İstanbul'daki Eskişehirsporlu kardeşlerim;
- Abi bir halı saha maçı yapalım
Dediler. Ben de;
- Pekala pilavdan dönenin kaşığı kırılsın, yapın hazırlıklarınızı göstereyim size gününüzü
Dedim.
Hazırlıklar yapıldı. Maç günü saati ayarlandı. Mecidiyeköy civarında bir halı sahada oynayacağız. Gençler benim göbekli halime aldanıp, bizim takımı yeneceklerini hayal ediyorlar. Akşam saatlerinde Mecidiyeköy'de buluşuyoruz. Genç kardeşlerim yavaş yavaş gelmeye başladılar. Maç öncesi yorumlar, iddalaşamlar sürüp giderken, birden hiç de alışık olmadığım bir durum çıktı karşıma. Bizim Erhan, yanında bir kız çocuğuyla geldi. Ufak tefek çelimsiz bir kız çocuğu. Baştan aşa siyah kırmızı giyinmiş. ESES forması, kaşkolu, beresi... Her şeyi sevdanın renklerinde. Erhan bir bir tanıştırdı. Adı Seval'miş... Tanıştım tanışmasına da bir yandan da kızdım. Erhan'ı çağırdım bir kenara:
- Evladım bu kim la! Bunca erkeğin içinde ne işi var kız kısmısının!!!
- Reis, bende yeni tanıştım, fanatik ESES'li, cok da iyi biri
- Oğlum bunun anası babası yok mu, bu saatte bunca erkeğin arasında bir başına bir kız çocuğu olur mu hiç!!
Erhan zavallım, cevap veremedi. Çaresiz kız çocuğunun yanına gitti.
Ben centilmenliği elden bırakmadım. Hem taraftar desteği almak için, hem de bize yakışır bir hal olsun diye rakip takımla birlikte kız çocuğuna da bir demet çiçek aldım ve maç öncesinde taraftar tribününe giderek verdim çiçeği. Diğer demeti de rakip takıma verdik...
Çiçekler boşa gitti. Kız çocuğu Erhan'ın oynadığı takımı destekledi. Maçı muhtemelen biz kazandık. Bir iki de gol atmıştım yanlış hatırlamıyorsam. Yanlış hatırlasam da atmışımdır. koskoca adam yalan söyleyeceğim yani.
Neyse bizim "Kız kısmısı" lafımız almış yürümüş. Maç sonrası günlerde herkesin dilinde bir "kız kısmısı" almış yürümüş. Aradan birkaç gün geçti. Erhan o kızçocuğuyla benim dükkana geldi.
Maç günü "kız kısmısı" diyerek kızdığım o çelimsiz kız o günden itibaren benim kızçocuğum oluverdi. Kız çocuğu aşağı, kız çocuğu yukarı... Geldi kız çocuğu, gitti kız çocuğu... O artık her yerde kız çocuğu...
Her şey sanki dün gibi. Bir bayram sabahı, onun doğum gününü kutladığımız şu saatlerde geriye dönüp baktığım vakit o kadar çok şey yaşamışız ki, onca yaşanmışlıklar bu kadar kısa bir zamana nasıl sığdı, şaşmamak elde değil... Gelinciklerin rüzgarla seviştiği anlarda, biz birlikte hasretlerimiz için ağladık. Bazen inadına güldük. Maske taktık bazen, maskeleri uçurumlardan attık bazen... Cumbalı evin bahçesindeki incir ağacının gölgesinde bıraktığımız sevdalarımızı aradık birlikte. Beşiktaş'ta bir kafenin zift gibi çayını tatlandırdık ayrılığın gözyaşlarıyla. Umutsuz bir sevdanın peşinden nice yollar katettik. Yol verdik umutsuz sevdalara. "Bıraktık gitsin bakalım gidebildiği kadar" dedik. Bazen "Çekip gitmeyi" koyduk kafamıza. Bazen de yığılıp kaldık sırtımızdaki yükün altına. Uzak deplasmanlara gittik, kara&kızıl sevdamızın peşinden... Kimsenin görmediğini gördük, kimsenin bilmediğini bildik, kimsenin sevemediğini sevdik. Taksim'de yağmur damlalarıyla uzun sevişmelere dalan Manolya yapraklarını ilk biz sevdik, hatta en çok biz sevdik... Saint Antuan'daki mumları en arzulu biz ateşledik, Eyüp Sultan'da en yürekten yakarışları biz yaptık.
Ben yıllarca Tanrı'ya yakardım, bir kız kardaşım olsun istedim. Ama hiç usanmadım hep istedim. Ve Rabbim bana onu verdi. Kız kardaşım sayesinde anladım ki Tanrı kız kısmısını onca erkeğin arasına yollasa bile varmış bir hayır. Hani zat-ı muhterem demiş ya "Görelim mevla neyler, neylerse güzel eyler" Allahım sana binlerce, milyonlarca şükürler olsun ki, dualarımı kabul ettin ve bana canımdan can bir kızkardaş verdin.
Yeniden hoş geldin gönlüme canım kızkardaşım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder