AKP'nin toplum mühendisleri son derece başarılıdır.
Bunu inkar etmek bir nevi aptallık olur.
Ülkemizde yaşananlara tek tek baktığımız vakit, AKP'nin toplum mühendislerinin ne kadar başarılı olduğunu çok net bir şekilde anlayabiliriz.
Öyle bir noktaya geldiler ki; ellerindeki medya gücü ile muhalefet partilerinin kongrelerini, kurultaylarını, genel başkan adaylarını bile onlar tespit etmeye başladılar.
2015 yılı içersinde AKP yandaşı medya unsurlarında, sürekli olarak MHP ve Devlet Bahçeli konuşuldu.
MHP içindeki muhalif düşünceler okşandı,
MÇP döneminden bu yana muhalif hareketin içinde bulunanlar TV ekranlarına konuk edildi, sosyal paylaşım sitelerinde MHP'nin en güçlü muhalif seslerinden biri olan Ozan Arif'in Devlet Bahçeli hakkında söyledikleri paylaşıldı
***
Başbuğ Alparslan Türkeş önderliğinde, MHP çatısı altında toplanan Türk Milliyetçileri hiçbir dönemde AKP döneminde olduğu kadar bölünüp parçalanmadılar. Bu bölünme ve parçalanmayı hızlandırmak ve çoğaltmak için AKP'nin toplum mühendisleri çok çalıştılar ve büyük bir başarı kazandılar.
Öyle bir hale getirildi ki Türk Milliyetçiliği, bazı Milliyetçiler, Türk Milliyetçiliği'nin siyasi temsil yerinin AKP olduğuna bile inandılar ve oraya gittiler. AKP liderinin "Türk Milliyetçiliği'ni ayaklar altına aldık" sözüne bile aldırış etmeden, yıllarca bu davayı varedebilmek için mücadele eden Başbuğ Alparslan Türkeş'in evlatları bile AKP'li toplum mühendislerinin ustaca düzenledikleri operasyonlar ile Türk Milliyetçiliği'ni ayaklar altına alan, Türk Milliyetçileri'ne "Morg Bekçisi", "Kan Emici", "Kandan beslenenler" ve "Fatiha'yı bile bilmeyenler" gibi alçakça sıfatlar yakıştıranların yanında MHP'ye karşı mücadele ettiler.
***
Başarı ve Başarısızlık!
AKP'nin toplum mühendisleri bu iki kavramın anlamlarını da basit ve sığ bir konuma getirdiler.
Siyasette seçim kazanırsan Başarı, Kaybedersen Başarısız oluyorsunuz.
Haklı ya da haksız olmanız,
Dürüst ya da sahtekar olmanız hiç önemli değil.
Ülke tarihinde en büyüm yolsuzluk olaylarının yaşandığı AKP döneminde, AKPli bakanlar hakkındaki tüm yolsuzluk iddialarına, itirafa varan söylemlere rağmen AKP seçim kazanıyor ve başarılı sayılıyor.
Türkiye haritası üzerinde boyamalar yapılıp, AKP'ye oy vermeyen yüzde 50'lik bir halk kesimi yok sayılıyor!
Halk iradesi çeşitli algı operasyonları ile yok ediliyor.
***
2002'den bu yana Devlet Bahçeli girdiği her seçimde yenildi.
Bunu tespit etmek için müneccim olmaya gerek yok.
Ancak şunu görmemek için de bakan kör olmak gerekli.
Devlet Bahçeli, MHP'nin başına geçtiğinden bu yana büyük bir başarı kazandı.
Nedir bu başarı!?
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki; MHP kurulduğundan bu yana girdiği hiçbir seçimi kazanamadı.
Bırakın kazanmayı, yüzde 10 seviyesine çıkmayı hayal bile edemedik.
Şimdi bu durum başarısızlık mıdır!?
Asla ve asla başarısızlık değil, Türk Milliyetçiliği davasının varolabilmesi adına büyük bir başarıdır.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatı sonrasında MHP'nin Genel Başkanlığı'na seçilen Devlet Bahçeli almış olduğu bu kutlu bayrağı her adımda biraz daha yücelere çıkartarak, MHP'yi milletin umudu haline getirmiş, son 4 seçimdir de hiçbir şekilde baraj sorunu yaşamadan TBMM çatısı altında Türk Milliyetçiliği'nin varolması adına büyük bir başarı kazanmıştır.
MHP artık, ittifak yapmak isteyen değil, ittifak yapılmak istenen bir parti konumuna gelmiştir Devlet bahçeli yönetiminde.
***
Diyelim ki, siyasette seçim kazanmak başarı, kaybetmek de başarısızlık olsun.
Ve Devlet Bahçeli'yi başarısız sayalım.
Peki ya parti içi muhalif harekete ne demeli.
MÇP çatısı altında Başbuğ Alparslan Türkeş'e karşı başlayan ve Devlet Bahçeli'ye karşı devam eden muhalif hareket kaç kere Kurultay seçimi kazandı.
Hiç...
Her seferinde muhalif hareket kaybetti.
Eğer "Bahçeli girdiği tüm seçimleri kaybetti ve başarısızdır, gitmelidir" diyorsak aynı sözleri muhalif hareket için de söylememiz gerekmez mi!?
***
Türkiye'de Milliyetçi Hareket'in iktidar olabilmesi için tek çare vardır.
Birbirimize tahammül edeceğiz ve birbirimizi seveceğiz.
Hatalarımızla, günahlarımızla, sevaplarımızla...
Birbirimizi sevmek ve birbirimize tahammül etmek zorundayız.
Toplum Mühendislerinin dizayn etmeye çalıştığı ülke modeline geçmekten bu ülkeyi kurtarabilmemiz için, bugünden tezi yok, titreyip, silkinmeli ve kendimize dönmeliyiz.
Tek Başkanlı, federatif Türkiye ihnetine geçmeden önce son çıkış noktası olan önümüzdeki yerel seçimlere bölünmüş bir Türk Milliyetçiliği fikriyatı ile değil, HER ŞEYE RAĞMEN BÜTÜNLEŞMİŞ bir Türk Milliyetçiliği fikriyatı ile girip, bu memleketi sonu uçurum olan bu yoldan çıkarmalıyız.
***
Türk Milliyetçiliği'nin ve Türk Milleti'nin etrafğnda sinsi bir kuşatma vardır.
Bu sinsi kuşatmayı BİR OLARAK, DİRİ OLARAK, İRİ OLARAK yarmalıyız ve yaracağız Allah'ın izniyle.
Türk'ün anayurdundan gelip, Aradolu'nun dört bir yanına yerleşerek manevi fetihi başlatan, Anadolu'yu Türk yurdu yapan Sultan Alparslan ve askerlerinin bizlere emanet ettiği bu vatan toprakları ancak ve ancak bizim birliğimiz ve bütünlüğümüz ile Türk'e vatan olmaya devam edecektir.
Hatasız kul arama gafletine düşüp, emanete ihanet etmeyelim.
ULU TANRIMIZ ALLAH-Ü TEALA TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN!
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
26 Aralık 2015 Cumartesi
23 Aralık 2015 Çarşamba
Bahçeli Gitmeli!?
Evet son günlerin en popüler söylemlerindendir "Bahçeli gitmeli" söylemi.
MHP camiasında büyük bir kesim "Bahçeli gitmeli" demenin dayanılmaz hafifliği içerisinde MÇP döneminden bu yana süren Ülkücü Hareket içindeki muhalefet rüzgarlarını estirmeye devam ediyorlar.
7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında AKP'li toplum mühendislerinin tetiklediği "Bahçeli gitmeli" düşüncesi ile yeniden alevlenen muhalif hareketin aslında 1 Kasım seçimlerinde yaşanan 2 milyon oy kaybı ile çok d alakası olmadığını çoğumuz biliyoruz.
Milliyetçi Hareket içindeki bu muhalefet kazanı MÇP'nin kurulması ile başlamış ve zaman zaman alevlenerek bugünlere kadar gelmiştir.
***
Yaş itibariyle o günleri yaşayan büyüklerimiz çok iyi anımsayacaklardır.
MÇP kurulurken 12 Eylül Darbesi öncesinde omuz omuza mücadele veren Ülkücü Hareket içinde ayrışmalar başlamış, Başbuğ Alparslan Türkeş, bu ayrışmaları toparlamak ve Ülkücü Hareket'i MÇP çatısı altında yeniden toparlamak için büyük mücadeleler vermiştir.
Bu süreçte bazı büyüklerimiz Turgut Özal'ın 4 eğilimli Anavatan Partisi'ne geçerek siyaset yapmaya başlamışlar, bazı dava büyüklerimiz 12 Eylül öncesindeki silahlı mücadelenin ardından siyasi mücadelenin gereksizliğine inanarak siyaset dışında fikri mücadele vermeye başlamışlar, bir kısım dava büyüğümüz de Başbuğ Alparslan Türkeş'in emirleri doğrultusunda Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) çatısı altında siyasi mücadeleye devam kararı vermişlerdi.
***
Türkiye'de Cunta rejiminin bir ürünü olan ANAP ile yeni bir dönem açılmış, darbe öncesi Türkiye'nin üzerine adeta bir perde çekilmiş ve bu yeni dönemde yeni stratejiler belirlenmişti. Başbuğ Alparslan Türkeş bu yeni dönemde Milliyetçi düşüncenin siyasi alanda mücadelesini sürdürmesi ve varlığını gelecek nesillere taşıması gerektiğine inanmış ve bu nedenle de MÇP'nin kurulması talimatını vermişti.
Temelinde çeşitli ayak oyunları içeren siyaset, o güne kadar mertçe mücadele veren Ülkücü camiaya ters gelmişti. Kurulduğu günden beri hiçbir şekilde siyasi iktidar emeli gütmeyen Milliyetçilik davası yeni Türkiye düzeninde, adeta insanları kandırma sanatına dönüşen siyasi yapı içersinde mücadele edecekti. Başbuğ Alparslan Türkeş'in tüm gayretlerine rağmen Ülkücü camia bu duruma alışamıyordu.
***
MÇP'nin kuruluş şamasında ve kurulduktan sonra önemli bir kesim Alparslan Türkeş'in artık parti liderliğinden ayrılması gerektiğini ve bir nevi onursal lider olarak kalması gerektiğini savunuyordu. Bu aşamada Başbuğ Alparslan Türkeş'in veliahtı olarak da 2 isim öne çıkıyordu. Devlet Bahçeli ve Muhsin Yazıcıoğlu...
Bu iki ismin öne çıkmasıyla birlikte MÇP içinde muhalif hareketlenmeler başlamıştı. Sessiz ve derinden giden bu muhalif hareket adı Genel Başkanlık için geçen Muhsin Yazıcıoğlu ve 3 arkadaşının partiden ayrılmasıyla had safhaya çıkmıştı.
***
MÇP, Başbuğ Alparslan Türkeş liderliğinde girdiği ilk seçimlerde yüzde 2.93 oranında oy almıştı. 29 kasım 1987 tarihinde yapılan bu seçimlerde 701.538 oy alan MÇP baraj altında kalarak TBMM'ye girememişti. 26 Mart 1989'da yapılan yerel seçimlerde ise MÇP yüzde 4.14 oy alarak Elazığ, Yozgat ve Erzincan belediye başkanlıklarını kazanmıştı. Başbuğ Alparslan Türkeş'in liderliğinde her geçen gün büyüyen MÇP, Milliyetçi düşüncenin siyasi mücadele içinde varlığının süreceğinin garantisini veriyordu adeta.
***
20 Ekim 1991 tarihinde yapılan Genel Seçimlerde Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile ittifak yapan MÇP bu ittifakın yüzde 16.9 oy almasıyla Ülkücü Hareket'i 1980 Darbesi sonrasında ilk kez TBMM çatısına taşıyordu. Milliyetçi Hareket darbe sonrası ilk büyük iç muhalefet darbesini burada yedi. Parti içinde sessiz ve derinden giden muhalefet hareketi ANAP dönemi sonrasında kurulacak olan SHP - DYP koalisyon hükümetine güven oyu verilmesini isteyen Başbuğ Alparslan Türkeş ile onun veliahtı olarak gösterilen Muhsin Yazıcıoğlu arasındaki fikir ayrılığı 4 milletvekilinin MÇP'den ayrılmasıyla sonuçlanmıştı.
***
Başbuğ Alparslan Türkeş siyaset yapıyordu. Pkk törer örgütünü destekleyen DEP milletvekillerini kendi bünyesinde TBMM'ye taşıyan SHP'nin içinde bulunduğu hükümete güvenoyu vermek Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarına ters geliyordu. TÜRKEŞ ise, ANAP döneminde zayıflayan Ülkücü kadroların yeniden güçlenmesini sağlayabilmek için bu ateşten gömleği giyme cesaretini gösterebilmişti. O dönemde ben de Muhsin Yazıcıoğlu'nun haklı olduğu düşüncesindeydim ve kurulan Büyük Birlik Partisi'ne geçmiştim. Başbuğ Alparslan Türkeş'in de haklı olduğunu anladığımızda vakit çok geç olmuştu.
***
Bu ayrılıktan şunu anlamıştık:
Her haklılık bir ayrılığı gerektirmez.
Lider yıllar sonrasını düşünerek hareket eder, ateşten gömlek giyer, duygularından ziyade aklıyla hareket eder, bizler ise, günübirlik ve duygusal hareket ederiz.
İşte bunun sonucudur ki; belki o günlerde bu ayrılık yaşanmasaydı, bugün Türkiye MHP iktidarı ile yönetiliyor olacaktı.
Başbuğ Alparslan Türkeş ve Devlet Bahçeli muhalifi hareket BBP'nin kurulmasıyla umutlanmıştı. Ancak BBP'nin siyasi yaşamı umulduğu gibi olmadı. Devlet Bahçeli'nin Genel Başkan olmasıyla birlikte bu muhalif hareket yeniden MHP içinde faaliyetlerini sürdürmeye devam etti.
***
Bahçeli gitmeli söylemi bugün başlamış bir söylem değildir.
MÇP'den bu yana varolan bir muhalif hareketin MHP'de iktidarı ele geçiremeyişinin bir söylemidir.
Bu muhalif hareket merhum TÜRKEŞ'e karşı da vardı, Devlet Bahçeli bu partiye yüzde 18'lere taşıdığında da vardı.
Sadece çünküleri değişti!
Bugün "MHP son seçimde 2 milyon oy kaybetti, öyleyse Bahçeli başarısızdır ve gitmeli" söylemini ortaya atanlar da çok iyi biliyorlar ki, Bahçeli 12 Eylül sonrasında 400 bin oyla siyasi mücadeleye başlayan bu hareketi 5.5 milyon oya taşıma ve tarihinde ilk kez 4 seçimdir baraj sorunu yaşamadan TBMM'ye taşıma başarısı gösteren bir liderdir.
***
Başbuğ Alparslan Türkeş ve Devlet Bahçeli'nin Türk Milliyetçiliği davasının,
ANAP ile başlayan yeni Türkiye düzenin içinde varolma mücadelesindeki başarısına gölge düşürmek Ülkücü edebe ters bir durumdur.
Şöyle düşünelim.
Bugün "Bahçeli gitsin biz gelelim" diyenlerin arasında bulunan ve TÜRKEŞ'in bu davayı yeniden ayağa kaldırma mücadelesi verdiği yıllarda ANAP - DYP gibi partilerin başarısı için ter dökenler, kendilerini siyasetten çeken dava büyüklerimiz, ayrılıp başka parti kuran dava büyüklerimiz ve parti içi muhalefeti sürekli canlı tutan dava büyüklerimiz biraz sabırlı olup, TÜRKEŞ ve BAHÇELİ'ye destek olsaydılar, bugün MHP ne durumda olurdu acaba?
***
Ülkücü camia bir kez daha büyük bir sınavdan geçmektedir.
Geçmişte yaşadıklarımız, bugün bize ışık tutmazsa daha daz karanlık bir geleceğe doğru hızla ilerleyeceğiz.
MHP Genel Merkezi'nin açıkladığı Kurultay tarihi ile muhalefetin istediği Kurultay tarihi arasında 2 yıl gibi bir süre var. Siyasette 2 yıl çok kısa bir zamandır. Ve bu iki yılın içinde MHP bir yerel seçim yaşayacak.
Ben bu davanın bir parçası olarak gördüğüm BBP'yi de dahil ederek şu soruyu sormak istiyorum.
Bu 2 yılımızı tüm TÜRK MİLLİYETÇİLERİ olarak bu tür muhalefet hareketlerine harcayacağımıza MHP'nin bu yerel seçimlerde büyük bir başarı kazanması için harcasak sonuç ne olur?
Elimizi vicdanımıza koyalım ve bu soruyu soralım.
Hem parti içi iktidar hem de muhalefet olarak soralım bu soruyu.
Çünkü aziz Türk Milleti bu sorunun cevabını bekliyor bizden.
Bu milletin iç çekişmelerle zayıflayan bir MHP'ye değil, birlik ve beraberlik içinde büyüyen bir MHP'ye ihtiyacı vardır...
Sürç-ü lisan ettiysek affola!
MHP camiasında büyük bir kesim "Bahçeli gitmeli" demenin dayanılmaz hafifliği içerisinde MÇP döneminden bu yana süren Ülkücü Hareket içindeki muhalefet rüzgarlarını estirmeye devam ediyorlar.
7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında AKP'li toplum mühendislerinin tetiklediği "Bahçeli gitmeli" düşüncesi ile yeniden alevlenen muhalif hareketin aslında 1 Kasım seçimlerinde yaşanan 2 milyon oy kaybı ile çok d alakası olmadığını çoğumuz biliyoruz.
Milliyetçi Hareket içindeki bu muhalefet kazanı MÇP'nin kurulması ile başlamış ve zaman zaman alevlenerek bugünlere kadar gelmiştir.
***
Yaş itibariyle o günleri yaşayan büyüklerimiz çok iyi anımsayacaklardır.
MÇP kurulurken 12 Eylül Darbesi öncesinde omuz omuza mücadele veren Ülkücü Hareket içinde ayrışmalar başlamış, Başbuğ Alparslan Türkeş, bu ayrışmaları toparlamak ve Ülkücü Hareket'i MÇP çatısı altında yeniden toparlamak için büyük mücadeleler vermiştir.
Bu süreçte bazı büyüklerimiz Turgut Özal'ın 4 eğilimli Anavatan Partisi'ne geçerek siyaset yapmaya başlamışlar, bazı dava büyüklerimiz 12 Eylül öncesindeki silahlı mücadelenin ardından siyasi mücadelenin gereksizliğine inanarak siyaset dışında fikri mücadele vermeye başlamışlar, bir kısım dava büyüğümüz de Başbuğ Alparslan Türkeş'in emirleri doğrultusunda Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) çatısı altında siyasi mücadeleye devam kararı vermişlerdi.
***
Türkiye'de Cunta rejiminin bir ürünü olan ANAP ile yeni bir dönem açılmış, darbe öncesi Türkiye'nin üzerine adeta bir perde çekilmiş ve bu yeni dönemde yeni stratejiler belirlenmişti. Başbuğ Alparslan Türkeş bu yeni dönemde Milliyetçi düşüncenin siyasi alanda mücadelesini sürdürmesi ve varlığını gelecek nesillere taşıması gerektiğine inanmış ve bu nedenle de MÇP'nin kurulması talimatını vermişti.
Temelinde çeşitli ayak oyunları içeren siyaset, o güne kadar mertçe mücadele veren Ülkücü camiaya ters gelmişti. Kurulduğu günden beri hiçbir şekilde siyasi iktidar emeli gütmeyen Milliyetçilik davası yeni Türkiye düzeninde, adeta insanları kandırma sanatına dönüşen siyasi yapı içersinde mücadele edecekti. Başbuğ Alparslan Türkeş'in tüm gayretlerine rağmen Ülkücü camia bu duruma alışamıyordu.
***
MÇP'nin kuruluş şamasında ve kurulduktan sonra önemli bir kesim Alparslan Türkeş'in artık parti liderliğinden ayrılması gerektiğini ve bir nevi onursal lider olarak kalması gerektiğini savunuyordu. Bu aşamada Başbuğ Alparslan Türkeş'in veliahtı olarak da 2 isim öne çıkıyordu. Devlet Bahçeli ve Muhsin Yazıcıoğlu...
Bu iki ismin öne çıkmasıyla birlikte MÇP içinde muhalif hareketlenmeler başlamıştı. Sessiz ve derinden giden bu muhalif hareket adı Genel Başkanlık için geçen Muhsin Yazıcıoğlu ve 3 arkadaşının partiden ayrılmasıyla had safhaya çıkmıştı.
***
MÇP, Başbuğ Alparslan Türkeş liderliğinde girdiği ilk seçimlerde yüzde 2.93 oranında oy almıştı. 29 kasım 1987 tarihinde yapılan bu seçimlerde 701.538 oy alan MÇP baraj altında kalarak TBMM'ye girememişti. 26 Mart 1989'da yapılan yerel seçimlerde ise MÇP yüzde 4.14 oy alarak Elazığ, Yozgat ve Erzincan belediye başkanlıklarını kazanmıştı. Başbuğ Alparslan Türkeş'in liderliğinde her geçen gün büyüyen MÇP, Milliyetçi düşüncenin siyasi mücadele içinde varlığının süreceğinin garantisini veriyordu adeta.
***
20 Ekim 1991 tarihinde yapılan Genel Seçimlerde Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile ittifak yapan MÇP bu ittifakın yüzde 16.9 oy almasıyla Ülkücü Hareket'i 1980 Darbesi sonrasında ilk kez TBMM çatısına taşıyordu. Milliyetçi Hareket darbe sonrası ilk büyük iç muhalefet darbesini burada yedi. Parti içinde sessiz ve derinden giden muhalefet hareketi ANAP dönemi sonrasında kurulacak olan SHP - DYP koalisyon hükümetine güven oyu verilmesini isteyen Başbuğ Alparslan Türkeş ile onun veliahtı olarak gösterilen Muhsin Yazıcıoğlu arasındaki fikir ayrılığı 4 milletvekilinin MÇP'den ayrılmasıyla sonuçlanmıştı.
***
Başbuğ Alparslan Türkeş siyaset yapıyordu. Pkk törer örgütünü destekleyen DEP milletvekillerini kendi bünyesinde TBMM'ye taşıyan SHP'nin içinde bulunduğu hükümete güvenoyu vermek Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarına ters geliyordu. TÜRKEŞ ise, ANAP döneminde zayıflayan Ülkücü kadroların yeniden güçlenmesini sağlayabilmek için bu ateşten gömleği giyme cesaretini gösterebilmişti. O dönemde ben de Muhsin Yazıcıoğlu'nun haklı olduğu düşüncesindeydim ve kurulan Büyük Birlik Partisi'ne geçmiştim. Başbuğ Alparslan Türkeş'in de haklı olduğunu anladığımızda vakit çok geç olmuştu.
***
Bu ayrılıktan şunu anlamıştık:
Her haklılık bir ayrılığı gerektirmez.
Lider yıllar sonrasını düşünerek hareket eder, ateşten gömlek giyer, duygularından ziyade aklıyla hareket eder, bizler ise, günübirlik ve duygusal hareket ederiz.
İşte bunun sonucudur ki; belki o günlerde bu ayrılık yaşanmasaydı, bugün Türkiye MHP iktidarı ile yönetiliyor olacaktı.
Başbuğ Alparslan Türkeş ve Devlet Bahçeli muhalifi hareket BBP'nin kurulmasıyla umutlanmıştı. Ancak BBP'nin siyasi yaşamı umulduğu gibi olmadı. Devlet Bahçeli'nin Genel Başkan olmasıyla birlikte bu muhalif hareket yeniden MHP içinde faaliyetlerini sürdürmeye devam etti.
***
Bahçeli gitmeli söylemi bugün başlamış bir söylem değildir.
MÇP'den bu yana varolan bir muhalif hareketin MHP'de iktidarı ele geçiremeyişinin bir söylemidir.
Bu muhalif hareket merhum TÜRKEŞ'e karşı da vardı, Devlet Bahçeli bu partiye yüzde 18'lere taşıdığında da vardı.
Sadece çünküleri değişti!
Bugün "MHP son seçimde 2 milyon oy kaybetti, öyleyse Bahçeli başarısızdır ve gitmeli" söylemini ortaya atanlar da çok iyi biliyorlar ki, Bahçeli 12 Eylül sonrasında 400 bin oyla siyasi mücadeleye başlayan bu hareketi 5.5 milyon oya taşıma ve tarihinde ilk kez 4 seçimdir baraj sorunu yaşamadan TBMM'ye taşıma başarısı gösteren bir liderdir.
***
Başbuğ Alparslan Türkeş ve Devlet Bahçeli'nin Türk Milliyetçiliği davasının,
ANAP ile başlayan yeni Türkiye düzenin içinde varolma mücadelesindeki başarısına gölge düşürmek Ülkücü edebe ters bir durumdur.
Şöyle düşünelim.
Bugün "Bahçeli gitsin biz gelelim" diyenlerin arasında bulunan ve TÜRKEŞ'in bu davayı yeniden ayağa kaldırma mücadelesi verdiği yıllarda ANAP - DYP gibi partilerin başarısı için ter dökenler, kendilerini siyasetten çeken dava büyüklerimiz, ayrılıp başka parti kuran dava büyüklerimiz ve parti içi muhalefeti sürekli canlı tutan dava büyüklerimiz biraz sabırlı olup, TÜRKEŞ ve BAHÇELİ'ye destek olsaydılar, bugün MHP ne durumda olurdu acaba?
***
Ülkücü camia bir kez daha büyük bir sınavdan geçmektedir.
Geçmişte yaşadıklarımız, bugün bize ışık tutmazsa daha daz karanlık bir geleceğe doğru hızla ilerleyeceğiz.
MHP Genel Merkezi'nin açıkladığı Kurultay tarihi ile muhalefetin istediği Kurultay tarihi arasında 2 yıl gibi bir süre var. Siyasette 2 yıl çok kısa bir zamandır. Ve bu iki yılın içinde MHP bir yerel seçim yaşayacak.
Ben bu davanın bir parçası olarak gördüğüm BBP'yi de dahil ederek şu soruyu sormak istiyorum.
Bu 2 yılımızı tüm TÜRK MİLLİYETÇİLERİ olarak bu tür muhalefet hareketlerine harcayacağımıza MHP'nin bu yerel seçimlerde büyük bir başarı kazanması için harcasak sonuç ne olur?
Elimizi vicdanımıza koyalım ve bu soruyu soralım.
Hem parti içi iktidar hem de muhalefet olarak soralım bu soruyu.
Çünkü aziz Türk Milleti bu sorunun cevabını bekliyor bizden.
Bu milletin iç çekişmelerle zayıflayan bir MHP'ye değil, birlik ve beraberlik içinde büyüyen bir MHP'ye ihtiyacı vardır...
Sürç-ü lisan ettiysek affola!
22 Aralık 2015 Salı
Ay doğdu üzerimize!...
Kandil kutlamaları dini bir vecibe değil!
Bunu anladık.
Son derece de doğru bir tespit.
Dini bir vecibe değil, dini bir gelenek.
Olsun mu!?
Elbette olsun!
Sevgi'nin,
Saygı'nın,
Hele ki;
Eş, dost, akraba ziyaretlerinin unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde kesinlikle olmalı, yaşamalı Kandil geleneği..
***
Bugün ve bu gece insanlık tarihinin en önemli günlerinden biri olan Hz. Muhammed (SAV)'in yeryüzünü şereflendirmesinin yıl dönümünü yani doğum gününü kutluyoruz Allah'ın izniyle...
Öyle pasta kesip, mum üflemeyeceğiz elbette...
Alkışlar tutup, Hapi Bört Day türküsünü de çığırmayacağız...
Ne yapacağız pekala!?
Ne yapmalıyız!?
İnternet sayfalarında, sosyal medya gündeminde bol bol tavsiyeler var.
Mevlid kandilinde yapılacak ibadetler...
Okunacak dualar...
Çekilecek tesbihler...
Ve daha niceleri...
***
Hiç kimse;
- Arkadaş hiç bir şey yapmayın, sadece ve sadece Hz. Muhammed'i ve Ona vahyedilen Kur'an-ı Kerim'i anlamaya çalışın demiyor.
İbadet edin!
Anlamadığınız kitabı bol bol anlamadan okuyun.
Başkalarının ettiği duaları siz de tekrar edin.
***
Gelin bu geceyi farklı kılalım.
Bu gecenin ruhuna uyalım.
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala'nın bizleri sevgilisi ile şereflendirdiği bu kutlu gecede Hz. Muhammed'i anlamaya çalışalım...
Onun kız çocuklarına ve kadına verdiği değeri anlamaya çalışalım.
Onun hayvanlara verdiği değeri anlamaya çalışalım.
Onun insanlara verdiği değeri anlamaya çalışalım.
Alemlerdeki en yüce makama sahip olan Hz. Muhammed'in neden yamalı hırka giydiğini anlamaya çalışalım.
Onun eşitlik ve adalet ilkelerini anlamaya çalışalım.
***
Hz. Muhammed'i anlamaya çalışalım.
Onu gerçekten sevmek Onu anlayıp, Onun gibi yaşamaya çalışmakla mümkündür.
Önünde hiç kimsenin eğilmesine bile müsaade etmeyen O yüce insanın mütevazi yaşamından ibret alalım.
İbret alalım da yaşadığımız şu lüks hayattan utanalım biraz!
Onun makamından daha yüce bir makam olmadı, olmayacak!
Böylesi bir yüce makama sahip olan bir Peygamber'in ümmeti olarak, geyik derisi koltuklarda sefa süren makam mevki budalası insanların önünde eğilip bükülmekten vazgeçelim!
***
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala'nın bizlere en büyük nimeti olan Hz. Muhammed'i anlamak...
Sadece Onun yaptığı ibadetleri yapmak, Onun okuduğu duaları tekrarlamak değildir Onu anlamak...
Onun gibi yaşamaktır...
Yamalı hırka giyen Peygamber'in ümmeti olarak,
O kutlu insanın hayatı boyunca bir kere dahi olsa bir kaba döşekte uyumadığını biliyor muyuz mesela!?
Düşünebiliyor muyuz!?
Bir türlü kendimizi rahat ettiremeyip de sürekli değiştirdiğimiz yatakların parasıyla kaç yetimin karnı tok, sırtı pek olurdu!?
Düşünebiliyor muyuz!?
Şu rengini, modelini, kumaşını, derisini beğenmeyip, sürekli yenilerini aldığımız ayakkabılar, elbiseler ve bir sürü ev eşyalarının parasıyla kaç fukaranın derdi tasası sona ererdi!?
Düşünebiliyor muyuz!?
Yaşadığımız lüks yaşamın çok azından fedakarlık etsek bile, kaç işçinin, kaç emeklinin, kaç memurun yaşam standardı bizim yaşam standardımıza yakın olurdu!?
***
Ne yapalım ki!?
Ya düşünün ve Onu anlamaya çalışın!
Ya da boşverin!
Birkaç rekat namaz, biraz Kur'an, biraz tesbih, biraz dua taklidi...
Yani Hz. Muhammed'i anlamadan yaşamaya devam...
En kolayı da bu değil mi zaten!?
Bunu anladık.
Son derece de doğru bir tespit.
Dini bir vecibe değil, dini bir gelenek.
Olsun mu!?
Elbette olsun!
Sevgi'nin,
Saygı'nın,
Hele ki;
Eş, dost, akraba ziyaretlerinin unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde kesinlikle olmalı, yaşamalı Kandil geleneği..
***
Bugün ve bu gece insanlık tarihinin en önemli günlerinden biri olan Hz. Muhammed (SAV)'in yeryüzünü şereflendirmesinin yıl dönümünü yani doğum gününü kutluyoruz Allah'ın izniyle...
Öyle pasta kesip, mum üflemeyeceğiz elbette...
Alkışlar tutup, Hapi Bört Day türküsünü de çığırmayacağız...
Ne yapacağız pekala!?
Ne yapmalıyız!?
İnternet sayfalarında, sosyal medya gündeminde bol bol tavsiyeler var.
Mevlid kandilinde yapılacak ibadetler...
Okunacak dualar...
Çekilecek tesbihler...
Ve daha niceleri...
***
Hiç kimse;
- Arkadaş hiç bir şey yapmayın, sadece ve sadece Hz. Muhammed'i ve Ona vahyedilen Kur'an-ı Kerim'i anlamaya çalışın demiyor.
İbadet edin!
Anlamadığınız kitabı bol bol anlamadan okuyun.
Başkalarının ettiği duaları siz de tekrar edin.
***
Gelin bu geceyi farklı kılalım.
Bu gecenin ruhuna uyalım.
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala'nın bizleri sevgilisi ile şereflendirdiği bu kutlu gecede Hz. Muhammed'i anlamaya çalışalım...
Onun kız çocuklarına ve kadına verdiği değeri anlamaya çalışalım.
Onun hayvanlara verdiği değeri anlamaya çalışalım.
Onun insanlara verdiği değeri anlamaya çalışalım.
Alemlerdeki en yüce makama sahip olan Hz. Muhammed'in neden yamalı hırka giydiğini anlamaya çalışalım.
Onun eşitlik ve adalet ilkelerini anlamaya çalışalım.
***
Hz. Muhammed'i anlamaya çalışalım.
Onu gerçekten sevmek Onu anlayıp, Onun gibi yaşamaya çalışmakla mümkündür.
Önünde hiç kimsenin eğilmesine bile müsaade etmeyen O yüce insanın mütevazi yaşamından ibret alalım.
İbret alalım da yaşadığımız şu lüks hayattan utanalım biraz!
Onun makamından daha yüce bir makam olmadı, olmayacak!
Böylesi bir yüce makama sahip olan bir Peygamber'in ümmeti olarak, geyik derisi koltuklarda sefa süren makam mevki budalası insanların önünde eğilip bükülmekten vazgeçelim!
***
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala'nın bizlere en büyük nimeti olan Hz. Muhammed'i anlamak...
Sadece Onun yaptığı ibadetleri yapmak, Onun okuduğu duaları tekrarlamak değildir Onu anlamak...
Onun gibi yaşamaktır...
Yamalı hırka giyen Peygamber'in ümmeti olarak,
O kutlu insanın hayatı boyunca bir kere dahi olsa bir kaba döşekte uyumadığını biliyor muyuz mesela!?
Düşünebiliyor muyuz!?
Bir türlü kendimizi rahat ettiremeyip de sürekli değiştirdiğimiz yatakların parasıyla kaç yetimin karnı tok, sırtı pek olurdu!?
Düşünebiliyor muyuz!?
Şu rengini, modelini, kumaşını, derisini beğenmeyip, sürekli yenilerini aldığımız ayakkabılar, elbiseler ve bir sürü ev eşyalarının parasıyla kaç fukaranın derdi tasası sona ererdi!?
Düşünebiliyor muyuz!?
Yaşadığımız lüks yaşamın çok azından fedakarlık etsek bile, kaç işçinin, kaç emeklinin, kaç memurun yaşam standardı bizim yaşam standardımıza yakın olurdu!?
***
Ne yapalım ki!?
Ya düşünün ve Onu anlamaya çalışın!
Ya da boşverin!
Birkaç rekat namaz, biraz Kur'an, biraz tesbih, biraz dua taklidi...
Yani Hz. Muhammed'i anlamadan yaşamaya devam...
En kolayı da bu değil mi zaten!?
19 Aralık 2015 Cumartesi
Adam olabilmek!..
En mühim mevzudur adam olabilmek.
Fakat bundan daha mühimi kime göre adam olabilmek meselesi var.
"Adam olacak çocuk" diye başlayan cümleler ile girer hayatımıza bu adam olabilmek telaşı.
Her hareketinizden birileri bir mana çıkartır.
Daha çocuk olamadan adam olabilmenin derdine düşersiniz...
***
Kimine göre adam olmak, zengin olmaktır.
Paran varsa adamsındır.
Herkes sana saygı duyar.
Herkes seni sever.
Hatta hızını alamayanlar el pençe divan dururlar karşında...
"Parasız adam lüzumsuz adamdır" onlara göre.
Bizleri yaratan ulu Tanrımız Allah-ü Teala'nın "Rızık sadece Allah'tandır" buyruğunu kimse iplemez.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)'in yamalı hırkası,
Hz. Ali'nin evlenebilmek için Zülfikar'ı satması bu tür adamcıların umurunda bile değildir.
***
Kimileri için adam olabilmek kariyer meselesidir.
Adam olabilmek için doktor olmalısınız, avukat, savcı, hakim...
Ne bileyim en azından bir öğretmen olun ki adam olduğunuzu anlayalım.
Hani okumaya yazmaya kafanız basmıyorsa da biraz kurnaz olun.
"İşinizi bilin" en azından bir siyasi düşünceye yalanıp bir yerlerde amir, memur, müdür filan olun.
Onur, gurur, haysiyyet gibi olguları bir kenara atın,
Birilerinin borazanlığını yapıp bir makam mevki sahibi olun ki, cümle alem anlasın, görsün sizin de bir adam olduğunuzu...
***
Nasıl adam olacağız ki!?
Kime göre adam olacağız ki!?
Bu iki seçenek dışında adam olmak kavramı yok mudur acaba!?
Mesele Hz. Muhammed (SAV)...
Bir yamalı hırka ile nasıl adam olmuş!?
Nasıl Allah'ın sevgilisi olmuş?
Akşamları rahatça uyuyabileceği bir döşeği bile olmayan bir insan evladı nasıl adam olabilmiş acaba!?
Ve bizim büyüklerimizin bize neden Onun gibi bir adam olabilmeyi öğretmiyorlar!?
O kadar zor, Ali gibi adam olabilmek!?
O kadar mı zor, haksızlık karşısında susmadan direnebilmek?
***
O kadar mı zor ve gereksiz Allah'ın emrettiği gibi adam olabilmek?
Neden bize hep ya para kazanarak ya da makam mevki sahibi olarak adam olabileceğimiz söylendi hep!
Beş vakit Allah'ın huzurunda secdeye varan beyinler,
Ramazan'da Allah için aç kaldığını söyleyen diller bize neden Allah için dam olmayı söyleyip öğretmediler?
Ebubekir gibi dosta ömür adamak,
Ömer gibi dost için ölüme yürümek,
Osman gibi dava için servetini harcamak,
Ali gibi fakirliği fazilet bilmek ne zaman adamlık olacak bu kahpe dünyada?
Fakat bundan daha mühimi kime göre adam olabilmek meselesi var.
"Adam olacak çocuk" diye başlayan cümleler ile girer hayatımıza bu adam olabilmek telaşı.
Her hareketinizden birileri bir mana çıkartır.
Daha çocuk olamadan adam olabilmenin derdine düşersiniz...
***
Kimine göre adam olmak, zengin olmaktır.
Paran varsa adamsındır.
Herkes sana saygı duyar.
Herkes seni sever.
Hatta hızını alamayanlar el pençe divan dururlar karşında...
"Parasız adam lüzumsuz adamdır" onlara göre.
Bizleri yaratan ulu Tanrımız Allah-ü Teala'nın "Rızık sadece Allah'tandır" buyruğunu kimse iplemez.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)'in yamalı hırkası,
Hz. Ali'nin evlenebilmek için Zülfikar'ı satması bu tür adamcıların umurunda bile değildir.
***
Kimileri için adam olabilmek kariyer meselesidir.
Adam olabilmek için doktor olmalısınız, avukat, savcı, hakim...
Ne bileyim en azından bir öğretmen olun ki adam olduğunuzu anlayalım.
Hani okumaya yazmaya kafanız basmıyorsa da biraz kurnaz olun.
"İşinizi bilin" en azından bir siyasi düşünceye yalanıp bir yerlerde amir, memur, müdür filan olun.
Onur, gurur, haysiyyet gibi olguları bir kenara atın,
Birilerinin borazanlığını yapıp bir makam mevki sahibi olun ki, cümle alem anlasın, görsün sizin de bir adam olduğunuzu...
***
Nasıl adam olacağız ki!?
Kime göre adam olacağız ki!?
Bu iki seçenek dışında adam olmak kavramı yok mudur acaba!?
Mesele Hz. Muhammed (SAV)...
Bir yamalı hırka ile nasıl adam olmuş!?
Nasıl Allah'ın sevgilisi olmuş?
Akşamları rahatça uyuyabileceği bir döşeği bile olmayan bir insan evladı nasıl adam olabilmiş acaba!?
Ve bizim büyüklerimizin bize neden Onun gibi bir adam olabilmeyi öğretmiyorlar!?
O kadar zor, Ali gibi adam olabilmek!?
O kadar mı zor, haksızlık karşısında susmadan direnebilmek?
***
O kadar mı zor ve gereksiz Allah'ın emrettiği gibi adam olabilmek?
Neden bize hep ya para kazanarak ya da makam mevki sahibi olarak adam olabileceğimiz söylendi hep!
Beş vakit Allah'ın huzurunda secdeye varan beyinler,
Ramazan'da Allah için aç kaldığını söyleyen diller bize neden Allah için dam olmayı söyleyip öğretmediler?
Ebubekir gibi dosta ömür adamak,
Ömer gibi dost için ölüme yürümek,
Osman gibi dava için servetini harcamak,
Ali gibi fakirliği fazilet bilmek ne zaman adamlık olacak bu kahpe dünyada?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)