Gençlik günlerine adım attığımız 80'li yıllarda daktilo bilmek oldukça önemliydi.
Özellikle de tabiri caizse ''sırtını devlete dayamak'' hayali peşinde koşan vatandaş için çok daha önemliydi.
Gazetelerde sayfa sayfa yer alan iş ilanlarında baş aktör ''Daktilo bilen'' tanımlamasıydı.
Her yerde daktilo kursları açılıyordu.
Belediyeler bile bu kurslardan açıp, halkın ihtiyacını giderme telaşına düşmüştü.
***
Ben de daktilo sevdalısı bir gençtim o yıllarda.
Benim daktilo sevdam ise, sırtımı devlete dayamak ya da bir iş bulmak değildi.
Benim daktilo sevdam o yıllardaki en büyük hayalim olan yazar olmaktan kaynaklanıyordu.
İlkokuldan beri bir şeyler yazmayı severdim.
Kara önlüklerle okula gittiğimiz o yıllarda bir kaç skeç yazıp, sınıfta sahnelemişliğimiz bile vardı.
Olmadı o hayalimizi gerçekleştiremedik.
Fakat daktilo öğrenmeyi çok istiyordum.
Bir daktilom olması, küçük ve loş bir odada düşüncelerimi daktilo tuşlarıyla dile getirmek en büyük hayalimdi...
***
Lise yıllarında kağıt kalem yazmaya devam ettik.
Arabesk yaşamın revaçta olduğu o yıllarda bir çok genç gibi benim de şiir defterlerim olmuştur.
Makale şeklinde yazılar yazdığım defterlerim de vardı.
Fakat gönlümde hep daktilo tuşlarının sevdası vardı.
12 Eylül darbesi ile lise hayatımız sona erdi.
Okuldan atıldık!
Her şeyimiz yarım yamalak bir şekilde hayata atılmak zorunda kaldık.
O yaştan sonra çıraklık yapmak zordu. ''Yaşı geçmiş'' denilerek işe almıyorlardı.
Seyyar satıcılık ve bir kaç çıraklık denemesinden sonra kendimi asker ocağında buluverdim.
***
Ağrı - Patnos...
Jandarma Komando olarak hayatımın en güzel zamanlarını geçirdiğim yerdeydim.
Sudan çıkmış balık gibiydik hepimiz.
Gel diyorlar geliyoruz, git diyorlar gidiyoruz.
Usta birliği olarak geldiğim Patnos İlçe Jandarma Komutanlığı ile aynı binada bir de jandarma karakolu vardı.
Sanırım gelişimin 3. günü Karakol komutanı Şanlı Başçavuş beni çağırtmış.
Topuk selamı ile girdim odasına.
- Jandarma Komando Çavuş Selahattin Erdoğan. Emret Komutanım!!!!
İki köylü vatandaş vardı odada.
İfade alıyordu.
Sadece suratıma bakıp, daktiloda ifade almaya devam etti.
Yaklaşık 20 dakika kadar esas duruşta bekleyişim sürdü.
İfade tamamlandı ve köylüler çıktı odadan.
***
Şanlı Başçavuş'un tam karşısında küçük bir masa daha vardı.
Masada sadece bir daktilo var.
Şanlı Başçavuş masadan kalktı, ellerini cebine sokup bana bakmaya başladı.
Korkmaya başlamıştım.
1.80 boylarında, çakır gözlü, kafasının ön taraflarında saçları dökülmüş, suratı hep asık bir adam 10-15 saniye bana baktı. Tepeden tırnağa süzdü.
Sonra kafasıyla o küçük masayı işaret edip;
- Geç otur şuraya, ne dikiliyon yalı kazığı gibi
Dedi.
Kızgındı.
Ne hata yaptığımı bulmaya çalışıyordum.
Ama bana kızmış olsa niye masaya oturtsun diye de düşünüyordum bir yandan.
Oturduktan sonra, ellerini cebinden çıkarıp, kapıya doğru yöneldi.
- Daktiloya kağıt tak bir şeyler ya!
Dedi.
Kapının arkasındaki askılıktan kepini alıp başına taktı.
Tam kapıdan çıkacakken ben;
- Komutanım ben daktilo bilmiyorum ne yazayım
Deyiverdim.
Hiddetle bana döndü:
- Ulan bu mereti bilen anasının karnında mı öğreniyor!? Otur anana mektup yaz!!
- Emredersiniz komutanım!!!
***
Başçavuş gitti.
Ben öylece kala kaldım.
Hayattaki en büyük hayalim ve ben başbaşa kalmıştık.
Asker ocağında her şey ile karşılaşacağımı düşürdüm de en büyük hayalimle başbaşa kalacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.
Hayatımda ilk defa daktiloya dokundum.
Her yerini ellerimle okşadım adeta.
Sonra Başçavuş'un emri uyandırdı beni rüyadan.
''Anana mektup yaz!''
***
Daha kağıdın nasıl takıldığını bile bilmiyorum.
Kan ter içinde kaldım ama nasıl yaptıysam kağıdı taktım.
Yıllarımı alan hayalimin içinde Başçavuş'un emriyle boğuşuyordum.
Epey bir zaman sonra Başçavuş geldi.
Ayağa kalktım, esas duruşumu gösterdim.
Başçavuş'un arkasından hanımı girdi.
Belli ki lojmanda yemek yemiş ve hanımıyla beraber gelmişti.
- Devam et
Dedi bana.
Ben oturdum yine tek parmağımla tık tık tık yazmaya devam ettim.
Alnımdan düşen ter damlaları klavyeye zarar vermesin diye sürekli diğer elimle tuşların üzerini siliyordum.
***
Başçavuş'un hanımı başıma dikildi.
İyice elim ayağım dolanmıştı.
Bir süre baktıktan sonra ''Bu çocuk bunu beceremez!'' dedi.
Yıkıldım!
Başçavuş karısının lafına bakıp, ''Çık ulan dışarı sen bu işini beceremeyeceksin!'' diyerek beni kovacak düşüncesi beynimi kemirmeye başladı.
Allahtan Başçavuş hiç oralı bile olmadı.
Karısı başımdan gitti ve başka bir sandalyeye oturdu.
O bir şeyler söylüyordu ama Başçavuş onu dinlemiyordu bile.
Bir süre sonra yine başıma geldi.
- Şanlı baksana bu çocuk 10 dakkadır 1 satır bile yazamamış. Vallahi bu öğrenemez bunu
dedi.
Başçavuş bu kez hızlıca yerinden kalkıp;
- Yahu kadın sen bi evine gitsene!!!
Dedi
Rahatlamıştım.
Kadın gitti.
Başçavuş odada ben yokmuşum gibi davranıyordu.
***
Vakit epeyce geçmişti.
Başçavuş bir kaç kez dışarıya çıktı geldi.
Hep aynı tavır.
Sanki ben odada yokum.
Sanki duvarım, masa ya da sandalyeyim.
''Ne yaptın, ne ettin, yazabildin mi?'' hiç bir şey sormadı.
Yine işlerini bitirdi ve askıdan kepini aldı.
Bu kez;
- Yemek saati geldi, kağıdı çıkar masamın üzerine koy, kapıyı kilitle git yemeğini ye.
Dedi ve gitti.
Kağıdı daktilodan çıkardım baktım.
3 paragraf yazabilmişim.
Masasına koydum düzgünce.
Daktilo ile yazdığım ilk yazım, ilk kağıdım.
Biri görür diye utanmasam, sarılıp, öpeceğim...
Kağıdı masaya koyduktan sonra kendime geldim, pencereden baktığım vakit havanın karardığını, odanın ampullerle aydınlandığını yenice anlamıştım.
***
Aradan 4 ay geçmişti.
Karakol Komutan Yardımcısı odasında daktilo başında ifade alıyordum.
Nöbetçi asker geldi.
- Çavuşum adliyeden bir memur geldi seni görmek istiyor
- Şu ifade bitsin de öyle gelsin
İfade tutanaklarını tamamlayıp imzalattırdım ve adliye dosyasına koydum.
Bazı evraklar için adliyeden memurlar gelirdi.
Yine böyle bir evrak dosyası için gelmişlerdir diye düşündüm.
Memuru odaya davet ettim.
Hoş beşten sonra adliye memuru meramını anlattı.
Adliye katiplerinden birinin daktilosunun ''L'' tuşu basmıyormuş. Uğraşmışlar ama olmamış. ''Çavuş gelsin de bir bakıversin'' diye bana yollamışlar memuru.
***
Evet 3-4 ay içinde hem daktilo kullanmayı öğrenmiş hem de tamir etmeyi öğrenmiştim.
Artık Patnos'taki tüm resmi kurumlar daktiloları arızalanınca Erzurum'a gönderip haftalarca daktilonun tamirini beklemiyorlardı. Kaymakamın talimatıyla tüm arızaları ben tamir ediyordum...
Hiç kimse hiç bir şey öğretmeden her şeyi öğrenmiştim.
Usta da bendim çırak da...
Asker ocağından terhis olup gelince aklıma düştü ''Ben bu işi nasıl becerdim?'' diye kendi kendime düşününce beni hayalimle başbaşa bırakan Şanlı Başçavuş sayesinde öğrenebildiğimi anladım.
Sadece ''Kağıdı tak ve anana mektup yaz'' demişti. Çok basit gibi görünen ama içinde çok büyük bir hayat dersi barındıran bu cümleyi hiç unutmayacağım.
Allah insan evladını öyle yaratmış ve donatmıştır ki, istedikten sonra yapamayacağı hiç bir şey yoktur. İşte Şanlı Başçavuşum bu iman ve inançla beni hayalimin ortasına atmış ve inancın ne kadar öenmli olduğunu öğretmişti...