26 Haziran 2020 Cuma

30 Kurşunluk Şehit: Cenan BAYGIN

30 kurşun sıktılar.
3-5 değil efendiler...
Tam 30 kurşun...
16 Yaşındaki bir vatan evladının başına 30 kurşun sıktı kana susamış kahpeler...
Henüz kavak yellerinin bile esemediği, vatan sevdasıyla süslenmiş bir başa 30 kurşun sıktılar...
Durmadılar...
Kana doymadılar...
Şarjörlerindeki kin ve nefreti leş kokulu kusmuk gibi kustular...
Anasının sevmeye doyamadığı, babasının okşamaya kıyamadığı simsiyah saçlarını kana buladılar.
Yorulmadılar...
Utanmadılar...
Gözlerini bile kırpmadan 30 kurşun sıktılar...
***
26 Haziran 1980...
Ordu'nun Fatsa ilçesine bağlı Aşağıtepe Köyü'nde dünyaya gelen Cenan Baygın ilkokul ve ortaokulu bitirdikten sonra lise öğrenimine başlamış ve lise 1. sınıfı başarıyla bitirmişti.
Cenan Baygın'ın ailesi de kendisi de Ülkücü fikriyata gönül vermişlerdi.
O dönemlerde Komünist Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) orak çekiçli bayrağını ellerinden düşürmeyen ve kendilerine devrimci diyen örgütler Fatsa'yı kurtarılmış bölge ilan etmişlerdi. O sebeple Fatsa'da Ülkücü olmak, Ülkücü olarak yaşamak zordu.
Buna rağmen hem ailesi hem de 16 yaşındaki delikanlı Cenan Baygın Ülkücü olmanın gururunu bütün açıklığıyla yaşıyorlardı.
***
26 Haziran 1980 günü Cenan Baygın, Ünye'ye gitmek üzere bir minibüse bindi.
Kendisine kurulan kahpe pusudan habersiz.
Özlediği akrabalarını ziyaret edecek, uzun zamandır görmediği arkadaşlarıyla hasret giderecekti.
Heyecanlıydı...
Belki Ünye'de bir kıza sevdalanacak, onunla evlenip, vatan sevgisiyle bezenmiş evlatlar yetiştirecekti.
16 yaşındaydı henüz, belinde silahı değil, ceketinin iç cebine takılmış bir tükenmez kalemi vardı.
Bir de hayalleri...
Umutları...
Ülkenin yarınlarını aydınlatacak ışıkları vardı gönlünde parlayan...
***
Minibüs hareket etti ve Cenan Baygın'ın heyecanı daha da artmıştı.
Uçmak istiyordu adeta.
Bir an evvel varacağı yere varmak için uçmak istiyordu...
Kanatlanıp uçmak...
Çok zaman geçmemişti....
Eli silahlı bir grup minibüsü durdurup, 16 yaşındaki Cenan Baygın'ı indirdiler minibüsten...
***
2 kişi kollarından tutup, sürüklüyor biri de kafasına silah dayıyordu.
Şerefiye Mahallesi'nde bir fındık bahçesine götürdüler.
Zorla diz çöktürdüler ve tabancalarını başına doğrultarak tetiklere basmaya başladılar...
Hepsi Cenan'ın başına doğrultmuştu namluları.
Cenan'ın başına isabet eden her kurşun ile bir gelecek ölüyordu.
Bir umut ölüyordu.
Bir vatan ölüyordu.
Bir hayal ölüyordu.
Bir ömür, bir heyecan ölüyordu her kurşunda...
Ve hepsine 30 kurşun sıkmak zorunda kaldılar.
Tüm umutlarını, tüm heyecanlarını, tüm sevdalarını öldürmek için tam 30 kurşun delip, geçti Cenan'ın başını...
***
O gün yani Cenan'ın şehadet şerbeti ile şereflendiği gün ben de 15 yaşımdaydım.
Her köşe başını dönüşümde bir kahpe pusuya düşeceğimi düşünerek yaşıyordum İstanbul'da...
Yaşıtım Cenan Baygın'ın bu kahpe pusulardan birinde şehadete erdiğini duyamadım, bilemedim...
Çanakkale'de vatan için şehadete yürüyen 15'lik Kınalı Kuzular gibi kanatlanıp uçmuştu Cenan...
Antep'te kahpe Fransızların önüne gencecik vücudunu siper eden 14 yaşındaki Şehit Kamil gibi korkmadan yürüdü şehadete Şehit Cenan Baygın...
***
Vatan Sağolsun dedi Cenan'ın babası...
Anası ağıtlar yaktı 30 kurşun sıkılan o güzel saçlarına...
Ve biz;
Unutmadık Cenan Baygın'ı...
Allah mekanını cennet eylesin...
Aziz ruhu için El-Fatiha...

8 Haziran 2020 Pazartesi

Şehit Öğretmen Yusuf İmamoğlu

Öğretmen olacaktı...
Bu kutsal mesleği kutlu neferlerinden biri olabilmek için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü'nde büyük bir mücadele veriyordu.
Bir yandan üniversite okumanın maddi zorlukları bir yandan da eğitim hakkını elinden almak isteyen SSCB yandaşı komünist örgüt ve militanların baskı ve zulümleri Yusuf İmamoğlu gibi bir çok Ülkücü gencin öğrenim haklarını ellerinden almak için her türlü şiddet ve zulmü uyguluyorlardı.
***
Filistin'deki kamplarda terör eğitimi alan sol gruplar memleketimizin tüm üniversitelerinde örgütlenmiş ve vatansever Türk Milliyetçisi öğrencileri okullara sokmamak için her türlü zorbalığı yapıyorlardı.
Cumhuriyetimizin kurcusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Ne mutlu Türküm diyene!'' sözünü kendilerine bayrak edinen milliyetçi gençler üniversite eğitimlerini tamamlayarak Atatürk'ün açtığı kutlu yoldan ilerlemek ve memleketimizi aydınlığa kavuşturacak birer ışık olmak istiyorlardı.
Diğer tarafta ise, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)'nin orak çekiçli bayrağını Türkiye'de dalgalandırmaya ve ülkemizin geleceğini karanlığa gömmeye çalışan komünist örgütler ise Ülkücü gençleri okullara sokmamak için ülkemizi adeta bir savaş alanına dönüştürmeye çalışıyorlardı.
***
Yusuf İmamoğlu da böylesine zorlu bir ortamda okuyup, öğretmen olma hayalleriyle Coğrafya Bölümü'nde son sınıfa kadar gelmişti. Artık mezun olup, kutsal öğretmenlik mesleğini icra ederek, Türkiye'yi Atatürk'ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine taşımak için mücadele edecekti.
Olmadı.
Türkiye'nin geleceğine kurşun sıkan eller yine kahpe kurşunlarını sıktılar bir memleket sevdalısının iman dolu bedenine.
***
8 Haziran 1970
Karnelerini imzalatmak için Edebiyat Fakültesi'ne gelen Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri komünist militanlar tarafından okul binasına alınmıyor ve öğrenciler de karnelerini imzalatamıyordu. Aynı okulda okuyan Yusuf İmamoğlu tüm Ülkücü öğrencilerin karnelerini alarak hocalara imzalatmak için fakülte binasına girdi.
Bu davranış büyük bir cesaret işiydi.
Belki hem oradaki öğrenciler hem de kendisi komünist militanların kurşunlarına hedef olacağını biliyorlardı.
***
Yusuf İmamoğlu 339 numaralı odada karneleri öğretmenlere imzalattı.
Bunun mutluluğu ile odadan çıktı.
Dışarda kahpe eller pusudaydı.
Komünist militanların silahlarından çıkan kurşunlar bir anda yere yığmıştı gencecik bir yiğidi.
Yusuf İmamoğlu 23 dakika boyunca kanlar içinde yerde yattı.
Ona kurşun sıkanlar ölmesi için başında beklediler.
Yardım etmeye çalışan bazı hocalar silahla tehdit edildi ve dövüldü.
Komünist militanlar bir gencin ölümünü izlemenin vahşice zevkini çıkartırken, Yusuf İmamoğlu şehadet şerbetini son damlasına kadar kana kana içmişti.
***
Okula gelen ambulansı durdurup, müdahale ettirmeyecek kadar vahşice işlenen bu cinayete polis de müdahale etmedi. Polis olay yerine tam 1.5 saat sonra geldi.
Sıradan bir cinayet değildi.
Kahpece ve vahşice işlenmiş bir cinayet...
Hayatının baharında komünistlerin kurşunlarıyla şehadete eren Yusuf İmamoğlu Bulgaristan göçmeni bir ailenin evladı olarak Bursa-İnegöl'de yaşıyordu.
Adli tıp raporunda yazan ''3 gündür hiç bir şey yememiş'' ibaresi ve cebinden çıkan 35 kuruş şehit Yusuf'un hangi zorluklar içinde memleketine faydalı bir insan olabilmek için nasıl bir mücadele verdiğinin en açık göstergesiydi.
***
Cebindeki 35 kuruş ve 3 gündür aç olan midesiyle vatan mücadelesi veriyordu.
Tıpkı Çanakkale'deki 18'likler gibi.
Yemen'deki türküler gibiydi aldığı her nefes.
Ergenekon'dan başlayan ''Türk'ün mutluluk ülküsü''nü sonsuza kadar yaşatma mücadelesinin kutlu bir neferi olan Yusuf İmamoğlu Antep'te Fransız kurşunlarına siper olan 14 yaşındaki Şehit Kamil gibi şehitler kervanında saf tutuyordu.
Şehadet yolunda bir Yusuf olabilmek...
Şehitler safında saf tutabilmek...
En çok da sana yakıştı Yusuf İmamoğlu...
***
35 Kuruş...
Bugün Türk Milliyetçiliği davası güden hiç kimse bu 35 kuruşu aklından çıkartmamalıdır.
Şehadet şerbetini içtiği vakit cebinden 35 kuruş çıkan şehitlerin bugünlere taşıdığı Ülkücülük, bir geçim kapısı olarak görülmemeli. Ülkücülük, bir dava hareketidir. Bu dava hareketinde siyasi ve ekonomik menfaat umanlar 35 kuruşu unutmasınlar.
Şehitler safına katıldığında 3 gündür aç olan Yusuf İmamoğlu'nu unutmasınlar.


2 Haziran 2020 Salı

Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Çoban...

''Dağdaki Çoban''
Son zamanlarda oldukça yaygın bir söylem oldu dağdaki çoban söylemi.
Bir insan evladı çıktı ''Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir olur mu'' diye işkembe-i kübradan sallayıverdi.
Sonra da aldı başını yürüdü bu dağdaki çoban lakırdısı.
Bazı insanları küçümsemek için kullanılan bir deyim oldu nerdeyse.
***
Ne yazık ki, bu kutsal mesleği icra edenleri ifade eden çoban sözcüğünü bir küçümseme sözcüğü olarak kullananların da büyük çoğunluğu kendilerini aydın ve Atatürkçü olarak adlandırıyorlar.
Atatürk'ün bu ''dağdaki çoban''a nasıl hürmet gösterdiğini, onu nasıl yücelttiğini bir bilseler acaba utanırlar mıydı?
Hiç sanmıyorum.
Çünkü ben onların Atatürkçü olmadıklarını, bilhassa Atatürk karşıtı olduklarını düşünüyorum.
***
Atatürk'ün çobanlarla yaşadığı iki anısı vardır ki, bunları okuyup da çobanlık mesleğini bu kadar aşağılamak akıl işi olmazdı.
Atatürk'ün çobanlar ilgili bu iki anısını kısaca anlatmaya çalışayım.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ankara'dan Antalya'ya giderken Toros dağlarında bir yörük çobanın söylediği türküyü işitir.
Hem dinlenmek için hem de bu türküyü bir daha dinlemek için araçlar durdurulur.
Atatürk, türkü söyleyen çobanın getirilmesini ister ve çoban Atatürk'ün huzuruna gelir.
Çobandan türküyü bir daha okumasını ister Atatürk.
Genç çoban türküyü okur.
Türküyü çok beğenen Atatürk, ''Biiis, biiis'' diye yüksek sesle bağırır.
Sonra bu ''Biiiis, biiiis''in ne anlama geldiğini anlatır çevresindekilere:
- Bu çok beğendim bir daha söyle anlamına gelir.
Der ve genç çoban türküyü bir daha okur.
Atatürk genç çobanı takdir eder ve cebinden 50 lira çıkarıp vererek onu ödüllendirir.
Genç çoban parayı alır ve;
''Biiiiis, biiiiis'' diye bağırır.
Atatürk bu zeki cevap karşılığında pek mutlu olur, cebinden 50 lira daha çıkarıp genç çobana verir ve etrafındakilere şöyle der:
- Keşke sürekli biz Türklere laf söyleyen Mussolini şu sahneyi dönseydi de hakettiği cevabı bizzat alsaydı, Türk'ün ne kadar zeki olduğunu görseydi.
Atatürk sonraları yeri geldiğinde bu anısını sıkça anlatmıştır.
***
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün çoban bir çocuk ile olan başka bir anısı ise daha da anlamlıdır.
Atatürk, bazı zamanlar köyleri ve yaylaları ziyaret edip, kırda bayırda gezmeyi çok severdi.
Yine böyle bir gün Ankara'nın yakın köylerinden birine gidererek, dağda koyunlarını otlatan bir çobanla ahbaplık eder. Çocuk yaştaki çoban ile kendini tanıtmadan sohbet eden Atatürk ile çocuk arasında şöyle bir konuşma geçer:
- Sen Atatürk'ü bilir misin çocuk?
- Bilmez miyim efendi? Ona Gazi Paşa da derler.
- Peki ne yapmış ki bu Gazi Paşa?
- Efendi bana neden sorarsın? Onun neler yaptığını senin daha iyi bilmen lazım değil mi?
- Pekala çocuk, Atatürk'ü görmek ister misin?
- Ah Efendi, görmek istemez miyim? Ama Onu ben nerde, nasıl göreyim?
- O zaman bana bak, o bana çok benzer.
Çoban çocuk, alaycı bir gülümsemeyle dudak büküp,
- Haydi ordan sen de! Senin kılığında Atatürk mü olur? Sakalın yok, bıyığın yok!
Çocuk çobanın bu alaycı cevabı karşısında Atatürk gülümser ve çocuğun yanından ayrılır.
Atatürk bu anısını anlatığında kendisine;
- Paşam çocuğa Atatürk olduğunuzu neden söylemediniz?
Diye soranlara;
- Ben çocuğun o masum hayallerine saygı duydum ve onun hayalinde sakallı, bıyıklı kalmaya razı oldum.
Der...
***
İşte böyle...
Atatürk dağdaki çobana bile böylesine saygılı ve sevgili dolu yaklaşırdı.
Sizler gibi milletle alay etmezdi.
Atatürkçülük adı altında milletle alay etmeyi, milleti hakir görmeyi bırakın artık.
Kendi sapkın ideolojilerinizle çıkın ortaya.
Atatürkçü görünüp, milletle alay etmek hem millete hem de Atatürk'e ihanettir...