Bu sabah da metroya bindim.
Tıpkı 1 yıl önce olduğu gibi.
Bir iş yetiştirmenin telaşı ile, alel acele hareket etmek üzere olan trenin kapısından atıverdim kendimi.
Aciliyeti olan işi yetiştirmiş olmanın rahatlığına, trene son anda yetişmiş olmanın rahatlığı da eklenmişti ki, telefonum çaldı.
İşte o an her şey değişti.
Elim ayağım, dolaştı.
Panikledim.
Kalbimin çırpınışları hızlandı.
***
1 Yıl önce yine bir metro seyahatim esnasında yine telefonum çalmıştı.
''Amca dedem ölmüş'' deyiverdi telefonda ağlayan yeğenim Elif.
Ne diyeceğimi bilememiştim.
- Dur bi dakika kızım, yanlıştır o kim dedi sana bunu
Diyebildim.
Olacak iş değildi. Mutlaka bir yanlışlık vardı.
Bir insanın babası nasıl ölebilir ki?
Telefon kapandı.
O an ne yapılmalıydı ki!?
***
Etrafıma bakındım.
Benden başka kimsenin babası ölmemişti herhalde.
Ya da birilerinin de babası öldü de benim gibi miydiler.
Yani kabullenmiyor, inanmıyor, şaka falan mı sanıyorlardı?
Bir insanın metrodayken babası ölürse ne yapardı ki?
Nasıl davranırdı?
''Metroda babanız ölürse'' başlıklı bir uyarı levhası var mıydı acaba trenin duvarlarında?
Hepsini geçtim bir insanın babası nasıl ölür ki?
Babalar ölümsüz değil miydi?
***
Trenden nasıl indim, metronun yürüyen merdivenlerinden hangi haleti ruhiye ile çıktım yeryüzüne bilemiyorum.
Anımsamıyorum.
Metro girişinde kalakalmışım.
Genç bir adamın omzuma dokunduğunu hissettim.
''Abi iyi misiniz!?'
Cevap veremedim.
Omzumdan salladı genç.
''Abi gel şuraya otur bi dakka''
Oracıkta bir kaldırıma oturttu beni. Sonra bir su içirdi.
''Abi noldu? İyi misin?''
- Babam öldü! diyemedim.
- İyiyim kardeşim, sağ ol.
Dedim teşekkür ettim. Bir şişe daha açtı delikanlı ''Abi yüzünü bi yıka iyi gelir sıcaktan oldu herhalde'' dedi.
Sonradan anladım ki, bu delikanlı sıcak havada yoldan geçen araçlara suı satanlardan biriydi.
Delikanlı iyi olduğumu görünce yine işinin başına gitti.
***
Bugün de öyle oldu.
Aradan tam 1 yıl geçmişken yine metroda yine telefonum çaldı.
Ve ben babamın ölüm haberini aldığım 1 yıl öncesinde hissetmediğim korku ve panikle telefona bakamadım bile.
***
Son dönemlerinde eskisi kadar diri olmasa da öyle yataklık olacak bir hastalığı da yoktu babamın.
Hiç ölmeyecek gibiydi sanki, yani ölümsüzdü babam.
Hep aklımda öyle kaldı.
Hayatı boyunca helal kazanç peşinde koşturan babam hep böyle ölmek için dua ederdi.
''Allahım, el ayak muhtaç etmeden, yataklık etmeden al emanetini''
Duaları kabul oldu.
Ölürken bile dimdik ayaktaydı.
***
Aradan 1 yıl geçmesine rağmen alışabilmiş değilim babamın öldüğüne.
Ona dair korkularım, çekincelerim ve özlemlerim hep olduğu yerde duruyor.
Ömrümüzün çoğunu birbirimizden uzakta, gurbet kıvamında yaşadığımız içindir belki, halen babamın köyde kozalak sepeti yaptığı düşüncesi beynimden uzaklaşmadı.
Uzaklaşacağını da sanmıyorum.
Babamla bir baba evlat ilişkisine dair yaşayamadığımız çokça şey var.
Hep özlemini çektiğimiz duygularımız, düşüncelerimiz, birbirimize söyleyemediğimiz güzel sözlerimiz hep zihnimin merkezinde duruyor.
***
Resmi kayıtlara göre 87 yıllık ömrünü helal rızık peşinde geçiren babam bir kere olsun namerde muhtaç olmadan göçüp gitti. Fakat sadece gitti. Uzak bir yere gitti. Telefonu da çekmiyor.
Ömrüm boyunca özlediğim elleriyle saçlarımı okşadığı o son anı hep yaşıyorum.
Köyden İstanbul'a dönme vaktimiz geldiğinde, yerinden kalktı ve ilk defa iki eliyle başımı tutup, saçlarımı okşadı.
''Oğlum kendine dikkat et, çocuklarına iyi bak.'' deyip yanaklarımdan öptü ve sarıldı.
Hiç böyle sarılmamıştı.
Sanki uzun bir hasretin sonu gibi sarılmıştı.
Hem saçlarımı okşadı hem de sırtımı sıvazladı.
Bu hal bir kavuşmanın neticesi miydi, yoksa bir veda mıydı anlayamamıştım.
***
Bir veda olmadığını bu 1 yıl içinde anladım.
Babamın dünya sürgünü bitmiş, özgürlüğüne kavuşuyordu.
Babam da bunu aylar öncesinden hissetmişti.
Ölmeden birkaç gün öncesinde eşime ''Eeeee kızım ben de yolun sonuna geldim galiba'' demiş.
Hani bu tür şeyler ölüm döşeğinde ya da ölümcül hastalığın pençesinde olanlardan duyulur da babamın hiç öyle bir hali yoktu.
Son anında bile ayaktaydı.
***
Babamın gidişi üzerinden 1 yıl geçti ve ben bu 1 yıllık süre içinde anladım ki, babam ancak ben ölünce ölecek.
Yani evlat ölmeden baba ölmüyormuş.
Evlat yaşadıkça baba da onula birlikte hep yaşıyormuş.
Mekanın cennet olsun babam.
Belki bu fani dünyada birilerinin dediği gibi ''Bir baltaya sap olup'', hep kendime yontamadım ama senin gibi helal rızık peşinde koştum, koşacağım. Her daim senin gibi en büyük korkum evlatlarıma ve eşime haram lokma yedirmek olacak.
Aslında ne kadar zengin olduğumun cenazemde anlaşılması için yaşayacağım son nefesime kadar.
Tıpkı senin gibi.
Bir insanın ne kadar zengin olduğunu ancak cenazesinde anlarız.
Cenazesinde ne kadar çok insan varsa, ne kadar çok insan ''İYİ BİLİRDİK!'' diye haykırırsa tabutun başında ve ne kadar çok insan dünya imtihanı sonunda ''Hakkımız helal olsun'' diye seslenirse göklere işte o kadar zengindir bu dünyadan göçen insan.
***
Bizlere en büyük gururu da işte o son yolculuğuna giderken yaşattın babam.
O çok sevdiğin köyünde en kalabalık cenaze namazı kılındı.
Kaymakamlar, belediye başkanları, komutanlar, amirler, memurlar ve çevre köylerden, uzak diyarlardan senin için koşup gelenleri gördük ve senin evladın olmaktan bir kere daha gurur duyduk.
Teşekkür ederim babam...
Bizleri alın terinle büyüttüğün için,
Bana helal rızkın en güzel örneği olduğun için,
Arkanda bizlere miras olarak bıraktığın bütün güzelliklerin için teşekkür ederim.
Ve helal rızkın nişanesi olan o mübarek ellerinle saçlarımı okşadığın için teşekkür ederim babam.
Mekanın cennet olsun babam.
***
Merhum babam Hasan Erdoğan ve tüm ölmüşlerimizin ruhları için El-Fatiha!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder