29 Nisan 2014 Salı
Bütün ülke uyurken, Eskişehir ayaktaydı...
Eskişehir...
Adını duyduğum anda,
Bütün gönül tellerimin en damardan nağmeleri çaldığı şehir...
Eskişehir...
Türkiye'nin en tutkulu futbol şehri...
Eskişehir...
Renklere,
Arma'ya,
Ve şanlı bir maziye sevdalı şehir...
Bu gece uyumadı Eskişehir...
Bütün Türkiye uyurken, türlü rüyalara dalmışken,
Eskişehir uyumuyordu...
***
Eskişehir böyledir.
Mevzu bahis Eskişehirspor olunca,
En tatlı rüyalar bile suikasta uğrar,
İntihar mektupları yazar...
Uyku haram olur,
Gece ile gündüz birbirine eşit olur...
Haftalar sonra oynanacak maçın heyecanı,
Gözlerdeki uykunun katili olur...
Eskişehir uyumaz...
***
Yıllar sonra ilk kez böylesi bir heyecan yaşıyor bu şehir...
Aslında bu heyecan bir kupa heyecanı değil,
Eski günlere dönmenin heyecanı...
"Nerede kalmıştık " demenin heyecanı...
Gaspedilen şampiyonluklarımızın,
Çalınan kupalarımızın öcünü alma zamanının heyecanı...
Eskiyehirspor'u yeniden tahtına oturtmanın heyecanı...
Necdet Yıldırım'a
Aziz Bolel'e,
Sinan Alağaç'a,
Ediz Bahtiyoroğlu'na
Ve daha nicelerine armağanların en güzelini göndermenin heyecanı...
Cennete bir kupa yollamanın heyecanı...
Eskişehir uyumuyor,
Eskişehir uyumaz...
***
Yüreklerimize düşen bu heyecana sevdalıyız biz...
Takım tutanlar anlayamaz bizi...
Bizi anlamak için,
Sevdalanmak lazım bedensiz bir ruha...
Siyahı, kırmızısız,
Kırmızıyı, siyahsız hayal bile edememek lazım...
Yenince ağlamak,
Yenilince gülmek lazım...
Bizi anlamak için,
Bir acayip hal almak lazım...
***
Eskişehir uyumadı bu gece...
Sizler tatlı rüyalara dalmışken,
Eskişehir'de binlerce yürek yangını, gecenin ayazında bile sönmüyordu...
Eskişehir'de yürekler kabardı...
Eskişehir'de küllenen ateşler yeniden alevlendi...
Kara bulutların arasından Kızıl şimşekler çakıyor gönül dünyamızda...
Kıyametler kopuyor,
Zelzeleler oluyor,
Fırtınalar kopuyor...
Eskişehir uyumuyor,
Eskişehir uyumaz...
***
Yine yıllar öncesinde olduğu gibi,
Atatürk Stadı'nın önünde çadırlar kuruldu yeniden...
Battaniyeler paylaşıldı....
Simitler bölündü,
Çaylar ısıttı üşüyen bedenlerimizi...
Şarkılar söylendi,
Besteler yapıldı gecenin ıssız ve sessiz karanlıklarında...
Eskişehir uyumadı bu gece,
Aklı ve fikri evde bırakıp, yüreklerinin sesini dinlediler...
Eskişehir'in ayazının, yürek yangınıyla dindirdiler...
***
Eskişehir'de seferberlik var...
Sizin medyanız yazamaz, çizemez, gösteremez...
Eskişehir uyumazken,
Sizin medya her daim uykuda...
Anneler çocuklarına yolluk hazırlıyor...
Babalar harçlıklara kupa zammı yapıyor...
Evlatlar aldıkları en kutsal miras olan ESES sevgisini,
Yeniden tahtına oturtmak için uyumuyor...
Eskişehir uyumuyor,
Türkiye uyuyor...
Uyumaya devam ey kahpe medya...
Biz siz bizi göresiniz diye değil;
Sevdamız için uyumadık...
Etiketler:
Atatürk Stadı,
EsEs,
Eskişehir,
Eskişehirspor,
futbol,
kupa,
sevda
23 Nisan 2014 Çarşamba
Günahsız bir el öpebilmek...
Senede bir gün...
Bir sürü şamata...
Bir sürü şaklabanlık...
Çocuk o gün başbakandır,
Cumhurbaşkanıdır,
Validir,
Kaymakamdır,
Belediye başkanıdır...
Vesair...
Öylesine laf ola torba dola...
Gazetelere, televizyonlara malzeme ola...
Gerisi boş...
Kimsenin umurunda değil, sokaklarda dilendirilen çocuk...
***
Çocuk...
Evde azarlanır,
Okulda azarlanır,
Camide azarlanır,
Sokakta azarlanır,
Yetmezse, yine de haylazlık ediyorsa tokatlanır...
Kim halt etmiş de demişse; "dayak cennetten çıkmadır" deyip basarlar tokadı...
Madem öyle babacan, şeytan da cennetten çıkma haydi düş şeytanın peşine...
***
Çocuk...
Evlerin neşesi,
Neşesini geç, ailelerimizin çimentosu...
Çocuklar olmasa kimbilir bilmem kaç bin kere daha da çoğalır boşanmalar aldatmalar...
Bırakıp gitmeler...
Hoş çocuk olunca da, akıllanmaz bazı deyyus-u ekberler...
Aldırmadan doğurdukları çocuğun ne acılar çekeceğine,
Kendi nefisleri uğruna bırakıp giderler anasız babasız o çaresiz yavruları...
***
Çocuk...
Cennetin gülleri...
Alemlerin efendisi de öyle derdi, torunları Hasan ile Hüseyin'e...
Cennetin güllerini soldurdular ya sözde Allah'a teslim olanlar...
Minicik güllerin tomurcuklarını bedenlerinden ayırdılar ya bir kılıç darbesiyle...
Yüzyıllar geçti halen durmuyor o deyyus-u ekberlerin torunları...
Cennetin güllerini bir bir solduruyorlar, dünyanın dört bir yanında...
***
Çocuk...
Allah'ın yeryüzündeki melekleri...
Günahsız...
Tertemiz elleri...
Cennet kokan elleri...
Hiçbir yaratıkta olmayan güzellikte tenleri...
Melekleri gören gözleri...
Allah'ın bizlere armağan ettiği melekleri...
***
Çocuk...
Senede bir gün,
Sadece bir gün "adam" yerine konan çocuklarımız...
Azarlanan,
Tokatlanan,
Horlanan,
Sokaklara atılan,
Tecavüz edilen,
Öldürülen,
Köleleştirilen
Ve senede bir gün bir koltuğa oturtulup siyasi rant malzemesi haline getirilen çocuklarımız...
***
Bugün onların bayramı...
Dünya'da bir tek Gazi Mustafa Kemal Atatürk onlara bir bayram armağan etmiş...
Bırakın bu bayramı onlara armağan eden adamı eleştirmeyi,
Bırakın koltuk maskaralığını,
Bırakın sinema çevirmeyi,
Bırakın şamatayı...
Vakit sizin için geç olmadan,
Hemen şu an, çıkın dışarı önünüze ilk gelen çocuğun ellerini avuçlarınızın içine alıp, günahsız bir el öpmenin hazzını yaşayın...
Emin olun, öpmeye doyamayacaksınız o meleğin ellerini...
Bir sürü şamata...
Bir sürü şaklabanlık...
Çocuk o gün başbakandır,
Cumhurbaşkanıdır,
Validir,
Kaymakamdır,
Belediye başkanıdır...
Vesair...
Öylesine laf ola torba dola...
Gazetelere, televizyonlara malzeme ola...
Gerisi boş...
Kimsenin umurunda değil, sokaklarda dilendirilen çocuk...
***
Çocuk...
Evde azarlanır,
Okulda azarlanır,
Camide azarlanır,
Sokakta azarlanır,
Yetmezse, yine de haylazlık ediyorsa tokatlanır...
Kim halt etmiş de demişse; "dayak cennetten çıkmadır" deyip basarlar tokadı...
Madem öyle babacan, şeytan da cennetten çıkma haydi düş şeytanın peşine...
***
Çocuk...
Evlerin neşesi,
Neşesini geç, ailelerimizin çimentosu...
Çocuklar olmasa kimbilir bilmem kaç bin kere daha da çoğalır boşanmalar aldatmalar...
Bırakıp gitmeler...
Hoş çocuk olunca da, akıllanmaz bazı deyyus-u ekberler...
Aldırmadan doğurdukları çocuğun ne acılar çekeceğine,
Kendi nefisleri uğruna bırakıp giderler anasız babasız o çaresiz yavruları...
***
Çocuk...
Cennetin gülleri...
Alemlerin efendisi de öyle derdi, torunları Hasan ile Hüseyin'e...
Cennetin güllerini soldurdular ya sözde Allah'a teslim olanlar...
Minicik güllerin tomurcuklarını bedenlerinden ayırdılar ya bir kılıç darbesiyle...
Yüzyıllar geçti halen durmuyor o deyyus-u ekberlerin torunları...
Cennetin güllerini bir bir solduruyorlar, dünyanın dört bir yanında...
***
Çocuk...
Allah'ın yeryüzündeki melekleri...
Günahsız...
Tertemiz elleri...
Cennet kokan elleri...
Hiçbir yaratıkta olmayan güzellikte tenleri...
Melekleri gören gözleri...
Allah'ın bizlere armağan ettiği melekleri...
***
Çocuk...
Senede bir gün,
Sadece bir gün "adam" yerine konan çocuklarımız...
Azarlanan,
Tokatlanan,
Horlanan,
Sokaklara atılan,
Tecavüz edilen,
Öldürülen,
Köleleştirilen
Ve senede bir gün bir koltuğa oturtulup siyasi rant malzemesi haline getirilen çocuklarımız...
***
Bugün onların bayramı...
Dünya'da bir tek Gazi Mustafa Kemal Atatürk onlara bir bayram armağan etmiş...
Bırakın bu bayramı onlara armağan eden adamı eleştirmeyi,
Bırakın koltuk maskaralığını,
Bırakın sinema çevirmeyi,
Bırakın şamatayı...
Vakit sizin için geç olmadan,
Hemen şu an, çıkın dışarı önünüze ilk gelen çocuğun ellerini avuçlarınızın içine alıp, günahsız bir el öpmenin hazzını yaşayın...
Emin olun, öpmeye doyamayacaksınız o meleğin ellerini...
18 Nisan 2014 Cuma
Ey ruh geldiysen 3 gol at...
İlk maçı 1-0 kaybetmiştik...
Rakip Sevilla idi.
İspanya ve dünya futbolunun devlerinden biri.
Eskişehirspor ise, ülkemizde bir devrim gerçekleştirmiş olmasına rağmen Avrupa'da adını ilk kez duyuracaktı.
İspanyollar adını ilk kez duydukları bu Türk takımının mücadelesini izlerken belki içlerinden büyük bir endişe fırtınasının habercisi geçiyordu.
***
Yine yüreklerimizi kabartan bir maç.
Antalyaspor'a Türkiye Kupası yarı final mücadelesinin ilk maçında 1-0 kaybettik.
Antalyaspor taraftarı sevinçliydi.
Fakat ikinci maçta tribünlerin boş olduğunu görünce umutsuzluklarını anladık.
Belki de Eskişehirspor'un yıllar sonra Sevilla ruhuna bürüneceği malum olmuştu onlara...
***
İkinci maç Eskişehir'de oynanacaktı.
Sevilla karşısında otoriteler ESES'e şans vermese de, ESES sevdalıları Atatürk Stadı'na tarihi bir gün yaşatıyorlardı.
Maçtan saatler önce tribünlerde adım atacak yer kalmamıştı.
Hınca hınç dolmuştu Eskişehir Atatürk Stadı.
Sanki bütün Eskişehir halkı oradaydı.
***
Türkiye Kupası'nda ikinci maçı deplasmanda, yani Antalya'da oynayacaktık.
Antalya'ya giden çok sayıda taraftarımız bize ayrılan tribünleri doldurmuştu.
Biz de Boğazın Kırmızı Şimşekleri olarak maçı mekanımızda birlikte izleme kararı aldık.
Boş Zamanlar Biranesi...
Yıllar önce Atatürk Stadı'nda olduğu gibi tarihi bir gün yaşadı bizim mekan...
Mekana en son ben geldim.
Gördüğüm manzara karşısında donup kalmıştım.
Belki o an Sevilla ruhu gelmiş ve yüreklerimize kadar girmişti.
***
Maç başladı.
ESES Avrupa devi karşısında mütemadiyen gelişen ataklarla gol ararken, kalesinde bir gol gördü.
Umutlar kırılma noktasına gelmişti.
Sevilla'nın attığı gol, ilk anda bir yıkımı başlatır gibi olsa da ESES taraftarı hiçbir zaman ümidini yitirmemişti.
Son düdük çalmadan maç bitmez diyorduk ve takımımıza destek olmaya devam ettik.
maçın sonlarına doğru, umudu tükenenler tribünden çıkmaya başlamıştı.
***
Antalyaspor, ilk maçta aldığı 1-0'lık galibiyeti muhafaza edip, 0-0 ile finale çıkmanın hesapları içinde geriye yaslandı.
ESES sürekli atak halinde ancak sonuç yok.
Topla oynama yüzdemiz bir ara yüzde 80'lere çıksa da sonuçsuz kalıyordu tüm ataklarımız.
Korktuğumuz başımıza gelmişti.
Antalyaspor kontraataklarla gelip, yoklama çekiyordu.
İşte bu yoklamaların birinde kalemizde gölü gördük.
Yine 1-0 mağlup duruma düşmüştük.
***
Sevilla'lı futbolcular 1-0 öne geçtikten sonra turu garanti görmeye başlamışlardı.
ESES'e gönül veren bir kısım taraftarımız da "9 dakikada 3 gol atmak mucize olur" diye düşünüp boynu bükük tribünleri terkediyordu.
Henüz stadın merdivenlerindeyken kulakları sağır eden "Goooooooooooooollll" sesi yükseldi semaya...
Hemen geri döndüler.
Umutlar yeniden yeşermişti.
Sonra bir daha
"Goooooooooooooooooollll"
Sonra bir daha
"Goooooooooooooooooollll"
Fethi Heper bütün Türkiye'yi ayağa kaldırıyordu.
Bütün ülke bu muhteşem zafer karşısında adeta saygı duruşuna kalkmıştı.
Ve ESES o maçı 3-1 kazanarak bir üst tura çıkmayı başarmıştı.
***
Maçın devre arasında morallerimiz bozuktu.
Mekandaki kardeşlerim, yıkılmışlardı adeta....
Umutsuzlukları gözlerinden okunsa da yürekleri kıpırdı kıpırdı halen...
Bense Sevilla maçını düşünüyordum.
Acaba yine aynısını yaşayabilir miyiz diyordum kendi kendime...
Ve "Ey ruh lütfen buralara gelecek olursan 3 gol at!" dedim kendi kendime...
***
Geleceğini hissetmiştim.
Belki de biliyordum o ruhun geldiğini...
"Biraz canlanıp saldırsak, biz atamasak bile Antalyasporlular kendi kalelerine atacaklar golü" derken arkadaşlarıma belki de o ruhtan bahsediyordum.
Öyle oldu.
Saldırdık...
Ve Antalyasporlu oyuncu kendi kalesine attı ilk gölümüzü...
***
Sevilla ruhu geri gelmişti.
Boş Zamanlar yıkılmaya razıydı dün akşam...
O ruh gelmişti bir kere...
Kısa bir süre sonra yeniden yerimizden fırladık...
"Goooooooooooollllllll"
Yıllar önce Atatürk Stadı'nda olduğu gibi umudunu kesip mekandan çıkan arkadaşlarımız geri geliyordu.
Ve biz bir kere daha o ruhla çığlıklar attık...
Bir kez daha Beyoğlu sokaklarını inlettik...
"Gooooooooooooooooolllll"
***
Sevilla ruhu 3. golünü de atmıştı.
Kimse farkına varamasa da ben o ruhu bekledim ve gördüm...
Bizler Eskişehinspor'u bugünlere sevdamızla getirdik.
Sevdalı yürekler varolduğu sürece o ruh bizi bırakmayacak.
Rakip Sevilla idi.
İspanya ve dünya futbolunun devlerinden biri.
Eskişehirspor ise, ülkemizde bir devrim gerçekleştirmiş olmasına rağmen Avrupa'da adını ilk kez duyuracaktı.
İspanyollar adını ilk kez duydukları bu Türk takımının mücadelesini izlerken belki içlerinden büyük bir endişe fırtınasının habercisi geçiyordu.
***
Yine yüreklerimizi kabartan bir maç.
Antalyaspor'a Türkiye Kupası yarı final mücadelesinin ilk maçında 1-0 kaybettik.
Antalyaspor taraftarı sevinçliydi.
Fakat ikinci maçta tribünlerin boş olduğunu görünce umutsuzluklarını anladık.
Belki de Eskişehirspor'un yıllar sonra Sevilla ruhuna bürüneceği malum olmuştu onlara...
***
İkinci maç Eskişehir'de oynanacaktı.
Sevilla karşısında otoriteler ESES'e şans vermese de, ESES sevdalıları Atatürk Stadı'na tarihi bir gün yaşatıyorlardı.
Maçtan saatler önce tribünlerde adım atacak yer kalmamıştı.
Hınca hınç dolmuştu Eskişehir Atatürk Stadı.
Sanki bütün Eskişehir halkı oradaydı.
***
Türkiye Kupası'nda ikinci maçı deplasmanda, yani Antalya'da oynayacaktık.
Antalya'ya giden çok sayıda taraftarımız bize ayrılan tribünleri doldurmuştu.
Biz de Boğazın Kırmızı Şimşekleri olarak maçı mekanımızda birlikte izleme kararı aldık.
Boş Zamanlar Biranesi...
Yıllar önce Atatürk Stadı'nda olduğu gibi tarihi bir gün yaşadı bizim mekan...
Mekana en son ben geldim.
Gördüğüm manzara karşısında donup kalmıştım.
Belki o an Sevilla ruhu gelmiş ve yüreklerimize kadar girmişti.
***
Maç başladı.
ESES Avrupa devi karşısında mütemadiyen gelişen ataklarla gol ararken, kalesinde bir gol gördü.
Umutlar kırılma noktasına gelmişti.
Sevilla'nın attığı gol, ilk anda bir yıkımı başlatır gibi olsa da ESES taraftarı hiçbir zaman ümidini yitirmemişti.
Son düdük çalmadan maç bitmez diyorduk ve takımımıza destek olmaya devam ettik.
maçın sonlarına doğru, umudu tükenenler tribünden çıkmaya başlamıştı.
***
Antalyaspor, ilk maçta aldığı 1-0'lık galibiyeti muhafaza edip, 0-0 ile finale çıkmanın hesapları içinde geriye yaslandı.
ESES sürekli atak halinde ancak sonuç yok.
Topla oynama yüzdemiz bir ara yüzde 80'lere çıksa da sonuçsuz kalıyordu tüm ataklarımız.
Korktuğumuz başımıza gelmişti.
Antalyaspor kontraataklarla gelip, yoklama çekiyordu.
İşte bu yoklamaların birinde kalemizde gölü gördük.
Yine 1-0 mağlup duruma düşmüştük.
***
Sevilla'lı futbolcular 1-0 öne geçtikten sonra turu garanti görmeye başlamışlardı.
ESES'e gönül veren bir kısım taraftarımız da "9 dakikada 3 gol atmak mucize olur" diye düşünüp boynu bükük tribünleri terkediyordu.
Henüz stadın merdivenlerindeyken kulakları sağır eden "Goooooooooooooollll" sesi yükseldi semaya...
Hemen geri döndüler.
Umutlar yeniden yeşermişti.
Sonra bir daha
"Goooooooooooooooooollll"
Sonra bir daha
"Goooooooooooooooooollll"
Fethi Heper bütün Türkiye'yi ayağa kaldırıyordu.
Bütün ülke bu muhteşem zafer karşısında adeta saygı duruşuna kalkmıştı.
Ve ESES o maçı 3-1 kazanarak bir üst tura çıkmayı başarmıştı.
***
Maçın devre arasında morallerimiz bozuktu.
Mekandaki kardeşlerim, yıkılmışlardı adeta....
Umutsuzlukları gözlerinden okunsa da yürekleri kıpırdı kıpırdı halen...
Bense Sevilla maçını düşünüyordum.
Acaba yine aynısını yaşayabilir miyiz diyordum kendi kendime...
Ve "Ey ruh lütfen buralara gelecek olursan 3 gol at!" dedim kendi kendime...
***
Geleceğini hissetmiştim.
Belki de biliyordum o ruhun geldiğini...
"Biraz canlanıp saldırsak, biz atamasak bile Antalyasporlular kendi kalelerine atacaklar golü" derken arkadaşlarıma belki de o ruhtan bahsediyordum.
Öyle oldu.
Saldırdık...
Ve Antalyasporlu oyuncu kendi kalesine attı ilk gölümüzü...
***
Sevilla ruhu geri gelmişti.
Boş Zamanlar yıkılmaya razıydı dün akşam...
O ruh gelmişti bir kere...
Kısa bir süre sonra yeniden yerimizden fırladık...
"Goooooooooooollllllll"
Yıllar önce Atatürk Stadı'nda olduğu gibi umudunu kesip mekandan çıkan arkadaşlarımız geri geliyordu.
Ve biz bir kere daha o ruhla çığlıklar attık...
Bir kez daha Beyoğlu sokaklarını inlettik...
"Gooooooooooooooooolllll"
***
Sevilla ruhu 3. golünü de atmıştı.
Kimse farkına varamasa da ben o ruhu bekledim ve gördüm...
Bizler Eskişehinspor'u bugünlere sevdamızla getirdik.
Sevdalı yürekler varolduğu sürece o ruh bizi bırakmayacak.
11 Nisan 2014 Cuma
Meleklere tecavüz...
Çocuklar Tanrı nezdinde birer Melektir.
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala onları belli bir yaşa gelene kadar melekler kadar temiz, melekler kadar saf yaşamakla ödüllendirmiştir.
Çocuklar çiçektir.
Allah-ü Teala Kehf suresi 46. Ayet-i Kerimesi'nde;
"Çocuklar dünya hayatının süsüdür" buyurmaktadır.
Yani dünya hayatında bizlere verilmiş en güzel nimetlerden biridir çocuklar.
İnanan - inanmayan herkes için geçerlidir bu ayet.
Tüm insanlığı kabullendiği bir ayet.
Çocuklar çiçektir.
Çocuklar melektir.
Çocuklar dünya hayatının en güzel süsüdür.
***
Günlerdir, yüreğimiz yanıyor.
Öylesine büyük vahşetler yaşıyoruz ki, inanmak, acısına katlanmak mümkün değil.
İnsanlık ayıbı desek yetersiz kalır.
Vahşet desek yetersiz kalır.
Küfür etsek yetersiz kalır.
Elimize geçirip lime lime doğrasak yüreklerimizdeki yangın yine de sönmez.
Kars'ta bir vahşet yaşandı.
9 yaşında bir melek önce tecavüze uğradı.
Sonra işkence edildi.
Yetmedi kafası taşma ezildi
Ve sonunda o vahşi yaratık o meleği elleriyle boğarak öldürdü.
***
Kaç gündür yazmaya bile utandım.
Şu satırları yazmak bile bana işkence gibi geliyor.
O melek yüzlü Mert'in tebessümü gözümün önünden gitmiyor.
Kars ayağa kalkmış durumda.
Esnaf kepenk kapattı.
Öğrenciler okullara gitmiyor.
Halk her gün protesto yürüyüşleri yapıyor.
Katil bulunsun cezası idam olsun deniliyor.
Küçük Meleğimizin katilinden halen haber yok.
Hiç bir iz bulunamadı.
Utancımız,
Yürek yangımız devam ediyor.
***
9 Yaşındaki melek yüzlü Mert'in acısını yaşarken yeni bir haber ilişti gözüme.
Yine bir melek.
12 yaşında bir kız çocuğu.
Tecavüze yeltenen deyyus bu kez suçüstü yakalanıyor.
Öyle bir savunma yapılıyor ki, aklımızdan şüphe ediyoruz.
Tecavüzcü "mağdur" olduğunu söylüyor.
Bir heyet, 12 yaşındaki çocuğun bu tecavüzden dolayı "ruh ve beden sağlığında bozulma olmadığı" olmadığı ve tecavüzcü deyyusun cezasını hafifletme yönünde rapor verebiliyor.
Yazıklar olsun.
Yazıklar olsun.
Yazıklar olsun...
Bir tecavüzcünün "iyi hal"den ceza indirimi aldığı bir hukuk sisteminde bunlar şaşırtıcı olmamalıydı.
***
Bitmiyordu bu çocuk tecavüzü haberleri
Hemen ertesi gün bir haber daha.
Yine 12 yaşında bir erkek çocuk.
12 Yaşında bir melek.
Günahsız, tertemiz, saf...
Dünyanın en güzel süslerinden biri.
Anne-babası ayrıldığı için devlet tarafından koruma altına alınmış.
Dayısı denen kahpe, çocuğu hafta sonları kaldığı yurttan alıp gezmeye götürüyor.
Her seferinde çocuk tecavüze maruz kalıyor.
Sadece o gavat değil, arkadaşlarını da toplayıp onlara da tecavüz ettiriyor.
***
Daha fazla yazamayacağım.
Burası "dindar nesiller yetiştireceğiz" nutuklarının atıldığı bir ülke değil miydi yahu!
Burası kız-erkek öğrencilerin aynı merdiveni kullanması bile sakıncalı görülen bir ülke değil miydi?
Bu insanlık dışı olaylar bizim bildiklerimiz.
Ya bilmediklerimiz?
korkudan sesini çıkaramayan o melekler?
Kim bilir kaç melek böylesi bir vahşete maruz kalıyor da korkudan sesini çıkaramıyor.
Bırakın artık nutuklar atmayı.
İnsanları ayrıştırmayı bırakın.
İnsanların yüreklerine kin ve nefret tohumları atmayı bırakın.
Şu deyyusları hadım mı edeceksiniz, idam mı edecekseniz?
Ne yapacaksanız yapın.
Bizi bu utançtan kurtarın artık!
Ulu Tanrımız Allah-ü Teala onları belli bir yaşa gelene kadar melekler kadar temiz, melekler kadar saf yaşamakla ödüllendirmiştir.
Çocuklar çiçektir.
Allah-ü Teala Kehf suresi 46. Ayet-i Kerimesi'nde;
"Çocuklar dünya hayatının süsüdür" buyurmaktadır.
Yani dünya hayatında bizlere verilmiş en güzel nimetlerden biridir çocuklar.
İnanan - inanmayan herkes için geçerlidir bu ayet.
Tüm insanlığı kabullendiği bir ayet.
Çocuklar çiçektir.
Çocuklar melektir.
Çocuklar dünya hayatının en güzel süsüdür.
***
Günlerdir, yüreğimiz yanıyor.
Öylesine büyük vahşetler yaşıyoruz ki, inanmak, acısına katlanmak mümkün değil.
İnsanlık ayıbı desek yetersiz kalır.
Vahşet desek yetersiz kalır.
Küfür etsek yetersiz kalır.
Elimize geçirip lime lime doğrasak yüreklerimizdeki yangın yine de sönmez.
Kars'ta bir vahşet yaşandı.
9 yaşında bir melek önce tecavüze uğradı.
Sonra işkence edildi.
Yetmedi kafası taşma ezildi
Ve sonunda o vahşi yaratık o meleği elleriyle boğarak öldürdü.
***
Kaç gündür yazmaya bile utandım.
Şu satırları yazmak bile bana işkence gibi geliyor.
O melek yüzlü Mert'in tebessümü gözümün önünden gitmiyor.
Kars ayağa kalkmış durumda.
Esnaf kepenk kapattı.
Öğrenciler okullara gitmiyor.
Halk her gün protesto yürüyüşleri yapıyor.
Katil bulunsun cezası idam olsun deniliyor.
Küçük Meleğimizin katilinden halen haber yok.
Hiç bir iz bulunamadı.
Utancımız,
Yürek yangımız devam ediyor.
***
9 Yaşındaki melek yüzlü Mert'in acısını yaşarken yeni bir haber ilişti gözüme.
Yine bir melek.
12 yaşında bir kız çocuğu.
Tecavüze yeltenen deyyus bu kez suçüstü yakalanıyor.
Öyle bir savunma yapılıyor ki, aklımızdan şüphe ediyoruz.
Tecavüzcü "mağdur" olduğunu söylüyor.
Bir heyet, 12 yaşındaki çocuğun bu tecavüzden dolayı "ruh ve beden sağlığında bozulma olmadığı" olmadığı ve tecavüzcü deyyusun cezasını hafifletme yönünde rapor verebiliyor.
Yazıklar olsun.
Yazıklar olsun.
Yazıklar olsun...
Bir tecavüzcünün "iyi hal"den ceza indirimi aldığı bir hukuk sisteminde bunlar şaşırtıcı olmamalıydı.
***
Bitmiyordu bu çocuk tecavüzü haberleri
Hemen ertesi gün bir haber daha.
Yine 12 yaşında bir erkek çocuk.
12 Yaşında bir melek.
Günahsız, tertemiz, saf...
Dünyanın en güzel süslerinden biri.
Anne-babası ayrıldığı için devlet tarafından koruma altına alınmış.
Dayısı denen kahpe, çocuğu hafta sonları kaldığı yurttan alıp gezmeye götürüyor.
Her seferinde çocuk tecavüze maruz kalıyor.
Sadece o gavat değil, arkadaşlarını da toplayıp onlara da tecavüz ettiriyor.
***
Daha fazla yazamayacağım.
Burası "dindar nesiller yetiştireceğiz" nutuklarının atıldığı bir ülke değil miydi yahu!
Burası kız-erkek öğrencilerin aynı merdiveni kullanması bile sakıncalı görülen bir ülke değil miydi?
Bu insanlık dışı olaylar bizim bildiklerimiz.
Ya bilmediklerimiz?
korkudan sesini çıkaramayan o melekler?
Kim bilir kaç melek böylesi bir vahşete maruz kalıyor da korkudan sesini çıkaramıyor.
Bırakın artık nutuklar atmayı.
İnsanları ayrıştırmayı bırakın.
İnsanların yüreklerine kin ve nefret tohumları atmayı bırakın.
Şu deyyusları hadım mı edeceksiniz, idam mı edecekseniz?
Ne yapacaksanız yapın.
Bizi bu utançtan kurtarın artık!
10 Nisan 2014 Perşembe
Beyoğlu'nda "ÖCÜ SİYASETİ" Kazandı, Beyoğlu halkı kaybetti...
Beyoğlu'nda oldukça ilginç bir seçim süreci ve sonucu yaşadık.
10 Yıldır görev yaptığı Beyoğlu'nda kendi tabanı tarafından bile istenmeyen adam ilan edilen Ahmet Misbah Demircan'ın oylarını arttırarak yeniden kazanması 10 yıldır Beyoğlu'na büyük hizmetler yaptığı anlamına gelmiyor.
2 dönemdir görev yaptığı Beyoğlu'nu yaşamaya layık bir yer olarak bile görmeyen Demircan'ın bu kadar önemli bir fark atarak kazanmasının belli nedenleri var.
Bu nedenlere şöyle bir göz attığımız vakit belirgin olarak iki sebep öne çıkıyor.
1. Recep Tayyip Erdoğan faktörü
2. Öcü siyaseti.
***
2002'den bu yana Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı her işin, söylediği her sözün doğru olduğuna sorgusuz sualsiz inanan büyük bir halk kitlesi oluştu.
Bu kitleyi oluşturmak büyük bir maharet.
Bu gerçeği inkar etmek mümkün değil.
Halkımız inanmak istemediğine, akıl ve mantığının kabul etmediğine bile "Tayyip yapıyorsa, Tayyip söylüyorsa vardır bir bildiği" tarzında bir düşünce ile kabul gösterebiliyor.
Hal böyle olunca Recep Tayyip Erdoğan kimi işaret ederse o seçilmek zorundadır.
Beyoğlu'nda da bu gerçek değişmedi.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)'nin temayül yoklamalarında bile en alt sıralarda kalan A. Misbah Demircan bu sayede oylarını arttırarak seçimi kazandı.
***
Bir diğer önemli faktör de AKP'nin yürüttüğü "öcü siyaseti"...
Yıllar önce CHP'nin yürüttüğü bu öcü siyaseti bu kez CHP'ye yöneldi.
Bilenler bilir.
Anımsayınız...
CHP yıllarca din eksenli siyaset yürütenleri öcü olarak gösterdi millete.
"Bunlar gelirse laiklik elden gider"
"Bunlar gelirse kadınları evlere kapatırlar"
"Bunlar gelirse rakı içenleri idam ederler"
"Bunlar gelirse Cuma günleri tatil olur, namaz kılmayanları hapse atarlar"
Bu tarz nice söylem ortaya atmıştı CHP vakti zamanında.
Bu öcü siyaseti sayesinde zaman zaman merkez sağ ve milliyetçi kesimin oylarına da talip olmuşlardı.
***
Gün geldi devran döndü öcü siyaseti bu kez de CHP üzerinden yapılmaya başlandı.
30 Mart 2014 seçimlerinde AKP'nin öcüsü CHP oldu.
"Bize oy vermezseniz CHP gelir"
"CHP gelirse başörtüsü yeniden yasak olur"
"CHP gelirse her tarafı çöp götürür"
"CHP gelirse camiler ahır olur"
Ve daha bir çok söylemle CHP bir öcü olarak gösterildi.
Halkımız düşünmekten erinen bir halk.
Kim daha etkili söylerse ona inanmayı daha kolay görüyor.
Hakkını yemeyelim başbakan bu konuda çok mahir.
AKP'liler de din ekseninde söyledikleri her şeye halkı inandırabiliyorlar.
Hiç kimse "Yahu arkadaş İzmir'de CHP var acaba İzmir'de çöpler toplanmıyor mu?" diye kendi kendine soran olmaz.
***
Öcü siyaseti Beyoğlu'nda da çok etkili oldu.
Özellikle MHP ve SP seçmenine yönelik olarak "Osman GÜR'e oy verirseniz CHP kazanır, Mustafa Kaya'ya oy verirseniz CHP kazanır" tarzındaki kara propaganda söylemleri ile her iki partinin de oylarını çalmayı başardılar.
Her iki partininde geçtiğimiz dönemdeki oyları ile bu dönemdeki oylarını kıyasladığımız vakit aradaki farkın AKP hanesine yazıldığını görebiliyoruz.
Hem MHP seçmeni hem de SP seçmeni bu öcü siyasetinin rüzgarına kapılıp CHP gelmesin diye istemeyerek de olsa AKP'ye oy verdi.
Ancak şunu düşünemediler.
Beyoğlu için bugüne kadar bir kaç sokak ve meydan düzenlemesi ile sokakları süpürmekten başka hiç bir iş yapmayan, bir nikah salonu bile yapamayan bir belediye başkanına karşı kendi partilerinden en az 3-4 tane Meclis Üyesi sokarak bu kötü gidişe dur diyebilirlerdi.
CHP de gelmiş olsa meclisde kendilerini temsil eden birileri olabilirdi.
***
Bana göre bu seçimlerde kaybeden sadece Beyoğlu halkı oldu.
Bugüne kadar sadece rant lobisine hizmet eden, kentsel dönüşüm adı altında zenginlerin daha da zenginleşmesi üzerine projelere imza atan Misbah Demircan bir 5 sene daha bu hizmetlerine devam edecek.
Bunun karşısında, Beyoğlu'nda seçimlere ciddi anlamda tek proje ile çıkan, hazırladığı tüm projeleri sadece halka hizmet amacı taşıyan tek aday MHP'li Osman GÜR büyük bir çoğunluğun istemesine rağmen büyük bir hüsran yaşadı.
Bu hüsranın asıl muhatabının Beyoğlu halkı olduğunu halkımız ilerleyen zamanlarda çok daha iyi anlayacaktır.
10 Yıldır görev yaptığı Beyoğlu'nda kendi tabanı tarafından bile istenmeyen adam ilan edilen Ahmet Misbah Demircan'ın oylarını arttırarak yeniden kazanması 10 yıldır Beyoğlu'na büyük hizmetler yaptığı anlamına gelmiyor.
2 dönemdir görev yaptığı Beyoğlu'nu yaşamaya layık bir yer olarak bile görmeyen Demircan'ın bu kadar önemli bir fark atarak kazanmasının belli nedenleri var.
Bu nedenlere şöyle bir göz attığımız vakit belirgin olarak iki sebep öne çıkıyor.
1. Recep Tayyip Erdoğan faktörü
2. Öcü siyaseti.
***
2002'den bu yana Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı her işin, söylediği her sözün doğru olduğuna sorgusuz sualsiz inanan büyük bir halk kitlesi oluştu.
Bu kitleyi oluşturmak büyük bir maharet.
Bu gerçeği inkar etmek mümkün değil.
Halkımız inanmak istemediğine, akıl ve mantığının kabul etmediğine bile "Tayyip yapıyorsa, Tayyip söylüyorsa vardır bir bildiği" tarzında bir düşünce ile kabul gösterebiliyor.
Hal böyle olunca Recep Tayyip Erdoğan kimi işaret ederse o seçilmek zorundadır.
Beyoğlu'nda da bu gerçek değişmedi.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)'nin temayül yoklamalarında bile en alt sıralarda kalan A. Misbah Demircan bu sayede oylarını arttırarak seçimi kazandı.
***
Bir diğer önemli faktör de AKP'nin yürüttüğü "öcü siyaseti"...
Yıllar önce CHP'nin yürüttüğü bu öcü siyaseti bu kez CHP'ye yöneldi.
Bilenler bilir.
Anımsayınız...
CHP yıllarca din eksenli siyaset yürütenleri öcü olarak gösterdi millete.
"Bunlar gelirse laiklik elden gider"
"Bunlar gelirse kadınları evlere kapatırlar"
"Bunlar gelirse rakı içenleri idam ederler"
"Bunlar gelirse Cuma günleri tatil olur, namaz kılmayanları hapse atarlar"
Bu tarz nice söylem ortaya atmıştı CHP vakti zamanında.
Bu öcü siyaseti sayesinde zaman zaman merkez sağ ve milliyetçi kesimin oylarına da talip olmuşlardı.
***
Gün geldi devran döndü öcü siyaseti bu kez de CHP üzerinden yapılmaya başlandı.
30 Mart 2014 seçimlerinde AKP'nin öcüsü CHP oldu.
"Bize oy vermezseniz CHP gelir"
"CHP gelirse başörtüsü yeniden yasak olur"
"CHP gelirse her tarafı çöp götürür"
"CHP gelirse camiler ahır olur"
Ve daha bir çok söylemle CHP bir öcü olarak gösterildi.
Halkımız düşünmekten erinen bir halk.
Kim daha etkili söylerse ona inanmayı daha kolay görüyor.
Hakkını yemeyelim başbakan bu konuda çok mahir.
AKP'liler de din ekseninde söyledikleri her şeye halkı inandırabiliyorlar.
Hiç kimse "Yahu arkadaş İzmir'de CHP var acaba İzmir'de çöpler toplanmıyor mu?" diye kendi kendine soran olmaz.
***
Öcü siyaseti Beyoğlu'nda da çok etkili oldu.
Özellikle MHP ve SP seçmenine yönelik olarak "Osman GÜR'e oy verirseniz CHP kazanır, Mustafa Kaya'ya oy verirseniz CHP kazanır" tarzındaki kara propaganda söylemleri ile her iki partinin de oylarını çalmayı başardılar.
Her iki partininde geçtiğimiz dönemdeki oyları ile bu dönemdeki oylarını kıyasladığımız vakit aradaki farkın AKP hanesine yazıldığını görebiliyoruz.
Hem MHP seçmeni hem de SP seçmeni bu öcü siyasetinin rüzgarına kapılıp CHP gelmesin diye istemeyerek de olsa AKP'ye oy verdi.
Ancak şunu düşünemediler.
Beyoğlu için bugüne kadar bir kaç sokak ve meydan düzenlemesi ile sokakları süpürmekten başka hiç bir iş yapmayan, bir nikah salonu bile yapamayan bir belediye başkanına karşı kendi partilerinden en az 3-4 tane Meclis Üyesi sokarak bu kötü gidişe dur diyebilirlerdi.
CHP de gelmiş olsa meclisde kendilerini temsil eden birileri olabilirdi.
***
Bana göre bu seçimlerde kaybeden sadece Beyoğlu halkı oldu.
Bugüne kadar sadece rant lobisine hizmet eden, kentsel dönüşüm adı altında zenginlerin daha da zenginleşmesi üzerine projelere imza atan Misbah Demircan bir 5 sene daha bu hizmetlerine devam edecek.
Bunun karşısında, Beyoğlu'nda seçimlere ciddi anlamda tek proje ile çıkan, hazırladığı tüm projeleri sadece halka hizmet amacı taşıyan tek aday MHP'li Osman GÜR büyük bir çoğunluğun istemesine rağmen büyük bir hüsran yaşadı.
Bu hüsranın asıl muhatabının Beyoğlu halkı olduğunu halkımız ilerleyen zamanlarda çok daha iyi anlayacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)