Dünya deyip geçiyoruz...
Bir yakınımız vefat ettiği vakit...
Dünyanın yalan olduğunu anlarız...
Sadece o an..
Sonra biz yalan oluruz, dünya gerçek olur...
İftira etmekten korkmayız...
Allah ile pazarlık etmekten çekinmeyiz...
Hz. Peygamber'in işimize gelen sünnetlerini alır, diğerlerini görmezden geliriz...
"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" sözünü duymazdan gelip;
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" zihniyetinin önde giden savunucularından oluruz...
Kısacası yalan oluruz...
***
Mesela Kur'an-ı Kerim satılıyor bu ülkede...
Çok önemli bir ticaret kalemidir Kur'an-ı Kerim...
Bazı hocaefendilerin "güllü Yasin" diye tabir edilen Yasin suresinin yer aldığı kitapları rekor satışlara ulaşıyor bu memlekette. Allah'ın kanunları üzerinden para kazanılıyor.
Dini mekanlara gittiğimiz vakit tam bir din pazarına düşmüşüzdür...
Her şey satılır orada...
Bütün sureler satılıktır...
Bütün dini semboller satılır oralarda...
Bir de çığırtkanlar vardır tezgahların başında ki onlara hiç değinmemek daha iyi...
***
Bu nasıl bir yalan dünya!?
Dünya için hayatımızı mahvediyoruz ama yine de arada bir bu safsatayı seslendiriyoruz...
Yalan Dünya!
Bu dünya yalan ise, sonsuz dünya;
Yani Yaratıcının bizlere vaat ettiği sonsuz dünya...
Cennet - Cehennem Hakikat ise;
Biz niye böyleyiz yahu!?
1 Ocak 2013 Salı
Önce ARMA şimdi stad... Ya sonra!?
100 yıla yakın geçmişi olan, ülkemize kazandırdığı dünya ve olimpiyat şampiyonlukları ile adımızı tarihe yazdıran Kasımpaşa kulübü göz göre göre peşkeş çekiliyor.
Servetine servet eklemekten bıkmayan bir zengin zümre AKP'nin kendilerine açtığı yolda, Kasımpaşa Kulübü'ne görül verenlerin bütün değer yargılarını ayaklar altına alarak koca bir camiayı yok etmek üzereler.
Sessiz sedasız geldiler...
Hepsinin ortak özellikleri AKP yandaşı olmaları...
Büyük bir kısmı Gülen Cemaati'ne mensup...
Çoğu BJK aşığı...
GS ve FB'li olanlar da var ama "paranın dini imanı olmaz" zihniyetiyle ortak bir hareket içine girdiler...
Kasımpaşa Gençlik Spor Kulübü Derneği bünyesinde bulunan futbol takımını satın aldılar...
Kaça satın aldılar bilmiyoruz...
Kime kaç para verdiler bilmiyoruz...
Neden satın aldılar bilmiyoruz...
Bildiğimiz tek şey var, koca bir camia bu zengin zümreye peşkeş çekildi...
***
Futbol kulübünün zengin zümreye peşkeş çekilmesinden sonra, semtte bir çok kişi büyük umutlara kapıldı...
Şampiyonluk şarkıları söylendi...
Az sayıda bir gurup temkinliydi...
Yukarıda sorduğumuz soruları onlar da soruyor ve gelişmeleri izliyorlardı...
Bir sabah uyandıklarında olanlar olmuştu bile...
TFF'nin sitesinde Kasımpaşa Kulübü'nün simgesi olarak farklı bir logo vardı...
ARMA gitmişti...
Şampiyonluk peşinde koşanlar aldırmadılar, "olsa da olur olmasa da" dediler...
Aslında peşinde koşulan şampiyonluk değil, üç kuruşluk rant idi...
ARMA sevdalısı,
Kasımpaşa sevdalısı,
Lacivert - Beyaz sevdalısı,
Ay Yıldız sevdalısı,
Semt aşıkları "arma yoksa biz de yokuz" deyip maçları protesto ettiler...
***
Mesele sadece ARMA değildi...
Defalarca yazdık...
Sorular sorduk...
Stadın yeri değişecek mi!?
Taksim ve Kasımpaşa'daki kulübe ait otoparklar ne olacak!?
Kulübün adı değişecek mi!?
Bu sorularımızın cevabını veren olmadı...
Ama zaman bu soruların cevabını vermeye başladı...
CHP Taksim'deki yayalaştırma çalışmaları ile ilgili yaptığı açıklamada "Kemerburgaz'a taşınacak olan Kasımpaşa Stadı'nın yerine Gezi Parkı'na yapılması planlanan Kışla'nın yapılmasını" öneriyordu.
Bu açıklamada çok net bir şekilde stadımızın Kemerburgaz'a taşınacağı ifade ediliyor...
Peki taşınacak olan o stadın yerine ne yapılacak!?
Para hırsıyla yanıp tutuşan ve Kasımpaşa Futbol Takımı'nı ele geçiren o zengin zümre stadın bulunduğu araziye kaç tane gökdelen dikecek!?
***
Ne kadar acıdır ki; ARMA'dan sonra stadın da gittiğini tesadüfen öğreniyoruz...
Stad da semtten alındıktan sonra acaba sıra takımın adına mı gelecek...
Ya da renklerine mi...
ARMA olmasa da olur deyip bu zengin zümrenin takımını desteklemeye koşanlar, yine olmasa da olur diyecekler mi acaba...
Sıra renklere ve takımın ismine geldiğinde de aynı vurdumduymazlık sürecek mi acaba...
Beyoğlu Belediyesi'nin bedava biletleriyle maçlara giderek bu kaçınılmaz sona destek olanlar takımın adının da değiştirilmesinde aynı desteği verecekler mi acaba!???
***
Her şey bitmiş değil...
Gün birlik günüdür...
Gözü paradan başka bir şey görmeyenlerin tuzağına düşmeyelim...
Metin Diyadin taraftarı savunduğu için gönderildi...
Hüseyin Kala aynı akıbete uğramak üzere...
Şota Arvaladze henüz bazı şeylerin farkında değil...
Konuşan yanıyor...
Taraftarı savunan sonunu hazırlamış oluyor...
Biz neden halen onları desteklemeye devam ediyoruz!?
Bu semti seven herkesin boykot eylemine katılması ve GS maçında tribünlerin boş kalması, stadda sadece GS ve AKP taraftarlarının bulunması bu gidişe dur demek için başlatılan boykot eylemini güçlendirecek ve semt aşkıyla yanıp tutuşan bizlerin eylemlerinin daha da gelişmesine katkı sağlayacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)