28 Temmuz 2013 Pazar

PYD - AKP İşbirliği Nedir?

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki;
Haber alma özgürlüğümüz yok...
Doğru bilgilenme özgürlüğümüz yok...
Medya kör sağır dilsiz...
Ülkemizde ne oluyor?
Ne dolaplar dönüyor hiç haberimiz yok!
Medya, AKP izin verdiği kadar haber yapabiliyor!
AKP'nin hoşlanmayacağı haberler hiç görülmüyor, yazılmıyor, söylenmiyor...
Üç Maymun taktiği yani...
Haber Masaları'nda haberler değerlendirilirken artık sadece ikiye ayrılıyor gündemdeki olaylar;
AKP'nin seveceği haberler,
AKP'nin sevmeyeceği haberler...
Birinci seçenek manşetlere,
İkinci seçenek çöp kutularına...
***
Allah'tan tamamen susturulamadı ülkemizde medya...
İnternet medyası var...
Bir kaç satılamayan medya kuruluşu ve gazeteci var da onların sayesinde bazı bilgileri edinebiliyoruz...
Örneğin geçtiğimiz günlerde bir konuk geldi ülkemize...
Önce Ankara'ya gelmiş...
Görüşmeler yapmış sonra da İstanbul'a gelmiş...
Havaalanlarından VIP karşılama yapılıp, özel araçlarla alınmış bu zat-ı muhterem...
Kim bu konuk?
Ülkemizi yıllardır kan  gölüne çeviren,
Köyleri yakıp yıkan,
Kundaktaki bebekleri dahi katleden PKK'nın Suriye şubesi PYD'nin lideri...
Durumun vehameti böyle...
PKK'nın uzantısı, şubesi gelip ülkemizde birileriyle görüşüyor...
Kimlerle görüşüyor bilmiyoruz!
Ne görüşüyor bilmiyoruz!
Neden görüşüyor bilmiyoruz!
***
Sonra bir açıklama yapıyor, bu insan evladı!
Bebek katili,
Eli kanlı terör örgütü lideri Ankara ve İstanbul'da yaptığı görüşmelerle ilgili basın açıklaması yapıyor...
"Görüşmelerimiz son derece olumlu geçti. Türk Dışişleri'nin daveti üzerine geldim ve görüşmeler yaptım. Dışişleri yetkilileri bizi haklı buluyor. Bize insani yardım sözü verdiler" özetinde açıklamalarda bulunuyor...
AKP hükümeti ise, suskun...
Adeta böyle bir olay yaşanmamış gibi davranıyor...
AKP medyası da aynı suskunluğunu sürdürüyor...
Ülkemizi kana bulayan bir terör örgütü ile sınırımızın öte yanında bir devlet kurmaları için görüşmeler yapılıyor ve AKP hükümeti buna destek oluyor...
Bilmiyorum AKP seçmeni bu durumun vehametini algılayabiliyor mu?
Bundan böyle AKP'ye oy vermek bölünmeye oy vermekle eş anlamlı olacaktır...
AKP'nin tavrı çok açık olarak belli olmuştur...
Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanı olarak Ortadoğu'nun haritasının yeniden çizilmesinde etkin bir rol verilmiş AKP'ye ve AKP de bu rolünü layıkıyla oynuyor...

26 Temmuz 2013 Cuma

Her şey yalan tek gerçek sandık!

Zaman hızla akıp gidiyor...
Akıp giden zamanla birlikte değerlerimizde yok oluyor...
Tıpkı azgın bir sele yakalanmış gibiyiz...
Özelleştirme adı altında 80 yıllık ekonomik değerlerimiz talan edildi...
Cumhuriyetimizin bütün ilkeleri ayaklar altına alındı....
Kadınlarımızın sokağa çıkıp çıkmayacağı, nasıl çıkabilecekleri tartışılmaya başlandı...

Misak- ı Milli sınırlarımız ihlal edilmeye başlandı...
Ülkemizin bir bölgesi Kuzey kürdistan olarak adlandırılmaya başlandı...
Türk Bayrağı'nın adının değiştirilmesi gündeme getirildi...

Tabelalardan TC ibareleri silindi...
Anayasa'dan TÜRK kelimesinin çıkarılması tartışılıyor...
Cumhuriyetin kurucu unsurları yok sayılmaya çalışılıyor...
***
Gazeteciler yandaş,

Gazeteler sahibinin sesi oldu...
Bir çok konuda doğru haber alma imkanımız kalmadı...
Yargı bağımsız değil...
Polis bağımsız değil...
Basın bağımsız değil...
Devletin ve toplumun tüm unsurları AKP bağımlısı haline geldi...
Sanatçılarımız bile yeri geldi diz çöküp el öptü...
Hasılı kelam bir karanlık uçuruma doğru gidiyoruz...
Hükümet yaptığı icraatlarla ülkemizi bölünmenin eşiğine getirdi...
***
Pekala biz ne yapacağız...
Aslında yapılması gereken son derece basit...
Bir günümüzü feda edeceğiz...
Tek bir gün...
Gerekirse o gün aç kalacağız...
Sigara içmeyeceğiz...
Susuz kalacağız...
Çay içmeyeceğiz...
Sadece sandığımıza ve oylarımıza sahip ççikacağız...
Bir kereye mahsus bir fedakarlık yapacağız....
Sandığa gitmeyen milyonlar olarak sandığa gidip oy kullanacağız...
***
Bir kereye mahsus oylarımızı CHP ya da MHP'ye emanet edeceğiz...
Cumhuriyeti korumak adına,
Bölünmeye dur demek adına bir kere olsun oylarımızı baraj altında bırakmayacağız...
MHP ve CHP yönetimlerini halkın istediği adayları gösterme konusunda baskı kuracağız...
Bu kez liderlerin değil halkın istediği adayların seçilmesini sağlayacağız...
Çok zor değil bu dediklerimiz...
Gezi ruhunu düşünelim...
Gezi ruhu küllenmeden sandığa yansırsa,
Siyasi alana yansırsa bu dediklerimizin ne kadar kolay olduğunu göreceğiz...
AKP'nin gündem oyunlarına gelmeden sadece ve sadece seçim için çalışırsak,
Sandık başlarında görev alırsak,
O ünlü orantısız zekayı sandık başında kullanırsak,

Yeniden Atatürk Türkiye'sinin yolu aydınlanacaktır...
Aksi takdirde yine karanlığa mahkum olacağız...

***
Güçlünün ve güçlüden yana olanların iktidarına son vermek için,
Orantısız zeka sahibi tüm çapulcu ve kemirgenler,

Sandık başı görevi almak için MHP ya da CHP'ye müracaat etmelidirler...
Yıllardır bu partilere hizmet verenler de Mart 2014 seçimlerinde sandığa daha bir güçlü sahip çıkamalıdırlar...
Önümüzde bir seçim var;
Ya karanlığı seçeceğiz, ya da aydınlığı...

24 Temmuz 2013 Çarşamba

BJK maçlarını Kasımpaşa'da oynarsa !?...

Bu devlet büyüklerini anlamak mümkün değil...
Gözleri kendilerinden başka hiç kimseyi görmüyor...
En iyi onlar bilirler...
En iyi onlar görürler...
En iyi onlar işitirler...
En iyi onlar düşünürler...
En iyi onlar karar verirler...
Halk mı!?
Halk ise, sadece onları seçerler ve vergileriyle beslerler...
Türkiye'de halkın bundan öte bir işlevi yok...
Halk sadece seçim zamanı ve vergi zamanı adam yerine konur...
Bunun dışında halk, vatandaş, millet tam bir HİÇtir...
***
Ülkemiz bir çok sorun ile boğuşuyor...
Bu sorunlardan biri de "futbolda şiddet!"
Devlet aldığı tüm önlemlere rağmen şiddete son veremiyor...
Daha çok kısa bir süre öncesinde,
Kulüp başkanlarının,

Futbolcularının,
Medyanın el birliğiyle gerdiği bir ortamda

Gencecik bir evladımızı futbol şiddetine kurban verdik...
Yine de akıllanmıyoruz...
Bizi yönetenler,

Futbolu yönetenler,
Taraftarın futbolda en önemli unsur olduğu gerçeğini bir yana bırakarak abuk subuk kararlar almaya devam ediyorlar...
20 Yaşında öldürülen Burak Yıldırım'ın acısı ülkemizdeki futbol şiddetini bir nebze olsun küllendirmişken;
Taraftarın ikazlarına rağmen BJK'nin maçlarının Kasımpaşa Stadı'nda oynanması konusundaki ısrarı anlamak mümkün değil...
Cümle alem biliyor ki;
BJK taraftarları arasında Kasımpaşa taraftarları ile tarihi bir husumete sahip olan Karagümrük taraftarları var.
BJK ve Kasımpaşa taraftarları arasında da son yıllarda gelişen bir husumet var...
Böylesi bir ortamda hem Kasımpaşa taraftarının, hem de BJK taraftarının ikazlarına rağmen BJK'nin maçlarını Kasımpaşa'da oynaması için ısrar edilmesi gerçekten akıl işi değil...
***
Her iki takımın taraftarı da bu kararı alanları uyarıyor...
Kasımpaşa taraftarı yürüyüşler düzenliyor...
BJK taraftarı açıklamalar yapıyor...
Ama kimsenin tınladığı yok...
Çünkü Allah muhafaza bu karar sonrasında Kasımpaşa'da meydana gelmesi muhtemel bir olayda yaralanan ya da hayatını kaybeden çocuğun adı onların çocuklarının adı olmayacak...
Halk'ın evladı pisi pisine yaralanacak ya da hayatını kaybedecekmiş...
Kimin umurunda!
Bir kere olsun şu milletin sesine kulak verin...
Bu karar ile hem küllenmiş şiddeti körükleyecek;
Hem de üç camia arasında soğumaya başlamış bir husumet ateşini yeniden yakacaksınız...
Ceylan derisi koltuklarınızda oturup, o kulüplerin tek varlık sebebi olan taraftarı yok saymanız bu millete daha büyük acılar yaşatacaktır...
Burdan bir kere de biz uyarıyoruz....
Şu takımlı bu takımlı olarak değil;
Futbolda yaşanan acıların tarafı olarak uyarıyoruz...
Bu kararınızı acilen geri çekin ve yaşanması muhtemel acıların önünü kesin!

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Gezi Eylemleri'nin meyveleri nerede toplanacak?

Gezi eylemleri, bizlere büyük acılar yaşatmasına rağmen büyük bir umut oldu.
5 gencimiz öldürüldü.
1 Polis memuru hayatını kaybetti...
14 kişi gözünü kaybetti...
Halen tedavi gören ağır yaralılar var...

Ve binlerce hayati tehlikesi bulunmayan yaralı...
Ve tabii büyük maddi kayıplar...
Bu bilanço hepimize büyük acılar yaşattı ve yaşatmaya devam ediyor...
Ancak bu acıların ardından bir umut ışığı doğdu...
10 yılı aşkın zamandır, halktan aldığı gücü halka karşı kullanan AKP iktidarının çok kolay bir şekilde sona erdirilebileceği umudu...
Halkın yüzde 40'ından aldığı gücü geri kalan yüzde 60'a bir baskı unsuru olarak kullanan AKP iktidarı Gezi Ruhu'nun önümüzdeki yıl yapılacak yerel seçimlere kadar sürmesi durumunda sona erecektir.
***

Hükümet, bu gerçeği gördüğü için başından beri eylemleri itibarsızlaştırma girişimlerini fütursuzca sürdürüyor...
AKP'de fütursuzca iftiraların en usta kişisi olan Melih Gökçek başta olmak üzere tüm yandaş medya elbirliğiyle halkın nazarında Gezi eylemlerini itibarsızlaştırmak için olmadık yollara başvuruyorlar.
Başbakanın kendisi bile dayanaksız söylemler ile bu eylemleri kendi tabanı nazarında itibarsızlaştırmak için elinden geleni ardına koymadı...

"Camide içki içtiler ve seks yaptılar" sözlerinin görüntülerini yayınlayacaklarını söylediler yalan çıktı?
Bir bira kutusunu eylemciler çıktıktan sonra farklı yerlere koyup fotoğraflarını çekmek ve insanları kandırmaya çalışmak ne derece etiktir bilemiyoruz...
Ha bir de bir adamın kız arkadaşını ya da karısını teselli etmek, korkmaması gerektiğini söylemek amacıyla öpmesi de camide seks yapmak anlamına geliyorsa onu da bilemiyoruz...
Demek ki, seks kavramına bakış açısı önemli...
Başbakan bir de kendisi tv ekranlarına zıkıp "Benim başörtülü bacıma linç girişiminde bulundular, üstelik kucağında 6 aylık bebeği vardı ve 70-100 kişilik bir gurup bu bacıma linç girişiminde bulundular, bunun da görüntüleri var bir kaç güne kadar yayınlayacağız" dedi...
Fakat haftalar geçti halen görüntüler yok...
Bu örneklerden de çok iyi anlıyoruz ki, hükümet Gezi eylemlerinden fena korkmuş durumda...
***
Hükümet korkmakta haksız değil....
Çünkü ülkemizde belki de ilk defa böylesine büyük bir halk hareketi gerçekleşti...
Bazı küçük siyasi gurupları gözardı edersek, bu eylemlere destek veren, bizzat katılan vatandaşlar siyasi görüşlerini bir kenara bırakarak tamamen hükümetin ayrıştırıcı, bölücü ve baskıcı politikalarına karşı sokaklara çıktı...
Üstelik bu çapulcuların büyük bir çoğunluğu mevcut siyasi oluşumları yeterli bulmayarak sandık başına gitmeyen ve sayıları 10-14 milyon arasında olduğu belirtilen kişilerden oluşuyor...
Bu kişilerin sandığa gitmeye karar vermesi elbette sadece ve sadece iktidar partisi AKP'yi sıkıntıya sokacaktır...
Kime oy verecekleri belli olmayabilir ama kime oy vermeyecekleri kesinlikle bellidir...
Bu nedenledir AKP'nin korkusu ve bu telaşı...
AKP bu eylemlerden gerekli mesajı almıştır...
Olayların hemen başlangıcında Bülent Arınç ve Abdullah Gül tarafından ortaya konulan "mesaj alınmıştır" tutumu da bunu açıkça ortaya koymaktadır.
***
Şimdi önemli olan AKP dışında iktidara en yakın olan iki partinin, yani MHP ve CHP'nin bu mesajı alıp almadığı konusudur...
Mart 2014'te Türkiye tarihinin en önemli seçimlerinden birine tanıklık edecek.
MHP ve CHP de bu seçimin en önemli unsurları olarak karşımızda durmaktadırlar.
Her iki partimizin de halkımızın umudu olup olamadığını halen anlayabilmiş değiliz...
Gezi eylemlerinde iktidar partisine isyan ederek sokaklara dökülen halkın AKP'yi istemediği çok açık...
Fakat AKP'nin alternatifi olarak hangi partiyi görüyorlar o henüz belirgin değil...
Eylemler sonrasında yapılan anketlerin büyük bir çoğunluğunda mevcut siyasi tablo büyük bir değişikliğe uğramamış görünüyor...

Hemen hemen tamamında AKP bir oy kaybına uğramış gibi görünse de, bu baskıcı iktidarın net bir şekilde oy kaybı görünmüyor...
Bunun sebebi AKP'nin yürüttüğü din eksenli politika olmakla beraber muhalefetin sokaktaki vatandaşı ve özellikle de sandığa gitmemeyi tercih edenleri sandığa çekecek ve kendilerine oy vermelerini sağlayacak icraatları ortaya koyamamış olmalarından kaynaklanmaktadır.
Seçimlere az bir zaman kalmış olmasına rağmen, her iki muhalefet partisinde de bir seçim havası hissedemiyor vatandaş...
***
Partilerin kendilerine göre bir seçim takvimi var ve bu takvime göre hareket edecekler elbette...
Ancak sokaktaki vatandaşın takvimi yok...
Halk her iki partiden de bir an önce harekete geçmelerini bekliyor...
Halkımız öncelikle bu partilerden bir birlik ve beraberlik gösterisi istiyor...
Halkımız her iki parti içinde geçerli olan "iç çekişmelerin" sona erdiğini ve artık sadece vatandaşın sorunlarıyla, ülkenin sorunlarıyla ilgileneceklerini görmek istiyor...
Halk yerel seçimlerde kendi arzu ettiği adaylara oy vermek istiyor...
Halk artık parti genel başkanlarının değil, kendi istedikleri adaylara oy vermek istiyor...
Partiler bu uzun süreçte en azından adayları belirleme konusunda bir halk yoklaması yapabilirler...
Belediye başkan adaylarına aday oldukları kent için gerekli projeleri hazırlamak için gerekli zaman verilmelidir.
Özellikle CHP'nin kazanması muhtemel olan İstanbul ile MHP'nin kazanması muhtemel olan Ankara'da halkın arzu ettiği adayların halen belirsizliğini koruması her iki parti için de bir handikaptır...
Aslında ülkemiz için bir handikaptır...
***
Artık hem CHP hem de MHP "Gezi eylemlerinin verdiği mesajı aldık" demeleri ve bunun gereğini yapmaları gerekmektedir...
Gezi eylemleri büyük acılarla bezenmiş kutlu bir fidana benzemektedir...
Bu fidan halk tarafından ekilmiş, yeşertilmiş ve meyve vermeye hazır hale getirilmiştir...
Bu ağacın meyvelerinin toplanma zamanı da 2014 Mart'ı...
Bu tarihe kadar size emanet edilen bu fidanı ya büyütüp geliştirip meyvelerini toplayacaksınız;
Ya da gereken ilgi ve alakayı göstermeyip kurutacaksınız...
Artık tercih bu iki parti yönetiminindir...

19 Temmuz 2013 Cuma

Şimdi oyunları bozma vakti...

Yeni mi başladı sanki bu oyunlar?
10 yıl önce?

50 yıl önce?
100 yıl önce?
1000 yıl önce?
Hep yok muydu bu tarz oyunlar?
Dini bir,
Allah'ı bir,
Peygamber'i bir olanları aşama aşama ayrıştırıp bölmediler mi!?
Osman'ı katlettiler...
Oyuna geldik dediler...
Hasan'ı katlettiler...
Oyuna geldik dediler...
Ali'yi katlettiler...
Oyuna geldik dediler...
Kerbela'da önce Hüseyin'i, sonra Ehl-i Beyt'i katlettiler...
Oyuna geldik dediler...
Ne bitmek tükenmek bilmez bir oyunmuş...
Oyunun senaryosunu yazanlar hep aynı...
O günler de de "dış güçler" idi senaryo yazarı...
Bugün de aynı deyyus!
***
Mezheplere ayırdılar önce...
Sonra tarikatler..
Tarikatler de ayrıştırıldılar kendi içlerinde...
Hocaefendiler, cemaatler...
Bölündükçe bölündük...
Büyük acılar yaşadık...

Acıları yaşayan da bizdik,
Acıları yaşatan da...
Sonradan anlıyoruz hep...
Yine oyuna geldik!...
Cihan imparatorluğu kurduk...
Ama yine oyuna geldik..
Haçlı Ordusu kuşatmışken hilafet devletini dört bir yandan,
İlk hançeri yedik Araplardan...
Hep oyuna geldik...
Senaryoyu yazıp elimize tutuşturdular,
Allah için biz de hilesiz oynadık rollerimizi...
Acılarımıza acılar kattık...
***
Efendim biz de bir "atalar sözü" vardır;
"Lafın uzunu aptala anlatılır" derler...
Yüzlerce yıl evvelinden bugünlere geldik...
Ama yine oyunlara geldik...
Oyunlar oynanıyor üzerimize...
Bin yıllık kardeşlik sanki 10 bin yıllık kan davası gibi sürüldü önümüze...
30 yıl uğraştılar da yine bir kan davası çıkaramadılar oyunun içinden...
Birbirine kırdırıp Anadolu insanını bin yıllık intikamı almaktı aslında amaçları...
Ama bin yıllık kardeşliği yıkamadılar...
Bu kez oyun bozuldu...
Oyunlar bitmiyor bozulacak çok oyun var daha önümüzde...
Senaristler çoğaldı,

Senaryolar çoğaldı...
Ama artık bazı oyuncular senaryoları beğenmiyor...
"Ben bu oyunu bozarım arkadaş" diyen çapulcular türediler...
Orantısız zekaları ile oyunları bir bir bozuyorlar...
Senaristler boş durmuyor...
Yazdıkça yazıyorlar...
Orantısız zeka sahibi çapulcular bu kez temkinli...
Bu kez hazırlıklı oyuncular...
Belki artık senaryoları da kendileri yazacaklar gayrı...
***
Artık bütün oyunları bozma vaktimiz geldi...
Vatanını, yurdunu sevenler;
BİR olmalı, düşmana karşı DİRİ olmalı gayrı...
Mustafa Kemal Atatürk'ün başlattığı devrim hareketi, belli ki henüz sonlanmamış...
Devrimin nihayete ermesi,
Bu topraklar üzerinde yaşayan milletlerin 1000 yıllık kardeşliğinin sürmesi
Mişon ve Coni'nin oyunlarının bozulması "üç beş çapulcu"nun eline kaldı...
Üç-beş dediğimize bakmayın;
Hani lafın gelişi...
Şöyle bir silkinsek, bir haykırsak yedi düveli titretiriz yine...
***
Gezi Parkı direnişi ile başlayan uyanış büyüyerek devam ediyor...
Birileri "onlar ve biz" diyerek tarafları belli etti...
BİZ hepimiz bir taraftayız...
Kim olduğumuza, ne düşündüğümüze bakmadan tarafımızda safları sıklaştırıp;
Bu oyunları da bertaraf etmeliyiz...
Edeceğiz de...
Biz bu oyunları bozacağız arkadaş!

11 Temmuz 2013 Perşembe

İnsan Olmak Zor Zenaat: Ali İsmail Korkmaz...

"İnsan olabilmek zor zenaat" derlerdi büyüklerimiz.
Gerçekten çok zor bir zenaatmış bunu yaşadığı bunca yıl içersinde çok iyi anladım.
Dün 19 yaşında bir çocuk öldü!
Fail-i Meçhul!
Ülkemin başbakanı "Evdeki yüzde 50'yi zor tutuyorum" dedi ve birden bire ortaya eli sopalı, silahlı, palalı, satırlı insanlar çıktı...
Ateş ediyorlar,
Dövüyorlar,
Saldırıyorlar...
Kadınları tekmeliyorlar...
Ve o genci,
Ve o çocuğu,
Ali İsmail Korkmaz'ı bir sotede kıstırıp öldüresiye dövüyorlar...
Yaralı olarak gittiği hastanede karşılaştığı durumu burada yazmaktan bile utanıyorum...
Bilenler biliyor...
Ve dün o çocuk öldü...
Bir çocuğumuzun evladı ile aynı yaşta...
Bir çoğumuzun kardeşi ile aynı yaşta...
Bir çoğumuzun yeğeni ile aynı yaşta...
Bir çoğumuzun sevgilisi ile aynı yaşta...
Bir çoğumuzun can yoldaşı ile aynı yaşta...
***
Ve o çocuk,
Ve o genç adam,
Ve o anasının babasının ciğerparesi,
Dün uzun süren bir yaşam mücadelesinde yenik düştü ve hayatını kaybetti...
Ciğerim yandı...
Evlatlarım geldi aklıma...
Benim evladım da olabilirdi...
O ananın babanın çektiği ızdırabı onların yaşadıklarını yaşamadan hissettim,
Belki de hissetmeye çalıştım...
Böylesi bir acı olabilir mi acaba yeryüzünde diye düşündüm...
Olamazdı...
Evlat acısı kadar büyük bir acı olamazdı...
İçim daha çok acıdı...
Bir evlat için dökülebilecek ne kadar yaş varsa göz pınarlarımda süzüldü yanaklarımdan aşağıya...
***
Sosyal medyada fotografını gördüm Ali İsmail'in...
Ne de güzel gülmüş öyle...
O fotoğrafını görünce, bir kaç kelime döküldü yüreğimden...
Hemen o an fotoğrafın altına ekleyiverdim o sözcükleri...
Belki güzeldi sözcükler belki de çok boktan bir şiir...
Ama benim yüreğimden döküldüler...

"Ve gün gelecek
Söndü sanılan gözler uyanacak
Bitti sanılan ışıklar
Yeniden aydınlatacak
Ve o gün
Boğulacak haramiler
Ve o gün
Yok olacak zalimler
Uyanan gözlerdeki aydınlığın karanlığında

Gülücükten çiçekler domuracak
Gözyaşları kırağı olup düşecek yapraklara
O yapraklar
O çiçekler
Ürkütecek katilleri
Onlar kopardıkça dalından
Ali İsmailler yeşerecek topraktan"

Hepsi bu kadar işte...
Ötesi berisi üç beş kelime
***
Ertesi gün,
Yani bu sabah
Bilgisayarımı açtığım vakit
Sosyal paylaşım sayfamdaki mesaj kutuma bazı arkadaşlar mesaj akmışlar...
Benim şiir yazdığım o çocuk, aslında şucuymuş da bucuymuş da,
Benim dünya görüşümle tam zık bir dünya görüşüne sahipmiş de,
Ben böyle bir adamı nasıl savunurmuşum...
Henüz Ali İsmail'in yaşlarındayken büyüklerimden sıkça duyduğum o söz geldi aklıma;
"İnsan olmak zor zenaat"
Bu devirde Ülkücü olmak çok kolay;
Bir Bozkurt işareti yaparsın Ülkücü olursun...
Bu devirde Devrimci olmak çok kolay;
Bir Che tişörtü giyersin, Deniz Gezmiş'i sosyal paylaşım sitende kapak fotosu yaparsın Devrimci olursun...
Bu devirde İslamcı olmak çok kolay;
Cuma sabahları klişe cuma mesajlarından biri alıntılar, Cumanız Mübarek Olsun dersin İslamcı olursun...
Bunlar çok kolay işler artık...
Ama insan olmak halen çok zor bir zenaat...
***
19 Yaşında bir çocuk hunharca öldürülmüş ve birileri onu dünya görüşüyle yargılamaya, böylesine hunharca öldürülmesini haklı göstermeye çalışıyor...
Olacak iş mi yahu!
İnsanız biz insan!
Mazlum her yerde mazlumdur...
Biz kendisine taşlarla saldıran Taif halkının helak edilmemesi için Allah'a yalvaran Hz. Muhammed'in ümmeti değil miyiz yoksa!
Biz nasıl bu kadar merhametsiz olabildik!?
Efendim "O da eylemlere katılmasaymış"...
Bunu söyleyenler kendilerini dindar olarak kabul edenler...
Bunu söyleyenler Taif merhametinin sahibi olan Peygamber'in ümmeti olduklarını iddia edenler...
Yazık size yazık!
Taif merhameti sizi affetmeyecektir!
19 Yaşında bir can...
19 Yaşında bir canın yok edilmesindeki acı, elem ve kederi hissedemiyorsanız benim ne arkadaşım, ne de dostum olabilirsiniz zaten...
***
Dün ben dünyanın en zor zenaati, yani insan olabilmeyi becerebildiğimi anladım o insan müsveddeleri sayesinde...
Onlar 19 yaşındaki evladımızı ne gözle görüyorlarsa görsünler,
Ben o çocuğu kendi çocuğum gibi gördüm ve o acıyı anası babası gibi hissettim yüreğimde...
Başbakan'dan tutun da tüm muhalefet partisi milletvekillerine kadar herkesin en yakınında 19 yaşında nice evlatcıklarımız vardır...
Onları düşünün,
Bir empati şöleni yapın ve zor olanı,
Yani bir kerecik olsun insan olmayı deneyin...
Güç sizin elinizde TBMM çatısı altında toplanan sayın vekiller...
Daha öncekileri yok saydınız...
Ali İsmail'i bari görün...
19 Yaşındaki evlatlarınızı görün...
O çocuk sizin çocuğunuz...
Kızınız ya da oğlunuz...
Yüreğiniz yanmadı mı hiç...
Neden halen insanları ayrıştırma, ötekileştirme politikalarınızı sürdürüyor ve göz yumuyorsunuz!?
Neden hepiniz birlik olup,
Ali İsmail'in cenaze merasimine katılarak, bu ülkede bir daha böylesi hunharca cinayetlerin işlenmemesi için birlikte mücadele edeceğinizin mesajlarını vermiyorsunuz bu halka!?
***
Bir Ramazan manisi vardı,
O da unutulup gitti...

Yeni Cami direk ister,
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma
Arkadaşımın canı börek ister...

Bir memleket sözü vardır;
Lafın uzunu aptala anlatılır....

Anlayan anlasın artık...

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Dün Kürt Teali Cemiyeti bugün Pkk...

Kürt Teali Cemiyeti (Kürt Yükseltme Cemiyeti), Sevr antlaşmasının 62. ve 64. maddelerinde bahsi geçtiği ve ABD Başkanı Wilson’un Wilson İlkeleri ile belirttiği şekilde doğu illerinde, bağımsız bir Kürt devleti kurulması amacını güden, gayesini gerçekleştirebilmek için doğu illerinde şubeler açmış bir cemiyettir. Bu cemiyetin, ağır Sevr antlaşması şartlarına ve işgale karşı Anadolu’da başlatılan direnişi kırmak için İngiltere tarafından kullanıldığı ile ilgili belgeler yayınlanmıştır.1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan kararla faaliyetlerine son verildi.
***
 
Nutuk’ta Atatürk bu cemiyeti ile ilgili şunları yazmıştır:

"…Bu dernekler dışında, memleket içinde daha başka birtakım dernek ve kuruluşlar da ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında Diyarbakır, Bitlis, Elâzığ illerinde, İstanbul’dan idare edilen Kürt Teali Cemiyeti vardı. Bu derneğin amacı yabancı devletlerin himâyesi altında bir Kürt devleti kurmaktı."
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk

Kürt Teali Cemiyeti 30 Aralık 1918 tarihinde Dahiliye Nazırlığına verilen bir dilekçe ile kurulmuştur.
Kurucuları
İstanbul’da ileri gelen Kürt aileler, bazı aydınlar ve bürokratlar tarafından kurulmuştur.
Şemdinan ailesinden Şeyh Ubeydullah ve ahfadı
Seyyit Abdülkadir (Kurucu Başkan, Şeyh Ubeydullah’ın oğlu)
Seyyit Abdullah (Şeyh Ubeydullah’ın torunu)
Seyyit Taha (Şeyh Ubeydullah’ın torunu)
Bedirhan ailesinden Bedirhan Paşa ve ahfadı
Mehmet Emin Ali (Bedirhan Paşa’nın oğlu)
Süreyya (Mehmet Emin Ali’nin oğlu)
Celadet (Mehmet Emin Ali’nin oğlu)
Kâmuran (Mehmet Emin Ali’nin oğlu)
Mikdad Mithad Esved (Bedirhan Paşa’nın oğlu)
Bedirhanzade Mehmet Ali (Bedirhan Paşa’nın oğlu)
Bedirhanzade Hasan Nuri (Bedirhan Paşa’nın oğlu)
Halil Rami Bey (Bedirhan Paşa’nın oğlu, Malatya Mutasarrıfı)
Âsaf Bedirhan (Halil Rami Beyin oğlu)
Bedirhan Ali (Bedirhan Paşa’nın torunu)
Baban aşiretinden
Babanzade Şükrü (Ord. Prof. Şükrü Baban)
Babanzade Mustafa Zihni Paşa (eski Hicaz valisi)
Babanzade Fuat Bey
Babanzade Hikmet Bey
Babanzade Aziz Bey
Babanzade Mahmut Bey
Diyarbakırlı Cemil Paşa Ailesinden
Ahmet Cemil Paşa (Cemil Paşa’nın oğlu)
Ekrem Cemil (Cemil Paşa’nın oğlu)
Kadri Cemil (Cemil Paşa’nın oğlu)
Diğer bazı üyeler
Mevlanzade Rıfat (Yüzellilikler listesine alınarak sınırdışı edilmişti)
Ahmet Hamdi Paşa
 Said Nursî
Abdurrahim Rahmi Zapsu
Arvasizade Mehmet Şefik
Said Molla (Yüzellilikler listesine alınarak sınırdışı edilmişti)
***
Kurtuluş Savaşında Anadolu’daki Faaliyetleri
6 Eylül 1919 tarihinde cemiyetin kurucularından Bedirhanlı aşiretinden Celadet ve Kâmuran ile Cemil Paşa ailesinden Ekrem yanlarına İngiliz Binbaşı Covbertin Noel ile Malatya’ya gelirler. Bu tarihlerde cemiyet doğu illerinde örgütlenmeye çalışmaktadır. Diyarbekir 13. Kolordu Kurmay başkanı Halit, Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya şifreli bir telgraf çeker. Telgrafında Osmanlı subayları arasında şifreli telgraflaşmanın yasak edildiği bir dönemde İngiliz binbaşısı Noel’in istediği kimselerle şifreli telgraflaşma yaptığından ve elini kolunu sallayarak Bedirhanlı aşiretinden kimselerle birlikte dolaştığından yakınır.[3]
Nutuk’da belgeler bölümünde, ilgili kişilerin takibi için üzerlerine birlikler gönderildiği, Mustafa Kemal’in, 9 Eylül 1919 tarihli Erzurum 15. Kolordu ve Ankara 20. Kolordu komutanlıklarına gönderdiği şifreli telgrafta görülmektedir.
***
Mustafa Kemal, 9 Eylül 1919 tarihli şifreli telgrafında şunları yazar:
Bağımsız Kürdistan kurulması propagandası yapmakta olan İngiliz Binbaşı Mister Noel, yanında Mevlanzade Rıfat, Bedirhanlılardan Kâmuran, Celâdet ve Cemil Paşazade Ekrem beyler adlarındaki kişilerle Malatya’ya gelerek Elaziz Valisi Ali Galip Bey de kendilerine katılarak, Bedirhanlılardan olan sancak mutasarrıfı Halil Beyle birlikte ulus ve yurdun kötülüğüne işler çevirmeye yeltendikleri ve sözde postayı vuranları izlemek amacıyla çevreden Kürtler getirmeye kalkıştıkları haber alındığından, Harputtan 15. Alay Komutanı, makineli tüfekle donanmış bir askeri birliği, Aziziye’den 2 süvari bölüğü, Siverek’ten Malatya’daki 12. Süvari Alayına bağlı bölük Malatya üzerine gönderilerek, adları geçenlerin tutuklanmaları için gereken girişim yapılmıştır. Sonuç bilgilerinize sunulacaktır. Mustafa Kemal, Nutuk, Belge 62.
***
Sivas’taki Mustafa Kemal bölgedeki subaylar ve güvenilir devlet erkânı ile telgraflaşmayı sürdürür. Harput’tan askeri birliklerin üzerine gelmekte olduğu haberini alan Harput valisi Ali Galip, Malatya Mutasarrıfı Halil, Binbaşı Noel ve aşiret reisleri Malatya’yı terkederek Kâhta yönüne kaçmaya başlarlar. Jandarma Yüzbaşısı Faruk Bey, Kâhta’da kaçakları izler. Malatya’ya 5 saat mesafedeki Raka köyünde Siverek’e kadar olan bölgedeki ve Dersim’e varıncaya kadarki Kürt aşiretlerin haberdar edilerek bu köyde toplandıklarını bildirir. Burda toplanan isyancıların Malatya’yı basacağı ve Urfa’daki İngiliz Tümeninin aşiretlere yardım için bölgeye geleceği haberini aldığını Malatya 15. Alay Komutanı İlyas Beye rapor eder ve İlyas Bey de Sivasta bulunan Mustafa Kemal Beye telgrafla 11 ve 12 Eylül 1919 gecesi gelişmeleri bildirir.
***
İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol 30 Eylül 1919 tarihinde Washington’a telgrafla şunları bildirmişti:
İngilizler Kürtleri kullanarak milliyetçi akımı¹ boğmak istiyorlar. Türklerin de Ermenilere karşı bir hareketi olduğu yolundaki haberler de bir İngiliz propagandasıdır. Amiral Bristol, Amerikan Yüksek Komiseri, İstanbul, 30 Eylül 1919
Not1:Kuva-i Milliye’yi kastediyor.
1925 yılında cemiyetin kurucu başkanı Seyyit Abdülkadir Şeyh Sait İsyanı ile ilgisi bulunduğundan dolayı idam edilmiştir.
*** 
Şeyh Said İsyanı, (Şubat-Nisan 1925) Doğu Anadolu’da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı ayaklanma.  
Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan politikalar Doğu Anadolu’da çeşitli muhalefet odakları doğurmuştu. Bu muhalefet odaklarından Kürt İstiklal Komitesi’nin çalışmaları açığa çıkarıldıktan sonra, örgütün önde gelen yöneticilerinin çoğu tutuklandı.
Örgütle yakın ilişki içinde olan ve aynı doğrultuda çalışmalar yürüten Şeyh Said’e bağlı kişilerin Diyarbakır’ın Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde arama yapan bir jandarma müfrezesiyle girdiği çatışma (13 Şubat 1925), kısa sürede genişleyerek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu. Genç vilayetinin merkez kazası Darahini’yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri tutuklayan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride ‘din uğruna savaşanların lideri’ anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. 
***
Mistan ve Botan aşiretlerinin desteğini aldıktan sonra Genç ve Çapakçur (bugün Bingöl) üzerinden Diyarbakır’a yöneldi. Maden, Siverek ve Ergani’yi ele geçirdi. Şeyh Abdullah’ın yönettiği başka bir ayaklanma kolu da Varto üzerinden Muş’a doğru harekete geçti. Varto’yu ele geçiren isyancılar, Muş’a ilerledilerse de halktan toplanan yardımcı kuvvetlerle Murat Köprüsü civarında mağlup edilip, Varto’ya geri çekilme­leri sağlandı. Gelişmeler üzerine hükümet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti (21 Şubat). Ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Kış Ovası’nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır’a çekilmek zorunda kaldı (23 Şubat). Ertesi gün Elazığ’a giren Gökdereli Şeyh Şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı. 7 Mart’ta Şeyh Said’in emrindeki 5000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır’a saldırdı.
***
Olayın başlangıcında Mustafa Kemal ciddiyeti anlayıp, Heybeliada’da rahatsızlığı nedeniyle dinlenen İsmet İnönü’yü acilen Ankara’ya çağırdı. İnönü ve ailesini bizzat Ankara Gar’ında karşılayan Mustafa Kemal, olayları anlatmak için İsmet Paşa’yı Çankaya’ya götürdü. Çankaya’da, İsmet Paşa’ya “Doğuda laik sistemi yıkmak amacıyla yayılan gerici bir ayaklanmanın başladığını” söyledi. İsmet Paşa’nın Ankara’ya gelmesi dedikoduların başlamasına neden oldu. Ali Fethi Bey’in görevden ayrılacağı, yeni hükümeti İsmet İnönü’nün kuracağı ve önlemleri onun alacağı konuşulmaya başlanmıştı. Ayrıca Ali Fethi Okyar ile İsmet İnönü’nün arası açıktı. Ali Fethi Bey olayı isyan olarak tanımlamamış ve sıkıyönetimle durdurulacağına inanıyordu. Ancak, olayların hızla tırmanması karşısında Başbakan Ali Fethi Okyar’ın istifasını isteyen Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü’yü yeni bir hükümet kurmakla görevlendirdi (3 Mart). Bir gün sonra TBMM hemen Takrir-i Sükun Kanunu’nu kabul ederek hükümete olağanüstü hal yetkileri tanıdı.
***
Ayaklanmayla ilgili yayınlara konan yasak daha sonra başka önlemleri de kapsayacak biçimde genişletildi. Ayrıca Ankara ve Diyarbakır’da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı. Bu sırada Diyarbakır’ı kuşatma altına alan Şeyh Said kuvvetleri, hükümet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı. Geniş çaplı bir sevkıyatın ardından toplu saldırıya geçen (26 Mart) ve bir bastırma harekatıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askeri birlikler, İran’a geçmeye hazırlanan ayaklanma önderlerini Boğlan’da (bugün Solhan) sıkıştırdı. Şeyh Şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri Palu’da yakalanırken, Şeyh Said’de Varto yakınlarında Carpuh Köprüsü’nde ele geçirildi (15 Nisan 1925).
Ayaklanmayı destekleyen eski Şuray-ı devlet reislerinden Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir ve 12 arkadaşı İstanbul’da tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbakır’a getirildiler. Yargılanma sonucunda Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşı ölüme mahkûm olarak, idam edildiler (27 Mayıs 1925).
Diyarbakır’daki Şark İstiklal Mahkemesi kısa süren bir yargılamadan sonra Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran). Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi.
 ***
Şeyh Said Ayaklanması’nın bastırılması Cumhuriyet yönetiminin Doğu Anadolu’da denetimi sağlamasında önemli bir dönüm noktası oldu. Öte yandan ayaklanmayla ortaya çıkan gelişmeler, bir süre önce çok partili yaşama geçiş yönünde atılan adımların kesintiye uğramasına yol açtı. Ayaklanmaya karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, çok geçmeden hükümet kararnamesiyle kapatıldı.

ALINTIDIR.
www.tarihibakis.com/kurt-teali-cemiyeti

8 Temmuz 2013 Pazartesi

NEFER olabilmek!

10 Yıl önceydi...
Biz Boğaz'ın Kırmızı Şimşekleri idik...
Boğaz'a nazır oturmuştuk...
Kadıköy sahildeydik...
İki tabure, bir masa ve biz...
Genç bir adam,
Mesut Arıbakan ve bendeniz...

Yeni tanışıyoruz,
Çaylarımızı yudumluyoruz...
Derdimiz ortak,
Sevdamız ortak...
İkimizde Eskişehirspor'u seviyoruz...
Sevdalıyız, dertliyiz, Eskişehirsporluyuz...
***

Şartlar yeniden doğuşu gerektiriyordu...
Mesut Arıbakan Eskişehir'den kalkıp İstanbul'a gelmiş...
Boğazın Kırmızı Şimşekleri'ne yeniden doğuşun öyküsünü anlatıyor...
- Biz Eskişehirspor'a sevdalıyız, hiç bir karşılık beklemeden Eskişehirsporumuz için savaşacağız, doğrudan sapmamaya, büyüklerimizden aldığımız mirası layıkıyla üzerimizde taşımaya ve bizden sonrakilere tertemiz bir şekilde emanet etmeye talibiz... Biz NEFER'iz diyordu...
Dinledik...
Sorular sorduk...
Beklediğimiz cevapları aldık...
Çekincelerimizi söyledik, anlattık...
O genç adam,
Mesut Arıbakan tane tane anlattı her şeyi...
Bütün soru işaretlerimizi silip attı...
Tamam dedik;
Tamam...
Biz de NEFER'iz...
***
Son sözüm dedi Mesut Arıbakan...
Yüreği ESES sevdasıyla dolu o genç adam...
Son bir söz söyledi...
- Bütün Eskişehirsporlular sizin sevdanızdan emindir abi. Biz de bu nedenle sana geldik seninle konuştuk. Ve sana şunu söylüyoruz, bir gün gelir de sen bize "Siz Eskişehirsporluluğa yakışmayan işler yapıyorsunuz" dediğin an biz bu NEFER'i bitiririz!
Bu  son söz çok ağır olmuştu...
Ağır bir yük yüklemişti omuzlarımıza o genç adam...
Yüklendik yükümüzü,
Beraber çıktık bu zorlu yola...
Yıllar geçti...
Zorlu yıllar geride kaldı...
Pek çok hatalarımız oldu ama ben hiçbir an o sözü aklıma bile getirmedim...
Hata bizlere mahsustu...
Hatasız kul olmazdı...
Bu inançla hatalarımızı gidermeye çalıştık...
O genç adamın Kadıköy sahilde omuzlarımıza yüklediği yükün ağırlığını 10 yıldır hiç unutmadık hep hissettik...
***
Onlarca idik, yüzler olduk, binler olduk...
Azdık çok olduk...
Ama her daim NEFER olduk...
Karşılıksız sevenlerin sığınağı olduk...
Tekerine çomak sokulanlara hedef olduk...
Yılmadık, yıkılmadık direndik...
Bugünlere geldik...
Eskişehirspor artık layık olduğu yerde...
Şimdi tahtına oturtma vakti Anadolu insanının yüreğindeki kralı...
Hatalarımızla yüzleşerek,
Yeniden Büyük Eskişehirspor idealimizi gerçekleştirmek için,
Boyun eğmeden, yılmadan, yıkılmadan bu yolda yürümeye devam edeceğiz...
Kimsenin adamı olmadan,
Üzerimize yöneltilen haksız eleştiriler karşısında bezginliğe uğramadan, küsmeden,
"Doğruları yaparsak, doğruları konuşursak herkes bize cephe alır" korkusunu yaşamadan
Yüksek Eskişehirsporluluk Bilinci'ne hizmet etmeye devam edeceğiz...
***
10 yılı geride bırakırken,
Emeği geçen bütün arkadaşlarıma, kardeşlerime, ağabeylerime
Yüreği ESES sevdası ile yanan bütün gönüldaşlarıma teşekkür ediyor,
Bugünlere gelmemizi sağlayan en küçük emek damlası karşısında saygıyla eğiliyorum...
***
Sonra dedim ki; İyi ki NEFER'im!...

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Mursi ve Rabia Kadir

Sokaklarımız bir garip...
Yeri geliyor hepimiz Ermeni olabiliyoruz...
Yeri geliyor hepimiz Kürt olabiliyoruz...
Yeri geliyor hepimiz Rum olabiliyoruz...
Hatta öyle anlar gördük ki, "Velev ki İbneyiz" yazılı dövizle dolaşabildi bu ülkenin insanları bu ülkenin sokaklarında...
1071'den bu yana Türk'ün hüküm sürdüğü bu topraklarda hepimiz herkesin hakkına sahip çıktık...
Bu topraklarda Türk'ün egemen olduğu son devlet Türkiye Cumhuriyeti'nde hakkı korunamayan bir tek TÜRKler kaldı...
Vatan savunmasında teröristlere karşı mücadele verirken şehit düşen askerlerimize bu ülkenin başbakanı yeri geldi kelle dedi, yine bu ülkenin bir bakanı yeri geldi "üç beş memet " dedi...
Sınırda yanlışlıkla öldürülen kaçakçılar için yıllar boyu bütün ülke ayakta kaldı da "Başbağlar" katliamı kimsenin umurunda bile olmadı...
***

AKP iktidarı ile birlikte bazı kesimlerdeki Türk düşmanlığı iyice belirgin hale geldi...
Bir AKP yandaşı bayan gazeteci "Türk Bayrağı" tanımlamasından TÜRK kelimesinin çıkarılıp Türkiye kelimesinin konulmasını önerdi....
Birileri çıkıp resmi kurum tabelalarından TC yazısının silinmesi için çabaladı...
Birileri çıkıp anayasadan TÜRK kelimesinin çıkarılmasını önerdi ve halen bunun mücadelesini yapıyorlar...
1071'den bu yana bu topraklarını kendine yurt edinen TÜRK varlığından rahatsız olanlar bugün demokrasi havarisi kesilip TÜRK'ün egemenliğini sona erdirmeye çalışıyorlar...
Tamamen iktidar yanlısı bir hale getirilen medyamız omuz omuza verip TÜRK kelimesini yok etmeye çalışıyorlar...
***
Dün gece televizyonlarda haber programlarını izliyorum...
Mısır'daki oyun neyin nesidir anlayamadım ama herkes o oyunun içinde ülkemizde...
Beni çok da ilgilendirmiyor çünkü benim derdim bana yetiyor...
Kerkük'te Türkmenler planlı bir şekilde sindiriliyor ve katlediliyor,
Doğu Türkistan'da Müslüman Türkler bir katliama tabii tutuluyor...
Bunca büyük dertlerim varken Arapların birbirine düşmesi beni çok da enterese etmiyor...
Dikkatimi çeken durum şudur...
Günlerdir Doğu Türkistan'da Kızıl Çin'in sürdürdüğü kanlı katliamla ilgili en ufak bir haber ya da tartışma programı yapmayan medya kuruluşları onlarca saattir canlı yayın yapıyorlar....
Doğu Türkistan'da katledilen Müslümanların sayısı 110'u aşmış kismenin umurunda değil ama Mısır'da kesin olmayan bilgilere göre 12 kişinin ölmesi büyük bir felaket olarak sunuluyor...
***
Kerkük'te yapılan bombalı saldırılar sonrasında hiçbir TV kanalı basit bir iki cümle dışında bir haber ya da tartışma programı yapmazken Mısır'daki darbecilik oyunu saatler süren canlı yayınla sunuluyor ülkem insanına....
Her kanalda bir bakan konuşuyor...
STK temsilcileri her kentte gösteriler yapılması ve Mursi'nin desteklenmesi için halka çağrıda bulunuyor...
Mesele nedir!?
Müslüman Müslüman'a darbe yapmış....
Ama diğer tarafta Komünist Çin yıllardır Doğu Türkistan'da katliam yapıyor,
Mısır'daki olaylarla aynı tarihlerde bu katliamlar sürüyor ve 100'ün üzerinde şehit veriliyor...
Kimsenin umurunda değil...
Bir bakan çıkıp tvde Doğu Türkistan zulmünü kınamıyor...
Başbakan Çin'e Van Minut diyemiyor...
Mavi Marmara gemisi 18 yaşından küçüklerin camilere girmesinin yasaklandığı Doğu Türkistan'a hareket etmiyor...
Bütün ülkemin insanları Cuma Hutbeleri'nde ya da devasa pankartlarda Doğu Türkistan halkına yardım etmeye çağırılmıyor...
***
Usulen bir basın açıklaması ve küçük çaplı insani yardımlar...
Bu da hani benim gibi aklı evvelin birisi çıkıp da bunları yazarsa cevap olması açısından yapılıyor...
Bir STK yetkilisi Türk Milleti'nden bahsederken Türkiye Halkı diyor...
Türk milletini bu şekilde tanımlayarak Mursi'ye destek olmaya çağırıyor...
Acaba hiç utanmaları sıkılmaları da mı yok bunların...
Doğu Türkistan müslümanlarının lideri,

Ejder Savaşçısı,
Uygur Türkleri'nin anası
Rabia Ana yıllardır sürgünde ve yıllardır Türkiye Cumhuriyeti Devleti Rabia Kadir'i bir terör örgütü lideri olarak görüyor ve Türkiye topraklarına adım atmasına izin vermiyor...
Şimdi ise, Mursi'nin darbe karşısında yenik duruma düşmesi durumunda kapılarımızın sonuna kadar açık olduğu ifade ediliyor...
Ben bu iki yüzlü tutum karşısında şaşırmıyorum...
Çünkü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu birkaç gün önce Çinli yetkililerle yaptığı görüşmede Uygur Türkleri'ni terörist unsurlar olarak nitelendirmişti zaten...
Çin askerleri 8 yaşındaki çocuğa terörist olduğu için tecavüz etmişlerdi!
12 Yaşında elinde Kur'an-ı Kerim bulunan kız evladımızı terörist olduğu için tarayıp öldürmüşlerdi!
***
Şaşırmıyorum,
Sadece zoruma gidiyor...
Doğu Türkistan'da müslüman Türk katliama maruz kalırken
Devletimin, milletimin sessiz kalması,
Bunun yanında Arapların birbirleriyle didişmesi karşısısnda ülkem insanının geceler boyunca ayağa kalkması zoruma gidiyor...
AKP iktidarı din sömürüsü yaparak bu millete TÜRK olduğunu unutturdu...
En başarılı oldukları konuda bu oldu zaten...