26 Kasım 2013 Salı

Dersaneler Hemen Kapatılmalı! Çünkü...

Padişahımız emir buyurdular:
- Tiz kapatula dershaneler!
Emir büyük yerden.
Padişah hazretlerinin kapatma gerekçesini sorgulamak mümkün değil.

Kendisi geldiği vakit ayağa kalkmayan Paşa'yı içeri attırdığını itiraf ettiği an geliyor aklımıza...
Onun gerekçeleri ortaya atılan gerekçelerden çok farklı olabilir.
Muhtemelen cemaatin ipini çekmeye çalışıyor.
Halk arasında yer alan "AKP oylarının yarısı cemaat oyları" düşüncesini silip "En büyük benim!" imajını vermeye çalışıyor olabilir.
Dersanelerin kapatılması ile ilgili olarak teb'ası gerekçeler üretmekle mükellef...
"Dersaneler kapatılmalı; çünkü ..." kısmı teb'asına kalıyor.
Ve onlar da işlerini çok iyi yapıyorlar.
***
Dersanelerin kapatılması gerekçeleri pek çok.
Benim en çok ilgimi çeken ise, yandaş bir TV kanalında dile getirilen gerekçe...
Bu çok mühim bir gerekçe.
Dersanelere çocuklarını yollayan bir çok aile dersane parasını ödeyemedikleri için icralık olmuşlar.
Bu nedenle de dersaneler kapatılmalı imiş!
Vay anasına sayın seyirciler.
Hani ekonomi çok iyiydi.
Vatandaş gayet güzel geçinip gidiyordu.
Nerden çıktı şimdi bu haciz meselesi.
Demekki halkın ekonomik durumu o kadar da iyi değilmiş.
Mesela bir bakanın dediği gibi 700-800 TL tutarındaki para "iyi para" değilmiş!
Millet evladına iyi bir gelecek sağlamak için uğraşırken bu kadarcık gelirle icralık oluyormuş demekki...
***
Milletin bir kuruma olan borcundan dolayı o sektördeki tüm kurumların kapatılması icraların sona erdirilmesi için iyi bir çare!
Mesela bir çok vatandaş bankalara olan borcunu ödeyemediği için icralık.
Napıcaksınız o zaman!?
AKP'de çözüm kolay!
"Tüm bankalar tiz elden kapatula!"
Efendim vatandaşların büyük bir çoğunluğu mahalle bakkalına borçlu...
Çözüm kolay!
"Tüm mahalle bakkalları tiz elden kapatula!"
Milyonlarca vatandaşın borçlarını ödeyemedikleri için elektrikleri kesiliyor.
AKP hemen çözüm bulur...
"Tüm elektrik santrallerinin köküne dinamit konulup patlatula!"
Milyonlarca icra dosyası var adalet (!) saraylarında!
İcra'ya giden tüm sektörler yok edilsin!
***
Tıpkı terör meselesinde yaptıkları gibi.
TSK terööristlerle mücadele ediyor ve terör örgütü ağır zayiatlar veriyor.
Tüm komutanlar bir bir içeri atılıp, zayiatlar durdurulsun...
TC, kaldırılsın...
Andımız kaldırılsın...
Her yere Türk Bayrağı asılmasın...
Hatta Türk Bayrağı'nın adı değiştirilsin...
Teröristlere katil denilmesin.
Terörist başına bebek katili denilmesin, sayın denilsin...
Kökünden çözüm efendim.
Ver kurtul!
Kapat kurtul!

***
Cemaatçi değilim...
Cemaat yapılanmasını da hiç bir zaman tasvip etmedim.
Cemaat ve tarikat yapılanmalarını İslam'daki bölünme ve parçalanmanın en büyük unsurları olarak gördüm ve her zaman eleştirdim.
Ancak ortada bir adaletsizlik var.
Kin ile devlet yönetme hali var.
Bir zulüm var ortada.
Ve bizim inancımıza göre de "Zalime ve mazluma adres sorulmaz!"
Halen bu ülkede 40-50 kişilik sınıflarda eğitim ve öğretim verilmeye çalışılıyorsa, dersaneler bu ülkede bir ihtiyaçtır.
Ayrıca insanların ihtiyaçlarını devlet belirleyemez.
Dikta rejimlerinde bile böyle bir uygulama olamaz.
Vatandaşa "senin ihtiyaçların şunlar şunlar" şeklinde bir düzenleme yapmak diktatörlüğün dik alasıdır.
***
Dersaneler bir ihtiyaç olmasaydı milyonlarca ana-baba evlatlarını neden dersaneye göndersin!
Mesela bir insan ihtiyacı olmadığı halde eden gidip nalbur dükkanından 7 buçuk kilo saten alçı alsın?
Bir insanın karnı toksa neden bol kepçe lokantasına gidip kuru-pilav yemeye kalkışabilir ki!?
Bu millet dangalak mı, ihtiyacı olmadığı halde çocuklarını dersanelere gönderiyor.
Aptal mı demek istiyorsunuz bu millete!
Mesela yarın bir gün "çocuk parkları bir ihtiyaç değildir, çocuklar evlerinde ya da sokaklarda da oynayabilir" demeyeceğinizin garantisini kim verebilir bu düşünce sisteminizle...
Başbakan hazretleri minareyi çaldı, yandaşları da kılıf ayarlamaya çalışıyor...
Biraz mert olun.
Vatandayşa karşı birazcık dürüst olun.
Kendi seçmenlerinize karşı birazcık dürüst olun!
Ve çıkın gerçeği söyleyin.
"Biz cemaat kamburunu sırtımızdan atmak istiyoruz, bizim kimseye ihtiyacımız yok, en büyük biziz, en güçlü biziz!" deyiverin
***
Vatandaştan aldığı güç ile vatandaşın ihtiyaçlarını dahi belirleme cüretine kalkışan bu iktidar, daha öncekilerde olduğu gibi bir güç zehirlenmesi ile karşı karşıya kalmıştır ve kendi kendini imha planını adım adım uygulamaktadır.
Vakit yakın!
Halkından aldığı gücü halkına karşı kullanmaya kalkışan her diktatörün sonu yok olmaktır.
O gün çok yakındır!..

19 Kasım 2013 Salı

Tarlabaşı'ndaki Dersane ve Kerane ikilemi!

Tarlabaşı...
Kimisi için korkulan bir semt...
Uyuşturucu,

Gasp,
Hırsızlık,
Fuhuş...
Gayri meşru ne isterseniz burada var.
Bırakın gece vaktini gündüz vakti dahi bir çok kişi buraya uğramaktan imtina eder.
Gerekirse yolunu bile değiştirir.
Şimdi bir dönüşüm projesi başlatıldı.
Bazı binalar yıkılıyor, bazıları restore ediliyor ve yenileniyor...
Yeni bir Tarlabaşı yaratma projesi aslında bu...

***
Yeni Tarlabaşı'ndan hükümetin deyimiyle Yeni Türkiye'ye giden bir yol.
Bu yolda bize gösterilenlerden farklı manzaralar var.
Farklı ayrıntılar var.
Tarlabaşı'nda sadece şer yuvaları odaklanmış değil elbette.
Örneğin bir FEM dersanesi var.
Ülkemizin oldukça önemli bir eğitim kurumu haline gelmiş bir dersane.
Fethullah Gülen Cemaati'ne ait olduğu bilinen bu dersane Tarlabaşı'nda yıllardır faaliyetlerini sürdürüyor.
Özellikle son 10 yıldır bu dersaneye yeni komşular geldi.
Hemen iki sokak ötede.
Çok uzak değil...
Küçük Bayram sokak olarak bilinen sokakta resmi kayıtlarda otel olarak görülen binalar var bu sokakta.
Pencerelerinde sonradan olma kadınlar...
Aslında travesti diyorlar onlara.
Yaşı geçince başörtü bile takanlar var aralarında.
Pencereden gelene geçene sesleniyorlar "şişt şişt baksana!"
***
Onların bu çağrısına kulak verip binalara giriş yapan çok fazla adam (!) var...
Hemen iki sokakta ötede de dersane...
Pırıl pırıl gençler eğitim için akın akın geliyorlar...
"Kızlı-erkekli" eğitim için var güçleriyle çalışıyorlar bu çatının altında.
Bu dersanede karmaşık olaylar olmuyor.
Bayram Sokaktaki evlerde ise acayip karmaşık işler dönüyor...
Kızlı erkekli değil Bayram sokaktaki binalarda yaşananlar...
Erkek erkeğe karmaşık bir durum var içerde...
Sadece içerde mi!?
Çıkın Tarlabaşı Caddesi'ne...
Yol boyu travesti ve kadınlar erkekler ile sıkı bir pazarlık içindeler.
Otobüs durağının hemen yanıbaşında.
Tarlabaşı'ndaki emniyet binasının karşısında...
Hemen cadde üzerinde bir de Daracık sokak var...
Orda da malum evlerden var...
Harıl harıl çalışıyorlar...
İşler öylesine yoğun ki seks işçileri nefes alamıyorlar desek yeridir...
***
Tarlabaşı'ndaki dönüşümün görünmeyen manzarası bu.
Yandaş medya bu ikilemi göstermiyor bize.
Bir tarafta bir eğitim yuvası diğer tarafta onlarca fuhuş yuvası ve fuhuş pazarı haline getirilmiş bir bulvar.
Siz devleti yönetseniz napardınız?
Tabii ki bir eğitim yuvasının etrafını adeta kuşatan bu fuhuş pazarını ve fuhuş yuvalarını temizlerdiniz.
Maksadım kimsenin cinsel tercihlerini eleştirmek değil.
Kimin kiminle ne yaptığı beni çok da alakadar etmiyor.
Benim kafamı kurcalayan mevzu; devletimizi yönetenlerin bu fuhuş pazarı ve yuvalarına bu güne kadar en ufak bir yaptırım uygulamadığı bir dönemde bir eğitim yuvasını kapatmaya yönelik çalışmalarıdır.
O dersane orada karanlıkları aydınlatan bir güneş gibi dururken bu güneşi karartmaya çalışanların, bunu yaparken de iki sokak ötedeki genelevlere dokunmayanların neye hizmet ettikleri mevzusudur.
Üstelik bu insanlar son derece dindar insanlar.
İmam Hatip Lisesi mezunu bir başbakanımız varken bu manzarayı görmek insanı son derece üzmektedir.
***
O genelevlerin kapatılsın derdinde değilim.
O insanların cinsel tercihine gösterilen müsamaha ve hoşgörü neden bir eğitim öğretim kurumundan esirgeniyor, bunu anlamaya çalışıyorum.
Travestiler ve onlarla ilişkiye girenler böyle bir yaşam biçimini tercih ediyor olabilirler.

Devam etsinler...
Yasalar önünde eğer bu bir suç değilse, AKP bu yaşam biçimine bile özgürlük sağlayabiliyorsa takdir ederim.
Ama bunun yanında bir eğitim kurumunun kapatılması gündeme geliyorsa orada bir "DUR" çekmek lazım.
Bu dersane kapatma meselesi ile ya  bizimle dalga geçiyorlar ya da bunu yapmayı gerçekten kafalarına koymuşlar...
Eğer bizim zeka seviyemizle dalga geçip sırf gündem değiştirmek için bu dersane meselesini ortaya attılarsa ona alışığız...
Fakat gerçekten dersaneleri kapatma fikrine kendileri de inanıyorlarsa o zaman bunlara dindar oldukları için oy verenler durup kendilerine şu soruyu sormalıdırlar.
Tarlabaşı'ndaki travesti genelevlerine dokunmayıp, yine Tarlabaşı'ndaki bir eğitim kurumunu kapatmak isteyenler ne kadar dindar olabilirler!?

15 Kasım 2013 Cuma

Çile bahçesinin gülleri...

İnsanlar için iki dünya vaadedilmiştir...
Birisi şu an itibariyle yaşadığımız dünya...
Belki de uyuduğumuz dünya demeli...
Bir diğeri ise, öte dünya...
Yani sonsuzluk dünyası...
Daldığımız derin uykudan uyanıp sonsuz bir yaşam süreceğimiz ebedi dünya...
Cennet ve cehennem vardır bir de...
Hem o dünyada hem bu dünyada
Her iki dünyanın cennet ve cehennemleri farklıdır ama benzerler birbirlerine...
Her iki dünyanın sahibi ve alemlerin Tanrısı Allah-ü Teala öyle bir düzen kurmuştur ki, anlayan uyurken değil; uyandıktan sonra yaşar cennetin güzelliklerini...
Bu dünya, yani fani dünyada yaşadığımız her şey bir rüya gibidir...
***
Derin bir uykuya dalmışızdır ve bu uykuda rüyalara dalarız.
Allah'ın biçtiği süre tükenince, uyanma vakti gelince asıl ve sonsuz yaşama gözlerimizi açarız...
Kimileri daldıkları bu derin rüyada cenneti yaşadıklarını zannederler...
Her şeye sahiptir onlar.
Ev

Araba
Yat
Kat
Mücevherler

Uşaklar
Köleler
Cariyeler
Daha neler neler...
Yedikçe doymazlar...
İstedikçe isterler, bitmez istekleri...
Güya cennetin tadını çıkarırlar...
Hem "bir daha mı gelecekler dünyaya" !?

***
Kimileri de vardır,
Daldıkları bu derin uykuda bir çile bahçesinde bulurlar kendilerini...
Öylesine çile çekerler ki,
Dokundukları en güzel çiçeklerin bile dikenleri batar ellerine,
İçtikleri su bile zehir olur, cayır cayır yakar içlerini...
Onlar da doymazlar çileye...
Verdikçe yaratan "Şükür Ya Rabbi!" derler...
"Verdiklerine şükürler olsun!"
Çünkü onlar bilirler burası ne cennettir ne de cehennem...
Peygamberlerin bile çile çektiği bir çile bahçesidir burası...
Allah'ın bahşettiği o çilelere dayanabilenler, o çileleri Allah'ın bir lütfu olarak görüp şükredenler;
İşte onlar daldıkları bu derin uykudan uyandıkları vakit cennetin, sonsuz cennetin kapıları ardına kadar açılacak onlara...
***
Şu fotoğrafa baktığım vakit işte o çile bahçesinin güllerini görüyorum ben...
Şu gülen yüzler, ne çileler çekti bu fani dünyada...
Her seferinde böyle gülüp geçtiler.
Çok ağladılar ama sonunda gülerek şükrettiler.
Fatma teyzeme bakıyorum.
Annemden sonra en büyükleri o.
Hayatın en güzel anlarını da yaşadı en kötü anlarını da...
Bu dünyada tadılabilecek ne kadar güzellik ve çile varsa tattı.
Üç evlat yetiştirdi, torunlarını evlendirmeye başladı.
Bizleri de unutmadı hiç bir zaman...
Evlatlarının başını okşadığı ellerini bizim de başımızdan eksik etmedi hiç bir zaman.
Anamızın kucağından birazcık uzak kalsak, o sarıp sarmaladı bizi....
***
Fatma teyzemden sonra dayım gelir...
Ondan sonra da Türkan teyzem...
Hz. Fatıma'yı sever gibi sevdiğim Türkan teyzem...
Çileler anası Türkan teyzem.
Allah ona analığı nasip etmedi, bir evlat vermedi ama o anasına bile analık eden koca yürekli bir kadın...
Yalanı hiç sevmedi,
Doğruluktan hiç şaşmadı...
Hz. Fatıma gibidir benim teyzem...
Yumuşacık bir yüreği vardır ama, haksızlık karşısında da hiç susmaz...
Neyse korkmadan çekinmeden söyler, konuşur...
O hiç bir zaman haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmadı...
Çile bahçesinin en güzel gülüdür o.
Yüzünde açar güller her zaman...
Hiç solmayan gülleri vardır onun...
Kokusu çok uzaklardan bile hissedilir...
Gözleri görmeyenler bile görür o gülleri...
Gül yüzlü teyzem...
Hastalığında bile, herkesi bir araya toplayıp neşe katan teyzem benim....
***
Türkan teyzemin küçüğü...
Beş kardeşin en küçüğü...
Anası babası pek kıymet vermişler de adını da Gümüş koymuşlar...
Gümüş teyzem...
Bu kadın benim ömrümü yedi vallahi...
Beraberce yemekli bir toplantıya gittik.
İnsanlarla tanıştırmaya bile zaman kalmadan, etraftan sormaya başladılar:
"Hocam kardeşiniz mi!?"
"Maşallah kardeşiniz de pek gençmiş!"
Vay arkadaş ya bu kadın ihtiyarlamayacak mı!?
Benden bilmem kaç yaş büyük...
Benim teyzem yahu!
Kardeşin mi diye soruyorlar.
Ölür müsün öldürür müsün?
Şaka bir yana; bu Gümüş teyzem de tam romanlık bir kadındır...
Hayatım Roman tadında, hayatın bütün zorluklarıyla savaşmış ve kazanmış mitolojik bir efsane gibidir benim gözümde her daim...
Babalarını çok genç yaşta kaybettiler...
Kimisi hiç hatırlamaz bile...
Gencecik yaşta annelerini de kaybettiler...
Allah ikisinden de razı olsun, annem annelik etti, babam da babalık etti, hem Türkan teyzeme hem de Gümüş teyzeme...
Anasız babasız yetişti, çok fakirlik çekti, çok zorluklar yaşadı ama...
Kadın Amerikalar da tatil yaptı be kardeşim...
Türkiye'nin en güzel yerlerini geziyor...
Hayır, hayır çok zengin olmadı...
Diğerlerinden bir farkı yok ama Allah çektiği çilelerin belki de hediyesi olarak ona öyle bir kapı açtı ki, değmeyin keyfine...
Onu bunu bilmem vallahi, ama bence her insanın bir Gümüş teyzesi olmalı...
***
Şermin...
Kardeşim, evladım, arkadaşım, dostum...
Hepsi var vallahi...
Efendim Şermin yeğenim olur...
Dayımızın kızı...
Ama aslında bizim kızımız...
Kızkardeşimiz desek yeridir...
Onu anlatmak çok uzun sürecek...
Çektiği çileler, verdiği mücadeleler dizi yapılsa "Yaprak Dökümü" bile solda sıfır kalır...
Rahmetli babaannesi analık etti ona...
Kasımpaşa'da o ev senin bu ev benim dolaştı durdu....
Çocukluk yaşayamadı, genç kızlık yaşayamadı...
Ama o hep savaştı...
Ve kazandı...
Şimdi Antalya'da...
Onur'u ve Şeyda'sı ile mütevazi ama mutlu bir yaşam sürüyor...
Geçmişte yaşadığı tüm zorluklar onu tam bir hanımefendi yapmış...
Koca bir insanlık abidesi olmuş...
Canım kardeşim benim, abin sana kurban olsun...
***
Fotoğraftakilerden biri de anamın Hacer gelini...
Onur'un parsellediği kadın...
Anamın Hacer gelini...
Büyük Ağabeyimin eşi...
Hacer yengemiz...
Onun da teyzemlerden zerre farkı yoktur bizim için...
Ailemize girdiği günden bu yana bize ablalık etti...
"Şu fani dünyada bir ablamız bile yok" dedirtmedi bize hiçbir zaman...
Bazen yenge demek gelmiyor içimden ama işte dilimiz alışmış...
Ailemizdeki her sıkıntıda ilk başımızda olan o oldu...
Türkan teyzemin hastalığında da İstanbul'dan Antalya'ya uçtu gitti...
Her şey için sağolasın yengem. Allah senden razı olsun...
***
Fotoğrafta bir de Onurumuz var...
Hepimizin Onur'u...
Şermin kardeşim ve eşi Hüseyin'in biricik evlatları...
Şeyda...
Şeydacık yok fotoğrafta ama nerelerde acaba?
Hay Allah fotoğrafı çeken Şeyda değil mi yahu!
Şeyda kızımız da Şermin'in diğer evlatçığı...
Allah ikisine de uzun ömürler versin...
***
İşte böyle değerli dostlar...
Günlerdir hastanede tedavi görmekte olan Türkan teyzemin hastaneden taburcu olduktan sonra ki bu fotoğrafını sizlerle paylaşmak istedim.
Bu fotoğrafa bakınca neler gördüğümü, neler hissettiğimi sizlerin de bilmesini istedim....
Çile bahçesinin güllerini siz de tanıyın istedim...
Zaman ayırıp okuyan, Teyzem için dualarını esirgemeyen tüm dostlarıma sonsuz teşekkürler...

13 Kasım 2013 Çarşamba

Aşura'nın zehiri Kerbela!

Halbuki;
Ne hikmetli bir aydır Muharrem...
Allah'ın ayıdır...
Ve Muharrem ayının 10. günü.
Yani Aşura Günü.
Ne hikmetli bir gündür Aşura Günü.
Nice mucizeleri gerçekleştirmek için, ulu Tanrımız Allah-ü Teala o mübarek günü seçmiştir...
Hikmetlerini saymakla bitiremezsiniz bu mübarek günün.
Allah'a iman edenlerin büyük bir coşku ile kutladıkları bu mübarek gün yaşanan Kerbela olayı ise İslam'ın sırtına saplanmış bir zehirli hançer gibi yüzyıllardır yüreklerimizi yakmaktadır...
***

O güne kadar;
O belalı güne kadar,

Muharrem ayı coşku ayıydı Müslümanlar için...
Aşura günü ağızların tatlandığı,
Müslümanların kardeşliklerinin pekiştiği,
Fukaraların sofralarının şenlendiği bir bayram günü olarak kutlanırdı...
Ve o gün...
O belalı gün...
Aşura'yı yasa boğan gün...
Aşura'ya zehir damlatan gün...
İslam'ı hançerleyen gün...

O gün yüzyıllar sürecek bir büyük acı düştü yüreklerimize....
***
Bugün biz yine o günü yaşıyoruz,
Yüreğimizdeki ihanet acısı halen taptaze.
Hüseyin'i ve onlarca Ehl-i Beyt'i susamışlığı halen dudaklarımızdadır...
Susadık ya Rabbi!
Susamışlığımızı, susuzluğumuzu Yezid'in kılıcından damlayan kan damlalarımızla giderdik ...
Minicik yavrularımızı,
Cennetin gülü Hüseyinimizi susuz bırakıp soldurdular ya Rabbi!
Hüseynimizi susuz bırakanları sen de ebediyen susuz bırak ya Rabbi!
***

Kerbela, insanlık tarihinin en acı katliamlarından birinin yaşandığı bir olaydır.
Kerbela, İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır.
Kerbela İslam'ı kendi yorumlarıyla yozlaştırmaya çalışanlarla gerçek anlamda yaşanmasını arzu edenlerin verdiği bir mücadelenin acı bir hatırasıdır.
Kerbela yüzlerce yıl, belki de insanlık tarihi boyunca sürecek bir savaşın başlangıcıdır.

Bugün bile "Hz. Hüseyin ile Yezid yine karşı karşıya gelse biz yine Yezid'in tarafında oluruz" deme cüretini gösterenler olduğu gibi bizler de sonsuza dek varolacağız...
Hz. Ali'nin, Hz. Hasan'ın, Hz. Hüseyin'in ve Ehl-i Beyt'in Hz. Peygamber'den devraldığı o kutlu sancağı sonsuza dek yere düşürmeden taşımaya yeminli bizler Yezid'in torunlarına, Yezid'in askerlerine karşı mücadelemizi sonsuza dek sürdüreceğiz elbet.
***
Babası Hüseyin'in bacaklarına sarılıp; "Babacığım ne olursun gitme, bizleri sensiz bırakma, susuzluğa dayanacağım, bir daha su istemeyip seni üzmeyeceğim, ama sensizliğe dayanamayız babam" diyerek yalvaran gözyaşları döken minik şehidimiz, Sakine bacımızın gözyaşları bugün bizim yanaklarımızı ıslatıyor.
Ağabeyi Hüseyin'in şehadete gözyaşları ve dualarla uğurlayan Hz. Zeynep'in metaneti, sevdası bugün o kutlu sancağı taşımamızda bizim en büyük güç kaynağımız.
Unutmadık.
Unutmayacağız.
Allah'ın dinini hançerleyenlere ömrümüz yettiğince lanet okumaya devam edeceğiz...

9 Kasım 2013 Cumartesi

Yüzünde, Hz. Fatıma'yı gördüğüm Teyzem...

Nedendir bilmem...
Hz. Peygamber'in kızı,
Hz. Ali'nin eşi,
Hz. Hasan ile Hüseyin'in anneleri

Hz. Fatıma'ya sevgim bir başkadır...
Allah'ın vermiş olduğu fukaralık karşısında bile ömrünün sonuna kadar büyük bir sabır örneği teşkil eden Hz. Fatıma örnek bir anne, örnek bir eş, örnek bir kız evlat, örnek bir kadın...
O'nu görmeyi çok isterdim...
O'nunla ayrı havayı solumayı çok isterdim...
Yiğitliğiyle yetiştirdiği yiğitlerinin ayaklarında toz olabileydim keşke...
***
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala bana öyle bir teyze nasip etti ki;
O'nu...
Gül yüzlü Türkan Teyzemi her gördüğümde;
Hz. Fatıma'yı görmüş gibi olurdum...
O'nu düşündükçe Hz. Fatıma gelirdi hep aklıma...
Onun kadar asil...
Onun kadar merhametli...
Onun kadar sevecen...
Onun kadar sabırlı...
Onun kadar iffetli teyzem benim...
***
Yüzünü her gördüğümde,
Sesini her duyduğumda,
Adını her andığımda,
Elini her öptüğümde,
Boynuna her sarıldığımda

Hıçkırarak ağlayışım ondandır teyzem...
Sesini duymaya bile cesaret edemediğim Fatıma yüzlü teyzem...
***
Annem anlatırdı;
Sıcak yaz günlerinde ot biçmeye gidermiş annem...
Beni de ya Kara Ayşa'ya ya da Türkan Teyzeme emanet edermiş...
Türkan teyzem o yaz sıcağında terleyip, boynuma yüzüme yapışan tozlardan arındırmak için, evlerinin önünden geçen arıkta yıkayıverirmiş günde birkaç kere...
El kadar bebeyim...
Vücudum bembeyaz...
Ufacık bir leke olsa haydi bakalım doğru arığa....

Öylesine temizlik hastası, öylesine titiz...
Kara Ayşa anam da tam tersi...
Adı üstünde Kara...
Toz, toprak, çamur ne olursa olsun...
O hassasiyeti de boğazdan geçiyor...
Durmadan bir şeyler yedirir bana...
El kadar çocuğum ama Kara Ayşa anlamaz;
"Can boğazdan gelir oğlum şunu da ye bakıyım!"
***
Kara Ayşa'nın yüzü karaydı...
Bahtı da kara...
Türkan teyzeminse yüzünde her daim güller açar...
Sanki Hz. Fatıma'nın nuru yansır yüzüne...
Ya da bana öyle gelir...
Gözlerinin rengi sevda rengi...
Kimselerde yoktur öylesine güzel gözler...
Öyle güzel bakar ki teyzem;
Bakmaktan utanırsınız...
Onun da bahtı karaydı...
Köyde geçen 2 yıllık bebekliğim kara yüzlü Kara Ayşa ile Nur yüzlü, kara bahtlı Türkan Teyzemin ellerinde geçmiş...
***
İstanbul'a göçünce ardımızdan o da geldi...
O sevgi dolu bakışlarını,

O şefkatli ellerini,
O merhametli yüreğini hiç esirgemedi, uzaklaştırmadı üzerimden...
Fırtınalı zamanlarımın tek limanı oldu hayatımın her anında...
Ben artık büyümüştüm o da evlenip barklanmıştı...
Hastalığı sebebiyle yeniden köye döndü...
Hasreti o an öğrenmiştim...
Adını duyunca ağlamayı,
Özlemi yüreğimi yaktıkça hıçkırmayı...
Sesini duydukça kalbimin yerinden fırlamasını öğrenmiştim o gidince...
***
Teyzem;
Hz. Fatıma gibi asil teyzem şimdi çok hasta...
Konuşamadım...
Yanına da gidemedim...
Ben alıştım gülen yüzüne...
Nasıl bakarım ızdırap dolu haline bilemem ki...
***
Haydi be teyzem;
Biraz gayret et...
Ben sadece seni özlediğim için ağlamak istiyorum...
Senin yokluğuna benim yüreğim dayanmaz teyzem...
Haydi son bir kere daha benim için tutun, sıkı tutun şu hayata...
***
Değerli dostlar;
Hepinizden teyzem için bol bol dua etmenizi istiyorum.
Dua en güzel ilaçtır, bu ilacı teyzemden esirgemeyin lütfen...




6 Kasım 2013 Çarşamba

Polis intiharları!?

Gezi eylemlerindeki tutumu nedeniyle son ayların en önemli gündem maddesini oluşturdu polis teşkilatımız ve polislerimiz.
Bir kesim kahraman ilan etti, bir kesim ise; katil, cani, vahşi...
Hatta öyle bir noktaya gelindi ki; nerdeyse "ne kadar çok eylemciyi bertaraf edersen o kadar çok prim alırsın" denildi polise...
Polis devlet memuru...

Bir maliye memuru gibi,
Bir postacı gibi,
Bir doktor gibi...
Amirleri ne emir verirse, yasalar ne emrediyorsa onu yapmakla mükellef...
Günlerce sokaklarda bir köşede uyumaya çalışanları gördük...
Yarım ekmek arası dönerle karnını doyurmaya çalışanlar...
Amirlerinden gaz yiyip, millete gaz sıkan polislerimiz...
Onları zaman zaman düşman gibi gördük ama bizim evlatlarımız olduklarını unuttuk...
İnsan olduklarını unuttuk, zaman zaman onlar da unuttular bunu...
***
Belli bir kesim olaylar sırasında yaşanan bir kaza sonucu şehit olan polisimizi günlerce konuştu...
"Eylemciler öldürdü" denildi. Ailesi bile "kaza" dedi...
Hep onları konuştuk...
Fakat korkunç düzeylere ulaşan polis intiharlarını hiç konuşmadık...
Kahraman diyenler de konuşmadı;
Katil diyenler de konuşmadı...
2013'ün geride bıraktığımız 10 ayında tam 35 polisimiz intihar etti...
Kayıtlara geçen intihar sebepleri tanıdık:
Borç...
Geçim sıkıntısı...
Psikolojik bozukluk...
Bu resmi nedenlerin ana kaynağı ise, polisin çalışma şartları...
***
Gecesi gündüzü yok...
Bayramı seyranı yok...
Aile yaşantısı yok...
Çocuklarıyla zaman geçirebilme imkanı yok...
"Günlerce evine gitmeyeceksin" denilse ağzını açmaya, itiraz etmeye hakkı yok...
Fazla mesai ücreti yok, düzenli çalışma saati yok...
Taşıdığı risklerin hiçbirinin karşılığı yok....
Üstüne bir de geçim sıkıntısı, borç harç gelince intihar kaçınılmaz oluyor...
Gezi eylemleri sırasında düşerek hayatını kaybeden şehit polisimizi siyasi malzeme yaparak günlerce TV programlarında konuşanlar, 35 polisimizin intihar etmesi karşısında sus pus oldular...
Gezi eyleminde şehit olduysa sürekli konuşurlar...
Çünkü yandaşlık ettikleri hükümet bundan büyük kazanım sağlar...
Hükümeti destekleyen vatandaşların yanısıra kararsız durumdaki vatandaşlarımız bile "Vay hainler polisimizi şehit ettiler" diye düşünüp hükümet yandaşı olabilirler...
Fakat intihar olayları öyle değil...
İntihar olaylarını TV ekranlarında konuşurlarsa hükümet bundan zarar görebilir...
Halk "devlet ve millet için canını ortaya koyan polisimiz bu duruma gelmiş, bu hükümet neden bir şey yapmıyor!?" diye düşünüp AKP'ye tavır alabilir düşüncesiyle polis intiharları konuşulmaz malum kesim tarafından medyada...

Bir askerimiz intihar ettiği vakit konuyu hemen sütunlarına taşıyanlar, TV ekranlarına çıkıp ordudaki disiplin kurallarının intiharlara sebep olduğunu söyleyerek orduyu pasifize eden, orduyu suçlayanların ayda 4 intihara tanıklık eden polis teşkilatı hakkında hiç bir şey söylememeleri de son derece manidardır.
***
Ayda neredeyse ortalama 4 polisimiz intihar ediyor ve hükümet sadece polisin sendikalı olmaması için çaba sarfediyor...
Genelge yayınlanıyor "Sakın ha sendikalı olmayın" deniliyor...
"Siz hakkınızı aramayın, düşünmeyin, konuşmayın sadece bizim emirlerimizi yerine getirin" deniliyor polise...
"Biz sizin yerinize sizin için en iyisini düşünürüz, sizin hakkınızı en iyi şekilde koruruz" deniliyor...
Yani "siz robotsunuz" deniliyor...
İntiharların ardı arkası kesilmiyor...
Polis intiharları ile ilgili TBMM'de Araştırma Komisyonu kurulmak isteniyor ama hükümet yanaşmıyor...
Hükümetin derdi her ay 4 polisin intihar etmesi değil....
Hükümetin uğraşacağı çok daha önemli konular var...
Mesela öğrenci yurtlarında kız öğrenciler ile erkek öğrenciler aynı merdiveni kullanıyorlarmış...
Ülkemiz için ne kadar büyük bir sorundur bu siz bilir misiniz polis efendiler!
Siz geçim sıkıntısı içinde kalıp intihar ediyorsanız edin, hükümetimiz önce bu merdiven meselesini çözecektir...
Medya'da boş durmuyor zaten...
Onlar da millete daha çok gaz sıkın diye size gaz veriyor...
Siz onların o kadar umurundasınız...