Yüzlerce şehidimiz vardı.
Canımız yanmıştı...
Sofralara oturduğumuz da lokmalar boğazımıza düğümleniyordu...
Kimimiz izlediğimiz görüntüler karşısında içimize akıttık gözyaşlarımızı,
Kimimiz yetimleri, öksüzleri düşünüp göz pınarlarımızın mahkumlarını azad ettik....
Ağladık...
Üzüldük...
Üçüncü günü geride bıraktığımız vakit hepsini unuttuk...
Kimimiz hükümeti suçlamaya, kimimiz de hükümeti savunmaya başladık...
Yetimleri,
Öksüzleri,
Dulları,
Ağlayan anaları,
Bacıları,
Babaları,
Evlatları
Bütün yüreği yananları bir kenara bırakıp, siyasi söylemlere daldık...
***
Onlar...
Onlar Arma Altı Tayfa gurubu...
Kasımpaşa'nın trübün gurubu..
ARMAları yüreklerinden gaspedilen ve 2 yıldır tribünlere girmeyen Arma Altı Tayfa...
Onlar bizim gibi değillerdi...
Onların tek düşünceleri boynu bükük kalan yetimlerdi...
Ağabeyini,
Amcasını,
Dayısını,
Babasını,
Ya da bir komşusunu madene gömen çocuklardı onların tek düşüncesi...
Her ölüm üzer onları...
Mazluma kimlik sormayan tek millettir çocuk milleti...
Soma'daki faciada yaşanan her ölüm onların yüreklerinde derin yaralar açmıştı...
Arma Altı Tayfa gurubunun lideri sevgili kardeşim Selim Güvey ve arkadaşları böylesi bir durumda sadece o çocukları düşünüyorlardı.
***
Karar verdiler...
O çocukların yüzlerinde bir anlık bir tebessüm çiçeği açsın diye harekete geçtiler...
"Nasıl yaparız, nasıl ederiz, nasıl altından kalkarız" diye hiç düşünmediler...
"Allah iyilerin yardımcısıdır" deyip koyuldular işe...
İki gün içinde her şey hazır oluverdi...
Bisikletler, oyuncaklar, kıyafetler ve pabuçlar...
Her şey tamamdı.
Soma'ya gidecek olan araçlar da hazırlanmış ve yola çıkmaya hazır duruma gelmişlerdi 2 gün içinde...
Araçların önlerine asmak için hazırladıkları pankart her şeyi özetliyordu...
"Kasımpaşa'dan Soma'ya SEVGİ getirdik"
Yardım değil,
Bisiklet değil,
Oyuncak değil,
Ayakkabı değil,
Kıyafek değil...
Sadece SEVGİ...
***
Acıları paylaşmak için yola çıktılar Kasımpaşa'dan...
Selim Güvey ve kardeşleri...
Pırıl pırıl gençler...
Çocukların acılarını yüreklerinde taşıyan gençler...
Koca yüreklerinde besledikleri sevgiyi Soma'nın Elmadere Köyü'ndeki çocuklara paylaştırdılar...
Fotoğraflara baktım çocuklar gülmüyorlardı...
Acıları çok büyüktü...
Ama gözlerindeki parıltıdan anlıyoruz ki, yalnız olmadıklarını hissettiler...
Bir milletin böylesi bir felaket karşısında nasıl tek yürek olabileceğini gördüler ve bunun da şaşkınlığı vardı belki...
***
Hiç tanımadıkları,
Bilmedikleri,
Görmedikleri insanlar, abiler, amcalar gelmişler onlara armağanlar veriyorlar...
Belki babalarının alamadığı bisikleti bu tanımadıkları abileri almıştı...
Belki önümüzdeki bayramda bir pabuç bile alamayacak olmanın hüznünü yaşarken bu tanımadıkları abiler onlara bir pabuçtan daha fazlasını getirmişlerdi...
Belki "Neden?" diye düşünüyorlar...
Nedenini belki büyüdüklerinde daha iyi anlayacaklar...
Bir milletin felaketler karşısında nasıl tek yürek olabileceğini bu anları düşündükleri vakit anlayacaklar büyüdüklerinde...
***
Selim Güvey kardeşim nezdinde bu sevgi hareketine emeği geçen bütün kardeşlerime teşekkür ediyorum...
Allah sizleri bizden ırak etmesin...
Bizler razı olduk, Allah da razı olsun sizlerden...
Kasımpaşa sizinle gurur duydu bir kere daha Arma Altı Tayfa...
Sağolun, varolun çocuklar...
23 Mayıs 2014 Cuma
16 Mayıs 2014 Cuma
Tek sorumlu Tanrı (!)
SOMA KATLİAMI'nın 4. günündeyiz.
4 Yıl öncesine kadar kahvaltımı yaparken gazete okumak benim için bir alışkanlıktı. 4 Yıldan bu yana gazete okumuyorum. Sebebi samimiyetsizlik, yağcılık, taraf olma hastalığı vs vs...
Bir süre KV ekranlarından izledim haberleri.
Ordanda bıktım.
Kağıt üzerindeki basın camın arkasında da aynı riyakarlığa devam ediyor...
Sosyal Medya'ya yöneldik.
En azından kendi düşüncelerimizi insanlara aktarabiliyoruz.
Kağıt ve Cam basınına nazaran daha özgür bir medya alanı sosyal medya...
Bu sosyal medyada da zaman içinde Türkiye'nin genel yapısına büründü.
İki taraf artık ülkemizde...
1. Ne pahasına olursa olsun RTE'yi savunanlar
2. Ne pahasına olursa olsun RTE'yi elextiren ve gitmesini isteyenler...
***
Biz Hakkı ve haklıyı savunanlar ne yazık ki bu iki guruba mensup olanlar tarafından mutlak surette bir tarafa çekiliyoruz. Ya AKP/RTE yanlısı olacaksınız ya da karşıtı. Ama ne pahasına olursa olsun...
Uydurma haber, farklı fotolara farklı haber, asılsız iddialar, yalan dolan vs vs...
Yeter ki, ya RTE savunulsun, ya da eleştirilsin...
Artık sosyal medya da bitmiştir.
Kimse hakkı, hukuku, adaleti düşünmüyor...
Yüzlerce insanımız şehit oldu.
Bir evladımız, kardeşimiz devletin ambulansı kirlenmesin diye çizmelerini çıkarmak isterken, bir başka evlat ise, ambulansa elinde odunlarla saldırıyor.
Başbakanımız takdiri ilahi deyip geçiyor, bakanlarımız sadece bakıyor...
Birileri adam dövüyor...
Birileri birilerini akla hayale gelmeyecek komplolarla suçluyor...
***
Babalar öldü,
Amcalar öldü...
Oğullar öldü...
Kardeşler, ağabeyler öldü...
Damatlar öldü...
Yavuklular öldü...
Kocalar öldü...
Kimin umurunda...
Bizim umurumuzda olan ya RTE'yi bitirmek ya da kurtarmak...
***
Afyonkarahisar Katliamı vardı...
Unuttuk hepimiz...
En yakın olanını söyledim.
Daha unuttuğumuz nice acılarımız var bizim.
Bunu da unutacağız.
Çok sürmez belki 1 ay, belki 2 ay...
Yeni bir gündem maddesi gelir ve unuturuz...
Ama yetim kalan çocuklar asla unutmayacaklar.
Herkes kendini aklamaya çalışıyor.
Sorumlu yok ortada.
Tek sorumlu Tanrı...
***
Tanrımız Allah-ü Teala ve Kadere imanımız tamdır.
Her canlı kendisine biçilen ömrü yaşayacaktır.
Ne bir saniye fazla, ne de bir saniye eksik...
Buna inancımız tamdır.
Ama kaderci olmadı insanoğlu...
Tedbir almaya çalıştı hep.
Çünkü Allah akıl vermişti bizlere...
Hastalıklara çare bulmaya çalıştı insanoğlu milyonlarca yıldan bu yana...
Mesela sayın başbakan hastalandığı vakit "Takdiri İlahi" deyip doktora gitmeyecek mi?
"Allah bir ömür vermiş ondan fazlasını yaşayamayız" deyip tedavi yollarını aramayacak mı?
Elbette arayacak...
***
Kaza da öyledir.
Elbette yaşadığımız her salise takdiri ilahidir...
Yani Tanrı'nın İsteği...
O istemezse yaprak bile kıpırdamaz...
O isterse kayalar bile dile gelir konuşur...
Ama yine de trafik kazalarına karşı tedbir alırız...
Hastalıklara karşı derman ararız...
Mesela sayın başbakan kendisine yönelik saldırılara karşı bir ordu ile geziyor nerdeyse...
Neden;
"Allah'ın verdiği canı Allah'tan başkası alamaz" diyerek bu koruma ordusunu başından defetmiyor...
Neden başbakanın bir saldırıya uğramaması için milyon dolarlar harcanıyor da; bir maden işçisi için üçyüz beşyüz milyar harcanmaz?
Maden işçisine Takdiri ilahi, peki başbakana?
***
Neyse diyeceğim o ki,
Samimiyetsiz insanlar topluluğu oluyoruz yavaş yavaş...
Hatta olduk gitti bile...
Ölen öldüğüyle kalacak.
Geride kalan yakınları bile kendilerine sunulan imkanlar sayesinde biraz daha kolay unutacaklar acılarını.
Birileri zenginleştikçe zenginleşmeye, birileri onlar zenginleşsinler diye ölmeye ve biz samimiyetsiz insanlar olarak birbirimizi yemeye devam edeceğiz...
4 Yıl öncesine kadar kahvaltımı yaparken gazete okumak benim için bir alışkanlıktı. 4 Yıldan bu yana gazete okumuyorum. Sebebi samimiyetsizlik, yağcılık, taraf olma hastalığı vs vs...
Bir süre KV ekranlarından izledim haberleri.
Ordanda bıktım.
Kağıt üzerindeki basın camın arkasında da aynı riyakarlığa devam ediyor...
Sosyal Medya'ya yöneldik.
En azından kendi düşüncelerimizi insanlara aktarabiliyoruz.
Kağıt ve Cam basınına nazaran daha özgür bir medya alanı sosyal medya...
Bu sosyal medyada da zaman içinde Türkiye'nin genel yapısına büründü.
İki taraf artık ülkemizde...
1. Ne pahasına olursa olsun RTE'yi savunanlar
2. Ne pahasına olursa olsun RTE'yi elextiren ve gitmesini isteyenler...
***
Biz Hakkı ve haklıyı savunanlar ne yazık ki bu iki guruba mensup olanlar tarafından mutlak surette bir tarafa çekiliyoruz. Ya AKP/RTE yanlısı olacaksınız ya da karşıtı. Ama ne pahasına olursa olsun...
Uydurma haber, farklı fotolara farklı haber, asılsız iddialar, yalan dolan vs vs...
Yeter ki, ya RTE savunulsun, ya da eleştirilsin...
Artık sosyal medya da bitmiştir.
Kimse hakkı, hukuku, adaleti düşünmüyor...
Yüzlerce insanımız şehit oldu.
Bir evladımız, kardeşimiz devletin ambulansı kirlenmesin diye çizmelerini çıkarmak isterken, bir başka evlat ise, ambulansa elinde odunlarla saldırıyor.
Başbakanımız takdiri ilahi deyip geçiyor, bakanlarımız sadece bakıyor...
Birileri adam dövüyor...
Birileri birilerini akla hayale gelmeyecek komplolarla suçluyor...
***
Babalar öldü,
Amcalar öldü...
Oğullar öldü...
Kardeşler, ağabeyler öldü...
Damatlar öldü...
Yavuklular öldü...
Kocalar öldü...
Kimin umurunda...
Bizim umurumuzda olan ya RTE'yi bitirmek ya da kurtarmak...
***
Afyonkarahisar Katliamı vardı...
Unuttuk hepimiz...
En yakın olanını söyledim.
Daha unuttuğumuz nice acılarımız var bizim.
Bunu da unutacağız.
Çok sürmez belki 1 ay, belki 2 ay...
Yeni bir gündem maddesi gelir ve unuturuz...
Ama yetim kalan çocuklar asla unutmayacaklar.
Herkes kendini aklamaya çalışıyor.
Sorumlu yok ortada.
Tek sorumlu Tanrı...
***
Tanrımız Allah-ü Teala ve Kadere imanımız tamdır.
Her canlı kendisine biçilen ömrü yaşayacaktır.
Ne bir saniye fazla, ne de bir saniye eksik...
Buna inancımız tamdır.
Ama kaderci olmadı insanoğlu...
Tedbir almaya çalıştı hep.
Çünkü Allah akıl vermişti bizlere...
Hastalıklara çare bulmaya çalıştı insanoğlu milyonlarca yıldan bu yana...
Mesela sayın başbakan hastalandığı vakit "Takdiri İlahi" deyip doktora gitmeyecek mi?
"Allah bir ömür vermiş ondan fazlasını yaşayamayız" deyip tedavi yollarını aramayacak mı?
Elbette arayacak...
***
Kaza da öyledir.
Elbette yaşadığımız her salise takdiri ilahidir...
Yani Tanrı'nın İsteği...
O istemezse yaprak bile kıpırdamaz...
O isterse kayalar bile dile gelir konuşur...
Ama yine de trafik kazalarına karşı tedbir alırız...
Hastalıklara karşı derman ararız...
Mesela sayın başbakan kendisine yönelik saldırılara karşı bir ordu ile geziyor nerdeyse...
Neden;
"Allah'ın verdiği canı Allah'tan başkası alamaz" diyerek bu koruma ordusunu başından defetmiyor...
Neden başbakanın bir saldırıya uğramaması için milyon dolarlar harcanıyor da; bir maden işçisi için üçyüz beşyüz milyar harcanmaz?
Maden işçisine Takdiri ilahi, peki başbakana?
***
Neyse diyeceğim o ki,
Samimiyetsiz insanlar topluluğu oluyoruz yavaş yavaş...
Hatta olduk gitti bile...
Ölen öldüğüyle kalacak.
Geride kalan yakınları bile kendilerine sunulan imkanlar sayesinde biraz daha kolay unutacaklar acılarını.
Birileri zenginleştikçe zenginleşmeye, birileri onlar zenginleşsinler diye ölmeye ve biz samimiyetsiz insanlar olarak birbirimizi yemeye devam edeceğiz...
10 Mayıs 2014 Cumartesi
MHP İstanbul'da yeniden doğacak mı?
MHP, İstanbul'da bir yerel seçimi daha hezimetle atlattı.
Bu hezimetin sebepleri nelerdi?
Bu hezimetin sebeplerinden birisi İstanbul teşkilatı mıydı?
Bunlar uzun uzun tartışıldı.
Sebepler ne olursa olsun, sorumluluk elbette teşkilatımıza aittir.
Ve bunun gereği olarak da seçimlerin hemen ardından hezimeti yaşayan İl ve ilçe başkanlarının topluca istifa etmeleri en makul ve mantıklı eylem olacaktı.
Bize yakışan bu olmalıydı.
Hezimetin sebebi olmayabilirdik, ancak sorumlusu olduğumuz açıktır.
***
10 yıla yakın bir zamandır aralıksız olarak Beyoğlu İlçe Teşkilatı'nda Basın ve Propaganda'dan sorumlu başkan yardımcısı ve Başkan danışmanı olarak görev yaptım.
Yaşanan bu hezimetin sorumluluğunu en ağır bir şekilde hissediyorum.
Birlikte çalıştığım ilçe başkanlarım, Müjdat Öztürk, Osman Gür ve Murat Doğan ile çok güzel ve faydalı çalışmalara imza attık.
Çalışma konusunda vicdanım çok rahat.
Allah'ın izniyle elimizden gelenin en güzelini yapmaya çalıştık.
Yönetim Kurulu'ndaki tüm arkadaşlarım adına vicdanımızın oldukça rahat olduğunu söyleyebilirim.
Ancak son seçimlerde gördük ki, bu çalışmalarımız halkımızın bize oy vermesini sağlayamadı.
Bunun sorumlusu da bizleriz.
Bu sorumluluğun gereği olarak, seçimlerin hemen sonrasında topluca istifa edilmeliydi.
Seçim sonunda hezimete uğrayan tüm ilçe yönetimleri ve il yönetimi istifa erdemini sergileyebilmeliydi.
Yapamadık ve görevden alınma ile muhatap olduk.
***
Genel Merkez'in bu tavrı son derece yerinde olmuştur.
İstanbul artık MHP içinde bir kangren vakası durumuna gelmiştir.
Kangren olmuş parmağı kesmezseniz kolunuzu, bacağınızı kaybedersiniz.
İstanbul'da yapılan bu operasyon, bir yeniden doğuş operasyonu haline gelmelidir.
Bu noktada bu partiye ve ideolojiye gönül vermiş, ömür vermiş bir nefer olarak görüşlerimi açıklamayı bir vazife olarak görüyorum.
Teşkilatlarımızdaki en büyük eksiklik sevgisizlikti.
Birbirini sevmeyen insanların oluşturduğu topluluklar başarısızlığa mahkumdurlar.
Ne yazık ki, İstanbul genelinde bu bir hastalık gibiydi.
İl yönetiminde birbirini sevmeyen insanlar,
İlçe yönetiminde birbirini sevmeyen insanlar...
***
Bir ilçe başkanı bir diğer ilçe başkanının başarılı olmasından rahatsızlık duyabiliyor.
Aynı ilçe yönetimi içinde birbirinin başarılı olmasını hazmedemeyen insanlarımız var.
Bir kongreden diğer kongreye kadar geçen süreçte birbirini düşman olarak gören dava arkadaşlarımız var.
Teşkilat içinde birbirine köstek olan/olmaya çalışan o kadar çok dava arkadaşımız var ki, siyasi rakiplerimizin uğraşmalarına hiç gerek kalmadı. Biz gerekeni birbirimize yaptık zaten.
Şimdi yeni bir dönem başlayacak.
Bu yeni dönem yeniden doğuş olmalı.
Birbirini sevmeyen dava arkadaşlarımız sırf denge kurmak adına bir arada çalışmaya zorlanmamalı.
Kongreler, belirlenen tarihte başlamalı ve gerçek anlamda bitmeli.
Kongrelerde yaşanan rekabet düşmanlık noktasına vardırılmamalı.
Hepimiz şunu çok iyi anlamalıyız ki, biz siyaset adamı değil dava adamıyız.
Bu dava bize hangi vazifeyi veriyorsa o vazifenin neferi olmayı bilmeliyiz...
***
Yeni yapılanmada görev alacak olan arkadaşlarımız halkın içine girmelidir.
Halk bizi halen Ülkücü/Mafya olarak tanıyor İstanbul'da.
Biz bunu her ne kadar inkar etsek de halk böyle biliyor.
Halen insanlar ne zaman başları derde girse "Nerde bu Ülkücüler" diye feryat ediyor.
Halk bizi Türkiye'yi gelecek nesillere taşıyacak bir siyasi hareket olarak değil, başı derde girdiğinde onu kurtaracak bir hareket olarak görmeye devam ediyor.
Halen bir çok insan, beni arayarak "Hocam şerefsizin birinde paramız kaldı naparız?" diye sorabiliyor.
Kızı taciz edilen bizi arıyor,
Oğlu dayak yiyen bizi arıyor,
Evine hırsız giren bizi arıyor,
Evladı uyuşturucu batağına saplanan bizi arıyor...
Ama bu insanlar bize oy vermiyor...
İşte bütün mesele burada!
***
Tamam!
Biz bu milletin bütün manevi değerlerinin en büyük bekçisiyiz...
Vatan için, bayrak için, ezan için gerektiği vakit canımızı yok sayarız...
Fakat biz sadece bu değiliz artık.
Biz Karakol değil, bu ülkeyi gelecek nesillere taşıyacak, milli ve manevi değerlerin yok edilmesini engelleyecek, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü sonsuza kadar sürdürecek bir siyasi partiyiz.
Halkla bütünleşmeli,
Halkı dinlemeli,
Halkımızı anlamalıyız ki, biz de kendimizi halkımıza dinletip, halkımıza anlatabilelim...
***
Eksiklerimiz çok.
Zaman zaman bu konulara değineceğiz.
İnşallah önümüzdeki yeni dönem partimiz için İstanbul'da yeniden doğuş dönemi olacaktır.
Allah yar ve yardımcımız olsun...
Bu hezimetin sebepleri nelerdi?
Bu hezimetin sebeplerinden birisi İstanbul teşkilatı mıydı?
Bunlar uzun uzun tartışıldı.
Sebepler ne olursa olsun, sorumluluk elbette teşkilatımıza aittir.
Ve bunun gereği olarak da seçimlerin hemen ardından hezimeti yaşayan İl ve ilçe başkanlarının topluca istifa etmeleri en makul ve mantıklı eylem olacaktı.
Bize yakışan bu olmalıydı.
Hezimetin sebebi olmayabilirdik, ancak sorumlusu olduğumuz açıktır.
***
10 yıla yakın bir zamandır aralıksız olarak Beyoğlu İlçe Teşkilatı'nda Basın ve Propaganda'dan sorumlu başkan yardımcısı ve Başkan danışmanı olarak görev yaptım.
Yaşanan bu hezimetin sorumluluğunu en ağır bir şekilde hissediyorum.
Birlikte çalıştığım ilçe başkanlarım, Müjdat Öztürk, Osman Gür ve Murat Doğan ile çok güzel ve faydalı çalışmalara imza attık.
Çalışma konusunda vicdanım çok rahat.
Allah'ın izniyle elimizden gelenin en güzelini yapmaya çalıştık.
Yönetim Kurulu'ndaki tüm arkadaşlarım adına vicdanımızın oldukça rahat olduğunu söyleyebilirim.
Ancak son seçimlerde gördük ki, bu çalışmalarımız halkımızın bize oy vermesini sağlayamadı.
Bunun sorumlusu da bizleriz.
Bu sorumluluğun gereği olarak, seçimlerin hemen sonrasında topluca istifa edilmeliydi.
Seçim sonunda hezimete uğrayan tüm ilçe yönetimleri ve il yönetimi istifa erdemini sergileyebilmeliydi.
Yapamadık ve görevden alınma ile muhatap olduk.
***
Genel Merkez'in bu tavrı son derece yerinde olmuştur.
İstanbul artık MHP içinde bir kangren vakası durumuna gelmiştir.
Kangren olmuş parmağı kesmezseniz kolunuzu, bacağınızı kaybedersiniz.
İstanbul'da yapılan bu operasyon, bir yeniden doğuş operasyonu haline gelmelidir.
Bu noktada bu partiye ve ideolojiye gönül vermiş, ömür vermiş bir nefer olarak görüşlerimi açıklamayı bir vazife olarak görüyorum.
Teşkilatlarımızdaki en büyük eksiklik sevgisizlikti.
Birbirini sevmeyen insanların oluşturduğu topluluklar başarısızlığa mahkumdurlar.
Ne yazık ki, İstanbul genelinde bu bir hastalık gibiydi.
İl yönetiminde birbirini sevmeyen insanlar,
İlçe yönetiminde birbirini sevmeyen insanlar...
***
Bir ilçe başkanı bir diğer ilçe başkanının başarılı olmasından rahatsızlık duyabiliyor.
Aynı ilçe yönetimi içinde birbirinin başarılı olmasını hazmedemeyen insanlarımız var.
Bir kongreden diğer kongreye kadar geçen süreçte birbirini düşman olarak gören dava arkadaşlarımız var.
Teşkilat içinde birbirine köstek olan/olmaya çalışan o kadar çok dava arkadaşımız var ki, siyasi rakiplerimizin uğraşmalarına hiç gerek kalmadı. Biz gerekeni birbirimize yaptık zaten.
Şimdi yeni bir dönem başlayacak.
Bu yeni dönem yeniden doğuş olmalı.
Birbirini sevmeyen dava arkadaşlarımız sırf denge kurmak adına bir arada çalışmaya zorlanmamalı.
Kongreler, belirlenen tarihte başlamalı ve gerçek anlamda bitmeli.
Kongrelerde yaşanan rekabet düşmanlık noktasına vardırılmamalı.
Hepimiz şunu çok iyi anlamalıyız ki, biz siyaset adamı değil dava adamıyız.
Bu dava bize hangi vazifeyi veriyorsa o vazifenin neferi olmayı bilmeliyiz...
***
Yeni yapılanmada görev alacak olan arkadaşlarımız halkın içine girmelidir.
Halk bizi halen Ülkücü/Mafya olarak tanıyor İstanbul'da.
Biz bunu her ne kadar inkar etsek de halk böyle biliyor.
Halen insanlar ne zaman başları derde girse "Nerde bu Ülkücüler" diye feryat ediyor.
Halk bizi Türkiye'yi gelecek nesillere taşıyacak bir siyasi hareket olarak değil, başı derde girdiğinde onu kurtaracak bir hareket olarak görmeye devam ediyor.
Halen bir çok insan, beni arayarak "Hocam şerefsizin birinde paramız kaldı naparız?" diye sorabiliyor.
Kızı taciz edilen bizi arıyor,
Oğlu dayak yiyen bizi arıyor,
Evine hırsız giren bizi arıyor,
Evladı uyuşturucu batağına saplanan bizi arıyor...
Ama bu insanlar bize oy vermiyor...
İşte bütün mesele burada!
***
Tamam!
Biz bu milletin bütün manevi değerlerinin en büyük bekçisiyiz...
Vatan için, bayrak için, ezan için gerektiği vakit canımızı yok sayarız...
Fakat biz sadece bu değiliz artık.
Biz Karakol değil, bu ülkeyi gelecek nesillere taşıyacak, milli ve manevi değerlerin yok edilmesini engelleyecek, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü sonsuza kadar sürdürecek bir siyasi partiyiz.
Halkla bütünleşmeli,
Halkı dinlemeli,
Halkımızı anlamalıyız ki, biz de kendimizi halkımıza dinletip, halkımıza anlatabilelim...
***
Eksiklerimiz çok.
Zaman zaman bu konulara değineceğiz.
İnşallah önümüzdeki yeni dönem partimiz için İstanbul'da yeniden doğuş dönemi olacaktır.
Allah yar ve yardımcımız olsun...
1 Mayıs 2014 Perşembe
Sevdaya kota koyan TFF...
Türkiye Cumhuriyeti'nde halka hizmet amacıyla tesis edilmiş kurumlar halkı anlamalı ve halka hizmet etmeli...
Var mı ülkemizde bunun bir örneği!?
Maalesef...
Yok demek çok kolay...
Var demek için iyice bir düşünmek gerek...
Devlet içinde millete hizmet amacıyla tesis edilmiş binlerce kurum vardır...
Amaçları devletin imkanlarını millet için kullanmaktır...
Millete hizmet etmektir...
İşte bunlardan birisi de Türkiye Futbol Federasyonu...
T
F
F
ya da TFF diyelim...
***
Ne iş yapar bu TFF?
Futbolu düzenler...
Uluslararası ilişkileri takip eder...
Ülkemizde futbol camiasının tüm sorunlarını çözer...
Futbolcunun hakkını,
Taraftarın hakkını,
Yöneticinin hakkını,
Hocaların hakkını,
Sektörde çalışanların hakkını korur kollar...
Futbol'un varlık sebebi olan taraftarın en iyi biçimde maç izlemesi için elinden geleni yapar...
Peki hangisini yapıyor bunların mevcut TFF yönetimi?
***
Önümüzde çok net bir örnek var...
Biliyorsunuz 7 Mayıs tarihinde Türkiye Kupası finali oynanacak...
Final maçını ülkemizin en çok taraftarına sahip kulüplerimizden Eskişehirspor ve Galatasaray oynayacak...
Bir tarafta ülkemizin her ilinde hatırı sayılır bir taraftar topluluğuna sahip olan Galatasaray...
Diğer tarafta ülkemizde futbol taraftarlığı konusunda devrimler yapmış, ilklere imzalar atmış, deplasmana gitme konusunda dünya rekoru kırmış, takımlarına olan sevgilerini AŞK boyutuna çıkarmış Eskişehirspor...
Nerden baksanız, ölüsüyle 25 bin + 25 bin = 50 bin taraftar izler bu maçı...
Hesap kitap ortada...
Neresinden bakarsanız bakın...
Her iki güzide takımın sevdalıları en az 50 bin kişilik bir stadı doldururlar...
Peki TFF ne yaptı?
***
Ne yapacak efendim...
Bu gerçekten habersiz,
Sanki Türkiye'nin değil de Uganda'nın federasyonuymuş gibi gittiler bu dev maçı 18 bin kişilik bir stada verdiler...
Biletler için Eskişenir'de insanlar 2 gün kuyrukta beklediler...
Çadırlar kuruldu gişe önlerinde...
Yıllardır böylesi büyük bir heyecana aç olan ESES taraftarının yüzde 80'lik bir bölümü bu maçı tribünlerden izleyemeyecek...
Tribünlere giremeyecek olmasına rağmen Konya'ya akın akın gidecekler...
TFF Konya'da stada giremeyen o kalabalığı görür de utanır yaptığından belki...
***
TFF maçı Konya'da oynatarak onbinlerce sevdalı yüreğin önüne set çekmiştir...
Sevdaya kota koymuşlardır.
Futbol taraftarının arma aşkını, renk sevdasını bilmeyen yönetimler ancak bizde vardır.
Ancak bizimkiler kadar zalim olabilirler...
Ben bu noktada sadece şunu merak ediyorum.
TFF hangi gerekçeleri düşünerek bu dev maçı 18 bin kişilik bir stada vermeyi akıl etmiştir acaba?
Var mı ülkemizde bunun bir örneği!?
Maalesef...
Yok demek çok kolay...
Var demek için iyice bir düşünmek gerek...
Devlet içinde millete hizmet amacıyla tesis edilmiş binlerce kurum vardır...
Amaçları devletin imkanlarını millet için kullanmaktır...
Millete hizmet etmektir...
İşte bunlardan birisi de Türkiye Futbol Federasyonu...
T
F
F
ya da TFF diyelim...
***
Ne iş yapar bu TFF?
Futbolu düzenler...
Uluslararası ilişkileri takip eder...
Ülkemizde futbol camiasının tüm sorunlarını çözer...
Futbolcunun hakkını,
Taraftarın hakkını,
Yöneticinin hakkını,
Hocaların hakkını,
Sektörde çalışanların hakkını korur kollar...
Futbol'un varlık sebebi olan taraftarın en iyi biçimde maç izlemesi için elinden geleni yapar...
Peki hangisini yapıyor bunların mevcut TFF yönetimi?
***
Önümüzde çok net bir örnek var...
Biliyorsunuz 7 Mayıs tarihinde Türkiye Kupası finali oynanacak...
Final maçını ülkemizin en çok taraftarına sahip kulüplerimizden Eskişehirspor ve Galatasaray oynayacak...
Bir tarafta ülkemizin her ilinde hatırı sayılır bir taraftar topluluğuna sahip olan Galatasaray...
Diğer tarafta ülkemizde futbol taraftarlığı konusunda devrimler yapmış, ilklere imzalar atmış, deplasmana gitme konusunda dünya rekoru kırmış, takımlarına olan sevgilerini AŞK boyutuna çıkarmış Eskişehirspor...
Nerden baksanız, ölüsüyle 25 bin + 25 bin = 50 bin taraftar izler bu maçı...
Hesap kitap ortada...
Neresinden bakarsanız bakın...
Her iki güzide takımın sevdalıları en az 50 bin kişilik bir stadı doldururlar...
Peki TFF ne yaptı?
***
Ne yapacak efendim...
Bu gerçekten habersiz,
Sanki Türkiye'nin değil de Uganda'nın federasyonuymuş gibi gittiler bu dev maçı 18 bin kişilik bir stada verdiler...
Biletler için Eskişenir'de insanlar 2 gün kuyrukta beklediler...
Çadırlar kuruldu gişe önlerinde...
Yıllardır böylesi büyük bir heyecana aç olan ESES taraftarının yüzde 80'lik bir bölümü bu maçı tribünlerden izleyemeyecek...
Tribünlere giremeyecek olmasına rağmen Konya'ya akın akın gidecekler...
TFF Konya'da stada giremeyen o kalabalığı görür de utanır yaptığından belki...
***
TFF maçı Konya'da oynatarak onbinlerce sevdalı yüreğin önüne set çekmiştir...
Sevdaya kota koymuşlardır.
Futbol taraftarının arma aşkını, renk sevdasını bilmeyen yönetimler ancak bizde vardır.
Ancak bizimkiler kadar zalim olabilirler...
Ben bu noktada sadece şunu merak ediyorum.
TFF hangi gerekçeleri düşünerek bu dev maçı 18 bin kişilik bir stada vermeyi akıl etmiştir acaba?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)