23 Nisan 2018 Pazartesi

CHP'nin DEMOKRASİ MÜCADELESİ!

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 24 Haziran seçimlerinde İyi Parti (İP)'nin seçimlere katılabilmesi için yaptığı milletvekili bağışı ile demokrasi tarihimize yeni bir terim kazandırdı ve yıllardır vermiş olduğu demokrasi mücadelesi(!)ne de yeni tarz eklemiş oldu.
Ülkemizin siyasi literatüründe olmayan bir davranış sergileyen CHP, 15 milletvekilini İP'ye bağışlayarak, bu partinin seçimlere katılmasını sağladı.
Bu tavır CHP'ye ne kazandıracak?
Türk Milleti'ne ne kazandıracak?
Devletimize ne kazandıracak?

Bu soruların cevabını 24 Haziran seçimleri sonrasında hep birlikte göreceğiz.
***
CHP'nin verdiği demokrasi mücadelesinin daha evvelki örnekleri de var.
Bunlara kısaca değinmek gerekli bu ortamda.
Daha önceki demokrasi mücadelesi adı altında yaptığı icraatların neler olduğunu bilmek, bu günkü demokrasi mücadelesi adı altında sergilediği tavrın sonuçlarını da tahmin etmemize yardımcı olabilir.
***
“Tayyip Erdoğan’ın parlamentoya girmesine yol açmakla iftihar ediyor, bunu demokrasinin gereği olarak önemsiyor ve karşı çıkanları önemsemiyorum”

Yukarıda okuduğunuz cümle, Şubat 2033'te CHP Genel Başkanı sayın Deniz BAYKAL tarafından sarfedildi.
Dönemin yargı mekanizması tarafından saçma sapan bir şekilde hapse atılan ve ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük mağduriyet senaryosunu oynayan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri sayın Recep Tayyip ERDOĞAN'ın siyasi yasaklarının kalkması için verilen demokrasi mücadelesi sonrasın da kendisine yöneltilen eleştirileri böyle cevaplıyordu sayın Deniz BAYKAL.
***
CHP Genel Başkanı sayın Deniz BAYKAL ve AKP Genel Başkanı sayın Recep Tayyip ERDOĞAN arasında kapalı kapılar ardında gizli görüşmeler yapıldığı yönündeki somut iddialar yine CHP'nin içinden geliyordu.
Özellikle sayın Zülfü LİVANELİ'nin konuyla ilgili çok önemli yazıları bulunmaktadır.
Beylerbeyi Bosphorus Otel'de ve CHP'li milletvekili sayın Mehmet SEVİGEN'in evinde sayın Recep Tayyip ERDOĞAN ile yapılan gizli görüşmelerin içeriği halen bilinmemekle birlikte özellikle sol kesim bu görüşmelerde sayın ERDOĞAN'ın milletvekilliğinin önünün açılması yönünde anlaşmaya varıldığı konusunda çok ciddi iddiaları vardır ki; yukarıda paylaştığımız sayın BAYKAL'ın eleştirilere verdiği cevap bunu doğrulamaktadır.
CHP'nin ''Başbakan olsun, milletvekili olsun 2 ay bile dayanamaz, biz de millete biz demokrasi mücadelesi verdik deriz'' teziyle yaptığı bu demokrasi mücadelesinin sonucu hepimizin malumu.
***
CHP 2003'te verdiği demokrasi mücadelesinden 4 yıl sonra yine muazzzam bir demokrasi mücadelesine imzasını attı.
2007 Yılında yapılan TBMM Başkanlık Seçimi'nde CHP aday çıkarmadığı seçimlerde, MHP adayı sayın Tunca TOSKAY'ı desteklemek yerine AKP adayı sayın Köksal TOPTAN'ı destekledi ve açık oy atarak sayın Köksal TOPTAN'ın TBMM Başkanı seçilmesine önemli bir destek sağladı.CHP kurmayları bu tavırlarını da demokrasi mücadelesi olarak açıkladılar.
Kendi adaylarının nasıl olsa seçilemeyeceğini düşünüp, MHP'li birinin TBMM başkanı seçilmesindense AKP'li bir adayın seçilmesinin daha makul ve mantıklı olduğunu düşünerek, AKP'ye açık destek vermişlerdi.
Bu durumun AKP'ye koltuk değneği olmakla alakası olmadığı gibi; MHP'nin kurucusu Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'in; MHP'yi kurarken yaptığı şu açıklama ile de alakası yoktur muhtemelen! 

“CHP Atatürk'ün Çizgisinden Çıkmamış Olsaydı; Ben MHP'yi Kurmazdım”
***
CHP'nin son dönemlerdeki demokrasi mücadelesine bir örnek de 1 Kasım seçimlerinden verebiliriz.
7 Haziran 2015'te yüzde 13'lük oy oranıyla kazandığı 80 milletvekilliğinin verdiği şımarıklıkla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne meydan okuyan HDP'nin de bir sonraki seçimlerde TBMM'ye girmesine büyük destek veren CHP, Atatürk'ün iç ve dış düşmanlara karşı verdiği büyük mücadelenin sonunda kurulan bir parti olarak ülkemizi bölmek isteyenlerle aynı safa geçme ihanetine de imza atmış oluyordu.
HDP eş genel başkanı Figen Yüksekdağ'ın Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde yaptığı bir konuşmada sarfettiği "Biz sırtımızı YPJ'ye, YPG'ye ve PYD'ye yaslıyoruz bunu söylemekte ve savunmakta hiçbir sakınca görmüyoruz" şeklindeki sözleriyle TC Devleti'ne meydan okumasına aldırış etmeden 1 Kasım 20015 seçimlerinde HDP'nin baraj altında kalmaması için özellikle HDP'nin güçlü olduğu illerde oy bağışı yaparak bir demokrasi mücadelesi daha vermişti.
***
1 Kasım 2015 seçimleri sonunda CHP, HDP'nin güçlü olduğu yerlerde yok olmuş, oylarını HDP'ye bağışlamıştı.
Ve CHP'nin vermiş olduğu bu demokrasi mücadelesi neticesin Atatürk ve silah arkadaşlarının destansı mücadeleleri sonucunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı meydan okuyan HDP yüzde 10.8 gibi bir oranla kıl payı barajı aşarak Gazi Meclis'e girmişlerdi.
***
Vermiş olduğumuz bu örnekler ışığında bugün CHP'nin milletvekili bağışı ile Yurtta Sulhçu İyi Parti'ye seçime katılma yolu açan desteğinin sonuçlarını da tahmin edebilir miyiz acaba!?
***
1 Kasım 2015 seçimleri sonunda CHP, HDP'nin güçlü olduğu yerlerde yok olmuş, oylarını HDP'ye bağışlamıştı.
Ve CHP'nin vermiş olduğu bu demokrasi mücadelesi neticesin Atatürk ve silah arkadaşlarının destansı mücadeleleri sonucunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı meydan okuyan HDP yüzde 10.8 gibi bir oranla kıl payı barajı aşarak Gazi Meclis'e girmişlerdi.
***
Vermiş olduğumuz bu örnekler ışığında bugün CHP'nin milletvekili bağışı ile
***
Vermiş olduğumuz bu örnekler ışığında bugün CHP'nin milletvekili bağışı ile Yurtta Sulhçu İyi Parti'ye seçime katılma yolu açan desteğinin sonuçlarını da tahmin edebilir miyiz acaba!?

16 Nisan 2018 Pazartesi

BEN SENİ KASIMPAŞA SOKAKLARINDA SEVDİM

Merhaba sevgilim!
Kara kaşı, kara gözü, sırma saçı, ince beli olmayan sevgilim...
Bedensiz ruhu, Anadolu'yu aydınlatan ışığı ve gönlüme doğan sevdasına sevdalandığım sevgilim...
ESESİM!
İLK AŞKIM!
Biricik sevgilim!
Merhaba!
Merhaba KARA&KIZIL SEVDAM!
Merhaba!
***
Akseki'de doğdum, yaşım dolmadan Kasımpaşa'ya geldim...
Kasımpaşa sokaklarında tanıdım seni.
Ve Kasımpaşa sokaklarında sevdim, sevdalandım!
Doğamadım Eskişehir'de...
Herkese nasip olmuyormuş o güzel kentte doğmak.
Elhamdulillah en azından sana sevdalanmak nasip oldu bana.
Küçücüktü yüreğim.
''El kadar''dım belki...
Eskişehir'de doğamadım amma,
Adını nüfus kağıdıma yazdıramadım amma,
Sevdanı yazdım yüreğime!
Aşkını yazdım kimliğime!
***
Kasımpaşa sokaklarında sevdim ben seni.
Çocuklar bile biliyor artık kimliğimi.
45 senedir herkes ''ESESLİ SELO'' diye okur kimliğimi...
Kasımpaşa'da Hoca Ahmet sokakta...
Bazen tek kale, bazen minyatür kale maç yaparken, topumuz gazoz kapağı olsa da ben hep İsmail Arca olurdum.
Bir arkadaşım Fenerli Lefter, biri Gassaraylı Metin, bir diğeri BJK'li Sanlı olurken ben ESESli İsmail Arca olurdum...
Hatta bir ara saçlarım da kirpi gibi olsa düşünmüşlüğüm bile vardır!
Sevgilim!
Anadolu duruşlu sevgilim!
Ben seni Kasımpaşa sokaklarında sevdim...
***
Ben seni hep özledim!
Uzaktan sevmenin en büyük acısını, özlemeyi en çok ben yaşadım belki de...
Ve ben senin özlemeye bile sevdalandım sevgilim!
Yolda, sokakta, çarşıda, pazarda...
Nerede olursam olayım, her Siyah'ın yanına bir Kırmızı aradım...
Sırf Siyah - Kırmızı forma giyiyorlar diye her pazar günü Bayramyeri sahasında Tozkoparanspor'u seyrettim.
Hayallerimi seninle süsledim.
Sana kavuşmayı imkansız bildim o küçücük yüreğimde...
Ama hep sevdim.
Ben seni, seni hiç görmeden, Kasımpaşa sokaklarında sevdim ESESİM!
***
Tercüman gazetesinin taşra baskısı için 1 saat önceden sıraya girdim Kasımpaşa Pazariçi'nde...
Elimde çiçeklerim hiç olmadı ama hep bekledim.
Akşam saatlerinde gazeteler gelince heyecandan yüreğim yerinden oynardı.
İlk gazeteyi hep ben alırdım.
Sana sevdalı bir tek ben vardım.
Kızılay Meydanı'nda,
Arnavut kaldırımda,
Sokak lambasının ışığında,
Gazetenin son sayfasında kocaman fotoğraflarını görünce,
Ankara gazozu içmiş kadar sevindim sevgilim!
İstanbul baskısında küçücük yazılar olurken taşra baskısında en büyük fotoğraflarla seni anlatırdı gazeteler...
Ben seni Kasımpaşa sokaklarında, Tercüman'ın taşra baskılarında sevdim sevgilim!
***
Ne kupalarını bekledim,
Ne de şampiyonluklarını...
Anadolu Yıldızı olmana sevdalandım...
Kırmızı Şimşekler diye haykırışlara sevdalandım...
Seni sevenlere sevdalandım ESESİM!
Babadan oğula miras kalan bu kutlu sevdaya sevdalandım...
Hangi kupa, hangi şampiyonluk beni sana sevdalanmak kadar mutlu eder ki!?
Senin için verilen kavgalara sevdalandım,
Senin için dökülen gözyaşlarına sevdalandım,
Senin için yazılan şiirlere sevdalandım,
Senin için söylenen şarkılara sevdalandım,
Amigo Orhanlara,
Yufka İlhanlara,
Deli Kubilaylara,
Maça gitmek için evinin kiremitlerini satan Şemsettinlere,
Ve daha nice destansı sevenlere sevdalandım ESESİM!
***

Yine küme düşmeme derdindesin sevgilim.
Bizim umurumuzda mı sanki!
Kümeler umurumuzda mı!?
Sen düştükçe, sen yenildikçe bizim sana sevdamız şampiyon olmadı mı!?
Sen üçüncü liglere düştüğünde bile, bizim aşkımız stadları yakmadı mı!?
Hangi köy stadında sana sevdalı yürekler yanmadı ki!?
Hangi stadın çürük betonlarına göz yaşlarımızı akıtmadık ki!?
Düşsen de düşmesen de biz seni hep seveceğiz sevgilim.
***
Fakat bu sefer düşme be sevgilim!
ben seni Kasımpaşa sokaklarında sevdim.
Bugün Eskişehir'de ve memleketin bir çok sokağında sana sevdalanan, gönlü sana düşen minicik yürekler var!
Biz seni severken üzüldük ama asla yorulmadık sevgilim!
Bugün sana sevdalanan çocuklar üzülmesin sevgilim!
Düşme sevgilim!
Düşme ESESİM!

12 Nisan 2018 Perşembe

VATANA ADANMIŞ BİR ÖMÜR: MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK


Dünya'nın en büyük savaş dehalarından biri olarak ''Mareşal'' rütbesi ile şereflenen, Türk'ün Kurtuluş Savaşı destanının baş mimarlarından Mareşal Fevzi Çakmak'ı ebediyete uğurlayalı tam 68 yıl olmuş.
Bugün bu topraklarda huzur ve barış içinde yaşıyorsak bunu borçlu olduğumuz en önemli kişilerden biridir Mareşal Fevzi Çakmak.
Ve ne yazık ki bugün Onun adını ve kim olduğunu dahi bilmeyen bir nesil var bu topraklarda.
Bunun kabahati elbette bu yeni nesilde değil.
Anadolu'da Türklüğün bekası için ömür tüketenleri bu milletin gençlerine tanıtamayan yöneticilerdedir.
Allah Mareşal Fevzi Çakmak ve nice kahramanımızdan razı olsun.
Bu vatana ömür adayanları kısaca anmak da bize vazife olsun...

FEVZİ ÇAKMAK KİMDİR?


Mareşal Fevzi Çakmak, 12 Ocak 1876’da İstanbul Rumeli Kavağı’nda Çakmakoğullarından Topçu Albayı Ali Sırrı ile Hesna Hanım’ın oğlu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Kuleli Askeri Lisesi’nde tamamladıktan sonra 29 Nisan 1893’te Harp Okuluna kaydolarak 28 Ocak 1896’da Piyade Teğmen rütbesiyle mezun oldu. Akabinde “Mekteb-i Erkân-ı Harbiye”ye girerek 25 Aralık 1898’de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle bitirdi.

Bir süre Erkan-ı Harbiye (Genelkurmay) 4. Şube’de görev yaptıktan sonra 1899’da 3. Ordu’ya bağlı Metroviçe’deki 18. Fırka’nın kurmay heyetinde görevlendirildi. Balkanlar’daki Sırp ve Arnavut çetelere karşı verilen mücadeleye katıldı. Kısa aralıklarla terfi ederek 1907’de miralaylığa (albay) yükseldi. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde 35. Fırka Komutanı ve Taşlıca Mutasarrıfıydı. 1910’da Arnavutluk’ta çıkan ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen Kosova Kolordusu’nun kurmay başkanlığı’na atandı. 1911’de Trablusgarp Savaşı başlayınca Rumeli’nin savunmasıyla görevli Garp (Vardar) ordusunun kurmay başkanlığına getirildi. Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında 21. Fırka Komutan Vekilliği ve Vardar Ordusu 1. Şube (Harekat Şubesi) Müdürlüğünü yaptı.

Fevzi Çakmak’ın, Balkan Savaşları çıktığı dönemde 21. Yakova Nizamiye Fırkası K. Vekilliğinde; 6 Ağustos 1912’de Kosova Kuvay-ı Umumiye Kurmay Başkanlığı’nda; 29 Ekim 1912’de de Balkan Harbi Seferberliği’nin başlangıcında Vardar Ordusu K. I. Şube Müdürlüğü’nde görevlendirildiğini daha önce de belirtmiştik. Sırp Cephesi’nde Vardar Ordusu Harekât Şube Müdürü olarak bulunan Fevzi Paşa’nın başarılı askerî faaliyetlerine rağmen, Garp Vilayetleri’nde 10 Mayıs 1913’ten itibaren Türk Hakimiyeti sona ermiştir.

1913’te 5. Kolordu Komutanlığı’na atandı. Mart 1915’te rütbesi mirlivalığa yükseltildi.

I. Dünya Savaşı

I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Kafkas ve Suriye cephelerinde savaştı. 1918’de ferikliğe yükseldi.

Çanakkale Cephesi

Fevzi Paşa, V. Kolordu Komutanı olarak 6 Ağustos ve 13 Ağustos 1915 tarihindeki muharebelere katılmıştır. Fevzi Paşa’nın komutasındaki XIII. ve XIV. Tümenler muharebeye katılmamış fakat 21 Temmuz’dan itibaren cepheye gelerek, I. Tümen hariç yıpranmış ve yorulmuş eski tümenleri değiştirmişlerdir. Ayrıca İkinci Ordu Tümenleri’nin bölgeye (Kereviz Dere-Zığın Dere) gelmeleri üzerine VI. ve VII. Tümenler, Saros Gurubuna gönderilmiştir.

Düşman Kirte istikametinde yapacağı taarruzlar doğrultusunda Alçıtepe’yi almayı planlıyordu. Fakat Türk direnişi karşısında amacına ulaşamayan düşman çok fazla ilerleyememiştir. 6 Ağustos’ta düşmanın taarruz ettiği Arıburnu – Conkbayırı bölgesine gönderilen VIII. ve IV. Tüm. ile yetinmeyen Vehip Paşa, 9 Ağustos’ta Fevzi Paşa’nın komuta ettiği V. Kolordu Komutanlığına bağlı V. ve XIV. Kolorduların son ihtiyatları olan 41. ve 28. Alayları da bu bölgeye gönderdi. Bölgeye gönderilen bu iki alay Conkbayırı’nın düşmanın eline geçmemesine ve Albay Mustafa Kemal Bey’in 10 Ağustos tarihinde Conkbayırı taarruzuna yardımcı oldu. Mustafa Kemal Bey’in rahatsızlığı nedeniyle 10 Aralık 1915’te Fevzi Paşa 5. Kolordu Komutanlığı kendisinde kalmak üzere, ek görev olarak Anafartalar Grubu komutan Vekilliğine görevlendirildi (Mustafa Kemal Bey ise 16 Aralık 1915’de cepheden ayrıldı). Bu muharebelerde V. Kolordu Komutanı olarak görev alan Fevzi Bey’in komutasındaki XIII. Tüm. 21 Ekim 1915’te Keşan’a hareket etti. XIV. Tümen ise 12 Ocak 1916’da bölgeden ayrıldı.

Kurtuluş Savaşı

Mondros Mütarekesi imzalandığında sağlık nedenleri ile İstanbul’da bulunuyordu. 24 Aralık 1918’den 14 Mayıs 1919’a kadar Ferik rütbesiyle Osmanlı Devleti’nin Erkan-ı Harbiye Reisliği (bugünkü Genelkurmay Başkanlığı) görevinde bulundu. 1. Ordu Müfettişliği, Askeri Şura üyeliği, Ali Rıza Paşa ve Salih Hulusi Paşa hükümetlerinde Harbiye Nazırlığı (Millî Savunma Bakanı) (Şubat – Nisan 1920) yaptı. Harbiye nazırlığı sırasında Anadolu’daki millî kurtuluş hareketine silah ve cephane gönderilmesini kolaylaştırıcı bir tutum izledi.

İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgalinin (16 Mart 1920) ardından Anadolu’ya geçmeye karar veren Fevzi Paşa, 27 Nisan 1920’de Ankara’ya ulaştı. İstasyonda Mustafa Kemal Paşa tarafından törenle karşılandı. Birinci dönem TBMM’ye Kozan milletvekili olarak katıldı. 26 Mayıs 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından ulusal hareketin önderlerinden biri olarak rütbesinin kaldırılmasına, nişanlarının geri alınmasına ve idamına karar verildi.


3 Mayıs 1920’de Millî Müdafaa Vekilliğine (Millî Savunma Bakanlığı) getirildi. 24 Ocak 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın İcra Vekilleri Heyeti Reisliğinden ayrılması üzerine, Millî Müdafaa Vekilliği üzerinde kalmak kaydıyla İcra Vekilleri Heyeti Reisliğini (Başbakanlık) de üstlendi. İkinci İnönü Muharebesi’nin zaferle neticelenmesinin ardından 3 Nisan 1921’de rütbesi TBMM kararıyla birinci ferikliğe (orgeneral) yükseltildi. Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nde mirliva İsmet Paşa komutasındaki Garp Cephesi ordularının mağlup olup Yunanların Temmuz 1921’de Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir’i ele geçirmelerinden sonra İsmet Paşa’nın (İnönü) yerine TBMM tarafından Genelkurmay Başkanlığı görevine de getirildi. 3 Ağustos 1921’de Başvekillik, Millî Müdafaa Vekilliği ve Erkan-ı Harbiye Reisliği görevlerini hep birlikte yürütmeye başladı ve Sakarya Savaşı sırasında TBMM Reisi ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile birlikte bizzat cephede harekatı yönetti.

14 Ocak 1922’de millî müdafaa vekilliği, 9 Temmuz 1922’de icra vekilleri heyeti reisliği görevlerinden ayrıldı ve Genelkurmay Başkanı olarak Büyük Taarruz’un askeri planlarını hazırladı. Zaferle sonuçlanan Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin (30 Ağustos 1922) ardından 31 Ağustos’ta rütbesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın tavsiyesi üzerine TBMM tarafından Müşirliğe (Mareşal) terfi ettirildi.

Cumhuriyet dönemi

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1933 Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Yıldönümü Konuşması soldan sağa doğru: Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak), Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), TBMM Başkanı Kâzım Köprülü (Özalp), Başbakan İsmet (İnönü)

Fevzi Çakmak’ın Eyüp Mezarlığı’nda bulunan aile kabristanı
“Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği”nin kaldırılmasıyla 30 Ekim 1924’e kadar TBMM’de Kozan Milletvekilliği[2] görevine devam etti. Mustafa Kemal Paşa’nın askerlik yapanların siyasete karışmamaları gerektiğine dair talimatından sonra, 31 Ekim 1924’te askerlik görevini, siyasete tercih ederek Kozan Milletvekilliği’nden istifa etti.

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevini 23 yıl yaptıktan sonra 12 Ocak 1944’te 68 yaşında Askerî ve Mülkî Tekaüt Yasası’na göre Tahdit-i Sin yani yaş haddinden dolayı emekliye sevk edildi.

1946 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olarak TBMM’de VIII. Dönem İstanbul Milletvekili seçildi. 5 Ağustos 1946’da milletvekili seçilerek 22 sene sonra tekrar Meclise katılan Fevzi Paşa, Demokrat Parti genel başkanı Celal Bayar’ın dönemin Cumhurbaşkanı’nın demokratik seçimlere izin vermesi için söylediği “Devr-i Sabık yaratmayacağız” (yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız) demesinden sonra partisinden istifa ederek, 19 Temmuz 1948’de Osman Bölükbaşı ile birlikte Millet Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı.

10 Nisan 1950 tarihinde vefat etti. Cenazesi 12 Nisan 1950’de Eyüp Sultan Camiinden kaldırılırken, cenaze namazında yüzbinlerce vatandaş bulundu. Cenazesi İstanbul’daki Eyüp Sultan Mezarlığında Küçük Hüseyin Efendi dergahı türbesine defnedildi ve ailesinin isteğiyle Ankara’daki Devlet Mezarlığı’na nakledilmedi. Mareşal Çakmak, Fitnat Çakmak (1892-1969) ile evli ve Nigar (1909-21 Ocak 1982) ile Muazzez adlarında iki kız çocuk babasıydı.

Allah mekanını cennet eylesin.

4 Nisan 2018 Çarşamba

Başbuğ Türkeş'i ANMAK ve ANLAMAK!..

Bazen kavramların içini boşaltırız.
Bazen kavramların ardına saklanırız.
Bazen kavram kargaşası yaşarız.
Bazen kavramlar arasındaki farkı farkedemeyiz.
Ve bir süre sonra bakarız ki, kavramları işimize geldiği gibi kullanır olmuşuz...
Anlamını faklılaştırdığımız, içini boşalttığımız kavramların esiri oluruz toplumca...
İşte ANMAK ve ANLAMAK da bu haldeler!
***
Cumhuriyetimizin kurucusu Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk için onlarca yıldır belki onbinlerce kez anma törenleri yaptık.
Zorunlu anma törenleri yaptık.
Zorunlu olarak yapılan bu törenler bir süre sonra doğal olarak insanları zorladı ve bu anma tötenleri tüm anlamını yitirdi.
Belki de Atatürk'ün ilkelerini unutturmak isteyenlerin,
Atatürk'ü bir tabu haline getirerek itibarsızlaştırmak isteyenlerin bir oyunuydu bu.
Onlarca yıl boyunca Atatürk'ü anma programlarına, törenlerine harcanan enerji ve imkanlar Atatürk'ü millete anlatmak amacıyla harcanmış olsaydı eminim ki memleketimiz bugün çok daha gelişmiş bir ülke olurdu.
***
'' Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk'ün kurduğu gibi kalsaydı biz bugün Milliyetçi Hareket Partisi'ni kurmazdık!''
Ve bir gün bu cümleler döküldü vatan sevdalısı bir adamın dudaklarından...
Sıradan bir cümle değildir bu!
Bir siyasi oluşumun temelini oluşturacak bir söylem de değildir.
Cumhuriyet'in yeniden ilanı, Türk Milleti'nin yeniden uyanışı gibi bir cümledir bu cümle.
Bu cümleleri sarfeden 'ADAM' komünizm yanlısı cuntacıların sürgün ve işkencelerle sindirmek için yıllarca uğraştığı, ancak inandığı Türklük Davası'nın yaşaması ve gelecek nesillere aktarılması için direnen, büyük bir mücadelenin içine giren Alparslan TÜRKEŞ idi.
***
Osmanlı'nın son dönemlerinde başlayan Türk ve Türklük düşmanlığına karşı Nihal Atsız ve Ziya Gökalp gibi düşünce adamlarının başlattığı, Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Ne mutlu Türküm diyene!'' sözleri ile zirveye ulaşan Anadolu'da Türklüğün Bekası mücadelesi Mareşal Atatürk'ün vefatı sonrasında gelen yönetimlerce durdurulmuş, yeniden Osmanlı'nın son dönemlerindeki düzeye çekilmişken Alparslan Türkeş çıkmış ve bu kutlu mücadeleyi ''CHP Atatürk'ün kurduğu gibi kalsaydı bir MHP'yi kurmazdık'' cümlesiyle yeniden başlatmıştır.
Bu cümle bir dava ateşinin yeniden yakılması, Türklüğün Beka mücadelesinin yeniden başlatılmasıdır.
***
ANMAK ve ANLAMAK!
İşte bütün meselemiz burada kilitlenmektedir.
Anmak elbette önemlidir.
Unutmamak için anmak gerekir.
Ancak anlamadan anmak bir nevi putperestlik olur.
Kişileri ululaştıran fikirleridir.
Atatürk yüce bir kimlik kazandıysa bunun tek sebebi verdiği kutlu mücadele ve savunduğumuz, inandığımız fikirleridir.
Bizim için aslolan Atatürk ya da Başbuğ Türkeş'in uğruna ömür harcadıkları toprağa dönüşen 'Naçiz bedenleri' bedenleri değil sonsuza kadar yaşatacağımız fikirleridir.
Bugün Ülkücü camia ve Türk Milleti Başbuğ Alparslan Türkeş'i layıkıyla anlayabilmiş olsaydı Türk'ün dünyaya açılan kapısı olan ülkemiz, halkın yaşam standartlarının en üst seviyede olduğu, bütün Türk dünyasına huzuru, barışı ve özgürlüğü götüren güçlü bir devlet olurdu.
***
Atatürk'ü anlamak yerine anmayı tercih ettik.
Çünkü böyle olsun istendi.
Atatürk'ü Türk Milleti'nin anlaması istenmedi.
Türk Milleti Atatürk'ü anlamış olsaydı onun zamanında açılan ve yurtdışına uçak satışı yapılan uçak fabrikası kapatılmaz, yerine yenileri açılır,
Otomobil fabrikalarımız gece gündüz yerli marka otomobillerimizi üretir,
Sanayide, tarımda, ekonomide ve demokraside dünya lideri olurduk.
Atatürk'ü anla(ya)madık!
Başbuğ geldi.
Atatürk'ün bizlere bıraktığı ve Türk düşmanlarının böğrüne saplamamızı istediği 6 OK'u anlayamadık, yaşatamadık, düşmanların böğrüne saplayamadık.
***
Başbuğ Alparslan Türkeş geldi.
Atatürk'ün 6 OK'unu geliştirip 9 IŞIK yaptı.
Atatürk'ten sonra yeniden karanlığa mahkum edilmek istenen Türk Milleti'nin yolunu aydınlatmak için 9 IŞIK yaktı yolumuza.
Bizler; bu 9 Işık'ın aydınlattığı yoldan yürüdüğümüz sürece Başbuğ Türkeş'i hiç unutmayacağız ki, analım!
Hep aklımızda,
Hep kalbimizde,
Hep yanımızda olacak!
9 Işık gönlümüzde ve beynimizde yandıkça Başbuğ Türkeş yaşayacak!