"Sokaklar Karanlık" dedi Bilge Lider Devlet Bahçeli...
Evet sokaklar bizi karanlığa götürür.
Tahrikler, provakasyonlar...
Tek amaç Ülkücü gençliği sokaklara çekmek...
Tek amaç, Ülkücüleri sandıktan uzaklaştırıp sokakların karanlığına itmek...
Sokaklarda kahpelik var...
Sokaklarda pusu var...
Sokaklarda karanlık bir gelecek var...
Ülkücü oynanan bu oyunun farkındadır...
***
AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 400 Milletvekili söylemine çok dikkat etmek gerek.
AKP'nin özellikle çözüm süreci politikası sonucunda sürekli oy kaybettiği bir dönemde bu partinin 400 milletvekili alması akıl işi değildir.
Ancak bu söz altında yatan oyunlar vardır.
HDP ile yapılan pazarlıklar vardır.
Pkk ve ve bebek katili ile yapılan pazarlıklar vardır.
Şu an ülkemiz üzerinde hain emelleri olan güçlerin toplum mühendisleri çalışmalarını sürdürüyorlar.
Cumhuriyet'in kurulmasıyla başlayan bölme ve parçalama girişimleri bu hükümetle birlikte zirveye ulaşmış bulunmaktadır.
HDP'nin barajı geçme olasılığı olmamasına rağmen bağımsız aday koymaması, parti adına seçime girileceğini açıklaması ile AKP'li cumhurbaşkanının 400 milletvekili söylemi arasında güçlü bir bağ vardır.
HDP bölücülerin yoğun olduğu illerde milletvekili çıkaramazsa bütün milletvekilleri AKP'ye gidecektir.
Aksi olması durumunda da değişen bir şey olmayacak.
Her iki durumda da AKP-HDP koalisyonu 400 milletvekilini bulma çabası içinde olacak.
Şu anki anketlere göre her iki durumda da 400 milletvekili bulmaları söz konusu değil.
***
AKP-HDP koalisyonu 400 milletvekili bulmak için daha büyük oyunlar oynanması gerektiğini biliyorlar.
Bu sebeple HDP-Pkk örgütü yaptıkları saldırılarla, milletin yeniden umudu haline gelen MHP mensubu Ülkücüleri sokaklara çekmeye ve sandık çalışmalarından uzak tutmaya çalışıyorlar.
Özellikle üniversitelerde akla hayale gelmeyecek provakasyonlar yapılıyor.
Pkk marşları söyleniyor, Ülkücüleri tahrik edecek şekilde eylemler yapılıyor, AKP'nin polisleri devletimizi tehdit eden eylem ve söylemler karşısında sessiz kalıyor...
2014 yılı yerel seçimleri öncesinde hepimiz biliyoruz, Burakcan Kahramanoğlu ve Cengiz Akyıldız şehit edildiler...
Yaşanan bu olaylar sonrasında bazı kesimler "Ülkücüler Nerede!?" söylemi içine girmişler ve bizleri sokaklara çekmeye çalışmışlardır. Liderimiz Devlet Bahçeli'nin sağduyulu politikaları sayesinde bu karanlık çukura girmedik. Türlü oyunlarla MHP'yi yüzde 10'un altına düşürmeye çalışanlara da iyi bir ders verdik.
***
Şimdi bir seçim arefesindeyiz yine...
Aynı karanlık güçler yine sahneye çıktılar.
İzmir'de Fırat Çakıroğlu kardeşimizi şehit ettiler bu kez...
Durmadılar...
Her fırsatta bizleri sokaklara çekecek eylemler yaptılar.
AKP polisinin koruması altında üniversiteleri işgal ettiler.
Üniversite bahçelerinde terör örgütü marşları eşliğinde hem Ülkücülere hem devletimize hem de ordumuza tahrik içerikli sözler sarfettiler.
AKP Polisi ise, sadece seyretti bunları...
Hedefleri tekti...
MHP'nin yükselişini durdurmak, Ülkücüleri sandıktan uzaklaştırıp, sokaklara çekmek...***
Şehitler verdik, bu oyuna düşmedik...
Belki daha da şehitler vereceğiz.
Belki beni vuracaklar, belki de adını bile bilmediğimiz bir başka Ülküdaşımızı...
Tahriklerin ardı arkası kesilmeyecek.
Bir taraftan da amigoları sokaklarda bağıracak "Ülkücüler Nerede!"
Bu sorunun cevabını o karanlık sokaklarda değil, ülkemizi aydınlık yarınlara kavuşturacak olan sandıkta vereceğiz.
Gece gündüz MHP'ye 1 oy daha kazandırmak için çalışıp, tek başına iktidar yolunu açarak hain planlara, 1000 yıllık kardeşliği, kan davasına dönüştürmeye çalışanlara Türk'ün tokadını sandıkta vuracağız...***
Değerli Ülküdaşlarım;
Son seçimde 15 milyon insanımız sandığa gitmedi.
İlk hedefimiz, çeşitli bahanelerle sandığa gitmeyen bu kesim olmalı...
Çünkü bu 15 milyon insan AKP'ye oy vermeyen ancak çeşitli sebeplerle MHP'ye de oy vermeyen insanlardır.
Şimdi bu kesimi ikna etme yollarını bulmalıyız.
Onlara sandığa gitmeyerek AKP'ye hizmet ettiklerini bir şekilde anlatmalıyız.
Yaşam alanımızda bulunan herkesten 1 kereye mahsus da olsa MHP'ye oy atmalarını istemeliyiz.
İlkokul arkadaşımız,
Lise, Üniversite arkadaşımız,
Asker arkadaşımız,
İş arkadaşımız,
Amcamız,
Halamız,
Dayımız ,
Yengemiz...
Aklınıza kim geliyorsa, hemen arayın, konuşun hatır için de olsa bu sefer MHP'ye oy vermelerini isteyiniz...***
Önümüzde üç aylık bir süre var.
Bu üç aylık süre içersinde bizi sokaklara çekmek isteyenlerle uğraşırsak, ne sokakta kazanırız, ne de sandıkta.
Ancak sandık için çalışırsak, hain planları bozmamız mümkündür.
Unutmayalım:
ÜLKÜCÜ'NÜN ZAFERİ SOKAKLARDA DEĞİL; SANDIKTA OLACAKTIR...
23 Mart 2015 Pazartesi
13 Mart 2015 Cuma
Siirt ve Kabataş'da "Kadının beyanı esas" mıdır?
Ülkemiz son dönemde iki ibretlik olay yaşadı.
Bu olaylardan Kabataş'da yaşandığı iddia edileni ülke gündemini sarstı.
Aylardır Kabataş ile yatıyor Kabataş ile kalkıyoruz.
Köydeki bebeler bile artık Kabataş tartışması yapar hale geldiler.
Kabataş olayının ilk gündeme gelişini hepimiz çok iyi anımsıyoruz.
Eğer o anlatılanlar doğru olsaydı bu tam bir vahşet manzarası olurdu ülkemiz için.
Bir kadın "70-100 kişinin saldırısına uğramış, üzerine işenmiş, bebeği bile saldırıya uğramış"
İnsan bunu duyar duymaz zaten dehşete kapılıyor.
***
Hemen hemen aynı zaman dilimi içersinde bir olay daha yaşandı ülkemizde.
Bu kez olay Siirt ilimizde yaşandı.
Bir lise öğrencisi, öğretmenlerine giderek kantin işletmecisinin kendisine 7 aydır tecavüz ettiğini anlattı.
Öğretmenlerin çabasıyla olay yargıya intikal etti.
Oralarda öyle kolay değildir bir genç kızın "Bana tecavüz edildi" demesi.
Töreler var...
İlkin kızın canını alır ailesi...
Neyse ki böyle bir vahşet yaşanmadı.
Tecavüz sanığı tutuklandı ve hapse atıldı.
Tacizci Siirt Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 10.5 yıl hapse mahkum edildi.
Kararı onayan yargıtay yapılan itiraz üzerine kararını bozdu ve tecavüzcünün serbest bırakılmasına karar verdi.
Kararın bozulmasındaki gerekçe "Kadının beyanından başka delil olmaması"
***
Siirt'te yaşanan tecavüz olayını ülkemizde kimse konuşmadı.
TV ekranlarında yazar, çizer tayfası saatlerce tecavüze uğrayan kızımızın mağduriyetini konuşmadı.
Gazeteler sadece 3. sayfa haberi olarak geçti.
Fakat Kabataş olayı halen ülkemizin 1 numaralı gündem maddesi.
Böyle olmasının sebebi tacize uğradığını beyan eden kadının başörtülü ve AKP'li olması...
Siirt'te tecavüze uğrayan kızımızın başörtüsü var mıydı? Hangi partiliydi onu bile bilmiyoruz...
Siirt'te yaşanan ve genç kızın beyanı esas alınarak takibe alınan olay umuma kapalı mekanda gerçekleşmiş.
Yani ispatı mümkün olmayan sadece "kadının beyanının esas alınabileceği" bir durum...
Kabataş'ta yaşandığı "beyan" edilen olayın ise ispatı mümkün.
Nitekim zamanın başbakanı, şimdiki cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da o günlerde TV ekranlarına çıkıp "Bunlar benim başörtülü bacıma bunları bunları yaptılar, görüntüleri var Cuma günü yayınlayacağız" demişti.
***
Aradan çok Cumalar geçti...
Görüntü yokmuş.
Tayyip Erdoğan'ı kandırmışlar...
Dolayısıyla o da Türk Milleti'ni kandırmış oldu.
O günlerde kadın tarafından "beyan" edildiği söylenenler ile bugün söylenen arasında dağlar kadar fark var.
O gün "üzerine işediler" deniliyordu, bugün "sözlü taciz, psikolojik taciz" gibi daha masum taciz söylemleri türedi.
Allah muhafaza, o günlerde "Başörtülü ve bebekli kadına saldırdılar , hatta üzerine işediler" yalanı ile binlerce samimi Müslüman ayaklanıp, kendilerince "çapulcu" olarak gördükleri insanları linç etmeye kalkışsalardı acaba bunun vebali kimin boynuna olacaktı!?
***
Kabataş iddialarının ispat edilememesi üzerine, bu kesim "Kadının beyanı esastır" ilkesine sarıldı.
Evet tecavüz olaylarında uluslararası hukuk kurallarına böyle bir ilke girdi.
Tecavüz vakıaları genelde ispatı mümkün olmayan şekilde gerçekleştiği için hukukçular böyle bir ilke ortaya attılar.
Bugün, Kabataş iddialarının gerçek olduğunu savunanların tek silahı da bu oldu.
Bir ülkenin Başbakanı çıkıp "Görüntüler var Cuma günü yayınlayacağız" diye haykıracak ancak aradan onlarca Cuma geçmesine rağmen bu görüntüler ortaya çıkmayacak.
Çok ilginç bir durum.
Hal böyle olunca da AKP'li Cumhurbaşkanı her yerde veryansın edecek "Tecavüz olayında kadının beyanı esastır"
***
Başbakan iken kandırılan ve halkı kandıran Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı iken de kandırılmış ve milletimizi yine kandırıyor.
Zira yukarıda bahsettiğim Siirt vakasında Yargıtay "Tecavüz olayında kadının beyanı esas değildir" diyerek 10.5 yıl ceza alan tecavüzcüyü serbest bıraktı.
AKP'liler yine mantara bağladılar...
Ve ülkemde, Özgecan gibi masumların vahşice katledildiği şu günlerde bir tecavüzcü daha hukuk sisteminin boşluğundan yararlanarak elini kolunu sallayarak dolaşacak sokaklarda...
Siirt'li kızımızın durumu ise, Kabataş figüranı kadar konuşulmayacak ülkemde...
Bu olaylardan Kabataş'da yaşandığı iddia edileni ülke gündemini sarstı.
Aylardır Kabataş ile yatıyor Kabataş ile kalkıyoruz.
Köydeki bebeler bile artık Kabataş tartışması yapar hale geldiler.
Kabataş olayının ilk gündeme gelişini hepimiz çok iyi anımsıyoruz.
Eğer o anlatılanlar doğru olsaydı bu tam bir vahşet manzarası olurdu ülkemiz için.
Bir kadın "70-100 kişinin saldırısına uğramış, üzerine işenmiş, bebeği bile saldırıya uğramış"
İnsan bunu duyar duymaz zaten dehşete kapılıyor.
***
Hemen hemen aynı zaman dilimi içersinde bir olay daha yaşandı ülkemizde.
Bu kez olay Siirt ilimizde yaşandı.
Bir lise öğrencisi, öğretmenlerine giderek kantin işletmecisinin kendisine 7 aydır tecavüz ettiğini anlattı.
Öğretmenlerin çabasıyla olay yargıya intikal etti.
Oralarda öyle kolay değildir bir genç kızın "Bana tecavüz edildi" demesi.
Töreler var...
İlkin kızın canını alır ailesi...
Neyse ki böyle bir vahşet yaşanmadı.
Tecavüz sanığı tutuklandı ve hapse atıldı.
Tacizci Siirt Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 10.5 yıl hapse mahkum edildi.
Kararı onayan yargıtay yapılan itiraz üzerine kararını bozdu ve tecavüzcünün serbest bırakılmasına karar verdi.
Kararın bozulmasındaki gerekçe "Kadının beyanından başka delil olmaması"
***
Siirt'te yaşanan tecavüz olayını ülkemizde kimse konuşmadı.
TV ekranlarında yazar, çizer tayfası saatlerce tecavüze uğrayan kızımızın mağduriyetini konuşmadı.
Gazeteler sadece 3. sayfa haberi olarak geçti.
Fakat Kabataş olayı halen ülkemizin 1 numaralı gündem maddesi.
Böyle olmasının sebebi tacize uğradığını beyan eden kadının başörtülü ve AKP'li olması...
Siirt'te tecavüze uğrayan kızımızın başörtüsü var mıydı? Hangi partiliydi onu bile bilmiyoruz...
Siirt'te yaşanan ve genç kızın beyanı esas alınarak takibe alınan olay umuma kapalı mekanda gerçekleşmiş.
Yani ispatı mümkün olmayan sadece "kadının beyanının esas alınabileceği" bir durum...
Kabataş'ta yaşandığı "beyan" edilen olayın ise ispatı mümkün.
Nitekim zamanın başbakanı, şimdiki cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da o günlerde TV ekranlarına çıkıp "Bunlar benim başörtülü bacıma bunları bunları yaptılar, görüntüleri var Cuma günü yayınlayacağız" demişti.
***
Aradan çok Cumalar geçti...
Görüntü yokmuş.
Tayyip Erdoğan'ı kandırmışlar...
Dolayısıyla o da Türk Milleti'ni kandırmış oldu.
O günlerde kadın tarafından "beyan" edildiği söylenenler ile bugün söylenen arasında dağlar kadar fark var.
O gün "üzerine işediler" deniliyordu, bugün "sözlü taciz, psikolojik taciz" gibi daha masum taciz söylemleri türedi.
Allah muhafaza, o günlerde "Başörtülü ve bebekli kadına saldırdılar , hatta üzerine işediler" yalanı ile binlerce samimi Müslüman ayaklanıp, kendilerince "çapulcu" olarak gördükleri insanları linç etmeye kalkışsalardı acaba bunun vebali kimin boynuna olacaktı!?
***
Kabataş iddialarının ispat edilememesi üzerine, bu kesim "Kadının beyanı esastır" ilkesine sarıldı.
Evet tecavüz olaylarında uluslararası hukuk kurallarına böyle bir ilke girdi.
Tecavüz vakıaları genelde ispatı mümkün olmayan şekilde gerçekleştiği için hukukçular böyle bir ilke ortaya attılar.
Bugün, Kabataş iddialarının gerçek olduğunu savunanların tek silahı da bu oldu.
Bir ülkenin Başbakanı çıkıp "Görüntüler var Cuma günü yayınlayacağız" diye haykıracak ancak aradan onlarca Cuma geçmesine rağmen bu görüntüler ortaya çıkmayacak.
Çok ilginç bir durum.
Hal böyle olunca da AKP'li Cumhurbaşkanı her yerde veryansın edecek "Tecavüz olayında kadının beyanı esastır"
***
Başbakan iken kandırılan ve halkı kandıran Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı iken de kandırılmış ve milletimizi yine kandırıyor.
Zira yukarıda bahsettiğim Siirt vakasında Yargıtay "Tecavüz olayında kadının beyanı esas değildir" diyerek 10.5 yıl ceza alan tecavüzcüyü serbest bıraktı.
AKP'liler yine mantara bağladılar...
Ve ülkemde, Özgecan gibi masumların vahşice katledildiği şu günlerde bir tecavüzcü daha hukuk sisteminin boşluğundan yararlanarak elini kolunu sallayarak dolaşacak sokaklarda...
Siirt'li kızımızın durumu ise, Kabataş figüranı kadar konuşulmayacak ülkemde...
10 Mart 2015 Salı
İRİ, DİRİ, BİR OLALIM, ZALİME DÜNYAYI DAR EDELİM....
Bugün, birlik olma günüdür...
Bugün, güçlü olma günüdür...
Bugün, BÜYÜK TÜRK MİLLETİ olma günüdür...
2002 yılından bu yana yaşanan gelişmeleri yakınen hepimiz takip ediyoruz.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin teslimiyetçi, aciz ve ver-kurtulcu polilikaları sonucunda geldiğimiz nokta ortadadır.
TÜRK BAYRAĞI TAHRİK UNSURU SAYILIYOR!...
TÜRKÜM DEMEK KABAHAT GİBİ GÖRÜLÜYOR!...
İNSANLIK TARİHİNİN EN İNSANCIL MİLLETİ OLAN TÜRKLER IRKÇI GİBİ GÖSTERİLİYOR!...
AKP iktidarında Türklükle büyük bir mücadele yapılıyor...
***
Kuşkusuz bu mücadeleyi ve sonuçlarını hepimiz görüyoruz.
Hangi siyasi parti çatısı altında olursak olalım, kendimizi TÜRK olarak görebiliyorsak, bu durumdan hepimiz büyük bir rahatsızlık duyuyoruz şüphesiz.
Aslına bakarsanız, Türklükle yapılan bu mücadele 12 yıldır değil, Bozkurt Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünden bu yana sürmektedir.
Sizlerle çok ilginç bir konuyu paylaşacağım.
İçinde bulunduğumuz durumu çok net ve en çarpıcı bir şekilde anlatabilmek için bu olayı sizlere aktarmak istiyorum.
Tüm Ülkücü camia Nazım Hikmet'i çok iyi tanır ve hakkında çok da iyi şeyler düşünmeyiz.
Sol görüşlüdür.
Yazdığı düşüncelerinden dolayı sürgün edildiği yıllarda Budapeşte Radyosu'nda Türk Milleti'ne seslenir.
1954 Yılında yapmış olduğu bu konuşmanın kaydı internet ortamında bulunmaktadır.
Nazım Hikmet bu konuşmasında, Demokrat Parti iktidarına ağır eleştirilerde bulunur ve eleştirilerinin merkezinde Türk Milleti vardır. Nazım Hikmet Türkiye'de yaşananların "Türk Milleti'ni yok etme harekatı olduğunu" ısrarla söylemektedir bu konuşmasında ve şöyle seslenir: "Türk Milleti'ni tarihin sayfalarından silmek istiyorlar ama başaramayacaklar Türk Milleti'ni yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir!"
Bugün bir çoğumuzun Türk Milliyetçiliği karşıtı olarak gördüğümüz Nazım Hikmet böyle haykırıyordu o yıllarda. Bugün her fırsatta DP geleneğinin devamı olduğunu söyleyen AKP artık işi çok ileri boyutlara götürdü.
***
Peki bu durumdan nasıl kurtulacağız!?
Aslında bu sorunun cevabını atalarımız yüzyıllar önce vermişler...
"Gelin canlar bir olalım" demişler...
"İri, Diri, Bir olalım" demişler...
Bugün farklı siyasi partilerin çatısı altında siyaset yapanlar, bu partilere gönül vermiş Türk Milliyetçileri artık atalarının sözünü dinlemeli ve BİR olmanın, İRİ olmanın, DİRİ olmanın vaktinin çoktan geldiğini anlamalıdırlar.
Bugün bizim düşüncemizi taşıyan en güçlü parti Milliyetçi Hareket Partisi'dir.
Barajı dahi geçemeyen küçük partilere gönül veren, çeşitli sebeplerden dolayı iktidar partisi olan AKP'ye oy atan ya da orada siyaset yapan tüm gönül dostlarının bugün memleketimizin ve Türklüğün geleceği için çok önemli bir karar vermeli ve Türklüğün yok edilmesi için verilen mücadeleye karşı en büyük taarruzu Haziran 2015 seçimlerinde gerçekleştirmelidirler...
***
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'yi beğenmeyebilirsiniz...
İzlediği politikaları, kişiliğini sevmeyebilirsiniz...
Ancak hepimiz de şunu biliyoruz ki; Devlet Bahçeli bugün ülkemizin en dürüst liderlerinden biridir.
Hiçbir zaman hiçbir Ülkücü'nün başını öne eğecek bir davranış içinde olmamıştır.
Parti içinde yolsuzlukla adı geçenleri kendi elleriyle Yüce Divan ve Mahkemelere sevkettirmiştir.
Milletvekili maaşı almamaktadır.
Yetim hakkı yememektedir.
Mevcut liderler arasında serveti azalan tek liderdir.
"Bahçeli olmasa" diye başlayan cümlelerin tamamı bugün Devlet Bahçeli'nin dirayetli yönetimi sayesinde tarihinde ilk defa iki kez üst üste baraj ya da ittifak sorunu yaşamadan TBMM çatısı altına giren MHP'den duyulan korkunun bir eseridir.
***
Türk Milleti'ni Devlet Bahçeli ve MHP etrafında birleşmekten alıkoymak için yapılan algı yönetimidir "Bahçeli olmasa" ile başlayan her cümle...
Özellikle Büyük Birlik Partisi ve HEPAR'a gönül vermiş Bozkurtlar;
Türk Milleti'nin selameti için,
Türk varlığının sonsuza kadar sürmesi için,
Bağımsız Türk vatana Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğü için,
Şimdi birlik olma zamadır...
Unutmayınız ki; gönül verdiğiniz partilere vereceğiniz her oy, MHP'nin milletvekili sayısını azaltıp AKP'ninkini çoğaltmaktadır.
12 Eylül Darbe Yönetimi'nin seçim yasası sayesinde attığınız her oy ne yazık ki, AKP'ye gitmektedir.
Partinize ve Liderinize gönülden bağlılığınız ve samimiyetiniz hakkında zerre şüphemiz yoktur.
Ancak 1970'li yıllarda Vatan, Millet, Bayrak ve Ezan için mücadele veren Ülkücüleri idam sehpalarında sallandıran 12 Eylül Darbe yasaları sayesinde partilerinize vereceğiniz her oy yine AKP'ye gidecektir.
***
Saadet Partisi'ne gönül veren kardeşlerimiz için de aynı durum geçerlidir.
AKP'nin dini istismar eden iki yüzlü politikaları karşısında SP'nin varlığını koruyabilmesi için bu partiye gönül vermiş kardeşlerimiz de bu seçimde MHP'yi tercih etmelidirler.
AKP + HDP ittifakı ile TBMM çatısında 400 milletvekilinin bulunması halinde Saadet Partisi'de siyasi yaşamını tamamlayacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Başkanlık ve Federatif yapı ile Türkiye 2 partili bir sisteme geçecek ve AKP'nin karşısında ya CHP ya da MHP kalacak.
Ancak bunun tersi durumda, bu sayıyı yakalayamazlarsa MHP çok daha güçlü bir şekilde TBMM çatısı altında yer alırsa sadece Saadet Partisi değil bugün yaşamını sürdüren tüm siyasi partiler varlığını sürdürecek, demokratik parlamenter sistem sürecektir.
***
Bu bölümde yazacaklarıma belki çoğunuz tepki gösterecek ve şaşıracaksınız.
Ancak ülkemizdeki en büyük hakikati yazacağım.
Haziran 2015 seçimlerinde MHP'ye oy vermesi gereken en büyük kitle Kürtlerdir..
Evet Kürtler...
Bugün milliyetçilik ve din karşıtı Marksist - Leninist düşünce doğrultusunda siyaset yapan HDP ile din eksenli siyaset yapan AKP tarafından yıllardır sömürülen Kürt vatandaşlarımız Ortadoğu batağındaki pisliğin içine çekilmemek ve bu pislikte boğulmamak için oylarını MHP'ye vermelidirler.
Kürtler ve Türkler 1000 yıldan bu yana aynı coğrafya üzerinde yaşamaktadır.
Türklere ırkçı, faşist gibi akıl almaz sıfatlar yakıştırarak Kürtleri asimile ettiğimizi söyleyenlere sormak lazım:
"Eğer Türkler söylediğiniz gibi ırkçı, faşist olsalardı, 1000 yıldan bu yana birlikte yaşadığımız Kürtler bugün Kürtçe mi konuşurdu Türkçe mi?"
Bırakın Türklerin bir kültür emperyalizmi içine girerek Kürtçe'yi yok etme çabasını, bugün bile Kürt halkının içinde yaşayan Türkmen aşiretleri Kürtçe konuşmaktadır. Bu nasıl ırkçılıktır? Bu nasıl faşistliktir?
Sizleri kandırıyorlar ey Kürt kardeşlerimiz!
40 yıldır sürdürülen bu oyunlara kanmayın, 1000 yıldır yaşadığınız gerçeklerle hareket edin ve gelecekte bu coğrafyada huzur ve barış içinde yaşamak için oylarınızı MHP'ye verin...
***
Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan tüm halkımızı kastederek seleniyorum, Ey Türk Milleti; artık aklımızı başımıza alalım. Bölünmez bütünlük kaygılarımız öncesinde son çıkış Haziran 2015 seçimleridir. Bu seçimler hepimiz için büyük vebal taşımaktadır. Elimizi vicdanımıza koyup, oylarımızı birlik ve beraberliğimiz için MHP'ye atalım...
Bugün, güçlü olma günüdür...
Bugün, BÜYÜK TÜRK MİLLETİ olma günüdür...
2002 yılından bu yana yaşanan gelişmeleri yakınen hepimiz takip ediyoruz.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin teslimiyetçi, aciz ve ver-kurtulcu polilikaları sonucunda geldiğimiz nokta ortadadır.
TÜRK BAYRAĞI TAHRİK UNSURU SAYILIYOR!...
TÜRKÜM DEMEK KABAHAT GİBİ GÖRÜLÜYOR!...
İNSANLIK TARİHİNİN EN İNSANCIL MİLLETİ OLAN TÜRKLER IRKÇI GİBİ GÖSTERİLİYOR!...
AKP iktidarında Türklükle büyük bir mücadele yapılıyor...
***
Kuşkusuz bu mücadeleyi ve sonuçlarını hepimiz görüyoruz.
Hangi siyasi parti çatısı altında olursak olalım, kendimizi TÜRK olarak görebiliyorsak, bu durumdan hepimiz büyük bir rahatsızlık duyuyoruz şüphesiz.
Aslına bakarsanız, Türklükle yapılan bu mücadele 12 yıldır değil, Bozkurt Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünden bu yana sürmektedir.
Sizlerle çok ilginç bir konuyu paylaşacağım.
İçinde bulunduğumuz durumu çok net ve en çarpıcı bir şekilde anlatabilmek için bu olayı sizlere aktarmak istiyorum.
Tüm Ülkücü camia Nazım Hikmet'i çok iyi tanır ve hakkında çok da iyi şeyler düşünmeyiz.
Sol görüşlüdür.
Yazdığı düşüncelerinden dolayı sürgün edildiği yıllarda Budapeşte Radyosu'nda Türk Milleti'ne seslenir.
1954 Yılında yapmış olduğu bu konuşmanın kaydı internet ortamında bulunmaktadır.
Nazım Hikmet bu konuşmasında, Demokrat Parti iktidarına ağır eleştirilerde bulunur ve eleştirilerinin merkezinde Türk Milleti vardır. Nazım Hikmet Türkiye'de yaşananların "Türk Milleti'ni yok etme harekatı olduğunu" ısrarla söylemektedir bu konuşmasında ve şöyle seslenir: "Türk Milleti'ni tarihin sayfalarından silmek istiyorlar ama başaramayacaklar Türk Milleti'ni yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir!"
Bugün bir çoğumuzun Türk Milliyetçiliği karşıtı olarak gördüğümüz Nazım Hikmet böyle haykırıyordu o yıllarda. Bugün her fırsatta DP geleneğinin devamı olduğunu söyleyen AKP artık işi çok ileri boyutlara götürdü.
***
Peki bu durumdan nasıl kurtulacağız!?
Aslında bu sorunun cevabını atalarımız yüzyıllar önce vermişler...
"Gelin canlar bir olalım" demişler...
"İri, Diri, Bir olalım" demişler...
Bugün farklı siyasi partilerin çatısı altında siyaset yapanlar, bu partilere gönül vermiş Türk Milliyetçileri artık atalarının sözünü dinlemeli ve BİR olmanın, İRİ olmanın, DİRİ olmanın vaktinin çoktan geldiğini anlamalıdırlar.
Bugün bizim düşüncemizi taşıyan en güçlü parti Milliyetçi Hareket Partisi'dir.
Barajı dahi geçemeyen küçük partilere gönül veren, çeşitli sebeplerden dolayı iktidar partisi olan AKP'ye oy atan ya da orada siyaset yapan tüm gönül dostlarının bugün memleketimizin ve Türklüğün geleceği için çok önemli bir karar vermeli ve Türklüğün yok edilmesi için verilen mücadeleye karşı en büyük taarruzu Haziran 2015 seçimlerinde gerçekleştirmelidirler...
***
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'yi beğenmeyebilirsiniz...
İzlediği politikaları, kişiliğini sevmeyebilirsiniz...
Ancak hepimiz de şunu biliyoruz ki; Devlet Bahçeli bugün ülkemizin en dürüst liderlerinden biridir.
Hiçbir zaman hiçbir Ülkücü'nün başını öne eğecek bir davranış içinde olmamıştır.
Parti içinde yolsuzlukla adı geçenleri kendi elleriyle Yüce Divan ve Mahkemelere sevkettirmiştir.
Milletvekili maaşı almamaktadır.
Yetim hakkı yememektedir.
Mevcut liderler arasında serveti azalan tek liderdir.
"Bahçeli olmasa" diye başlayan cümlelerin tamamı bugün Devlet Bahçeli'nin dirayetli yönetimi sayesinde tarihinde ilk defa iki kez üst üste baraj ya da ittifak sorunu yaşamadan TBMM çatısı altına giren MHP'den duyulan korkunun bir eseridir.
***
Türk Milleti'ni Devlet Bahçeli ve MHP etrafında birleşmekten alıkoymak için yapılan algı yönetimidir "Bahçeli olmasa" ile başlayan her cümle...
Özellikle Büyük Birlik Partisi ve HEPAR'a gönül vermiş Bozkurtlar;
Türk Milleti'nin selameti için,
Türk varlığının sonsuza kadar sürmesi için,
Bağımsız Türk vatana Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğü için,
Şimdi birlik olma zamadır...
Unutmayınız ki; gönül verdiğiniz partilere vereceğiniz her oy, MHP'nin milletvekili sayısını azaltıp AKP'ninkini çoğaltmaktadır.
12 Eylül Darbe Yönetimi'nin seçim yasası sayesinde attığınız her oy ne yazık ki, AKP'ye gitmektedir.
Partinize ve Liderinize gönülden bağlılığınız ve samimiyetiniz hakkında zerre şüphemiz yoktur.
Ancak 1970'li yıllarda Vatan, Millet, Bayrak ve Ezan için mücadele veren Ülkücüleri idam sehpalarında sallandıran 12 Eylül Darbe yasaları sayesinde partilerinize vereceğiniz her oy yine AKP'ye gidecektir.
***
Saadet Partisi'ne gönül veren kardeşlerimiz için de aynı durum geçerlidir.
AKP'nin dini istismar eden iki yüzlü politikaları karşısında SP'nin varlığını koruyabilmesi için bu partiye gönül vermiş kardeşlerimiz de bu seçimde MHP'yi tercih etmelidirler.
AKP + HDP ittifakı ile TBMM çatısında 400 milletvekilinin bulunması halinde Saadet Partisi'de siyasi yaşamını tamamlayacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Başkanlık ve Federatif yapı ile Türkiye 2 partili bir sisteme geçecek ve AKP'nin karşısında ya CHP ya da MHP kalacak.
Ancak bunun tersi durumda, bu sayıyı yakalayamazlarsa MHP çok daha güçlü bir şekilde TBMM çatısı altında yer alırsa sadece Saadet Partisi değil bugün yaşamını sürdüren tüm siyasi partiler varlığını sürdürecek, demokratik parlamenter sistem sürecektir.
***
Bu bölümde yazacaklarıma belki çoğunuz tepki gösterecek ve şaşıracaksınız.
Ancak ülkemizdeki en büyük hakikati yazacağım.
Haziran 2015 seçimlerinde MHP'ye oy vermesi gereken en büyük kitle Kürtlerdir..
Evet Kürtler...
Bugün milliyetçilik ve din karşıtı Marksist - Leninist düşünce doğrultusunda siyaset yapan HDP ile din eksenli siyaset yapan AKP tarafından yıllardır sömürülen Kürt vatandaşlarımız Ortadoğu batağındaki pisliğin içine çekilmemek ve bu pislikte boğulmamak için oylarını MHP'ye vermelidirler.
Kürtler ve Türkler 1000 yıldan bu yana aynı coğrafya üzerinde yaşamaktadır.
Türklere ırkçı, faşist gibi akıl almaz sıfatlar yakıştırarak Kürtleri asimile ettiğimizi söyleyenlere sormak lazım:
"Eğer Türkler söylediğiniz gibi ırkçı, faşist olsalardı, 1000 yıldan bu yana birlikte yaşadığımız Kürtler bugün Kürtçe mi konuşurdu Türkçe mi?"
Bırakın Türklerin bir kültür emperyalizmi içine girerek Kürtçe'yi yok etme çabasını, bugün bile Kürt halkının içinde yaşayan Türkmen aşiretleri Kürtçe konuşmaktadır. Bu nasıl ırkçılıktır? Bu nasıl faşistliktir?
Sizleri kandırıyorlar ey Kürt kardeşlerimiz!
40 yıldır sürdürülen bu oyunlara kanmayın, 1000 yıldır yaşadığınız gerçeklerle hareket edin ve gelecekte bu coğrafyada huzur ve barış içinde yaşamak için oylarınızı MHP'ye verin...
***
Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan tüm halkımızı kastederek seleniyorum, Ey Türk Milleti; artık aklımızı başımıza alalım. Bölünmez bütünlük kaygılarımız öncesinde son çıkış Haziran 2015 seçimleridir. Bu seçimler hepimiz için büyük vebal taşımaktadır. Elimizi vicdanımıza koyup, oylarımızı birlik ve beraberliğimiz için MHP'ye atalım...
9 Mart 2015 Pazartesi
Beyoğlu Ülkü Ocakları "Faziletli Annemiz" Muzaffer Türkeş'i unutmadı, unutturmadı!
Hangimiz unutmadık ki; "Faziletli Anne" Muzaffer Türkeş'i!?...
Onu tanıyan bilen nesil çoktan unutmuştu...
Ve tabii olarak da Muzaffer Türkeş'i tanımayan bilmeyen bir nesil vardı şu an Ülkücü Camia'da...
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle bir çok etkinlik düzenlendi.
Ülkücü camia için bu etkinliklerin en anlamlısına da Beyoğlu Ülkü Ocakları Kültür ve Eğitim Vakfı imza attı.
Ülkücü camianın hiç beklemediği bir "hareket" oldu bu belki de.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in eşi Muzaffer Türkeş'i kaybedeli tam 40 yılı geride bırakmışız.
Bu süre içersinde bu çilekeş kadının, faziletli annenin en büyük eserleri olan Başbuğ Alparslan Türkeş ve evlatları ülkemizin huzuru için mücadele etmişler, ancak belki de bu mücadelenin getirdiği hengamenin de etkisiyle unutmuşuz onu...
***
Başbuğ Alparslan Türkeş'in eşi olmak başlı başına bir mesele.
Ülkemizin bir kaosun içinde bulunduğu bir dönemde, bu kaostan kurtuluş için mücadele eden, milyonlara liderlik eden, çileli bir adamın karısı olabilmek ve bütün yaşananlara sabırla, metanetle göğüs gerebilmek...
Her babayiğidin harcı değil, ömrü sürgünlerde, tabutluklarda geçen, işkencelere maruz kalan bir koca liderin karısı olabilmek.
Yürekli bir kadın Muzaffer Türkeş...
Faziletli kadın Muzaffer Türkeş...
Bir, iki, üç, beş, dokuz değil;
Milyonlarca Bozkurt'un "Faziletli Annesi" Muzaffer Türkeş...
***
8 Mart 2015 Pazar Günü, yeniden tanıştı, Bozkurtlar, Asenalar, Faziletli Anneleriyle...
O mübarek ellerinden öpemedik belki ama;
Kimimiz Fatihalar yolladık aziz ruhuna, kimimiz gözyaşlarıyla süsledik hayır dualarımızı...
Artık Muzaffer Annemiz de yoktu, Başbuğumuz da...
Hem yetim hem öksüz kalmıştı, Bozkurtlar, Asenalar...
Beyoğlu Ülkü Ocakları düzenlediği bu etkinlikle o salonu dolduran Ülkücü Camia'nın belki de yeniden kenetlenmesine vesile oldu...
***
Beyoğlu Ülkü Ocakları Başkanı Fatih Samet Kınalı ve Ocağımızın genç Bozkurtları büyük bir başarıya imza attılar.
Salonda etkinliğin en küçük bir aksaklığa uğramaması için canla başla çaba sarfettiler.
Gencecik, pırıl pırıl arkadaşlarımız camiamıza oldukça önemli bir gün yaşattılar.
Günler öncesinden başlayan hazırlıkları birebir takip etme imkanı buldum.
Onları izlediğim her an gururlandım, umutlarım tazelendi...
Bunca emeğin karşılığında bizlere sundukları bu muhteşem etkinliğin orta yerinde genç kardeşlerimin, sevgili Ocak Başkanım Fatih Samet Kınalı için ayağa kalkıp haykırasım geldi:
- Helal olsun size! Helal olsun size!
Bağıramadım elbette...
Gözümden bir kaç damla yaş aktı.
Mutluydum...
Heyecanlıydım...
Huzurluydum...
Ve Ülkücü Camia'nın bir neferi olmaktan gururluydum...
Hiçbir şey yapamayınca o an, bu duygularımı birkaç damla gözyaşıyla taçlandırıverdim...
***
Şunu bir kez daha anladım ki; benim genç Bozkurt ve Asena kardeşlerim istedikleri vakit her daim bizleri gururlandıracak, mutlu edecek böylesine güzel etkinliklere imza atmaya hazırlar. Onlar mazimizi unutmadılar, bizlere de unutturmadılar. Biz de onları unutmazsak, bu kutlu dava mutlaka bir gün bu ülkede iktidar olacaktır...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)